Yeni Özgür Politika gazetesine konuşan Karayılan, PKK lideri Abdullah Öcalan özgürleşmeden ve Kürtlerin özerkliği tanınmadan savaşın durmayacağını söyledi. Karayılan, “Eğer özerkliği tümden reddeder ve bunu isteyenleri yok etmeye kalkışırlarsa biz de ayrılmayı düşünürüz,” dedi.
Karayılan’ın konuşmasından bazı satırbaşları şöyle:
Türk devletinin yaz aylarında Kürt halkına karşı topyekûn savaş ilan etmesinin ardından Kürt halkının ilan ettiği öz yönetimler beşinci ayını geride bırakmak üzere. Daha önce birçok yönelimle halkın direnişini bastırmak isteyen AKP hükümeti öncülüğündeki Türk devleti, şu an 5 merkezde halka ve şehirlere yönelik çok kapsamlı saldırılar yapıyor? AKP devletinin bu saldırılardaki amacı nedir?
Doğru; şu anda Kuzey Kürdistan’da halkımıza karşı AKP devletinin çok kapsamlı bir saldırısı başlamış bulunmaktadır. Gerçek anlamda bir savaş yaşanıyor. Bütün silahların kullanıldığı bir çatışma ve savaş durumu söz konusudur. Buradaki amaçları AKP devletinin çokça belirttiği gibi sadece hendekleri kapatmak ve kamu düzenini sağlamak değildir. Çok daha kapsamlı bir amaçları söz konusudur.
Bilindiği gibi bugün Ortadoğu’da yaşanan bir kaos ve çatışma durumu vardır. Bölgede, uluslararası ve bölgesel tüm güçlerin dahil olduğu, bir nevi Üçüncü Dünya Savaşı yaşanıyor. Bu süreçle birlikte, Lozan Anlaşması’yla oluşturulan bölge sistemi artık çökmüş bulunuyor. Sözünü ettiğimiz uluslararası ve bölgesel güçler bölgenin yeniden dizaynında ağırlığını koymak, çıkarlarını sağlamak üzere çatışma sürecine taraf oluyorlar. Yani herkes bölgenin yeniden dizayn edileceğini biliyor ve yeni dizaynda kendi çıkarlarını muhafaza etmek için sahneye çıkmış bulunuyor. Bu süreçte Kürtlerin özgürlük mücadelesi önemli bir düzey kazanmış bulunuyor. Özellikle Önder Apo’nun 1970’lerin başlarında gerçekleştirdiği çıkıştan bu yana Kürdistan Özgürlük Mücadelesi gün geçtikçe ivme kazanmış ve bugün önemli bir aşamaya gelip dayanmış bulunuyor. Son 2 yılda ise DAİŞ’e karşı mücadelede Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ve genelde Kürtler bölgede temel bir aktör olduklarını ortaya koymuş oldular. DAİŞ’e karşı mücadeleye bugün Kürtler öncülük etmektedir. Dolayısıyla bölgenin yeniden dizaynında artık Kürtlerin de bir yeri vardır. Lozan’daki gibi bir inkar artık söz konusu olamaz. Ancak Kürdistan’ın yarısını sömürgesi altında tutan Türk devleti bunun önüne geçmek için halkımıza ve hareketimize karşı savaş ilan etmiştir. Yani bugün bu imha hareketleri, gelecekte bölge yeniden dizayn edilirken Kürt halkının statüsüz, kimliksiz sisteminin devam ettirilmesi için geliştirilmektedir. Özellikle Rojava Kürdistan Devrimi’nin gelişme kat etmesi ve Kuzey’de de seçimlerde görüldüğü gibi Kürt Özgürlük Hareketi’nin toplumsallaşması ve sol güçlerle birlikte özgürlük ve demokrasi öncüsü biçiminde öne çıkması karşısında Türk sömürgeciliğinin bir müdahalesi vardır. Aslında AKP ile derin devlet içindeki bir takım güçlerin uzlaşarak AKP’nin yeniden 1 Kasım seçim konseptiyle iktidara getirilmesinin temelinde de bu gerçeklik vardır. Yani, ‘bölge dalgalanırken ancak tek parti iktidarı Türkiye’nin çıkarlarını koruyabilir, Kürt Özgürlük Mücadelesini bastırabilir’ hesabıyla anlaşmışlar ve böylece bir konsept oluşturmuşlardır. Dikkat edin; AKP sadece Kuzey Kürdistan’da Kürt halkına karşı bir saldırı pozisyonunda değildir; Rojava’daki devrime karşı da uluslararası diplomasi sahasında bir saldırı halindedir. Kuşatma ve önünü kesme çabası içindedir. Bu yüzden dış alana dönük stratejisini değiştirdi, İncirlik Havaalanı’nı uluslararası güçlere açtı, batıya daha fazla yanaşarak ve İsrail’le arasını düzelterek kendi cephesini oluşturmaya çalışıyor. Yani bir politika değişikliği söz konusu. Tabii ki bununla Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı Uluslararası Komplo’yu yeniden canlandırmayı amaçlıyor. Bu çerçevede Güney’e de müdahale ediyor. Başika’ya gönderilen askerler ve yine Güney’deki bir takım siyasi çevrelere dönük emelleri tümüyle bu strateji çerçevesinde yürütülen çalışmalardır.
