hiper gerçeklikten gerçekliğin ötesine, Bir dilbilimsel çeviri örneklemi
Ayaküstü selamlaşmak beraberinde iki kelam gerektirir. “Nasıl gidiyor?” (How is it going? (ing), Ça va? (fr), çer e/senîwa/çito ye/çawa ye? (krd))”.
el cevap: Wittgenstein’ın fêrrîsta (tractatus), peywenda(logico), şagirtîyê (philosophicus) kitabını Kürtçeye çeviriyorum.
vel cevap: (cevaptan önce dudak bükülmesi) Hadi ya, bu eser Kürtçeye çevrilebilir mi!? Makalenin adını aldığı hiper-gerçeklik (hyperreality, hyperréalité), işte tam da bu duruma denk düşer. Kürtçenin hakikatine dair tek bir doğru malumatı olmamasına rağmen bu hiper-gerçekliğe dair bu özgüven (cahil cesareti) nereden kaynaklanmaktadır.
“Ça va?” ibaresini Jean Baudrillard’ın bir simülarkı olarak Foucault’nun unutmak istencine karşın Foucault’nun“discourse”unu (söylem) hatırlatarak devam etmek arzusundayım.
Zira Foucault bir konuşmasında başlamak yerine devam etmeyi tercih ettiğini dile getirir. Mevzumuz çeviri üzerine olduğu için en nihayetinde bir devam etme durumudur.
“Çawa ye?”
Got, jinekî zimanê kupika derî winda kir. Derket bin birqasûkê lê gerî. Dêna xwe daye, yên ku kolan û kûçeyên şahr da digerin wê dîtin û bi dil û can pirs û sual(swal) kirin.
Gotin cinika rindik ka tu çi digerî, yan em hewar û gazî bikinyan ji yarmetî û alî te bikin. Got; gerî min nebin û bextê xwebigerin, min mifteha kilîta derî inda kir, ez wê digerim. Hinekîder dorê xwe gerîyan walî valî mêze kirin. Çi anaxtar qeqeretîkî jî nedîtin. Dîsa jê persîyar kirin.
Gotin ma te kuderê zimên winda kir? Got ku ez bejim hûnêdile xwe bikin û vegerin. De ku hûnê vegerin jî hema oxira wexweş be, min ziwanekan mal da winda kir. Bi kelogirî giştî tevra lê vergeryan û gotin: ma! te mal da zimên winde kird, çimali kûçê digerî, xwuçê? Dîsa jî hurmetê peyvaj(bersiv) da wan û got; brakno! mal tarî ye, loma ez bin birqê(îşiq) da digerim.
Bu kısa felsefi bir Kürtçe pasaj, bunu Türkçeye çevirdiğiniz anda hem sözcük hem gramer hem de anlam itibariyle metin üçten bire düşer. Dolayısıyla başat metinleri salt çevirmek yetmez, onu şerh etmek ve diğer diller ile de karşılaştırmak gerekmektedir.
Tractatus, Latince tractare fiilinden, handle, manage, dealwith; eski Fransızca traitier fiili, deal with, act toward, set forth (konuşma ya da yazı içerisinde)
Risale, Arapça ve Farsça çevirilerinde risale-î/(risaletul) mantiq-el-filasife(felsefe).
Tercihimiz hvarenah (Avesta) kökünden doğan orta İranicedefarn (ferr/ferin/fêrîn) olarak gelişen kelimeler oldu. Bildiğimiz üzere Sasaniler (Ardeşir) zamanında tüm Yunan (İonia, Pehlevice Yewnani) klasikleri Pehleviceye çevrilmiştir. Arapçaya fihrist olarak geçen ariyanî kelimesi, “fehr-rîsten”, “fer-h-eng” kelimelerinin de kökenidir. Kürtçede “fêr bûn/kirin” olarak mevcut. “Rîsten” eğirmek, ip haline getirmek.
