Nişanyan, Serbestiyet\'ten Kaan Göktaş\'ın sorularını cevaplandırdı...
Merhaba Sevan Nişanyan. Yeni kitabın çıktı daha doğrusu iki kitabın birden çıktı. Bahsedebilir misin biraz? Youtube\'daki Pazar Sohbetleri\'nin kitaplaştırılmış hali değil mi?
Pazar sohbetleri bir geleneğe dönüştü, 4 yıldır her pazar günü yapıyoruz ve sadık geniş bir izleyici kitlesi oluştu. Her bir yayını ortalama 40-50 bin kişi izliyor. Spotify falan çeşitli yan mecralarla birlikte 60-70 bin kişiyi buluyor. Bu sohbetleri bir metin haline getirmeyi yayınevim önerdi aslında, benim aklıma bile gelmemişti. Konuştuklarınızı yazılı hale getirince insan ister istemez gözden geçirmek zorunda kalıyor. Çünkü Pazar Sohbetleri tamamen doğaçlama yapılan konuşmalar. Hiçbir hazırlık olmadan gelen sorulara cevap veriyorum. Bunları metin haline getirirken epeyce elden geçirdim toparladım. Aşağı yukarı 10 cilt dolduracak kadar malzeme birikmiş. Birebir yayınların deşifresi değil elbette. Bayağı ciddi biçimde elden geçirilmiş metinler. Bir kere sözlü ifadenin ritmi başka, tarzı başka, yazılı ifade ile arasında çok fark var. İkincisi, yayında sorulara doğaçlama cevap veriyorum ama aralarında araştırma gerektirenler de vardı, bazen yanlış ya da eksik cevap verdiğim de olmuş. Bunları ciddi biçimde toparladım kitaplaştırırken.
Peki yayınların konularına baktığımız zaman Avrupa tarihinden Osmanlı tarihine, yemek tarifinden Türkiye\'nin güncel dış politikasına, gezi, felsefe, seks, her konudan konuşuyorsun. Bu kadar çeşitli konu hakkında konuşabilme yeteneği, birikimi nereden geliyor?
İki boyutu var işin. Bir, çok okudum. Bundan 1-2 sene öncesine kadar okuduklarımın tamamı aklımda kalırdı, şimdi yeni okuduklarım artık aklımda kalmıyor gerçi ama bir şeyi okudum mu 30 sene sonra hatırlayabiliyordum. Çok okudum, ilkokuldan beri durmadan kitap okuyorum. İki, çok gezdim, çok insanla tanıştım, Amerikan dış politikasını yönetenlerden tut, Urfalı pavyon şarkıcısına kadar, profesyonel katillerden tut, Koreli sevgililere kadar her tür insanla tanışma imkanı buldum, bu insana bir perspektif veriyor, bir şeyler öğretiyor. Bir de biraz da kişilik meselesi zannediyorum, belli bir küstahlık mı diyeceğiz bilmiyorum ama biraz olaylara tepeden bakınca bulgular daha net görülmeye başlıyor. Bunun da bir etkisi var galiba. Yani insanların çekindiği ya da fikir sahibi olmaktan korktuğu birçok konuda rahatça fikir beyan edebiliyorum.
Ama özel hayatında öyle değilsin aslında. Mesela yayınlarda daha üstten, daha “her şeyi ben bilirim, benim dediğim doğrudur” şeklinde konuşurken özel hayatında daha temkinli, karşındaki insanları da dinleyen, onların fikirlerine önem veren, “sen ne düşünüyorsun bu konuda?” diye sorabilen birisin. Oradaki Sevan ekran yüzü mü?
Olabilir. Eski sohbetleri gözden geçirirken fark ediyorum, içindeyken insan farketmiyor, programın ilk döneminde çok daha dostane, gırgır nitelikteydi programlar. Zamanla daha farklı niteliğe büründü. Sürekli bir işi yaptığın zaman bir alışkanlık oluşuyor. Bir tartışmada ya da bir fikir teattisinde fikirlerimi güçlü bir şekilde ifadeyi etmeyi hatta bazen karşı tarafı ezen bir şekilde ifade etmeyi seviyorum. Bu bir tartışma tekniğidir biraz da. Hayat boyu çok fazla tartışmanın içine girmekten, girmiş olmaktan kalan bir alışkanlık. Yoksa normal hayatımda insanlarla daha rahat olan biriyim bildiğim kadarıyla.
