Celal İbrahim Malatya’nın bir köyünde doğar, Mekteb-i Sultani’de okur. Ali Sami Yen’in yoldaşı olur. Galatasaray’ı kurarak, ilk kaptanlığını yapar. Fnerbahçe ile yapılan karşılaşmada, 7-0 biten maçta Fenerbahçe’ye 4 gol atar. O bir savaş kahramanı olmakla birlikte Cihan Harbi’nin tüm cephelerinde savaşır. Kut’ül Amare’de İngilizlerle çarpışır. Osmanlı Bağdat’ı kaybederken o da Irak'ta yaşamını kaybeder.
Türk futbolunun en sıra dışı figürlerinden ‘Kürt Celal’in yeşil sahalardan cephelere uzanan hayatına ilişkin pek bilinmeyen detaylarını Gazete Duvar’da Alper Budka’ya spor tarihçisi Melih Şabanoğlu’na bilinmeyenleri anlattı.
İlk Kürt futbolcu Celal İbrahim ile ilgili Gazete Duvar’ın gerçekleştirdiği röportaj şu şekilde;
Celal İbrahim Kürt müydü?
Elimizdeki kayıtlara göre Celal, 1889 yılında Tarhanik’te doğmuş. Kitabın açıklamalar bölümünde “merhum Halil Efendizade” yazıyor. Babasından “efendi” olarak bahsedilmesi onun eşraftan olduğunu gösteriyor. Ayrıca abisi Ahmet’in Mekteb-i Sultani’de güzel yazı hocası olduğunu biliyoruz. Ruşen Eşref Ünaydın, Hüseyin abisinden de bahsederek üç kardeşin de Galatasaraylı, yani Sultanili olduğunu yazıyor. Demek ki Halil Efendi varlıklı ve nüfuzlu bir insan. Çünkü üç oğlunu da Mekteb-i Sultani’de okutabilmiş. O dönem Mekteb-i Sultani paralı bir okul, yıllık parası altınlarla ölçülüyor ve padişahtan izni olmayanlar çocuklarını burada okutamıyorlar. Ve de en önemlisi Celal’e “Kürt” deniliyor. Bunları üst üste koyduğumuzda şu sonuca varabiliriz. Celal muhtemelen Kürt etnisitesine dâhildi. Gerçi Galatasaray Lisesi’nde rengi koyu olanlara “Kürt” lakabının takıldığını da biliyoruz. Fakat o dönem anlatılanlara bakılırsa Celal’in pek de esmer olmadığından bahsediliyor. Teni beyazmış, kaşları ve gözleri simsiyahmış. Dolayısıyla Kürt ifadesi, bir yakıştırmadan daha çok gerçekliğe karşılık geliyor gibi…
Kardeşi Ahmet’e de “Kürt Ahmet Efendi” dendiği doğru mu? Celal İbrahim hakkında internette herkese açık kaynaklarda üç aşağı beş yukarı aynı bilgilere rastlıyoruz. Neredeyse tamamı Ruşen Eşref Ünaydın’ın kitabından alıntılanmış. Bundan başka elimizde ne var?
Ruşen Eşref, ‘Galatasaray ve Futbol’ kitabında ondan üç ayrı yerde bahsediyor ve futbolculuğunun dışında iyi bir jimnastikçi olduğundan da söz ediyor. Bunun dışında muhtelif dergilerde yazılar var. Mesela Spor Alemi dergisinde takım arkadaşı Ahmet Cevat, Celal’in futbolculuk hayatından bahsediyor. Ali Sami’ye yazılmış bazı mektuplarda da onunla ilgili bölümlere rastlıyoruz. Emin Bülent Serdaroğlu mektubunun birinde, Celal’in İstanbul Futbol Ligi’nin ilk sezonunda taktiksel anlamda nasıl oynayacağını anlatıyor. Diğer mektupta ise Moda karşılaşmasında onun kendi kalesine gol attığını yazıyor. Ayrıca Mina Urgan’ın babası Tahsin Nahit yazdığı mektupta ondan “zehir gibi çocuk” diye bahsediyor. Bu üç mektup da 1906 tarihli ve Galatasaray’ın ilk lig maçları hakkında önemli bir tarihi değere sahip.
