'Türkiye bugüne sadece Erdoğan’ın yanlışlarıyla gelmedi. Devletin siyasi partileri yönlendirmesi, Oslo görüşmelerine tepki vermeyen toplumu demokratik çözüm sürecinden uzaklaştırmasıyla geldi' diyen Babahan şu dikkat çekici değerlendirmeleri yaptı:
AKP iktidarda kendini biraz daha sağlama aldığına inandığı ve Avrupa Birliği yolunun açık olduğunu düşündüğü 2005 yılından itibaren Kürt meselesine barışçı bir çözüm bulmak amacıyla “Oslo Çözüm Süreci” denilen girişim başlamıştı. Cengiz Çandar’ın “Turkey’s Mission Impossible” kitabında anlattığı üzere, PKK’nin bu sürece dahil olmasında Beyaz Ev Sözcüsü’nün 15 Ağustos 2006’da yaptığı “Kürt meselesi silah yoluyla çözülemez” açıklaması etkili olmuştu.
Barış sürecinin hayata geçmesinde dönemin Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin önemli rolü olmuştu. Oslo Çözüm Süreci 3-4 Eylül 2008’de başladı ve taraflar arasında 11 kez görüşme gerçekleştirildi. Bu toplantılar Oslo ve Brüksel’de yapılmıştı.
O dönem Başbakan’ın özel yetkilendirdiği Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olan Hakan Fidan, 13-14 Eylül 2009’daki 5’inci Oslo toplantısından itibaren görüşmelere katıldı. 17 Nisan 2009’da MİT Müsteşarlığı’na atanan Fidan, Kürt dosyasını Emre Taner’den devralmış oldu.
Çözüm Süreci’nde Norveçli deneyimli devlet adamları ve Cenevre’deki İnsani Diyalog Merkezi uzmanları da görev üstlendi. Tarafların uzlaşması sonucu görüşmeler büyük gizlilik içinde yürütüldü. Ancak 13 Eylül 2011 tarihinde internete bir ses kaydı sızdırıldı. Bir kaç gün sonra silinen 47 dakikalık kayıtta, Türk devletinin imha ile görevli olduğu “terörist bir örgütle” pazarlık masasına oturduğu sonucu çıkıyordu.
Kaydın internete düşmesinden iki hafta sonra Başbakan Erdoğan, dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’e PKK ile Oslo’da görüşmelere başlaması talimatı verdiğini bir canlı yayında açıkladı. O sırada CHP devreye girdi ve 18 Eylül’de Ankara ile PKK arasında imzalandığını iddia ettiği bir anlaşma belgesini yayınladı. CHP, bu belgenin İngiltere aracılığıyla imzalandığını ve İngiltere arşivlerinde olduğunu iddia etti.
Çandar’ın kitabındaki yoruma göre, bu sızıntı iktidar mücadelesi veren AKP ile Gülen Grubu arasındaki rekabetin açık bir sonucuydu. Abdullah Öcalan’ın koyduğu isimle Cemaat “Paralel Devlet” haline gelmişti. 2002’den işbirliği yapan iki Sünni grup arasında bağlar bir süre sonra koptu ve 2011’de patladı. Çandar’ın kitabında detaylı biçimde anlattığı üzere, Murat Karayılan ve Mustafa Karasu, sızıntının Gülen Cemaati kaynaklı olduğuna emindi.
Zaten Şubat 2012’de gelen bir soruşturma ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın İstanbul Özel Yetkili Savcısı Sadrettin Sarıkaya tarafından ifadeye çağrılması kaynağı açıkça ortaya koydu. Çağrı, Erdoğan’ın ciddi bir operasyona gireceği saate yapılmış ancak tesadüf eseri ameliyat birkaç saat gecikmişti. Olayı duyan Erdoğan hemen Fidan’ı aradı ve “Gitme” talimatı verdi. Gitse, Hakan Fidan’ın tutuklanması muhtemeldi.
Cemaat’in ortaladığı topa kafayı atan kişinin şimdi ırkçı tutumları ile öne çıkan CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan olması olayın bir başka yüzüydü. O dönem CHP Bolu Milletvekili olan Özcan, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olduğu dönemde dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ile PKK yöneticileriyle görüşen MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında Ankara Özel Yetkili Başsavcılığı'na "devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü aleyhinde faaliyette bulunduğu" iddiasıyla suç duyurusunda bulundu, 18 Eylül 2011’de.
Özcan, suç duyurusunda ülke güvenliğinde çok önemli bir göreve sahip olan MİT'in son zamanlarda görev ve yetkisini aşarak istihbarat ve terörle mücadele etmek dışında, adeta "terörle müzakere aracı haline getirildiğini" söyleyerek, "Önceki günlerde açığa çıkan ve basında yayımlanan ses kaydında örgütünün sözde temsilcileri ile görüşen, ve terör örgütü elebaşısına 'Sayın' diye hitap eden kişilerin MİT'in halihazır müsteşarı olan Hakan Fidan ve eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş olması Türk milletini adeta şoke etmiştir. Görevi, terörle mücadelenin en önemli unsurlardan biri olan istihbaratı sağlayarak, düşmanı yok etmek olan bu önemli kurumun en yetkilisi konumunda bulunan kişilerin, kendi tabiri ile hükümet adına teröristle pazarlık yapması, hiç kuşkusuz ki, kendilerinin olduğu kadar onlara bu görevi veren başta başbakan olmak üzere, bütün bir bakanlar kurulunun sorumluluğundadır" dedi.
Şu anda kimi kesimlerin “CHP bu adama nasıl katlanıyor” sorusunu dillendirdiği Tanju Özcan’ın Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ gibi bir devlet temsilcisi olduğu aşikar, tıpkı şu anda partide güç pozisyonunda olan başka isimler gibi.
Cemaat ve devlet adına hareket eden CHP yönetimi ve kadrolarının da katkısıyla Oslo Barış Süreci sona erdi. Muhtemelen Erdoğan, Kürtlerin eşit yurttaşlık hakkını hiçbir zaman kabul etmeyecek ve süreç yine de başarısız olacaktı. Ancak o zamandan itibaren giderek artan şiddet, demokrasinin tamamen ortadan kalkmasına, garip bir yargı sisteminin doğmasına yol açtı.
Türkiye bugüne sadece AKP’nin ve Erdoğan’ın yanlışları sonunda gelmedi açıkçası. Devletin siyasi partilere hakim olup yönlendirmesi, Oslo görüşmelerine tepki vermeyen, hatta açıkça destekleyen toplumu demokratik çözüm sürecinden uzaklaştırması sonucu geldi. Her gün “Yetmez Ama Evetçilere” küfür edenler, 367 kepazeliğinden Oslo Çözüm Süreci’ne sabotaja varan eylemlerini, Türkiye’yi bir suç imparatorluğuna götüren kararlardaki rollerini görmezden geliyor.
Türkiye’nin bu bataktan çıkmasının tek yolu tam demokrasi ve hukuk devletidir, ancak bu demokrasi ve hukuk o 6’lı masadan çıkmaz. Çünkü hala toplumun değil, devletin görüşü ağır basıyor orada…