-eh> ê, ih> î, uh> o, û (Kürtçede iki farklı kısa u’dan kaynaklıdır)
“Fêrrîst/fehrîst” kelimesi, hem Latincedeki hem de orta Fransızcadaki anlamını tamamıyla karşılamaktadır. Zaten Wittgenstein’ın “tractaus” kelimesini seçmesi de kitabın hem içeriği hem kurgu biçimiyle “fêr-rîst-in” kelimesini anımsatmaktadır.” Fêrîşte” (feriştah) kelimesi de bu kökten gelmektedir. Bir minvali ile öğretici olanın ilham perisi. Zira “perî” kelimesi de buradan gelmektedir. “Ferî”, ışık saçan, aydınlatan demektir. Tüm bunlarla birlikte “fêr(e)” kelimesini “knowlegde” bağlamında “bilgi” olarak okuyabiliriz.
“Logos”tan logic, “nutq”tan mantiq ve “peyv”den peywend kelimesi aynı biçimde ölçmek, konuşmak, söylem vb. hem kelime hem de kavram anlamları itibariyle aynıdır. “Pîvandin”(peyvandin/peyvîn) Kürtçede hali hazırda hem ölçmek hem de konuşmak anlamındaki fiillerdir. Ayrıntılı biçimini başka bir metnimizde göreceksiniz.
Philo-sophis: " from philo- "loving (philo- + -sophia) "knowledge, wisdom, from sophis "wise, learned
Şa-girt: Şa(d); sevinç, mutluluk (şa+ girt) girtin; tutmak, kavramak
Sadece kitabın adının çevirisi için seçilen bütün sözcükler hali hazırda dilde mevcut sözcüklerdir. Kürdistan’ın herhangi bir yerinde herhangi bir kişiye bu kelimeleri sorarsanız bütün asimilasyon yasaklama ve unutturmalara rağmen üç sözcüğü de kelime anlamlarıyla bilirler, bu metni okuyan ise kavram olarak bunları kullanmam da hiçbir rahatsızlık duymaz. Aksine gözleri parıldar en fazla bana bir çevirmen olarak tebessüm ya ederler.
Lakin asıl niyetim hiper-gerçeklik kavramını Kürtçeye çevirmek ve kısa bir çeviri örneği sunmaktır.
“Simülark“ bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm”.
Simüle Etmek: “Gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermeye çalışmak”.
Simülasyon: “Bir araç, bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme, gösterilme ya da açıklanma amacıyla bir maket ya da bir bilgisayar programı aracılığıyla yapay bir şekilde yeniden üretilmesi”.
Hiper-gerçeklik: Baudrillard’a göre hiper-gerçeklik, gerçek ve kurgu arasındaki çizginin yok olmasıdır.
Sıcak-Soğuk Olay: Televizyon sıcak medya olaylarını soğuk olaylara dönüştürür ve bu olaylar sıradanlaşarak eğlence aracı haline gelir.
Simülasyon gerçekliğin modeller aracılığıyla yeniden üretilmesidir. Simülasyonlarda gerçekler gerçekten daha gerçekmiş gibi görünürler. Ona göre modern endüstri toplumunun temel anahtarı üretimken, postmodern toplumda “gerçek”i önceleyen modeller olarak simülakrlar toplumsal düzene egemen olmaya ve toplumu hiper-gerçeklik olarak oluşturmaya başlar. Bu durumda artık gerçeğin yerini simülasyon almıştır.
Gizlemek (dissimuler), sahip olunan şeye sahip değilmiş gibi yapmak; simüle etmek ise, sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmaktır. Birincisi bir varlığa diğeriyse bir yokluğa işaret etmektedir.
Burada simülasyon kavramı ile ilgili çok bilinen bir yanlış algıyı düzeltmenin de tam yeridir. Baudrillard’a göre simülasyon kopya değildir. Tam aksine, kopyanın göndermede bulunduğu şeyin bir gerçekliği olmasına karşılık simülasyonungöndermede bulunduğu şeyin bir gerçekliği yoktur. Kopyalar doğal gerçekliğe sahip olan asılların yerine geçmekle asıl olan şeylerin de doğallıklarını yitirmelerine neden olmaktadır.
