ABD’nin son Şam Büyükelçisi Robert Ford’un ABD’nin Suriye savaşının (2011-2014) tarihi süreçlerine ilişkin Al-Majalla Dergisi’ne yazdığı analiz yazısı şu şekilde:
“Hiçbir şey, ABD’nin Suriye’de Esad rejimine baskı yapma ve iç savaşta işlenen suçlara son verme konusundaki acizliğini, Başkan Barack Obama ve 2013 yılındaki kimyasal silah kullanımını şiddetle eleştiren kırmızı çizgi hikâyesinden daha iyi açıklayamaz. 2012 yılının ortalarından itibaren Suriye hükümetinin kimyasal silah cephaneliğinde hareketlilik başlattığına dair istihbarat raporları almaya başladık. Washington, Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda hezimete uğrayan Suriye ordusunun dünya genelinde yasaklanmış bu silahları kullanabileceğinden yana oldukça endişeliydi. Nusra Cephesi gibi radikalizm eğilimine sahip grupların bunların bir kısmını ele geçirebileceğinden de endişe ediliyordu.
O zaman NBC kanalı muhabiri Chuck Todd, 20 Ağustos 2012’de Beyaz Saray’da Başkan Obama’ya bir soru yönelterek Başkan’ın Suriye rejiminin kimyasal silah cephaneliğini kontrol altına almak için ABD ordusunu kullanmayı düşünüp düşünmediğini sordu. Obama bu soruya cevaben, ABD tarafından Suriye’ye askerî müdahale emri vermediğini belirtti.
Obama ayrıca ABD’nin kimyasal silah kullanımını yakından takip ettiğini ve “bu silahların yanlış ellere düşmesinden” yana endişeli olduğunu dile getirdi. Washington dilinde yanlış ellerden kasıt, İslamcı radikallerdi. Obama, bu silahların sevk edilmesi veya kullanılması durumunda bunun kırmızı çizgi oluşturabileceğini ve belki ABD’nin hesaplarını değiştireceğini iki kez tekrarladı.
O gün Başkan Obama’nın “kırmızı çizgi” ibaresini kullanmasıyla şok oldum, çünkü Suriye’ye müdahale etmek için askerî güç kullanmak istemediğini biliyordum ve güvenilirliğimizi sürdürmek adına Dışişleri Bakanlığı’nda hiçbirimiz Suriye’de kırmızı çizgiler çizmemiştik.
“Kimyasal” hakkında raporlar
Daha sonra, Obama’nın konuşmasından aylar sonra tam olarak 2013 baharında Halep yakınlarındaki Han el-Asel’de ve aynı şekilde İdlib vilayetindeki Serakıb’da kimyasal silah saldırılarının yaşandığına dair elimize güvenilir raporlar ulaştı. Washington’da Ulusal Güvenlik Konseyi ile yapılan toplantılara katıldım. Konsey üyeleri, bu saldırıların sınırlı olduğunu ve sonucunda sadece birkaç kişinin kurban olduğunu açıkladı. Bu demek oluyordu ki Obama’nın çizdiği kırmızı çizgi aşılmamıştı. Ancak çizilen kırmızı çizginin aşılmış olması için kaç kurbanın gerekli olduğunu kimse bilmiyordu. Amerikalı uzmanlar da muhalefetin bu saldırıların kurbanlarının kan örnekleriyle oynamış olabilecekleri konusunda uyardı. Uzmanlar, kimyasal silah kullanılan noktalara doğrudan girişin yanı sıra kurbanların doğrudan incelenmesini sağlayacak uluslararası bir soruşturmaya acil bir ihtiyaç doğduğu konusunda ısrar etti. ABD ve diğer ülkeler, 2013 yılı başlarında bu noktayı Güvenlik Konseyi’nde gündeme getirdi, ancak Suriye hükümeti bu noktanın tartışılmasını kabul etmedi, Rusya da bu konuda ona destek oldu.
Nisan ayında ABD istihbaratı, Suriye hükümetinin gerçekten kimyasal silahlar ve özellikle de sarin maddesi kullandığı sonucuna vardı. Bununla birlikte istihbarat raporu, nihayetinde Obama’nın Suriye’yle mücadele konusundaki politikasını değiştirmesine yol açsa bile ABD’yi askerî bir tepkiye sevk etmedi. 13 Haziran 2013’te Obama’ya çok yakın ve Ulusal Güvenlik Konseyi yetkilisi olan Ben Rhodes, bir açıklamada bulundu. Bu açıklamada ABD yönetiminin, Esad’ın kimyasal silah kullanımına karşılık olarak General Selim İdris’i ve muhalif Suriye Askerî Konseyi’ni daha fazla destekleyeceği bildirildi. Bu, muhalif Özgür Suriye Ordusu’na güçlü ve etkili yardımlar programının başlangıcıydı. (Gerçi öldürücü yardım programı işe yaramadı, ama bu başka bir hikâye.)
Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) yönelik artan bu yardımlar, Esad’ı caydırmadı. 21 Ağustos 2013 Çarşamba günü ofisime gittiğimde bilgisayarımdaki posta kutum, Suriyeli muhalifler arasındaki kaynaklarımdan gelen anlatılarla doluydu. Bu anlatılara göre görünüşte Şam’ın Guta kentinde meydana gelen kimyasal bir saldırıda binden fazla kişi hayatını kaybetmişti. Beyaz kefenlere sarılmış onlarca cesede ve çok sayıda çocuğa dair birçok video kesiti de vardı. Manzara korkunçtu ve Halep ile İdlib vilayetlerinde daha önce gördüğümüz şeylere benzemiyordu. Bu kez Beyaz Saray’ın kırmızı çizgi tehdidini uygulamaktan başka çaresi yoktu. Gazeteciler, Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’ndaki günlük basın açıklamalarında Başkan’ın Esad’ı dizginlemek için askerî güç kullanıp kullanmayacağını soruyordu. Beyaz Saray’ın ilk cevabı, Esad hükümetinin BM’ye bağlı soruşturma ekibinin Suriye’nin Guta kentine giriş izni vermesi gerektiği oldu. Şam’ın BM ekibinin ilgili bölgelere girmesine izin vermeye isteksiz olmasında şaşılacak bir şey yok.
Kapalı kapılar ardında
Bu esnada kapalı kapılar ardında ABD yönetimi, Başkan’ın Esad hükümetini caydırmak ve onu kimyasal silah kullanımından bir kez daha menetmek için askerî saldırı emri vermesi gerekip gerekmediğini tartışıyordu. İstihbarat raporları, Esad’a yakın karar sahipleri çevresinin gergin olduğuna işaret etti. Dışişleri Bakanı John Kerry’yi önerilen askerî saldırıları şu üç sebeple desteklemeye çağırdım. Öncelikle Esad, bu saldırılar olmazsa kimyasal silah kullanımına devam edecekti. Sonra güçlü bir askerî darbe Esad’ın ordusunu zarara uğratabilir ve Esad hükümetindeki unsurları, Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un yeniden başlaması konusunda hemfikir olduğu Cenevre’deki BM barış görüşmelerini kabul etmek zorunda bırakabilirdi. Son olarak da Kerry’yi, ABD’nin bu hava saldırılarını gerçekleştirmemesi durumunda Nusra Cephesi gibi radikal muhaliflerin bizim Guta meselesini görmezden gelmemizden istifade ederek asker sayısını Selim İdris gibi ılımlı muhaliflerin aleyhine olarak artırabileceği konusunda uyardım. John Kerry, bu öneriyi hemen kabul etti.
Guta’ya yönelik 21 Ağustos saldırısından sonraki hafta Beyaz Saray’da Esad’ı caydırmak ve kimyasal silah kullanımına karşı koymak için daha fazla tartışma toplantısı düzenlendi. Moskova ile Şam’ın muhalefetin kendisine bağlı bölgelerdeki sivillere saldırdığı yönündeki suçlamalarına yanıt olarak Ben Rhodes, 30 Ağustos’ta bir açıklama yayınladı. Açıklamaya göre ABD istihbaratı, söz konusu saldırılarda Suriye ordusunun sorumlu olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğrulamıştı. Bu açıklama dikkat çekiciydi, çünkü Suriye liderliği içindeki telefon konuşmalarını takip ettiğimizi ortaya çıkarmıştı. Washington’ın bu tür yetenekleri resmen kabul etmesi istisnai bir durumdu, zira düşman istihbaratının onların telefon konuşmalarını takip edebileceğimizi bilmesini istemezdi.
Bu arada Beyaz Saray, Pentagon’un yayınladığı ölüm listelerini gözden geçiriyordu. Başkan, üst düzey bakanlar ve komutanlar ile son toplantının 30 Ağustos Cuma günü yapılacağından haberdardık. Aynı şekilde bakanlar ile üst düzey generallerin Esad rejimine karşı önerilen saldırıları desteklediğini de biliyorduk. O haftanın sonu, Amerika’da uzun bir tatildi ve genelde memurlar, sahillere ya da dağlara gitmek üzere Washington’dan ayrılırdı. Ancak biz tatillerimizi iptal edip cumartesi sabahı idarede bulunma emri aldık.