“SEVAN NİŞANYANİZM\'İN SEVAN\'I İLE GERÇEK HAYATTAKİ SEVAN FARKLI İNSANLAR.”
Bu Pazar Sohbetleri\'nden kesilen videolarla, edit\'lerle, Sevan Nişanyan isimlerinin çeşitli varyasyonlarıyla açılan anonim hesaplarla, senin fotoğraflarına yapılan montajlarla, meme\'lerle Sevan Nişanyan bir Twitter fenomeni haline geldi. Gençlerin arasında bir Sevan Nişanyanizm akımı var.
Sevan Nişanyanizm\'in Sevan Nişanyan\'ı ile gerçek Sevan Nişanyan arasında bir uçurum var. Hem stil, hem içerik açısından. Yaş uçurumu da var, ortaokuldayken benim hoşuma giden bir tarzı kullanıyor gençler, artık oğlumun da demeyeceğim, torunumun stiliyle beğeniyorlar beni. Aferin onlara diyorum. Seçtikleri ve meme haline getirdikleri sözlerim benim en aşırı, yemeğe baharat niteliğinde kattığım şeyler aslında. Yani yemeğin içinde bir tane biber tanesini bulup “aa amma da biberli” diyorlar.
Özellikle Kemalizm hakkında, Milliyetçilik hakkında, feminizm hakkında…
Evet, çok sert ifadelerimi seçiyorlar. Çağdaş iletişim metodolojisinin özü böyle bir şey demek ki. Aradan cımbızla bir laf seçip onu öne sürmek. Hoşuma gitmiyor değil, tabi ki gidiyor. Fakat şöyle bir olumsuz tarafı oldu: Pazar Sohbetleri\'nin ilk yıllarında dinleyici kitlesi, hem fikir ve dünya görüşü olarak, hem de yaş olarak bana daha yakın insanlardı. Şimdi gitgide artan oranda çok genç ve zıpçıktı diyebileceğim bir dinleyici kitlesi öne çıkıyor. Bunun da sohbetlerin kalitesini fazla düşürmemesini sağlamaya çalışıyorum.
“SEVAN NİŞANYAN NE DERSE ‘GENELDE\' DOĞRU ÇIKAR.”
Bir söz vardı, gerçi en son genel seçim ile bu epey bir kırıldı ama “Sevan Nişanyan ne derse aksi çıkar” diye.
Sevan Nişanyan ne derse genelde doğru çıkar. Sevan Nişanyan hayatta risk almayı seven biri olduğu için, riskli görüşleri ifade etmekten çekinmiyor. Yani herhangi bir konuyu anlamaya, analiz etmeye çalışırken bir kördüğüm yumağını açar gibi açmayı ve içinden farklı argümanları, standart dışı bakış açılarını ortaya çıkartmaya çalışıyor. Bunların arasından cımbızlayıp bir cümleyi seçtiğin zaman “Aa bak Sevan Nişanyan\'ın dediği çıkmadı.” Oysa Sevan Nişanyan orada öyle dememiş, Sevan Nişanyan orada demiş ki “Arkadaşlar hepiniz bu olaya na böyle bakıyorsunuz, bir de böyle bir açı var, bir de buradan bakmayı deneyin, buradan baktığınız zaman başka boyutu var bu hadisenin.” Bunu seçip ona sürdüğün zaman “Sevan Nişanyan\'ın dediği çıkmadı” diye ucuz bir söylemde bulunmak çok kolay. Genelde bunlar siyasetle ve dünya olaylarıyla ilgili öngörülerim oluyor ve aslında ben bunların tam aksine tuttuğunu söyleyebilirim. Senelerden beri, yani 2000\'lerin başından beri diyorum ki CHP\'nin, hele hele Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir insanın yönetiminde seçim kazanması imkansızdır. Böyle bir amaçları da yok zaten. Bunu seçimlerden önce söylediğimde çok ağır tepkilerle karşılaştım. Ukrayna Savaşı\'nı Rusya\'nın kazanacağı birinci günden belliydi, bu konuda en ufak kuşkum yok, hiçbir zaman olmadı. Bu konuda da haklı çıktım ve çıkacağım. Prigojin ayaklanıp Moskova üstüne yürüdüğünde herkes “Rusya yıkıldı, bitti, yıllar sürecek bir iç savaş çıktı” dedi, ben çıktım “48 saat sürer” dedim. Yanlış öngörmüşüm, 48 saat sürmedi, 23 saat sürdü.
