Kürdler Gelenekçi, İşgalciler Uygar! – Fikret Yaşar

“Toplumların politik bir düzen oluşturmasında temel etken savaştır.
11.05.2014, Paz - 08:12
Kürdler Gelenekçi, İşgalciler Uygar! – Fikret Yaşar
Haberi Paylaş
“Toplumların politik bir düzen oluşturmasında temel etken savaştır. Sahip olma dürtüsü bu olguyu dayatıyor, barış da bu dürtünün yumuşatılarak iktidarın paylaşılması arzusudur.”

Geçenlerde Toros Üniversitesinde “insan olmak” adlı konferansa katılmıştım.

İnsan ve hayvan arasındaki farklar anlatıldı.

‘Akıl, vicdan, el ve dil.’

Bu dört başlık altında anlatılanlara ben de söz alarak görüşümü açıkladım.

Daha düne kadar hayvanlar akılsız varlıklar olarak biliniyordu, ancak artık hayvanların da kısmen akıllı olduğu gerçeğini bilim bize göstermiştir.

Bana göre; İnsan aklı koşulsuz, yani serbsettir, hayvan aklı ise koşullu, yani sınırlandırılmıştır.

Koşullandırıldığı alanlar beslenme, güvenlik ve üreme olarak bilinir.

Vicdan konusunda ise insan koşullandırılmıştır. Din ve yasalarla... Buna karşılık hayvanlarda herhangi bir vicdani koşul söz konusu değildir, davranışlarını sınırlayan bir yasa yok, yani şu iyi, bu kötü analizini yapamaz, terbiyeli ya da iyi olması beklenemez, bu nedenle her türlü davranışı sergiler.

İnsan ise davranışlarını iyi, kötü... gibi analizlerle kararlaştırır. Bu analize sebep olan kuşullanma faktörleri de din, etik değerler, mahalle baskısı-töre, toplumsal yasalar ve bilimsel gerçekler olarak açıklanabilir. Yani, insan davranış analizi yapmaya şartlandırılmıştır, bunu da “vicdan” olarak ifade ediyoruz.

Kısacası, insanda akıl serbest, vicdan koşullandırılmıştır, hayvanda ise vicdan serbest akıl koşullandırılmıştır.

El ve beceri konusuna gelirsek; bu konuda da bazı hayvanların, özellikle şempanzelerin ellerini kullanarak pipet gibi araçlar yaptığı ve beş parmağı kullandıkları görülmüştür, ancak koşullu akıldan dolayı bunu geliştiremiyorlar.

Dil konusunda ise bazı hayvanların kendi aralarında iletişim kurdukları yine hayvan bilimciler tarafından ileri sürülmektedir.

Sonuç; Koşulsuz akıl ile koşullu vicdan insana ölçme ve değerlendirme yetisi vermiştir, budur onu farklı kılan.

Çünkü insan hem yapar, hem bozar, hem yardımsever, hem de yok edicidir.

Kendini koruma dışında saldırgan davranışlar göstermeyen insanın toplumsallaşmayla beraber değiştiğini görüyoruz!

Sosyal bilimler bize insanın toplumsallaşma sonucu saldırganlaştığını, sosyal ilişkilerin insan egosunu dürterek kabul, saygı ve sahip olma güdüsünü geliştirdiğini ve bunun da savaşları ortaya çıkardığını söylemektedir.

Bu nedenle de bazı araştırmacılar, toplumsallaşma saldırı ve savaşların sebebi, ya da savaşlar toplumsallaşmanın sonucudur, der.

Doğası gereği başta sadece savunma amaçlı saldırganlık gösteren insan, savaşı öğrendikten sonra öldürmeyi, çalmayı ve sahip olmayı öğrenmiş ve bu da karakteristik yapısını değiştirmiştir.

Savaş fikri GANİMET ile özdeşleşmiş ve ordular bu arzuyla motive edilmişlerdir.

Bu durum insanın çevreye ve dünyaya ilgisini de artırmıştır.

Tarihsel süreç analiz edilince görülür ki, her savaş ve göç sonrası toplumsal yapı değişikliğe uğramıştır. Bir bakıma savaşlar ve göçler yıkım gibi görünseler de arkalarında yenilenme ve değişimi de beraber getirmiş ve kültürlerin sentezini oluşturarak uygarlığa katkı sağlamıştır, denilebilir.

“Her olumsuzluğun ardında bir olumluluk ve her olumluluğun ardında da bir olumsuzluk vardır.”

İspanyolların Amerika’yı keşfi, İngilizlerin dünyayı saran işgal hareketleri, Turklerin Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan fetihleri ve Arapların dini kullanarak ön Asya ve Afrika’yı işgalleri bu çerçevede okunmalıdır.

Eskimolar, Avrupalılarla ilk karşılaştıklarında onların birbirlerini öldürmelerini ve birbirlerinin topraklarına el koymalarını anlayamamışlardı. Durumu kavradıklarında da topraklarının altında bulunan değerli madenlerin buz örtüsüyle kaplı olmasına sevinmişlerdi. Ancak toplumsal gelişme sağlayamadılar ve kısmen ilk günkü gibi yaşamaktadırlar

Kürdistan toprakları Eskimo toprakları gibi buz kaplı değil, ama Kürdler hala Eskimolar gibi geri kalmış ve toplumsallaşmayı gerçekleştirememişlerdir.

Aslında Kürdistan’ın talihsizliği gibi görünen talihi yer altı zenginliğidir, I. dünya savaşında parçalanmasının altında yatan ana faktör bu zenginliğin paylaşılması ve denetlenmesidir.

Savaş sürecinde Kürdler, Arap kültür emperyalizminin etkisinde kaldıkları için aşiretçilikten devlete evrilemediler, bu etkiyi fark eden batılılar Kurdistanı İslamist iktidarlar üzerinden sömürmenin kolay olacağını düşünerek hareket ettiler. Kürdlerin mülkiyet ve yönetme hırsını törpüleyen uhreviyat psikozu da yönetilmelerine sebep olmuş, hatta kolaylaştırmıştı.

İşgal ve talan kışkırtma sebebi olsa bile hipnozdan uyanamayan Kürdler hala kendilerine Arap ya da Turk vasi arayışından vazgeçmiş değiller, oysa kışkırtılmış kişilik savaşmayı seçer, Kürdlerin savaşmak yerine yozlaştırılmış barış seçeneğini tercih ederek korunma refleksi göstermeleri mağduriyetlerine son vermez, zira TC ve Arap devletleri işgal ve istilanın ürünüdürler!

İşgal ve talan üzerine iktidar kuranlar asla barışa yanaşmazlar, bu nedenle TC ve Arapların Kürdlerle barışmalarını beklemek ham hayaldir.

Barışıyor gibi görünmelerinin altında yatan gerçek dünyayı sarsan küreselleşme rüzgârıdır. TC, üniter ulus devlet yapısını korumak için demokratik modernite projesini Kürdlere ihale ederek barışıyor imajı verirken yeni dünya düzeninde de meşruiyet aramaktadır.

Yani barışta samimi değil, olamaz da..!

Çünkü Kürdler gelenekçi, işgalciler uygar..!

Uygar işgalciler, gelenekçi Kürdleri diplomasi, siyaset, yalan, ihale, rüşvet ve hırsızlık gibi pragmatik davranışlarla kandırabileceklerini biliyorlar..!

Fikret Yaşar

Nerina Azad
Bu haber toplam: 13040 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:07:36:24