ABD saldırılarının mahiyetini açıklamak için dünyanın dört bir yanındaki büyükelçiliklerimize göndermek üzere mektuplar hazırlamakla görevlendirileceğimizi düşünmüştüm. Ancak cumartesi sabahı bilgisayarımdaki posta kutuma ABD’nin askerî harekâtına dair herhangi bir rapor gelmedi. Sonra öğrendik ki Başkan, saat tam 1’de konuşma yapabilir. İş yerindeki yöneticim Bakan Yardımcısı Elizabeth Jones ile onun ofisinde bir araya geldim. Obama’nın hava saldırılarının başladığını ilan etmesini bekliyorduk. 2009 yılında Nobel Barış Ödülü almış olan Obama, Rusya veto hakkını kullanacağı için BM Güvenlik Konseyi kararına erişemese bile Suriye’ye saldırıda bulunmaya niyetli olduğunu söyledi. Obama, Kongre’nin onayı olmadan saldırı emri verme yetkisine sahip olduğunu, ancak bu işin tehlikesi sebebiyle bu yetkilerden feragat edip önce Kongre’nin bu saldırıları onaylamasını beklediğini iddia etti. Bu, kırmızı çizgi konusunda uğradığım ikinci şoktu ama şoka uğrayan tek ben değildim. Fransalı bir meslektaşım bana Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın Obama ile iş birliği içerisinde Suriye’ye saldırmaya tamamen hazır olduğunu, ancak ABD’nin kararının rahatsız edici bir sürpriz olduğunu bildirdi.
Ertesi hafta Kongre toplantılarında Kerry ile Savunma Bakanı Chuck Hagel ile görüştüm, lakin görevimiz imkânsızdı. Öte yandan Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerine saldırıların Suriye hükümetini zarara uğratacağını ve kimyasal silah kullanımı senaryosunu tekrarlamasını engelleyeceğini bildirdik. Irak savaşı sonrası yaşanan genel gerilimin üzerine onların korkularını yatıştırmak için saldırıların küçük ve sınırlı olacağı konusunda teminat verdik. Kongre üyelerinin birçoğunun küçük ve sınırlı saldırıların Esad’ı nasıl caydırabileceğini anlamaması şaşırtıcı değil. Bununla birlikte Kongre Üyesi Michael McCaul gibi diğerleri, saldırıların Esad’ı düşürmesi ve Suriye’yi altın tepside cihatçılara teslim etmesi ihtimalinden endişe duyduklarını dile getirdi. McCaul, kimyasal silahlar üzerinde kontrol kurularak Esad’ın iktidarda bırakılmasının cihatçıların Suriye’yi ele geçirmesine izin verilmesinden daha iyi olduğunu ifade etti (Bugüne dek McCaul’un, Suriye hükümeti çökerse, Saddam Hüseyin hükümeti 2003 yılında çöktüğünde olduğu gibi, cihatçıların Suriye’nin kontrolünü muhakkak ele geçireceği yönündeki kanaatinden epey şüphe duydum).
Güney Carolina Temsilcisi Joe Wilson gibi başka Cumhuriyetçiler de Obama’nın saldırılara başlamak için istediği izni vermedi. Eylül ayının ikinci haftasında Beyaz Saray Yasama İşleri Ofisi, Temsilciler Meclisi’nin toplam 432 üyesinin dörtte birini aşmayacak kadarının askerî saldırı kararı lehinde oy kullanacağı sonucuna vardı. Senato’da ise Dış İlişkiler Konseyi neredeyse saldırıları onaylamıştı, ancak daha sonra tüm Senato’dan destek alamadı ve sonuç olarak hiçbir Senato üyesi, oy kullanmadı.