Peki o zaman öngörüleri tutan bir insan olarak sorayım: Şu an Türkiye politikasını nasıl görüyorsun?
CHP diye bir faktörün artık Türkiye siyasetinde mevcut olmadığını düşünüyorum. Bu anlamda bu son seçim çok hayırlı oldu. Kemal Kılıçdaroğlu\'nun istifa etmemesi de çok hayırlı oldu. 1980 yılından beri umduğumuz ve beklediğimiz dönüşüm, bu sayede CHP\'nin yok oluşuna doğru gerçekleşiyor. Özellikle Türkiye\'de ve genel olarak dünyada çok partili demokrasi modeli iflas etti. Yürümüyor artık. Yeni bir çağa girdik, yeni bir döneme girdik. Çok partili demokrasi modeli tüm dünyada büyük ölçüde bir sahtekarlığa dönüşmüştür. Halen bu modeli sürdüren ve sürdürmeye çalışan ülkelerde artık bunun ciddiye alınacak bir boyutu kalmamıştır. Bürokrasiler, özellikle güvenlik bürokrasileri tüm dünyada aşırı bir güce kavuştu. Türkiye bunun vasat bir örneğidir ama bu ABD için de geçerli, Çin için de geçerli. Bürokrasilerin askeri olarak, ideolojik olarak, silah gücü olarak, ekonomik olarak bu derece güçlendiği bir yerde seçimle gelen politikacılar at y**rağına konmuş sinek gibidir. Dev bir mekanizmanın ekran yüzüdür sadece. Gerçek dünyada bir fonksiyonları kalmamıştır, halkı oyalamak ve ekran eğlencesi sağlamaktır tek fonksiyonları. Türkiye\'de de böyle bir noktaya varıldı. Türkiye\'de artık bir devlet rejimi var. Bunun kendine özgü kurumlarını oluşturması zaman alacak. Bunun şu anda dünyada görülen ya da uzun vadede tüm dünyada taklit edilecek modeli Çin\'dir, bir ölçüde Rusya\'dır. Batı devletlerinin dünyadaki egemenliği zayıfladıkça insanlar başka modeller arayışına girecektir.
Peki CHP yok oluyor ya da yok olacak dedin. CHP\'nin boşluğunu başka bir parti doldurmayacak o zaman anladığımız üzere? Recep Tayyip Erdoğan\'ın belirleyeceği halefi ülkeyi yönetmeye devam mı edecek önümüzdeki onyıllarda da?
Hayır. Recep Tayyip Erdoğan\'ın kendi halefini belirleyebileceğini zannetmiyorum. Evet belki onun da fikrini soracaklar. Ancak devlet yapılanması bütün dünyada olduğu gibi Türkiye\'de de çok güçlendi. Yani kendi yerine oğlunu, damadını atayacağı şeklinde bir fikir şu anda inandırıcı gözükmüyor.
Peki Korona Pandemisi dünya çapında bu devlet yapılanmasını, bu bürokrasiyi güçlendirmenin bir aracı mıydı?
Evet. Ne ölçüde başka bir şey yapmaya çalışırken bunu yaptılar, onu kestirmek güç. Ama kesinlikle bu “Korona Pandemisi” denilen ama pandemi ile alakası olmayan bu şey, zaten çok güçlenmiş olan bürokrasiler bir tür zafer yürüyüşü oldu. Zaten yumurtanın kabuğunu çatlatmışlardı, çıktılar, silkindiler ve “Biz buraların sahibiyiz” diye kükrediler.