Bir de Fenerbahçeli Mehmet Esat Baydur, Mekteb-i Sultani’de futbolla nasıl tanıştığını aktardığı yazısında ondan bahsediyor. Diyor ki, “ortada kısa boylu, yağız çehreli, gömleğinin kolları ve etekleri havada uçan bir delikanlı, karşısındakilere dehşet veriyor ve ayağında topla koşanlar onu karşılarında görünce ya topu hemen diğer arkadaşlarına atıyor, yahut onun bir omuz darbesiyle yerlere yuvarlanıyordu. Bunun da Kürt Celal olduğunu söylediler.”
Ali Sami Yen’e yazdığı mektuplar var. Bu mektuplarda ne anlatıyor? Nasıl bir Kürt Celal portresiyle karşılaşıyoruz?
Neşeli olmakla beraber ilerleyen zaman içinde kendi durumuna üzülen, hayıflanan bir Kürt Celal portresiyle karşılaşıyoruz. Ölmeden bir yıl önce Ali Sami Yen’e yazdığı mektupta Irak çöllerinde içinin çürüdüğünü anlatıyor. Bütün özlemi İstanbul’a geri dönmek. Bunu şöyle aktarmış mektubunda: “Celal hakikaten İkdam’ın yazdığı gibi ihtiyarladı. Cevher bulundursa da idman ve derman kalmadı, Irak bizi, daha doğrusu beni çürüttü, kemirdi.”
Irak halkının portresini de çizmekten geri kalmamış. Görev yaptığı yerlerde halkın büyük bir bölümünün Şii olduğundan, Sünnilerin azınlık olarak kaldığından söz ediyor. Bu çerçevede Celal’in Şiilerden pek hazzetmediği de anlaşılıyor. Bir mektubunda Ali Sami’ye Şiilerden bahsederken “Şimdilik İngilizlerin yerine dünyadan vücutları silinmesi elzem olan Şiiler başımıza bela kesilmeye başladılar” diyor. Ayrıca bu mektubunda Şiilerden “sahib-i nifak” diye söz ediyor.
Başka bir mektubunda ise Araplara olan öfkesini şu şekilde yansıtıyor: “Bu Irak, bu kavm-i necip diye meth-i senada bulunduklarını görsen, dünyada bunlar kadar menfur (nefret edilen) kimseler tasavvur edemezsin”.
Ayrıca kara mizah yeteneği olan bir Celal portresi görüyoruz. Sık sık kendisiyle ve etrafıyla dalga geçiyor. Mesela bir mektubunda sakal bıraktığını söyleyerek kendisinin de “Sakallı Celal” olduğunu yazıyor. Başka bir mektubunu ise “sabık Galatasaray kaptanı ve cehennem çorbacılarından Celal” diye imzalamış. Bunun dışında Celal’in dini bütün biri olduğu da belli oluyor mektuplarda. Mesela bir mektubuna besmeleyle başlamış. Başka bir mektubunu ise “ba iznillah ile bugün Kut’ül Amare’ye gideceğiz” diye sonlandırmış.
Irak’tan başka hangi cephelerde çarpışmış?
Celal son maçını 16 Nisan 1915’te o zamanki adı İttihatspor olan sahada, bugünkü Fenerbahçe Stadı’nda Anadolu’ya karşı oynadı. Galatasaray bu maçta Anadolu’yu 3-2 yenerek 1914-15 İstanbul Ligi’ni şampiyonlukla tamamladı. Maçın kupa töreninden bir fotoğraf elimizde… Celal bu fotoda saçları kesik vaziyette, mahzun melül bir halde oturuyor merdivenlerde… O gün İstanbul’da asker olduğunu ama bu maç için izin aldığını anlıyoruz. Gerçi ondan sonra Galatasaray ile Yavuz (Goeben) gemisinin Alman mürettabatı arasında oynanan maçta da yer aldı (23 Nisan 1915). Ve bu maçtan sonra Celal’in Çanakkale’de başlayan kara muharebeleri üzerine cepheye gittiğini düşünüyoruz, Hasnun Galip gibi. Çünkü Celal Ali Sami Yen’e yazdığı bir mektupta Çanakkale’den salimen kurtulduğunu söylüyor. Başka bir mektupta ise Çanakkale’den “kutsal topraklar” diye bahsediyor. Bu arada şunu da belirteyim ki, Celal Çanakkale’deki muharebelerin tamamında yer almıyor. Çünkü onu Ağustos 1915’te Suriye-Filistin Cephesi’nde, Şam’da görüyoruz. Ardından sırasıyla Irak, Doğu, yani Rus cephelerinde savaştıktan sonra yine Irak Cephesi’ne gönderiliyor. Dolayısıyla Osmanlı sınırları dışındaki Galiçya ve Makedonya cepheleri hariç, tüm cephelerde savaştığını görüyoruz. Hatta bir kartpostalında Ali Sami’ye, “Bu harpte memalik-i Osmaniye’nin her noktasını dolaşacağım” diye yazmış.