Çıkmaz yol
Guta saldırıları üzerinden daha bir ay geçmemişken çıkmaz bir yola girdik. Daha sonra Moskova, Suriye’nin tüm kimyasal silahlarından vazgeçmesini sağlayacağını iddia etti ve böylece Obama’nın itibarını korudu. Eylül ayı sonlarında Cenevre’de Ruslarla yapılacak anlaşmayı müzakere eden heyette Kerry’ye katıldım. Heyetteki teknik ekibimize eski bir arkadaşım olan Silahsızlanmadan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Thomas Countryman liderlik etti. Görüşmeler sırasında ondan Amerikalıların Suriye’nin kimyasal silahları konusunda Rusların aslında siyasi olan heyetine göre daha fazla teknik bilgi sahibi olduğunu öğrendim. Ben Ruslara güvenmiyordum ve Kerry’ye, anlaşmayı ihlal etmesi halinde Rusların Esad’a karşı harekete geçmeyi kabul edeceğinden nasıl emin olabileceğimizi sordum. Kerry de cevap olarak Rusların, Güvenlik Konseyi’nin BM Sözleşmesi Yedinci Bölüm anlaşması uyarınca adım atacağı sinyalini açıkça kabul edebileceklerini söyledi. Kaynak olarak BM güvenlik Konseyi’nin Ekim 2013’te yayınlanan ve Suriye’nin kimyasal silah programını ortadan kaldırma şartlarını belirleyen 2118 sayılı kararının son paragrafına, 21’inci kısma bakabilirsiniz. Buna göre anlaşmayı ihlal etmesi halinde Suriye’nin cezalandırılması öngörülmektedir.
Obama daha sonra Suriye’ye saldırmama kararının, bir başkan olarak en büyük başarılarından biri olduğunu açıkladı. Bunun için üç gerekçesi vardı. Öncelikle Obama bize, ümitsiz vaziyetteki Esad’ın kimyasal silah kullanımına devam etmeyeceğinden ve böylece bizi ona karşı yeniden gerilimi tırmandırmaya mecbur bırakmayacağından nasıl emin olabileceğimizi sordu. Esad’ı caydırabilmek için ne kadar ileri gitmemiz gerekeceği konusunda Başkan’a sunacak bir tasavvurumuz yoktu. ABD’den istenen askerî operasyonun küçük ve sınırlı olmanın ötesinde daha büyük olma gibi tehlikeli bir ihtimal de vardı. Afganistan, Irak ve Libya’daki askerî operasyonlardan çıkarılacak ders, öngörülemeyen sorunların her zaman olduğu yönündeydi.
Elbette ABD siyaseti de Obama’nın düşüncelerinin şekillenmesinde büyük bir rol oynadı. Cumhuriyetçi Parti’nin Obama’nın iç ve dış politikalarına yönelik eleştirileri sertti. Obama, saldırıların sorumluluğunun bir kısmını Cumhuriyetçilerin üstlenmesini istedi. Nitekim oylama çağrısının Cumhuriyetçileri, gelecekte askerî operasyonun ağır bir yük haline gelmesi durumunda eleştirmekten alıkoymasını umuyordu. Gelgelelim siyasi gerçeklik oydu ki Cumhuriyetçiler, alacağı karar ne olursa olsun Obama’yı eleştirmekten geri durmayacaklardı. Kongre Üyesi Joseph Wilson gibi bazı Cumhuriyetçiler, Obama’nın Kongre’den yeşil ışık almadan askerî güç kullanması halinde görevden alınması için çabalayacağı konusunda uyardı. Cumhuriyetçiler Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu elde ettiği ve Temsilciler Meclisi’nde ABD anayasasına göre güveni geri çekme süreci başladığı için Obama, bu tehdit duymazdan gelemedi.
Bir avukat olarak Obama bile Temsilciler Meclisi’ne aldırış etmeyen ve kendine başına bir savaş başlatan bir başkan fikrinden rahatsızdı. Obama daha önce çok ileri gidip Kongre’de ciddi bir tartışma açmadan Irak’ta savaş başlattığı için Bush Jr.’ı eleştirmişti.
Obama, 1965-1966’da Vietnam’daki gerilim esnasında yaşanan aynı sorunu hatırına getirdi. Hele bir de daha fazla kimyasal silah kullanma ihtimali olan Suriye hükümetinden ötürü Suriye’deki askerî operasyon uzarsa… Obama Kongre’nin ABD’nin siyasi yöneliminde bir rol oynaması gerektiğine kanaat getirdi.
Böylece 2014’ün sonunda BM ile Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW), Güvenlik Konseyi’nin 2118 sayılı kararı uyarınca Suriye’nin kimyasal silah programının imhasını tamamladıklarını iddia ettiğinde Obama, isabetli bir karar verdiğini düşündü. Gelgelelim 2016 yılında OPCW, Suriye hükümetinin tüm kimyasal silahlarını ve tesislerini ortaya çıkarmadığını söyledi. Daha da kötüsü OPCW’nin uzman ekipleri, daha sonra Suriye hükümetini 2017’deki Han Şeyhun ve el-Latamina saldırıları ile 2018’deki Serakıb ve Duma saldırılarının arkasında olmakla suçladı. Bu saldırılar, en az 120 sivilin ölmesine sebep olmuştu.
