Krizin bir tarafında başta ABD ve İran olmak üzere tüm dış güçlerin etkisine karşı milliyetçi dalga üzerinde sörf yaparak seçimden galip çıkan Şii lider Mukteda es-Sadr var. Diğer tarafında Sadr’ın sistem dışına çıkıp çoğunluk hükümeti kurma çabasını bloke eden Şii partilerin buluştuğu Koordinasyon Çerçevesi bulunuyor.
Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütüne karşı halk seferberliği olarak doğan Haşdi Şabi’nin siyasi kanatlarını da barındıran Şii Koordinasyon Çerçevesi, İran’ın da yönlendirmesiyle tüm Şii partilerin ortak başbakan adayını belirledikten sonra meclis başkanlığı için Sünnilerle, cumhurbaşkanlığı için Kürtlerle pazarlığa oturulmasını önceliyordu.
Sadr ise Türkiye ve bazı Arap aktörlerin de desteklediği bir formülle Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Sünni blokla anlaşma yoluna gitmişti. Sadr’ın bu tercihi İran nüfuzuna meydan okuma olarak algılanmıştı.
Sadr, Şii Koordinasyon Çerçevesi’nde özellikle Kanun Devleti Koalisyonu Başkanı Nuri el-Maliki ile ters düştü. Aralarındaki düşmanlık Maliki’nin başbakan olduğu dönemde, İngiliz ve Amerikan güçlerine kafa tutan Mehdi Ordusu’nu dağıtmak için güç kullandığı 2008’den beri sürüyor.
Sadr, Haşdi Şabi ile bağlantılı yapılara kapıyı kapattığı için Fetih Koalisyonu lideri Hadi el-Amiri ve Asayib Ehl’ül Hak lideri Kays el-Hazeli’yi de karşısına almış oldu. Şii Koordinasyon Çerçevesi’nde geriye Sünni ve Kürt çevrelerde ılımlı çizgisiyle bilinen Ammar el-Hekim’in Ulusal Hikmet Akımı ve eski Başbakan Haydar el-İbadi’nin Nasr Koalisyonu kalıyor.
Sadr planları yargı marifetiyle nasıl çökertildi?
Sadr seçimlerin ardından Türkiye’nin bir araya getirdiği Sünni liderler Muhammed el-Halbusi ile Hamis Harçer’le anlaştıktan sonra meclis başkanlığına Halbusi’yi seçtirerek sınavın ilk aşamasını atlattı. Sıra cumhurbaşkanlığına geldiğinde çelme yedi.
Kürt cephesinde cumhurbaşkanlığının Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne (YNK), Kürdistan Yönetimi Başkanlığı’nın KDP’de olması yönündeki mutabakat yerini bir önceki seçimden beri serbest rekabete bırakmıştı. YNK, Cumhurbaşkanı Berhem Salih’i yeniden seçtirmek isterken KDP eski Maliye Bakanı Hoşyar Zebari’yi öne sürdü.
KDP Sadr ile el sıkışırken YNK, Şii Koordinasyon Çerçevesi ile ortaklığa gitti. Koordinasyon Çerçevesi, Zebari’yi yargı yoluyla diskalifiye etti. KDP bu kez Reber Ahmed’i aday gösterdi fakat Yüksek Yargı meclisin toplanması için üçte iki çoğunluğun şart olduğuna hükmedince Sadr’ın planı ikinci kez açığa düştü.
Sadr’ın İran etkisi altında olmakla suçladığı Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Faik Zeydan’a savaş açmasının nedeni de buydu. Sadr, cumhurbaşkanı ve başbakanı seçmek üzere meclisi üç kez toplamayı denedi ama başarılı olamadı. Bunun üzerine karşı tarafa “Meydan sizin” diyerek kenara çekildi. Onlar da hükümeti kuramadı.
Sadr’ın popüler baskıyla sonuç alma stratejisi neden işe yaramadı?
Sadr Haziran ayında kendisine bağlı 73 milletvekilini istifa ettirerek erken seçim seçeneğini zorladı. Fakat yasa gereği istifa edenlerin yerini en çok oy alan sıradaki adaylar doldururken Koordinasyon Çerçevesi’nin partileri 130 milletvekili sayısına 40 daha ilave etmiş oldu. Yüzü en fazla gülen Maliki idi. Böylece Maliki’nin yeniden başbakan olma hevesleri dirildi.