Recep Tayyip Erdoğan yeni bir Anayasa söyleminde, çağrısında bulundu. Parlamenter olarak da güçleri var. Kürtler destek verir mi ya da nasıl destek verir, ne yönde bir Anayasa çıkar bu yeni düzende?
Birincisi, AKP\'nin “yeni Anayasa yapacağız” söylemi 2002 yılından beri var. 2011-2012\'de çok ciddi bir şekilde “yaptık, yapıyoruz, komisyon topladık, tartışıyoruz” dediler, yürümedi. Tekrar 2014-2015\'te dillendirildi. Projenin başında Mehmet Uçum\'un olduğu söylendi, kendisi de demeçler verdi. Kaç sene olmuş, ortada yeni Anayasa diye bir şey yok. Bundan sonrasında ne olacağı konusunda da çok iyimser olmamak lazım. İkincisi, bürokrasilerin, özellikle de güvenlik bürokrasilerinin aşırı derecede güçlenmesi sonucunda, eski anlamda Anayasa\'nın sihirli bir kurtarıcı formül olması fikri tamamen tarihe karıştı. Bir anlamı yok Anayasa\'nın, kimse Anayasa\'ya göre ülke yönetmiyor. Dolayısıyla yeni Anayasa yapılması, o da eğer yapılırsa, herhangi bir şeyi değiştirmeyecek, ciddi bir sonucu olmayacak. Fiili olarak işleyen bir düzen var şu an Türkiye\'de.
“HDP İNTİHAR ETTİ.”
Peki Kürt Meselesi bu manzaranın neresinde? HDP son seçimden sonra kendi tabanında epey yara aldı. CHP ile yapılan ortaklık, Kemal Kılıçdaroğlu\'nun gizlice Ümit Özdağ ile anlaşması, bakanlık sözleri vermesi, MİT sözü vermesi, HDP\'ye tabanda ciddi yara verdi. Yeşil Sol Parti ismi tutmadı. Ekran yüzlerini yani popüler siyasi simalarını kaybettiler. Mesela şu an Yeşil Sol Parti\'nin yeni ismiyle yapılacak kongrede eşbaşkanlık için geçen isimlerin kamuoyunda hiçbir bilinirliği yok. HDP Kürt Siyaseti konusundaki gücünü, temsilcilik yetkisini kaybetti mi sence de?
Maalesef öyle görünüyor. Çok büyük hatalar yaptılar. CHP\'nin kuyruğuna girmeleri bir intihar hamlesiydi. Taa Selahattin Demirtaş\'ın çıkıp “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği günden itibaren HDP\'nin çöküşü başladı. “Seni başkan yaptırmayacağız” dedi, ilk seçimde Erdoğan Başkan seçildi. O noktada Selahattin Demirtaş istifa etmeliydi. “Ben kendimi ve partimi belli bir politikaya angaje ettim, bu politika fiyaskoyla sonuçlandı, good bye, sorry, yapamadım.” diyebilmeliydi. Çok büyük sevgim saygım var Sayın Demirtaş\'a, onurlu bir insan, akıllı bir insan, sempatik bir insan. Fakat yanlış yaptı. Yanlış yapan insanın gitmesi gerekiyor. Bu son seçimde de CHP\'ye filika olarak kendilerini bağlamaları felaket bir hataydı. O kadar büyük bir hataydı ki, insan ister istemez düşünüyor, bu dürüst bir hata olamaz. Bu, partiyi batırmak için kasıtlı olarak yapılmış bir hamleydi.
Selahattin Demirtaş da bu yüzden mi küstü acaba, 100 küsür gündür tek bir twit bile atmıyor mesela.
Bilemiyorum. Kepaze oldu Selahattin Demirtaş. Çok yanlış bir dizi iş yaptı.