Teğmenliğe kadar yükselmiş değil mi?
Öldüğünde yedek subaylıktan teğmenliğe yükselmiş bir asker. Çanakkale Savaşı sırasında hangi sınıfa mensup olduğunu bilmiyorum ama onun dışındaki muharebelerde süvari birliklerinde hizmet gördü. Ancak Suriye-Filistin Cephesi’nde yine süvari olmasına rağmen Celal’i at değil, deve sırtında görüyoruz. Bilindiği gibi Suriye Cephesi’nde süvari sınıfına dahil ‘hecinsüvar’, yani deveye binen birlikler de vardı. Celal bu cephede İkinci Hecinsüvar Alayı’nda ihtiyat zabit vekiliydi. Kendisi bu durumu Ali Sami’ye, 1 Ağustos 1915’te yazdığı mektupta anlatırken devede adeta yürüyüşü yapmanın rahat, ama tırıs, rahvan ve dörtnala gibi yürüyüş yapmanın ise son derece yorucu olduğunu aktarıyor.
Futbolu bırakıp savaşa katıldığına pişman oluyor mu?
Aslında bu mektuplarda ilk dikkati çeken şey Celal’in Galatasaraylı kimliği. Çünkü her mektubuna kulüp üyelerine, futbolcularına selam göndererek başlıyor ve hep İstanbul’da Galatasaraylıların, Galatasaray’ın ne yaptığını soruyor Ali Sami Yen’e. Bu duyguları, muharebelerin bile içindeki Galatasaray sevgisini arka plana atamadığını ortaya koyuyor. Örneğin Ali Sami Yen’in ona yazdığı bir mektuba şu yanıtı vermiş: “Bu sene birinci olmak için yalnız rakip olarak bir Fenerbahçe’nin kaldığını yazıyorsunuz. Ruhumu göndereceğim, siz galip olacaksınız.”
Bu mektubun tarihi nedir? O sezon kim şampiyon oldu?
Bu mektubun tarihi 6 Mart 1332, yani 19 Mart 1916. Bu sezon Galatasaray Fenerbahçe’nin iki puan önünde şampiyon oldu.
Celal’in askere gidene dek Galatasaray’ın tüm maçlarında oynadığı söyleniyor, bir maç hariç bu doğru mu?
Evet bu doğru. İlk resmi maçtan 1915’teki son şampiyonluğuna kadar, yani toplam 10 yıl boyunca, sadece 3 Mayıs 1914’teki Fenerbahçe maçında oynayamadı. Celal’in ayağından sakat olduğu bu maç 0-0 berabere bitti. Ali Sami Yen istikrarından dolayı o askerdeyken kulüpten bir karar çıkardı. 24 Kanun-ı Evvel 1330, yani 6 Ocak 1915 tarihli bu kararda Celal’in Galatasaray Kulübü’nün ‘futbol madalyası’yla ödüllendirildiği yazıyor.
Peki Fenerbahçe’ye ilk golü attığı, 1911’de 7-0 biten maçta da 4 gol birden attığı doğru mu?
Fenerbahçe’ye karşı oynanan ilk maçtaki Galatasaray 11’ini tam bilmiyoruz. 7-0’lık maça gelince, bu maçta Celal, hücum hattının sağ kanadında oynamıştı, takımın santrforu ise İdris’ti. Ancak bu maçta Galatasaray’ın gollerini kimin attığı kayıtlarda yok. Galatasaray’ın sözlü kültüründe Fenerbahçe’ye ilk gol atanın Emin Bülent olduğu, 7-0 biten maçta ise Celal’in dört gol attığı söylenir. Ben bu sözlü bilginin doğru olduğunu düşünüyorum.