Kısacası AKP hükümeti ‘tek millet, tek bayrak, tek dil’ eksenini korumak ve yeni dizaynda Kürt halkının herhangi bir statü kazanmasının önüne geçmek için Kürdistan halkının öz yönetim ve özerklik taleplerini bastırmak istiyor.
Geçtiğimiz günlerde Kürdistan’ın Sesi Radyosu’na bir demeç verdiniz. O demeçte mevcut durumda yaşananın bir iç savaş olduğunu belirttiniz. Bu iç savaş olgusuyla kastettiğiniz nedir? Bunu biraz açabilir misiniz?
Bir çatışma durumuna savaş ya da iç savaş diyebilmek için nelerin olması gerektiğine baktığımızda şu anda Cizre’de, Silopi’de, Sur’da, Nusaybin’de, Kerboran’da bir savaşın yaşandığı açıkça görülür. Tank kullanılıyor mu, evet; top kullanılıyor mu, evet; roket kullanılıyor mu, evet; Kobra helikopterleri kullanılıyor mu, evet; keşif uçağı kullanılıyor mu, evet. Yani bir savaşta kullanılabilecek bütün silahlar kullanılıyor. Şehirler tarumar ediliyor. Şu an Sur’da binaları yıka yıka ilerlemek istiyorlar. Koskoca uluslararası bir yol olan İpek Yolu bir haftadır kapatılmış bulunuyor. Kendi memurlarını Cizre ve Silopi’den çekmiş bulunuyorlar. Yani bir savaş var ve bu savaş kendi halkına karşı veriliyor. O zaman bu bir iç savaştır.
Halkın büyük bir direniş sergilediği bu kentlere saldırının bir gerekçesi olarak sıkça orada HPG gerillalarının bulunduğu iddiası dile getiriliyor. Bazı şehirler için rakam da veriliyor. Bu iddia gerçeği ne kadar yansıtıyor? Şehirlerde HPG gerillaları gerçekten konumlanmış mıdır?
Bu konuyla ilgili bazı hususları daha önce de dile getirdim. Gerçek anlamda hareketimizin profesyonel güçleriyle şehirlerde bir savaş geliştirme gibi bir projesi olmamıştır. HPG’nin şehre inmesi durumu asla söz konusu değildir. Ancak Türk devleti kendi vahşi saldırılarına gerekçe oluşturmak için, ‘şu kadar HPG’li şu şehre gelmiştir; biz de onlara karşı bu tank ve topları harekete geçiriyoruz’ demektedir. Mesela diyorlar ki Kerboran’a 10 kişi gelmiş. Peki nasıl oluyor da 10 kişiye karşı 9 gündür savaşıyorsunuz? Halbuki öyle bir şey yok.
Peki esası nedir?
Esası AKP polisinin yıllardan beri Kürt halkına, Kürt gençliğine karşı uyguladığı faşist baskı ve zulmün artık tahammül edilemez bir noktaya geldiğidir. Bu tahammül edilemez faşist zulme, tutuklama furyasına ve sokak işkencesine karşı Kürt gençleri kendini savunma aracı olarak 2014 yılında hendekleri geliştirmişlerdir. Yani hendekler polis araçlarının mahalleye girmemesi, tutuklama ve işkence yapılmaması için geliştirilmiş kendince bir tedbirdir. Çünkü başka olanakları yok. Ama o zaman Önder Apo devreye girdi; tartışmalar oldu; bu tartışmalar 3-4 ay sürdü; ardından ise kendiliğinden kapatıldı. Ancak 24 Temmuz’da yeni saldırı dalgası başlayınca gençler tekrardan hendeklere sarılmak durumunda kaldı. 24 Temmuz saldırısı, hem gerillayı, hem de şehirdeki gençliği hedef aldı. Gerilla dağdadır; kendisini savunabiliyor ve bu temelde zaten gerekli cevabı verdi. Ancak gençlerin tek yolu hendekleri kazmaktı. İşte hendek olayı böyle gelişti. Erdoğan’ın ‘Kürt sorunu yoktur’ demesine karşı Kürt siyaseti de yerel meclislerin kararıyla ilçelerde demokratik özerkliği ilan etti.