Sadr bir tweetle Maliki’nin önünü kesti. Ardından 13 Temmuz’da Maliki’nin siyaseti alt üst eden ses kasetleri sızdırıldı. Maliki, Sadr’a “korkak”, “hain”, “vahşi”, “cahil” ve “komplocu” diyordu. Şiiliğe tehdit olarak gördüğü Sadr’ı işgal sırasında İranlılar tarafından silahlandırıldığını ama daha sonra İngilizlere ajanlık etmekle suçluyordu. Sünnileri “Korkunç” diye niteleyen ve sadece kendi kabilesine güvenen Maliki, Haşdi Şabi için “Korkaklar kümesi” ifadesini kullanıyordu. Haşdi Şabi içindeki Ketaib Hizbullah ve Asaib Ehl’ul Hak’ı da İran’ın kontrolündeler diye eleştiriyordu.
Bunun üzerine Sadr, Maliki’yi tövbe edip siyaseti bırakmaya, yargıyı da gerekeni yapmaya çağırdı. İkisi de karşılık bulmadı. Kendi içinde uzlaşmazlıklar ve husumetler barındıran Koordinasyon Çerçevesi’nin istikameti bu kasetlerle de bozulmadı.
Sadr’ın hasımları 25 Temmuz’da eski bakan Muhammed Şiya el-Sudani’yi başbakanlık için aday gösterdi. Sudani, İran’ın ne tercih ettiği ne de karşı çıktığı bir isimdi. Bu arada Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani başından beri bu krizi çözmek için Bağdat’a gide gele bütün kredisini tüketti. Sudani’yi Maliki’nin adamı olarak gören Sadr tepkisini göstermek üzere adamlarını 27 Temmuz’da Meclis'e gönderdi. Koordinasyon Çerçevesi 30 Temmuz’da oylamaya hazırlanırken Sadr Meclis'i yeniden işgal ettirdi.
Sadr Meclis'in feshi, erken seçim ve mezhep kotalarını kaldıran sistem değişikliği için ısrar ederken diyalog girişimine faydasız buldu Meclis işgali 2 Ağustos’ta bitse de oturma eylemleri üç hafta bina dışında, sonra Yüksek Yargı önünde devam ettirildi.
Meclis'in feshi talebine "Yetkim yok" yanıtını veren Yüksek Yargı oturma eylemine misilleme olarak Sadr Hareketi’nin üç lideri hakkında tutuklama ve mal varlıklarına el koyma kararı verdi. Bu sefer kavganın odağına yargı oturdu.
Dini merciinin emeklilik kararı ile Sadr’ın siyaseti bırakması birbiriyle neden bağlantılı?
Çıkmaz sürerken Sadr Hareketi’nin tabanındaki fetva makamı Büyük Ayetullah Kazım el-Hairi 29 Ağustos’ta merciilik görevini bıraktı. Hairi takipçilerinden bundan böyle İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’i mercii olarak takip etmelerini istedi. Bu denklemi bozabilecek bir hamleydi. Bunun üzerine Sadr siyaseti tamamen bıraktığını ve ailesine bağlı birkaç kurum dışında hareketin askeri, siyasi ve ekonomik tüm yapılarını kapatma kararı aldığını duyurdu.
Sadr ayrıca hareket adına siyasi ve idari faaliyet yürütülmesini, sloganlar atılmasını, gösteri yapılmasını, bayrak dalgalandırılmasını ve sosyal medyada paylaşım yapılmasını yasakladı. Bu kararlar Sadr yanlılarını yeniden ateşledi.
Bağdat’taki Yeşil Bölge işgal edilirken çıkan çatışmalarda 23 kişi öldü, 700 kişi yaralandı. Mehdi Ordusu’nun yerini alan Seraya el Selam da silahlarıyla Yeşil Bölge’deydi. Sadr şiddete son verilmesi için açlık grevi başlatıp akan kandan dolayı özür diledi. Başbakan Mustafa el Kazımi’nin talebi üzerine 30 Ağustos’ta taraftarlarına şöyle seslendi:
“Bu devrim değil çünkü barışçıl karakterini kaybetti. Bir saat içinde Yeşil Bölge’den çekilmezseniz ben hareketten ayrılacağım.”
Bu çağrı Yeşil Bölge’nin boşaltılmasına yetti. Ama ne gerilim bitti ne de orta yol bulundu.
Sadr’ın kararları siyasi intihar mı?
Sadr tırmandırma stratejisiyle siyasette hedeflediği yolu açmaya çalıştı. Bunları yaparken kitleleri mobilize etme gücüne güvendi. Fakat sonuç alamadı. Son barut siyasete vedaydı. Siyaseti daha önce de bırakmış ama geri dönmeye ikna edilmişti.
Bu sefer bütün kurumları dağıtma kararı ciddi bir durum. Sadr’ın tutumu siyasi kurumlara öfkeli olan taraftarlarını kontrolsüz bir sürece çekiyor. Sokaktaki yangının Sadr’ı müdahale etmeye mecbur bırakması siyaseten emekliliğin imkânsızlığını kanıtlıyor. Kendisi de “Kontrol dışı milislerin olması Sadr Hareketi’nin de kontrol dışı olacağı anlamına gelmiyor” diyerek neden çekip gidemeyeceğini göstermiş oldu.