Şöyle ki, Celal’in Galatasaray’ın ilk günlerinde orta sahada, daha sonra santrfor pozisyonunda, Emil Oberle’nin gelmesinden sonra ise orta sahanın ortasında oynadığını biliyoruz. Ober’le ilk maçını 13 Nisan 1913’te oynadı ve o maçta santrfordu. Celal de santrfor olarak ilk maçına Imogene HSM’ye karşı çıkmıştı (***). 21 Mart 1910 tarihinde oynanan bu maçı Galatasaray 11-0 kazanmıştı. Yani bu maçtan Oberle’nin gelmesine dek santrfor pozisyonunda oynadı. Buradan hareketle ilk Fenerbahçe maçında Celal santrforda değil, orta sahadaydı diyebiliriz. Ama 7-0’lık maçta hücum bölgesindeydi. Dolayısıyla Fenerbahçe’ye ilk golü değil ama 7-0’lık maçta dört golü atmış olması muhtemel.
Yani golcüleri belli değil ama o maç 7-0 bitti öyle mi?
Tabii… Buna şüphe yok. Dönemin futbol federasyonu Union Club’ın kayıtlarında o maçın sonucu 7-0 olarak görülüyor.
Ruşen Eşref, Celal’in stilini anlatırken adeta Sergio Ramos ya da Felipe Melo’dan bahsediyor. Solda bir kaplan gibi yağız, rakip forvetin gözünü yıldıran, kendisine çarpmak isteyenleri iki metre uzağa fırlatan vs. Evliya Çelebi gibi abartarak anlatmış. Ancak anlaşılan iddia edildiği gibi savunmacı olsa bile hiç de statik değilmiş…
Galatasaray’ın kuruluşundan itibaren bir ruhu var… Bu ruhu da iki kişi veriyor; biri Emin Bülent, öbürü de Celal … Futbolu teknikten ziyade güce dayanan, İngilizler gibi oynamaya çalışan Galatasaray’da onun rolü çok önemliydi. Cumhuriyet döneminde kaleme alınmış bir yazı dizisinde Celal şöyle tanıtılmıştı: “Hakemin düdüğü ile çalışmaya başlar ve halftaym (devre arası) oluncaya kadar durmaz. Didinir, koşar, coşar. Top Galatasaray kalesine doğru santrayı geçmişse, yol alıyorsa, Celal de müdafaada oynuyorsa muhakkak oradadır.” Kürt Celal’in boşluğunu bir-iki yıl sonra Aslan Nihat doldurdu. Aslan Nihat da sahanın her yerine yetişen bir adamdı. Yani Ruşen Eşref abartıyor olabilir ama temel konumlandırması doğru…
Özetle bugün sahada bir Galatasaraylılık ruhundan bahsediyorsak bu ruhun iki yaratıcısından birisi de Celal’dir, Emin Bülent’le birlikte… Emin Bülent takım kaptanı olarak yaptığı konuşmalarla Galatasaraylıları diriltirdi. Maçlarda işler kötü gittiği zaman elini kaldırarak bağırırmış eskiden “Neredesin ey Galatasaray, hepiniz öldünüz mü?”. Emin Bülent’in bu haykırışından sonra Galatasaray’ın rakip kaleye, hatta tribünlere kadar aktığını söylüyor Ali Sami Yen…
İlk Kürt futbolcu Celal İbrahim ne zaman yaşamını yitirdi bu konuda ne söylersiniz?