Çözüm Sürecini fırsat bilerek bu şehirlere silah yığdığınız belirtiliyor. Bu doğru mu?
Bunların hepsi yalan. Hiçbir dönemde tarafımızdan bu tür bir direniş için şehirlere silah taşınmamıştır. Ancak başlangıçta silahsız bir şekilde direnen bu insanlar bir şekilde giderek kendi imkânlarıyla silahlanmak durumunda kaldılar. Tabi bu silahların ve de örgütlenmenin mahiyeti, birebir saldırıların mahiyetine bağlıydı.
Kaldı ki YDGH defalarca ordunun hedefi olmadığını ve üzerine gelmedikçe orduya karşı eylem yapmayacağını duyurdu.
Evet. Oradaki gençler orduya karşı olmadıklarını ilan ettiler ve orduya karşı yaptıkları bir eylemleri yoktu. Onlar, ‘demokratik özerklik istiyoruz; polisin içimize girmesini istemiyoruz’ diyorlar. “Devletin yerel yönetimini, yerel idari sistemini reddediyoruz. Kendi kendimizi yöneteceğiz, kendi kendimizin güvenliğini sağlayacağız’ diyorlar. Yani burada orduya karşı olma, Türk bayrağına karşı olma, TC devletine başkaldırma gibi bir durum yok. Burada bir hak talebi vardır.
Demokratik Özerkliğin ilan edilmesi ülkenin bölünmesi midir?
Bu konuda altını çizerek vurgulamakta fayda görüyorum; Demokratik Özerklik formülasyonunu Önder Apo geliştirmiştir; Türkiye’de bölünmenin değil, bir arada yaşamanın formülasyonudur. Zoraki birlik değil, gönüllü birliğin demokratik ulus perspektifiyle geliştirilmesidir. Kaldı ki Demokratik Özerklik sistemi tüm Türkiye için talep edilen bir sistemdir. Eğer bu reddedilirse, o zaman birlik de reddedilmiş demektir. Bu yüzden Demokratik Özerklik direnişi Kürt halkının Türkiye’yle birlikte yaşama tutumu ve son arayışıdır. Bunu böyle ele almak gerekiyor. Eğer birlikten yanaysan Demokratik Özerkliği savunursun. Ancak, “biz Demokratik Özerkliği falan tanımıyoruz; siz de dilinizi, kültürünüzü, her şeyinizi terk edeceksiniz; benim boyunduruğum altında yaşamaya mahkumsunuz; teslim olacaksınız” diyorsanız bu artık mümkün değildir.
Bugün Kürt halkının daha değişik seçeneklere yönelme olanakları da vardır. Eğer onlar Demokratik Özerkliği tümden reddeder ve bunu isteyenleri yok etmeye kalkışırlarsa biz de ayrılmayı düşünürüz. Peki Erdoğan, AKP yönetimi Güney Kürdistan’daki federasyonu tanımıyor mu? Tanıyor. Hatta bağımsızlığına da karşı çıkmadı bildiğimiz kadarıyla. Oradaki 6 milyonluk Kürt halkı o haklara sahipse, Kuzey Kürdistan’daki 20 milyonluk halkın da aynı haklara sahip olduğunu unutmamalıdırlar. Dolayısıyla artık halkımızın hakikatinden kaçamazlar. Önder Apo özgürleşmeden, Kürt özerkliği tanınmadan Türkiye’nin birliği ve savaşın durması artık mümkün değildir.
Peki orduyu daha da fazla ileri sürerlerse o zaman tavrınız ne olur?
Eğer orduyu daha fazla ileri sürerlerse ve katliam geliştirirlerse bu, ateşe körükle gitmektir; o zaman biz de yeni kararlara gideriz. Bu savaş çok daha yaygınlaşır, derinleşir ve sonuçta Türk devleti kaybeder. Türk devletinin Kürt Özgürlük Mücadelesi karşısında kazanma şansı yoktur artık. Çünkü Kürdistan Özgürlük Mücadelesi doğru ve güçlü bir siyasete sahiptir; davasında haklıdır.