Rusların Eylül 2013’te Cenevre’de BM Güvenlik Konseyi’nin 2118 sayılı kararının 21’inci maddesi ile ilgili Kerry’ye verdiği söze rağmen Rusya, bu ihlaller üzerine Batı’nın Esad’ı cezalandırmaya yönelik her türlü çabasına karşı veto hakkını kullanmaktan çekinmedi. Bununla beraber Obama ve onun siyasi müttefikleri, Esad’ın kimyasal silah yeteneklerinin çoğu 2014’te imha edilmemiş olsaydı Esad’ın kimyasal saldırılarının çok daha kötü olacağını söylüyorlar. Şimdi burada tarihi gözden geçirirken bu görüşün sahipleriyle hemfikir olduğumu zannetmiyorum. Zira Esad, kimyasal silah kullanımını sadece 2013’teki kadar ihtiyaç duymadığı için azalttı, çünkü Rus Hava Kuvvetleri’nin müdahalesi, askerî dengeyi Esad lehine değiştirdi.
Nusra ve IŞİD
Yine biliyoruz ki Obama’nın çizdiği kırmızı çizgiyi savunmak adına askerî bir saldırı başlatma tehdidinden geri adım atmasının ardından Nusra Cephesi ile IŞİD unsurlarının sayısı arttı. Bu iki örgütün başarısı, sadece Obama’nın kararıyla alakalı değil tabi. Guta saldırısının ardından yaptıkları propaganda da Suriyelileri, Batı’dan daha iyi savundukları iddiasına ışık tuttu. Ocak 2014’te Cenevre-2 barış müzakerelerine başladığımızda Esad, Amerikalıların savaşa doğrudan müdahil olmayacaklarından artık emindi. Suriye hükümeti, Rusya’dan aldığı destekle yine hızlı bir şekilde Cenevre-2 görüşmelerinin şartlarını ihlal ederek bu şartların etkisiz olmasına sebep oldu.
Ama Obama, Esad’ı kimyasal silah kullanımından caydırmak için saldırı seçeneğinin kullanılmasının zorluğu konusunda haklıydı. 2017 yılında Trump’ın emriyle Şayrat Hava Üssü’ne düzenlenen baskının, Esad’ı 2018 yılında Duma’da yeniden kimyasal silah kullanmaktan alıkoymaması buna delil olarak sunulabilir. Duma’ya kimyasal silahlarla saldırılmasının ardından Fransa ve Birleşik Krallığı’n tepkisi, 2017’deki Amerikan saldırısından daha büyük oldu. Bununla beraber Trump’ın Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, ABD istihbaratının Mayıs 2019’da İdlib vilayetinde yaşanan çatışma esnasında Suriye hükümetinin Lazkiye’de bir kez daha klor gazı kullandığından haberdar olduğunu belirtti.
Obama’nın kırmızı çizgi tecrübesinden alınacak iki büyük ders var. Bunlardan ilki, hükümetin söylemlerinin yapabildikleri ve gerekirse gerçekten yapabilecekleriyle uyumlu olmasının oldukça önemli olmasıdır. Obama, 2013 yılında gösterdiği tereddütten ötürü Ortadoğu’daki güvenilirliğini büyük oranda kaybetti. Özel olarak Suriye’ye ilişkin ikinci ders ise şu: Bizzat Obama 31 Ağustos’ta ABD ordusunun Suriye’deki iç savaş krizini çözemeyeceğini bizzat söyledi. Bunda haklıydı. Çünkü siyasi çözümü bulabilecek olanlar yalnızca Suriyelilerdir.
Esad hükümetiyle normalleşmeye son vermek ve Suriye’ye yönelik yaptırımları artırmak için temsilciler McCaul ile Wilson liderliğinde Kongre’de gösterilen mevcut çabaya şöyle bir baktığımda Eylül 2013’teki engelsiz rollerini hatırlıyorum. Bu iki isim ne o zaman sıradan Suriyelilerin refahıyla ilgileniyorlardı ne de şimdi. Bu iki adamın tek yaptığı, Biden’ın Suriye politikasında siyaseten zayıf noktaları kullanmaya çalışmaktır.
Nihayetinde mesele Suriye’yle değil, Amerikan iç siyasetiyle ilgili. Biden’ın Suriye’ye yönelik politikasının Trump’ınkinden pek de farklı olmadığını hatırlayalım. Suriye krizine yönelik bir Amerikan çözümü 2013’te de yoktu şimdi de yok.”