İslamiyet'te ırk ve ırkçılık arasında büyük bir fark vardır. İslamiyet ırkçılığa karşı çıkmıştır lakin ırki mensubiyeti reddetmemiştir aksine Kur'an'ın ifadesiyle (Hucurat 13), insanların kavimlere ve kabilelere ayrılması bizzat Allah'ın iradesiyle meydana gelmiştir. Dolayısıyla bugün Kürdler'in kendi ırki mensubiyetlerini dile getirmesinin ve içinde bulunduğu şartlardan dolayı milletini savunmasının İslami hiç bir sakıncası yoktur, bilakis millet olarak zulme karşı ırkını ya da milletini savunma konusunda İslami epistemoloji destekleyici olmuştur.
Bir milleti millet yapan belirleyici unsurlar veya semboller vardır. Bu sembollerden en önemlisi dildir. Bir milletin dilini yasaklamak veya yok etmek bütünsel olarak o milleti yok etmek demektir. Bu yok etme ise en büyük suçtur ve Allah'ın yarattığına karşı çıkmaktır. Çünkü Allah, Rum 22 de, ''Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu O'nun ayetlerindendir'' buyurmuştur. Dolayısıyla bu gün bir millet olarak Kürdler'in dilinin yasaklı olması, reddedilmesi Allah'ın sözünü reddetmek ve yarattığına karşı çıkmaktır.
Bu zulme karşı çıkmak genelde tüm müslümanların, özelde ise Kürdler'in en büyük görevidir. Çünkü zulme karşı milletini ve dilini savunmak ve korumak ırkçılık değil, Allah'ın yarattığını korumak ve sözünü savunmaktır. Allah'ın biz insanları farklı dillerde ve renklerde yaratması; bize, farklılığa olan istencini göstermektedir. Yaratıcının bu ambiyansına karşılık Türk, Arap ve Farslar'ın, Kürdler'i İslam-Ümmet adı altında Türkleştirmesi, Araplaştırması, Farslaştırması Tanrıcılık oynadıklarının göstergesidir. Çünkü ümmet birliği ve bilinci farklı ambiyansların biraradalığıdır, tektipleştirmesi değil! Kürdler'e karşı geliştirilen ümmet söylemi de nitekim tektipleştirme üzerine inşa edilmiştir.
Allah'ın her peygamberi yine kendi kavminin diliyle göndermesi(İbrahim 4), İslamiyet'in tektipleştirmeye karşı duruşunun göstergesidir. Her toplumun üzerinde durduğu ontolojik ve epistemolojik zemin farklıdır. Bir toplumun dünyayı algılama, yorumlama ve anlama biçimi içinde bulunduğu varoluş koşullarına içkindir. Bir toplum bu minvalde dil yetisini kullanır ve kendi epistemesini oluşturur. Bu gün Kürtler'in dil yetisini kaybetmesi demek, Allahın mesajını kendi ontolojisi üzerine anlaması değil, Türk, Arap ve Farslar'ın ontolojisi ve epistemesi üzerine kendilerini anlamasına ve yorumlamasına yol açmıştır. Bunun yol açtığı sorun ise; Kürdler'in, ümmetin kanayan yarası olarak algılanmayıp sorunlarına çözüm arayışına sevk edilmemesidir. Bu yüzden Kürdler'in gözü Kürdistan coğrafyasından uzaklara çekilmiştir. Bugün kendi kavminin dili ile kavminin sorunlarına çözüm getirmek pergamberi bir yükümlülüktür. Eğer müslüman Kürdler dinlerinde samimi iseler, kendi kavminin diliyle kendi kavminin sorunlarına eğilmelidirler. Türk'ün, Arab'ın, Fars'ın sorunlarına eğilen her Kürd; peygamberi bilinçten, İslami bilinçten, ümmet bilincinden uzaklaştırılmış ve zenginlerin(Türk, Arap, Fars) evinde çalışan köleye dönüştürülmüştür.
Bu gün tüm milletler kendi milletinin bekası için çalışmakta ve bu çalışmayı farz-ı ayn olarak görmektedir. Dili, devleti ve sembolleri üzerine kurulu bir İslam yorumuna hakimdir. Kendi ontolojisi çerçevesinde ve bu ontoloji üzerine kurulu bir İslam yorumu geliştirmiştir. Lakin konu Kürdler ve Kürdistan olunca tüm "ümmet kardeşlerimiz", biz "müslüman Kürdler'i" münafık, ırkçı olarak yaftalamaktan bir saniye geri durmamaktadırlar. Oysaki İslam Peygamberi Türk, Arap ve Farsların, Kürdlere karşı olan bu tutumlarına karşılık şöyle buyurmuştur; Kendi nefsi için istediğini mü’min kardeşi için de istemeyen mü’min olamaz”(Müslim, İman, 71; İbn Mâce, Sunne, 9). Bu söz üzere bu milletlerin Kürdlere karşı geliştirdikleri "Türk, Arap, Fars merkezli ümmetçilik" söylemlerinin içi boş ve tamamen "tektipleştirme", "köleleştirme" üzerine kurulu olduğunu görmemek ne mümkün.!
Eğer ki samimi olsalardı Allah'ın emrettiği gibi bizi bir millet olarak tanırlar ve bizimle kaynaşırlardı (Hucurat, 49/13) ve o zaman bizler varoluşsal savaşım vermek(ki bu da en büyük bir hayırdır ve İslam bu savaşımı bizzat emreder) yerine hayırda, Allah katında en takvalı olma yolunda yarışırdık.
"Allah'ın Resulü'ne sordular: Hak konularda kişinin kendi kavmine yardım etmesi asabiyetten(ırkçılıktan) midir? Hayır dedi. Fakat batıl olan konuda kavmine yardım etmesi asabiyettendir. Ve şöyle dedi: Sizin en hayırlınız günaha(zulme) girmedikçe kavmini müdafaa edendir."(Ebu Davud). O büyük Peygamberin(O'na selam olsun) sadece bu hadisi dahi, Kürtler'e afyon enjekte eden tüm sahtekar İslamcılar'ı ve çarpık İslamcılıklar'ı deşifre edip mahkum etmeye yeter ve artar bile.
Bu günkü toplumun Firavunlar'ı, biz Kürdler'in(Musa a.s. ve kavmi) her şeyini(dil, toprak, yer altı-yer üstü kaynakları) elinden aldıktan sonra, sesimizi bu zulme karşı çıkarttığımız an bizi nankörlükle, ırkçılıkla suçlayanlardır. Bizi inşaatlarında(eski Mısır'daki gibi) çalıştırıp, kölelere dönüştürerek; düşünme, konuşma yetimizi elimizden alanlardır. Ve bu günün Peygamber takipçisi, kendi kavminin dili ile kendi kavmini modern Firavunlar'ın zulmünden kurtarandır.
Peygamberi sorumluluğa bürün ve "Kürd ve Kürdistan" hakikatine dön.!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.