Ama o da diyor ki “Ben partimin Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmeyi önerdim. Yasal olarak bir engel yoktu. Göstermediler. Birçok şey önerdim, hiçbiri uygulanmadı.”
O zaman neden çıkıp bunları söylemedi? Neden twit üstüne twit atıp CHP\'yi desteklemeyi tavsiye etti? Neden Yeşil Sol Parti diye absürt, kepaze bir ismi, seçim kaybetmek üzere seçilmiş bir ismi canla başla savundu? Bunlar inandırıcı değil. HDP seçeneğinin ortadan kalktığını düşünüyorum.
Peki HDP neden intihar etti?
HDP içinde devletin paralı elemanı olan kaç kişi var sorusunu sorsak belki daha doğru olur.
Şu an Kürt siyasetini, Kürt politikasını kim temsil ediyor peki Türkiye\'de?
Bilmiyorum. Herhangi biri temsil ediyor mu onu da bilmiyorum. Şöyle diyeyim; Kürt ulusal hareketinin 1980\'lerden, 1990\'lardan beri yükselmesi ve Türkiye siyasetinde önemli bir faktör olması, Türkiye\'nin AB\'ye katılma hedefiyle paralel ilerledi. AB normları benimsendiğinde Kürtler de doğal olarak özerklik kazanacaklardı. AB projesinin tarihe karışmasıyla birlikte o model de, yani Türkiye\'nin var olan siyasi yapısı içinde bir tür ıslahat reformu ya da meşrutiyet reformu, Kürt özerkliğinin benimsenmesi ve kabul edilmesi şeklinde bir proje bugün gündemde gözükmüyor. Öte yandan sosyolojinin gerçekleri var. Onlar da şudur: Türkiye Cumhuriyeti Kürtleri asimile etme projesini hiçbir şekilde başaramadı. Kürtler ayrı bir millet olarak varlıklarını sürdürdüler.
PARALEL EVRENDEN BİR KIYAMET ALAMETİ: NİŞANYAN-PERİNÇEK KESİŞMESİ
Sevan Nişanyan mı Doğu Perinçek çizgisine geldi, Doğu Perinçek mi Sevan Nişanyan çizgisine geldi?
İkisi de değil. Bilmiyorum. Doğu Perinçek uzun yıllardan beri NATO\'nun, ABD\'nin, AB\'nin Türkiye açısından bir tehlike olduğunu, zararlı olduğunu savunur. Haklıymış. Uzun yıllar boyunca Amerikan propagandasının etkisiyle kendimizi kandırdık. Türkiye\'ye demokrasi gelecek, efendim çağdaş dünyanın önderi bunlardır, biz de çağdaş dünyaya katılacağız falan. Böyle bir hadise yok. ABD ve NATO dünyanın başına musallat olmuş bir beladır, bir çetedir. Azgın bir emperyal harekettir. Tek ayak üzerinde fazla ileri gittikleri için yenilgiyle karşı karşıyalar. AB ise ABD\'nin bir koloni yönetiminden ibarettir. Türkiye\'nin bunlara katılması, işbirliği yapması büyük ölçüde bir hayaldi ve bugün için artık o hayalin bir geçerliliği de kalmamıştır.
ABD kime yeniliyor?