Lascaux Mağarası örneği gibi. Lascaux Mağarası bulunduktan sonra arkeolojik olarak büyük bir değere sahip olduğu için ziyarete yasaklanmış daha sonra mağaranın yakınına bire bir kopyası olan bir mağara daha inşa edilmiştir. Baudrillard’agöre böyle bir durum, yani birebir kopya, iki mağarayı da yapaylaştırmaktadır.
Bu metin Osman Metin ve Şeref Karakaya’nın Jean Baudrillard Perspektifinden Sosyal Medya Analizi Denemesi adlı makaleden alınmıştır.
Sadece hiper-gerçeklik kavramının çevirisini yapacağımız için, genel anlamda kavramın tekabül ettiği alanı belirlemek ve Baudrillard’ın düşün dünyasında nereye konumlandığını göstermek için ilintili kavramlar ile bir girizgâh sunmayı uygun bulduk.
Hyper-reality
“Hyper-: word-forming element meaning "over, above, beyond," and often implying "exceedingly, to excess," from Greek hyper (prep. and adv.) "over, beyond, overmuch, abovemeasure," from PIE root *uper "over."” (İngilizce etimoloji sözlüğü)
“Fransızca ve İngilizce hyper+ "[bileşik adlarda] üstün, aşırı, çok" parçacığından alıntıdır. Fransızca parçacık Eski Yunanca ʰýper ὕπερ "üstte veya üzeri olma, yukarı doğru hareket etme bildiren edat ve fiil öneki" sözcüğünden alıntıdır.
Bu sözcük Hint-Avrupa anadilinde yazılı örneği bulunmayan (s)upér, "üst, yukarı" biçiminden evrilmiştir. (Sevan NişanyanSözlüğü)
Sanskritçe upara-, Avesta (Zend) dilinde upairi, Farsça bar, Latince super, Almanca über, İngilizce over biçimleriyle eşdeğerdir.”
Alıntıladığım iki kaynakta Pokorny’nin İndo-Germen dilleri etimoloji sözlüğü olduğu için çeviri yapmak yerine klasik dilbilim alıntılarını farklı dillerdeki sözlüklerden koydum.
Nişanyan’ın Hintavrupa Anadilinde diye çevirdiği ibare oldukça garip ve anlaşılmaz bir belirsizliğe denk düşmektedir. Bunun adı PIE (proto-indo-european) Hint Avrupa köken sözlüğüdür. Farazi Hint-Avrupa dili ibaresi daha uygun düşer. Pokorny’in çalışmaları bu düzlemde en çok kabul gören metinlerdir.
Kürtçelerde bu önek ber, per, dûr, zûr, draw,derew vb. sözcüklerle ilişkilidir, ancak ismi alet olarak dûr-bîn; aşırı uzağı gösteren anlamında hiper sözcüğünün eş değeridir. İlginç olan durum derew (virr, zirr) “aşırı” anlamıyla dûrkelimesiyle aynı kök ve anlama aittir. Mübalağaya tekabül düşen bir kelimedir. Zira draw paranın üstü (meta buradaki karşılık) altının yerine ya da takas ederi olarak yine bu sözcükle kök olarak ilişkilidir.
Reality
early 14c., "actually existing, true;" mid-15c., "relating tothings" (especially property), from Old French reel "real, actual," from Late Latin realis "actual," in Medieval Latin "belonging to the thing itself," from Latin res "property, goods, matter, thing, affair," which de Vaan traces to a PIE *Hreh-i- "wealth, goods," source also of Sanskrit rayim, rayah"property, goods," Avestan raii-i- "wealth." (İngilizce etimoloji sözlüğü)
Fransızca réél "birinci,nesnelere ilişkin, aynî, ikinci olarakgerçek" sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Geç Latince realis "nesnel, aynî, gerçek" sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince rēs, re- "nesne, şey" sözcüğünden “al” ekiyle türetilmiştir.