Önemli dini liderler barındıran ailesinin Şii dünyadaki yeri Sadr’ın temel gücü. Irak’ta 2003 sonrası sistem partilerine artan öfkeyi siyasete tahvil eden çıkışlarıyla da desteği yaydı. Bu saatten sonra bunu kolayca kendi haline bırakamaz.
Tarafların krizden çıkış haritası var mı?
Hareketin sözcülerine göre Sadr milisler, mezhepçilik, mezhep kotaları ve mevcut partilerin olmadığı yeni bir Irak istiyor. Sadr ülkeyi 2003’den bu yana siyasi süreçte yer alan parti ve şahsiyetlerin men edildiği bir seçime götürecek anlaşma önermişti. Buna Şii rakipleri bunu gerçekçi bulmadı. Koordinasyon Çerçevesi ise meclisin bir an önce toplanması, cumhurbaşkanı ile başbakanın seçilmesi ve hükümetin kurulmasını istiyor. Kazımi’nin yürüttüğü diyalog çabalarının neticesinde partiler anayasal çerçevede erken seçime gitmeyi kabul etti. Fakat nasıl bir mekanizma ile seçime gidileceği konusunda fikir birliği yok.
Meclis çoğunluğunu ele geçiren Şii partiler seçim yasasını değiştirmek ve yeni bir hükümetle seçime gitmekten bahsediyor. Mecliste tek bir vekili kalmayan Sadr ise seçim yasasında değişikliğin kendileri için hayırlı olmayacağını biliyor. Bazıları hükümet kurmanın aylarca bitmeyecek çıkmazlara yol açacağını belirtip Kazımi’nin başkanlığında sandıkların kurulmasını tercih ediyor. Sistemde köklü değişikliğe gitmeden seçimin tekrarlanmasının farklı bir sonuç doğurmayacağını düşünenler de çok.
Sadr’ın değişmesini istediği sistemin mantığı, Şiileri Sünniler ve Kürtlerle dengeleme mantığına dayanıyor. Paylaşımcı sistem belli başlı tüm partilerin iktidardan pay kopardığı ama kimsenin sorumluluk almadığı, etkili bir fren mekanizması olarak muhalefet partilerinin bulunmadığı, kimsenin hesaba çekilemediği, dini ve mezhebi grupların rehinesi haline gelen siyasetin sandıkta gerçek bir yüzleşmeyle karşılaşmadığı açmazlar üretti. Bunu değiştirecek toplumsal baskı ya şiddetle karşılaşıyor ya da bizzat kendisi şiddet üretiyor.
Ülke makamları ve kurumları sorun çözmede yetersiz. Krizin boyutları dış aktörlerle ilişkileri dengeli götüren Kazımi’yi de aşıyor.
Dışardan müdahale krizin aşılmasına yardımcı olur mu?
Germişte dini merciler ve belli başlı dış aktörler ülkeyi mutlak bir kaosun kıyısından alan müdahalelerde bulundular. Belli krizler İran ile ABD arasında örtülü mutabakatlarla aşıldı. ABD’nin İran’a azami baskı siyaseti Irak’taki paslaşma zemini aşındırdı. Türkiye ise IŞİD’in palazlanmasından sorumlu tutulan aktörlerin başında geldiği için kolaylaştırıcı rolünü yitirdi.
Sadr’ın satın aldığı öfkenin muhatapları arasında üsleri, askeri operasyonları, siyasete müdahale girişimleri yüzünden Türkiye de var. ABD’nin Irak siyasetini yoğurmadaki en önemli kanallarından biri Kürtlerdi. Kürtlerin Şii çatlağında ayrı ayrı kanallara girmeleri ABD’yi etkili bir müdahale aracından mahrum bıraktı. ABD, KDP YNK arasındaki sorunları gidermede eskisi kadar marifetli değil. Benzer ağırlık yoksunluğu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinden sonra İran tarafında da var.
Süleymani sadece Şiiler değil Kürtler ve Sünni gruplarla ilişkilerde de etkiliydi. Süleymani’nin çizmeleri halefine epey büyük geldi. Ancak ABD ve İran nükleer dosyada yeniden uzlaşır da gerilimde vites küçültürlerse Irak sahnesinde paslaşma dönemine geri dönebilirler. Son gelişmeler bu paslaşmayı iki tarafa da emrediyor.
İran, Şii-Şii çatışmasının Irak’ta 2003 sonrası edindiği nüfuz kapasitesine ve ticari ilişkilerine darbe vurmasından korkuyor. Mevcut sistemdeki mimarinin birincil sorumlusu ABD de Irak’ın kontrolden çıkmasını kendi çıkarına görmüyor.
