Program öncesi Steven Cook’un Foreign Policy dergisinde yayınlanan makalesi gündeme bütün ağırlığıyla düştü. Erdoğan’ın sağlık durumunun kötüleştiğini savunan Cook, 2023 seçimlerinde Türkiye’nin güçlü isminin sahnede olamayabileceğini savundu.
Erdoğan sonrası Türkiye siyasetine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Amerikalı Türkiye uzmanı, Akar isminin öne çıkacağını söyledi:
“Üçü arasında Akar liderliği üstlenmek için en uygun konumda görünüyor. Fidan Türkler tarafından çok iyi biliniyor ama o daha çok Milli İstihbarat Teşkilatı'nın kapalı kapıları ardında faaliyet gösteriyor. Soylu, son aylarda yayınlanan bir dizi YouTube videosunda, içişleri bakanının yolsuzluk ve organize suç örgütleriyle aynı yatakta olduğunu öne süren Sedat Peker adlı bir Türk mafyasının iddialarından zarar gördü.
Akar'ın ayrıca Fidan ve Soylu'ya karşı hiçbirinin kıyaslayamayacağı bir avantajı var: Silahlı Kuvvetler. Analistler, 2003 ve 2004'teki reformlarının ardından Silahlı Kuvvetlerin sivil kontrol altına alınmasından bu yana ordunun Türk siyasetindeki rolünü göz ardı etme eğiliminde.”
Amerika’dan gelen bu yorumun ardından iki isim Soçi Serüveni’ni ele aldı. Fehim Taştekin, Soçi’ye ilişkin şu yorumları yaptı:
New York’ta Biden’dan randevu alamadığı gibi ayaküstü sohbet ya da aynı fotoğraf karesine girme fırsatı da bulamadı. Ve dönüşte kızgınlığını açığa vurdu. Erdoğan, Washington’la bozuşmanın birincil nedeni olan Rus savunma sistemi konusunda ‘Bizim için S-400 işi bitmiştir. Geri adım mümkün değil’ derken Putin’le Soçi’de yapacağı görüşmeye dair çok olumlu konuştu.
Erdoğan, Putin’e övgüsünü ve S-400 alımında geri adım atmama yönündeki kararlılığını 29 Eylül’deki görüşmenin basına açık bölümünde de tekrarladı. Türk-Rus ilişkilerinin her geçen gün daha da güçlendiğini belirten Erdoğan orman yangınları sırasında Rusya’nın yardımlarını hatırlatarak ‘Gerçekten dostlar bu tür zor günlerde belli oluyor’ dedi. Erdoğan Suriye’de barışın Türkiye ve Rusya ilişkilerine bağlı olduğunu da vurguladı.
Soçi buluşmasını zorlu kılan ve Türk diplomasisinin açmazlarına işaret eden birkaç hususa değinmek gerekiyor.
Evvela ABD ile ilişkilerin dip noktasında olduğu itirafıyla Erdoğan kendisini zayıf konumuna sokan bir kozu Putin’e peşinen verdi.
Ruslar Ukrayna’ya silahlı insansız hava aracı (SİHA) satışı ve Kırım’la ilgili çıkışları Rusya’nın ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğünü hedef alan eylemler olarak not etmiş bulunuyor. Erdoğan, BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Kırım’ın ilhakını tanımadıklarını vurguladı.
Hemen öncesinde Türk Dışişleri, Kırım’daki Duma seçimlerini meşru görmediklerini açıkladı. Buna karşın Ruslar da Türkiye’nin etnik sorunlarını kaşımaktan söz ediyor. Erdoğan, Soçi buluşmasına hazırlanırken Ukrayna Dışişleri Bakanı Dimitro Kuleba, Bayraktar TB2'lerin üretimi için Ukrayna'da fabrika kurulacağını duyurdu. Ankara tepkisini sınırlayabilseydi Kırım’ın ilhakını lehinde bir koza dönüştürebilirdi. Sonuç alamayacağı bir oyunu sürdürerek kendisini Rus öfkesinin muhatabı yaptı.