Ne zaman öldüğünü Ahmet Cevat’tan biliyoruz. Ahmet Cevat, ki kendisi de Galatasaraylı bir futbolcudur ve onu son gören kişidir, 1920’de yazdığı yazıda Celal’in nasıl öldüğünü şöyle anlatmıştı:
“10 Mart 333 (1917) matemli bir gündü. Pek faik (üstün) kuvvetler karşısında ricata (geri çekilmeye) mecbur kalan ordumuz o günün akşamı Bağdat’ı terke hazırlanıyordu. Herkes fevkalade müteheyyiç idi (heyecanlı.) Bu esnada yanıma gelen ve bugün ismini pek hatırlayamadığım bir arkadaşım Celal’in beş kilometre gerisinde Kâzımiye Hastanesi’nde halet-i nezide (can vermek üzere) bulunduğunu söyledi. Bir an için her şeyi unuttum. Hemen son dakikalarında yanında bulunmak istedim. Dört beş saat sonra hastaneye gittiğim zaman yeni bir insan cesedi bulunan ve üzerine örtü çekilmiş bir yatak gösterdiler. Örtüyü kaldırmaya ve terk-i hayat (öleli) edeli henüz bir saat bile olmamış olan bu aziz arkadaşımızın istirahatini ihlale cesaret edemedim.”
Bu arada belirtmeliyim ki vakit olmadığı için maalesef Celal gömülememiş. Ahmet Cevat yazısında Celal’in ebedi istirahatgâhına nakil edilmesini “bayağı ellere mecburen terk edildiğini” söyler.
Nasıl ölmüş? Neresinden yaralanmış?
Irak Cephesi’nde, muhtemelen Kut’ül Amare Muharebesi sırasında kurşun yarası alıyor. Hastanede yatıyor. Ali Sami’ye bu durumu, “Şu ana kadar beş-altı muharebeye girdim, en sonunda yaralandım. Hamd olsun yaram iyileşti” diye bildiriyor. Daha sonra tifüse yakalanıyor. Kendi deyimiyle hastanede, ‘tecrit ediyorlar’, yani karantinaya alıyorlar. 39,5-40 derece ateşle yatıyor. Kendi deyimiyle “artık ümidi kesmiştim” diyor. Bu bulaşıcı hastalıktan “vücudunun sağlamlığı sayesinde cenab-ı hakkın inayetiyle” kurtulduğunu yazıyor Ali Sami’ye…
Galatasaray’ın kurucuları ve futbolcuları arasında Kürt Celal’den başka şehitler de var. Hatta rakiplerine kıyasla Galatasaray’da daha fazla şehit futbolcu görüyoruz. Savaş koşulları özelde Galatasaray’ı, genelde ülke futbolunu nasıl etkiledi?
Galatasaray Lisesi’nde okuyan öğrencilerin bir bölümü paşa çocuklarıydı. Bu çocukların çoğu Cihan Harbi ilan edildiğinde vatanseverlik duygusuyla savaşa katıldılar. Mesela Doğu Cephesi’nde ölen futbolcu Neşet’in babası Tevfik Paşa’ydı. Çanakkale’de şehit düşen Hasnun Galip’in babası da Galip Paşa’ydı, valiydi. Celal İbrahim’in babası paşa değil ama onun da şehit düştüğünü biliyoruz. O dönem İttihatçılık hâkim ideolojiydi. Bu çocukların çoğu da İttihatçıydı. Buna Ali Sami Yen’i, İngiltere doğumlu olmalarına karşın Robenson kardeşleri de dahil edebiliriz. Hepsi milliyetçi duygularla cepheye koştular.
Yani Kürt Celal de bir İttihatçı mıydı?
Bu konuda elimizde net bir bilgi yok, ancak mektuplarına bakınca İttihatçı olduğunu düşünüyorum. Her şeyden önce savaşa gitmemek için bir çare düşünmemiş. Büyük cesaretle cepheden cepheye savaşmış. Ayrıca yazdığı bir mektuptan Balkan Savaşı’na da katıldığı anlaşılıyor. Çünkü Irak çöllerinde gece soğukken kendisini Balkan Savaşı’ndan yadigâr olan kaputunun ısıttığını yazmış. Ayrıca şu da var. Doğu Cephesi’nde çarpışan bir kardeşi ölmüş. Bu kardeşinin intikamını almak için Ruslara karşı savaşmaya gittiğini yazmış Ali Sami Yen’e…
Bu kardeşi de Galatasaray Lisesi’nden mi?
Hayır, köyde, Tarhanik’te yaşayan kardeşi olduğunu yazmış. Bu mektubunda daha önce Ruslara karşı savaşlarda ecdadından 12 kişinin de öldüğüne dikkat çekiyor. Özetle cephe gerisinde, lojistik birimlerde askerlik yapmadı Celal. Hep ön cephede, süvari olarak çarpışıyor… Romanesk bir tutumu var.