Şii merciler süreci nasıl etkiliyor?
Bu krizin önemli ama en az konuşulan tarafı dini merciler. Necef havzasının en büyük mercii Büyük Ayetullah Ali Sistani sözünün çiğnendiği pozisyonlara girmek istemiyor. Geçmişte anayasa referandumu ve IŞİD’le savaş gibi kritik dönemeçlerde istikamet verdi. Fakat siyasi arena o kadar kirlendi ki Sistani ilke ve sorumlulukları hatırlatmak dışında fazla müdahil olmuyor.
Hairi’nin sağlık ve yaşlılık gerekçesiyle merciilik makamını bırakıp Tahran’a istikamet vermesi krizin "ruhaniler" boyutunu açığa çıkarıyor. Sadr havzadaki eğitimini henüz tamamlamadığı için bir fetva makamı değil. Çıkıp “Mercii benim” demesi beklenmez. Bunun kendi iç süreçleri var. Sadr, İran'da ikamet eden Hairi'nin çekilme kararını kendi iradesiyle almadığın savundu.
Hairi ve Sadr’ın babası Muhammed Sadık el Sadr, 1980’de Saddam’ın idam ettiği Büyük Ayetullah Muhammed Bakır el Sadr’ın önde gelen iki varisiydi. Sadık el Sadr da ölümünden önce “Çok bilge” diye övdüğü Hairi’nin takip edilmesini istemişti. Hairi’nin en büyük takipçi kitlesi Sadr Haraketi’nde. Buna rağmen Sadr, İran’la bağları nedeniyle Hairi’ye mesafeliydi. Hairi takipçilerini Hamaney’e yönlendirerek bir taklit mercii tayin etmenin ötesinde Sadr’ın siyasal eğilimine darbe vurmuş oldu.
İki Şii havza arasında Sadr’ın açmazları neler?
Sadr’ın bayraktarlığını yaptığı Irak esaslı siyaset, kaçınılmaz olarak Kum havzasına karşı Necef havzasını da öne çıkarıyor. Sadr çelişkinin tam ortasında bir lider. 1998’de öldürülünceye kadar babasının medresesinde eğitim almış, daha sonra Afganistanlı Büyük Ayetullah Muhammed İshak el Fayyad’ın yanına geçmişti. Fayyad, İran asıllı Sistani gibi İran İslam Cumhuriyeti’nin temeline konulan Velayet-i Fakih anlayışını reddediyor.
Bugün Necef havzasının İran’la ayrışmasındaki en önemli faktör Velayet-i Fakih meselesi. Sadr ile Hairi arasındaki kopuş kendini Irak işgali sonrası açığa vurdu. 2004’te Hairi’nin “Sadr artık benim rehberliğimi takip etmiyor” dediği söyleniyor. O vakit Sadr yeni kurduğu Mehdi Ordusu’yla işgalcilerin işini zorlaştırmakla meşguldü. Genel olarak Şii hareketler, Saddam sonrası iktidarı altın tepside sunan işgalcilere maslahat gözlüğünden bakıyordu. Bugün de Sadr taraftarları, Koordinasyon Çerçevesi’ni aşağılamak için “Irak’ı terk edip Amerikan tankları üzerinde iktidara dönenler” ifadesini kullanıyor.
Sadr, 2008’de Mehdi Ordusu’nun Irak hükümet güçlerince dağıtılması üzerine Kum’a sürgüne gittiğinde Hairi’nin kendisini makamında kabul etmediği söyleniyor. Sadr 2014’te siyaseti ikinci kez bıraktığında İran’daki dini eğitimine dönmüştü. Kum'da Ayetullah Cafer Sobhani'nin yanında derslerini sürdürüyor. Kendisi Kum havzasında ama Hairi’ye yanıt verirken Necef’in Şiiliğin en büyük havzası olduğunu söyledi. Bu da kendisi açısından yeni bir istikamet olabilir.
Haşdi Şabi’nin dağıtılması ve çoğunluk hükümeti kurulması ısrarıyla İran’ı kızdırdığı açık. 30 Ağustos’ta çatışmaya girenleri cehennemlik olarak nitelerken “Silahlı milisler dağıtılsaydı bunlar olmazdı” diyerek Haşdi Şabi’yi tutanları iğneledi. Tahran’la yaşadığı gerilime rağmen Sadr’ı İran düşmanı olarak görmek de yanıltıcı olabilir. “İran devletini zayıf düşürmek haramdır” diyen babasının öğretisine ihanet etmeyeceğini, hatta Irak’tan İran’a saldırması halinde Amerikan güçlerine karşı savaşacağını söylüyordu.
Son tırmanıştan sonra hala aynı noktada mı, kim bilir?