İki ülke arasındaki bir diğer kılçıklı konu İdlib. İki ülke Suriye’de bir kez daha kafa kafaya geliyor. Son bir ayda Rusya İdlib’e 150 civarında hava operasyonu düzenlerken Türkiye’yi Soçi ve Moskova mutabakatlarının gereğini yapmamakla suçluyor. Rusya’ya verilen söz gereği Halep-Lazkiye arasındaki M-4 yolunun açılması ve İdlib’e hükmeden Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) dahil tüm terör örgütlerinin elimine edilmesi gerekiyordu.
Erdoğan görüşmeden önce sorunu ‘Suriye’de rejim maalesef, burada bizim için ülkemizin güneyinde adeta bir tehdit oluşturuyor’ diye çerçeveledi. ‘Rusya'dan dayanışmamızın gereği olarak farklı yaklaşımlar bekliyorum’ dedi.
Bu konuda Rusya oldukça net: Teröristler, Türk askeri gözlem noktalarını kendilerine kalkan yaparak saldırılar düzenliyor. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da New York’ta ‘Rusya, teröristlerin İdlib’den yaptığı saldırılara tahammül etmeyecek’ diye konuştu.
Suriye ordusunun sınırlara kadar çıkmasını tehdit sayan Erdoğan’ın bu konudaki hassasiyetinin Moskova’da karşılığı yok. Erdoğan, Barış Pınarı Harekatı’nı sınırlayan 25 Mart 2020 Moskova Mutabakatı’ndan sonra Suriye ordusunun Fırat’ın doğusundaki sınır hatlarına dönmesine Suriye Demokratik Güçleri’nin aleyhine bir gelişme olduğu için rıza göstermişti.
O tarihten bu yana Türkiye’yi daha fazla açığa düşüren değişimler yaşandı. İran’ı geriletme hedefiyle ABD ve İsrail’in Rus rolünü önemser hale gelmesi, bu çerçevede Dera cephesinde silahlı muhalefetle yeni bir anlaşmanın sağlanması, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Ürdün’ün Şam’a el uzatması Rusya’nın oyun planını kolaylaştırıyor.
Dahası ABD’nin Afganistan’dan paldır küldür çekilmesi, İdlib’de ateşi harlamak için uluslararası ortamı elverişli hale getirdi. Özellikle Putin’in Erdoğan’ı gereğinden fazla alan açtığından yakınan Şam yönetimi bu fırsatı kaçırmak istemiyor.
Her şeye rağmen Erdoğan’ın İdlib’in yanı sıra Türk askerinin bulunduğu bölgelerde statükonun değişmesine karşı direnci sürüyor. Soçi buluşmasından önce İdlib’e takviye güç gönderilmesi de bunun göstergesi.
Suriye dışında Libya’daki gelişmeler de şu sıralar Türk-Rus koordinasyonunu kaçınılmaz kılıyor. 24 Aralık seçimlerinin selameti, karşıt cephelere yatırım yapmış Türkiye ve Rusya’nın takınacağı tutumla yakından ilintili.
Eli zayıflamış olarak görüşmeye giden Erdoğan’ın bir al-ver dengesi kurabilmesi hayli zordu. Elinde tek bir koz vardı: İkinci parti S-400 sözleşmesi. Erdoğan BM Genel Kurulu için gittiği New York’ta CBS’e demecinde yeni bir S-400 alımı konusunda kimsenin kendilerine karışamayacağını söylemişti. Ancak ilk parti S-400 alımı Türk-Amerikan ilişkilerini şarampole yuvarlamışken Erdoğan ikincisini göze alabilir mi? Yoksa bu, Ruslarla gerilimleri azaltma ve ABD’ye Türkiye’yi kaybetme korkusu yaşatmaya yönelik bir taktikten mi ibaret?