Latince sözcük Hint-Avrupa Anadilinde aynı anlama gelen yazılı örneği bulunmayan *reh₁í-s (*rēí-s) biçiminden evrilmiştir.(Sevan Nişanyan Sözlüğü)
Aslında Sanskrit ve Avesta kökünden ilerlediğimizde rayîş, frehî ray, rayer, reyis vb. kelimeler bu kökten gelmektedir. Ancak Fransızcada bu kelimenin diğer bir “doğruluk”anlamındaki kelimesine baktığımızda droit(e) kelimesiyle karşılaşırız. Diruşt ve dirust kelimelerini karşılayan ibare’dir. Bunun yakın anlamlısı Kürtçelerde raşt ve rast kelimeleridir. Bu bağlamda reality kelimesini bu sözcükler mukabilinde karşılamayı kavramın kapsam alanına atfen seçiyoruz.
Right
"morally correct," Old English riht "just, good, fair; proper, fitting; straight, not bent, direct, erect," from Proto-Germanic*rehtan (source also of Old Frisian riucht "right," Old Saxonreht, Middle Dutch and Dutch recht, Old High German reht, German recht, Old Norse rettr, Gothic raihts), from PIE root*reg- "move in a straight line," also "to rule, to lead straight, to put right" (source also of Greek orektos "stretched out, upright;" Latin rectus "straight, right;" Old Persian rasta- "straight; right," aršta- "rectitude;" Old Irish recht "law;" Welsh rhaith, Breton reiz "just, righteous, wise").
Rast
"doğru, gerçek, dürüst"
Farsça rāst راست "1. düz, doğru, hayırlı, şanslı, 2. sağ taraf, 3. İran musikisinde bir makam" sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Eski Farsça ve Avesta (Zend) dilinde rāşta- "düz, doğru, sağ taraf" sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Hint-Avrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *h₃reǵ-tó-s(*oreǵ-tó-s) biçiminden evrilmiştir. Bu biçim Hint-Avrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *h₃reǵ- (*oreǵ-) "yöneltmek, yönetmek" kökünden türetilmiştir.
Aynı kökten Latince rectus, Almanca recht, İngilizce right, Fransızca droit "düz, doğru" > "sağ", Latince regere, rect- "düzmek, yönetmek", rogare "önermek", regula "kural, cetvel", rex, reg- "kral", Sanskritçe rājā "kral", raśṭra"krallık".
Nişanyan’ın sözlüğüne bile dikkat ederseniz eski Farsça ve Avesta dilinde raşt diye yazar. Bunu Türkçedeki “ş” gibi okumayınız daha yumuşak Hintçe ve Slavcada olan bir” ş”sesidir. Kürtçelerin etimoloji alfabesinde bunları detaylarıyla açıklayacağız.
Kelimeyi Kurmanci ekseninde kurduğumuzda:
Dûr-rast, derew-rast, virr-rast vb. durumlarla kurabiliyoruz. Ancak kavramsallaşma durumu Kurmancide (bir meta-language formu olarak) ziyadesiyle konumlanmıştır.
Zazaki ekseninde durum zur-raşt ile karşılanabilir. Ancak kavramsallaşma durumu burada da aynı formdadır ve benzerdir.
Benzer sözcükleri irdelediğimizde zir-bav (üvey baba), zir-bir(üvey erkek kardeş), bu durumun her iki dilde de konumlanmış bir gösteren ve gösterge formu, mesajın ederinde meta-language olarak kurulmuştur. Son haliyle:
Zir-rast ve zir-raşt kelimeleri “hiperreality” kavramına yakın bir anlam olarak kurulabilir.
Asıl sorumuz şu “post-truth” kelimesi o zaman ne demektir? İşte buradan Soranice üzerinden ilerlemeyi mukabil bulmaktayız. “Kaka dirust e?”
Kürtlerin artık kaçınılmaz olarak kendilerini içinde buldukları durum “post-truth politics”tir. Yani Baudrillard’ın Foucault’yuunutturmak istediği işte, o iş işten geçtikten sonraki haldeyiz.
“Baudrillard'a göre Foucault'nun söylevi iş işten geçtikten sonra ortaya çıkan bir mesih, iş işten geçtikten sonra yapılmaya çalışılan bir devrim gibi, iş işten geçtikten sonra verilmiş bir söylev olma özelliğine sahiptir.