Soruya dönersek, bu çocukların cepheye gönderilmesi bir hataydı, zira bunlar eğitilmiş insanlardı ve ülkenin entelijansiyasını oluşturacaklardı. Çoğu da ilk girdikleri muharebede hayatlarını kaybettiler, çünkü asker değildiler…
Ama Celal gönüllüydü değil mi?
Bundan çok emin değilim. Gönüllü olsa sanki 1914 sonunda Kafkas, ya da Kanal cephelerine sevk edilmesi gerekirdi. 1914 sonu veya 1915 başlarında orduya yazılmış, ancak Harbiye’de talim gördüğü için İstanbul’da kalmış ve maçlarda oynamış olabilir. Bildiğimiz tek şey 16 Nisan 1915’te İstanbul’da bulunduğu ve 25 Nisan’da Çanakkale’de başlayan kara savaşlarına katıldığı…
Kimi gönüllü olarak, kimi ise mecburen savaşmış. Bazıları futbola devam etmiş. Mesela Ali Sami Yen cepheye gitmemiş. Hatta Milo Bakiç Karadağ ordusuna katılıp Osmanlı’ya karşı savaşmış…
1914’ün Ağustos’unda seferberlik ilan edildiği zaman bir yaş sınırı var, bu yaşın üzerindekiler askere alınıyor. Ali Sami Yen askere alınmadı, çünkü Heybelida’daki Bahriye Okulu’nda öğretmendi. Bu arada ayağından sakatlandığı için de 1907’den sonra bir maç hariç futbol oynamadı.
Milo Bakiç’in öyküsü ise biraz farklı. Milo, Mekteb-i Sultani’nin 1907 yılı mezunu ve Galatasaray’ın ilk takımında stopper. Ülkesinde askeri eğitim almak istiyor. Ali Sami Yen de ona Harbiye’de okumasını öneriyor. Böylece hem okuyup, hem de futbol oynayabilecektir. Milo da bunu kabul ediyor. Fakat 1912 sonbaharında Balkan Savaşı patlayınca Karadağ ordusuna katılıyor. Osmanlı ordusuna karşı muharebe ediyor İşkodra’da. Savaş sırasında da hayatını kaybediyor. Son yapılan araştırmalara göre salgın bir hastalıktan öldüğü ortaya çıktı. Dolayısıyla Milo Birinci Dünya Savaşı’na katılmadı.
Galatasaray da Osmanlı gibi kozmopolit bir kompozisyona sahipti. Osmanlı’daki her milletten çocuk bir arada okuyordu. Galatasaray’ın ilk takımında da neredeyse Osmanlı’nın her milletinden futbolcu vardır; Bulgar, Romen, Ermeni, Rum, Arnavut, Kürt, Çerkes ve diğerleri. Hatta Osmanlı olmayan İngiliz Abdurrahman ve Ahmet Robenson ile Karadağlı Milo Bakiç ve Pol Bakiç de var ilk takımda… Bu açıdan Milo da Galatasaray tarihinin parçasıdır, Galatasaray’ın ilk kaptanı ve ilk resmi golünü atan Bulgar Nikolof da. Kulübün Kürt Celal’e verdiği değeri Sütçü Milo’ya da vermesi örnek bir davranıştır.
Kim bilir, belki ileride Celal de Kürt milliyetçisi olacaktı? O dönem Kürt milliyetçilerinden bazıları İttihatçılığa da ilgi duyuyorlardı…
Bu elbette varsayıma dayanan bir soru, kesin bir yanıt veremeyiz. Ancak yaşasaydı savaştan sonra Celal’in de bir dönüşüm geçireceğinden söz etmek çok yanlış olmaz. Bu konuda meşhur bir örnek de var. 1919-20’lerde Kürtlerin hakkını talep eden Osmanlı’nın eski Stockholm sefiri Şerif Paşa da bir Jön-Türktü. Bu arada ‘Yakışıklı’ lakabına sahip Şerif Paşa’nın da bir Mekteb-i Sultanili olduğunu unutmamalıyız.