Tüm dünyaya. Çin, Rusya, Afrika ve Latin Amerika\'dan oluşan bir koalisyona. Ukrayna tarihi bir olaydır, tarihte bir dönüm noktasıdır. ABD Irak\'ta yenildi, Suriye\'de yenildi, Afganistan\'da yenildi, Vietnam\'da yenildi. Bunların hepsi bir şekilde geçiştirildi. “Yeterince önemsemediği için, tüm gücünü kullanmadığı için yenildi” dediler. Oysa Ukrayna\'da tüm gücünü kullandı ABD. Yine yeniliyor şu anda. Yalnızca cephede yenilmiyor, aynı zamanda levazımat alanında, yani savaş üretimi alanında da, sanayi alanında da yeniliyor. Tükendiler. Batı ülkelerinin sanayi altyapısı tükenmiş gözüküyor. Rusya ile rekabet edebilecek boyutta silah, füze veya tank üretemiyorlar şu anda. Bu bir. İkincisi, Amerikan finans yapısı çökmüş durumda. Sürdürülebilir bir şey değil. Bunu şu ana kadar uluslararası sistemdeki egemen pozisyonuyla sürdürmeye çalıştı. Yani ABD\'nin borç diye aldığı atıyorum 300 Trilyon Dolar aslında borç değildir, dünyanın başına silah dayayıp alınmış bir haraçtır. Haraç alma imkanını kaybetti görünüyor. Yani Çin ile ilişkileri bozulduğu noktada ve Çin\'in peşine Hindistan, Brezilya, Güney Afrika Cumhuriyeti takıldığı noktada bunu sürdüremez ve iflasa doğru büyük bir hızla ilerliyor ABD. Dünya üzerindeki ideolojik hegamonyasını kaybetti, ki bu 1990\'ların, 2000\'lerin başına kadar çok güçlü bir hegamonya idi, yani dünyada yeni egemen olan fikirlerin hepsi Amerika\'dan kaynaklanıyordu. Son yıllarda takıldıkları akıl dışı ideolojik saplantıları, mesela transçılık, LGBT\'cilik, bunlar sürdürülebilir şeyler değil, satılabilir ürünler değil, dolayısıyla dünya önce “ne oluyoruz, ne yapıyor bu adamlar?” dedi, bir nokta geldi “artık yeter biz almayalım” denmeye başlandı.
Peki yeni Amerika kim olacak?
Şu anda belli değil. Belki de kimse olmayacak. Yeni hegamonyayı ilan edecek kilit hadise Avrupa\'dır, bağımsızlığını ilan edecek mi, etmeyecek mi? Yani Amerika, Avrupa\'yı kontrol altında tutabildiği sürece kolay kolay kırılabilecek bir blok değildir. Dünyanın geri kalan kısmından dışlansa bile blok olarak etkinliğini ve egemenliğini korur. O blok kırılırsa, o zaman dünya çok eğlenceli bir yer haline gelir. O yüzden diyorum ki North Stream boru hattının patlatılması hadisesi, dünya tarihinde önemli bir dönüm noktası olmaya aday bir hadisedir. Yarın öbürgün Amerika ile Avrupa ile arasındaki bağlar sarsılmaya ve sorgulanmaya başlandığı anda herkesin ilk hatırlayacağı olay North Stream\'in patlatılması olayıdır.
Ukrayna Savaşı 1,5 yıldır devam ediyor ama bahsederken hep “Rusya kazandı” diye bahsediyorsun?
Kesin kazandı, evet.
Ama cephede savaş devam ediyor, üstelik harita üzerinde Rusya\'nın stratejik bir ilerlemesi de yok, örneğin Kiev\'e giremediler.
Rusya hiçbir zaman savaştaki amacının ne olduğunu ilan etmedi. “3 günde Kiev\'e gireceklerdi, giremediler” söylemi Batı basınının icadıdır. Rusya “Biz 3 günde Kiev\'e gireceğiz, gireriz.” demedi. Hiçbir resmi veya gayriresmi platformda böyle bir beyanları olmadı. Savaşın ilk gününden beri, birazcık tarih bilen, birazcık savaş sanatı bilen herkesin bildiği bir durum gerçekleşiyor, Ukrayna ne nüfus olarak, ne asker sayısı olarak hiçbir şekilde Rusya ile baş edebilecek bir ülke değil. Ukrayna ordusu tükenmiş durumda, Ukrayna ekonomisi tükenmiş durumda, Ukrayna\'nın savaşabilecek bir hali yok şu an. Öyle anlaşılıyor ki Rusya\'nın hedefi de bu sonucu elde etmekti. Ruslar satrancı iyi oynar. Rusların özellikle diplomatik kadroları, Amerika ile, Almanya ile falan kıyaslanmayacak derecede kaliteli insanlardan oluşuyor. Ciddi entelektüel derinliği ve kavrama yeteneği olan insanlardan oluşuyor. Aynı şeyi bugün Amerika için söyleyemeyiz.