Foucault'nun cinsellik, iktidar, baskı, arzu, delilik vb. konularla ilgili olarak bu kadar güzel ve kusursuz bir söylev çekebilmesinin kökeninde bütün bu konuların ve kuramların günümüzde anlamlarını yitirmiş olmalarının yattığını söyleyen Baudrillard, böylelikle Foucault'nun söylevinin gerçekliği kapsayan bir evrene değil, bir simülasyon evrenine ait olduğunu ve bu yüzden onu bilimsel bir çözümlemeden çok bir “vakayiname” (chronique) olarak nitelendirmenin daha doğru bir şey olacağını iddia etmektedir.”
Aslında kelime bire bir çeviri olarak pişt-drûstîyê demektir; yani doğru ortaya çıktıktan sonra demek, şakiro tabiriyle arasta vê meydanê. Ancak bu noktadan sonra Foucault’nunKelimelerin Arkeolojisi’nden Kürtlerin siyaseta pişt-dirûstîyê dair çok şey yazılıp çizilebilir. Ve lakin bunlar yapılmaya başlandı ve bayağı bir sürede sürecek gibi. Ancak en nihayetinde tüm bu durumlar Kürtçe dillerinde olacak. Niyetimiz Kürtlerin gözlerini politikaya durbîndenbakabilecekleri poetikaya davet etmek. Çok fazla içinde boğuldular. Dünyanın hali hazırda tartıştığı meta-languagekavramına hoş geldiniz.
Bu kısmını bu metinden çıkardım
Metni okuduğunuzda Platon’un mağarasına girdiğinizi hissedersiniz. Hülasa, Alfred North Whitehead bütün felsefe tarihi Platon’a düşülen dipnotlardır der. Bil mukabele mağaradan yansıyan gölge olarak metne devam edelim. Baudrillard’ı bu bağlamda Platon’nun gölgesinde okursak; gölgenin gölgesi yani şîya şîyê/ sîya sîyê.
Simülasyon, asimilasyon kelimesiyle de aynı kökenden gelmektedir. Latince simulare fiilinden gelir.
"feign, pretend, assume falsely" (implied in simulated), back-formation from simulation or else from Latin simulatus, pastparticiple of simulare "to make like, imitate, copy, represent," from stem of similis "like, resembling, of the same kind
Ancak biz IPE (proto-Hint-Avrupa)’den ilerleyelim.
*sem: Sanskrit sam "together," samah "even, level, similar, identical;" Avestan hama "similar, the same;" Greek hama "together with, at the same time," homos "one and the same," homios "like, resembling," homalos "even;" Latin similis"like;
Bizi ilgilendiren kısım Sanskritçede sem ve semah, Avestadaise hem ve hema formlarıdır. Kürtçelerde ise de hem, hemaaynı şekilde shem ve shema fromlarıyla mevcuttur. Kelime bir, birlikte ve hep beraber anlamlarına gelmektedir. Çok ayrıntılarına girmeden homa, huma kelimeleri ile birlikte şifa(shiva/shoma) kelimeleri de tevhid bağlamında bu kökenden gelmektedir. Lakin burada simulark ve simülasyonkelimelerinin Baudrillard perspektifinden çeviri biçimlerini sunmadan evvel Platon’un Devlet’i bağlamında bir çevirisinin izleğini hatırlatmak istiyorum. Ancak bu Farabi’nin el-Medînetü’l-Fâzıla’sından ziyade hûmayûn kavramının kendisidir. Sasani İmparatorluğu devrindeki klasik Yunan eserlerinin kavram izleri günümüze kadar gelmiştir. Neden ki kitaplar da mevcut olmasın.
Zira humayûn bir biçimiyle simülasyona denk gelirken, velev ki humayîl simülarkı hatırlatmasın. Tabi ki bunlar Platoncu fikirlerin erken dönem Pehlevice yansımasıdır.
Bu anlamda şima (find, şema, mûm), şemal simülark. Şemalkelimesi ile “similar” kelimesi de anlam ve gösterge olarak aynı ses ve fonetiği çağrıştırmaktadır. Şemalîn (şemaliyn) ise simülasyon olarak çevrilebilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.