“KARABAĞ 1991\'DE KAYBEDİLDİ.”
Gündemde olan Karabağ mevzusunda yorumun nedir?
Karabağ bugün kaybedilmedi, 2020 yılında kaybedildi. 2020 yılında Ermenistan, Azerbaycan-Türkiye ittifakına karşı hezimete uğradı, 1-2 gün içinde Karabağ\'ı alıyorlardı Azeriler, araya Ruslar girdi, “bekleyin, zamana yayın bu işi, hemen yapmayın.” dediler. “Şu an yaparsanız dünya kamuyounda çok çirkin görüntüler ortaya çıkar. Ermeniler de hazır değil buna. Biz 1-2 sene burada nöbet tutalım, sonra yavaş yavaş bunu çözersiniz.” dediler. Bugün gelinen nokta bugün oluşmuş bir hadise değil. Aslına bakarsan 1991\'de oluşmuş bir hadise. Çünkü 1991\'de Ermenistan dünyadaki hiçbir ülkeyi ikna edemedi Karabağ konusunda. Ne Rusya\'yı, ne Türkiye\'yi, ne ABD\'yi, ne İran\'ı, ne Avrupa devletlerini… Bunların hepsi Karabağ\'ın Azerbaycan toprağı olduğunu beyan ettiler, hiçbiri burayı ayrı bir cumhuriyet olarak ya da Ermenistan toprağı olarak tanımadı.
Peki tarihi ve coğrafik olarak senin görüşün ne?
Ermeniler dünyada birçok yerden kovuldular. Ermeniler 1071 yılından beri dayak yemekle meşgul. Dün Van bir Ermeni şehriydi. Mutki bir Ermeni beyliği idi. Sasom bir Ermeni memleketi idi. Bugün değiller. Bazı topraklar üzerinde bazı milletlerin ebedi ve ezeli hakları olduğu fikri bana yabancı bir fikir. 18. yüzyıldan beri Karabağ, nüfusun ezici çoğunluğu Ermeni olan ama Türkler tarafından yönetilen bir beylikti. Türk beyliğidir fakat nüfusu Ermenidir. Feodal çağda gayet geçerli ve standart olan bu model, ulus devletler çağında sürdürülemedi. Sovyetler Birliği çağında sürdürülebildi ancak ulusların net çizgilerle birbirinden ayrıldığı bir çağda sürdürülmesi söz konusu değil. Ermenilerin 1988-1991 aralığında yapması doğru olan davranış, Azerilerle oturup, “kardeşim burada bir sürü Ermeni var, Bakü\'de bir sürü Ermeni var, madem siz bağımsız olacaksınız, bu Ermenilerin hakları nasıl güvenceye alınabilir?” diye konuşmaktı. Bunun yerine savaşmak yolunu seçtiler. Kahramanca ama aptalca bir davranıştı. 1994\'te karambolden bir gol attılar ama arkasını getiremezlerdi, getiremediler. Ermenistan bugün yenilmedi, Ermenistan 1991\'de yenildi. Bugüne kadar uzatmaları oynadılar.
Tek dayak yemeyen Ermeni sen misin?
Ben de çok dayak yedim. Şu anda Montenegro\'nun bu güzel köyünde oturuyorsam dayak yediğim içindir.
Nasıl gidiyor Montenegro\'da hayat?
Olaysız.
Genel af söylentileri var, bir af çıkarsa Türkiye\'ye dönmeyi düşünür müsün?
Dönerim. Türkiye\'den ayrıldıktan sonra Samos\'ta bir hayat kurmaya çalıştım. Benim alışkanlıklarıma ve becerilerime uyan bir ortam, bir köy yaratmaya çalıştım. Samos\'ta olmasının sebeplerinden biri, yarın öbürgün Şirince\'ye tekrar dönersem, bir ayağım orada bir ayağım burada olsun diyeydi. Beni Montenegro\'ya bağlayan hiçbir şey yok. Mezarım Şirince\'de, torunum Şirince\'de, daha başka ne olsun.\"