Raporda, görevli askerlerin ağır işkenceyi gizlemek için “Helikopterden düştüler” yalanını ortaya attıkları, kayıtlara olayın “yüksekten düşme” olarak yansıdığı belirtilerek, “Bir yurttaşın ölümüne bir diğerinin de ağır şekilde yaralanması suçunun failleri olan askerler nezdinde ‘helikopterden atlamış’ olan köylülerin yaşadığı işkence/linç, aileler ve peşi sıra Türkiye kamuoyu nezdinde “helikopterden atıldılar” şeklinde yerleşmiş görünmektedir. Yani faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş, olayın aslını oluşturan kitlesel bir dayak ve linç işkencesi gölgede kalmış demek yanlış olmayacaktır” denildi. Raporda, Turgut ve Şiban’ın, alay komutanlığına helikopterle getirildikleri, yüksekten, aşağıda bekleyen askerlerin arasına itildikleri ve burada öldüresiye dövüldükleri iddiası yer aldı. Yaralı olduğu dönemde olayı hatırlamayan ve halen tedavisinin sürdüğü evinde Şık’a açıklama yapan Şiban da bu iddiayı doğrulayarak, aşağı itildikten sonra askerlerin kendilerini bayılana kadar dövdüğünü, işkenceden geçirdiklerini anlattı.
Şık tarafından hazırlanan ve TBMM’deki düzenlediği basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulan raporda, iki köylünün, Van Çatak ve Şırnak Beytüşşebap sınırları arasında kalan kırsal alanda bulunan Çığlıca Köyüne bağlı Sürik (Yoğurtlu) Mezrası’ndan 11 Eylül 2020 tarihinde operasyona çıkan askerler tarafından gözaltına alındıkları belirtildi. Şık ve çalışma arkadaşı Yılmaz Ruhi Demir’in 22 Ekim 2020’de avukatlar ve köy sakinlerinden bir kişi ile birlikte Sürik (Yoğurtlu) Mezrası’na gittikleri, ertesi gün Van’da tanık ve mağdurların avukatlarıyla görüştükleri belirtildi.
Raporda, yetkili makamlar olan Van Valisi, İl Jandarma Alay Komutanı, Van Cumhuriyet Başsavcısı ve soruşturmayı üstlenen Savcı ile görüşme yapılmak istendiği ancak randevu taleplerinin reddedildiği anlatıldı. Raporda, randevu taleplerinin nasıl geri çevrildiği şöyle anlatıldı:
“Yetkili makamlarla görüşme yapılmak istenmesine rağmen Van Valisi Mehmet Emin BİLMEZ, Van İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Yüksel YİĞİT, Van Cumhuriyet Başsavcısı Oğuzhan DÖNMEZ ve olay ve iddiaları soruşturmakla görevlendirilen Van Cumhuriyet Savcısı İsmail KÖKER randevu taleplerine olumlu yanıt vermemişlerdir. Van Valisi Mehmet Emin BİLMEZ’in özel kaleminden 23 Ekim 2020 günü herhangi bir saat için randevu alınmak istendiğinde Ahmet ŞIK’ın ne kadar süreyle Van’da olacağı sorulmuş, ardından cevaben aranarak Vali BİLMEZ gün boyunca Erciş ilçesinde programı olduğu belirtilerek randevu verilemeyeceği söylenmiştir. Van Cumhuriyet Başsavcısı Oğuzhan DÖNMEZ’e, özel kalemi vasıtasıyla iletilen randevu talebine ise nezaketen dahi olsa herhangi bir yanıt verilmemiştir. Ahmet ŞIK’ın 23 Ekim 2020 günü Başsavcı DÖNMEZ’i Van Adliyesi’ndeki makamında randevusuz ziyaret girişimi ise yine özel kalemi tarafından “Başsavcının işlerinin yoğunluğu” gerekçe gösterilip “Biz sizi arayalım” denildikten sonra bir kez daha reddedilmiş ve geri bildirim yapılmamıştır. Van Cumhuriyet Savcısı İsmail KÖKER, olay ve iddialarla ilgili soruşturmayı yürüten kişi olması nedeniyle randevu talebi iletildiğinde, telefona bizzat kendisi yanıt vererek “Şu anda ifade alıyorum öğleden sonra arayın” karşılığını vermiş ancak daha sonraki aramalara yanıt vermemiştir. 23 Ekim 2020 günü Savcı KÖKER Van Adliyesi’ndeki makamında randevusuz ziyaret edilmiş ancak odasında bulunamamıştır. Gözaltının gerçekleştiği Sürik Mezrası’nda yapılması istenen keşif talebinin savcılık tarafından “bölgenin güvenli olmadığı” gerekçesi ile reddedildiği öğrenilmiştir. Van İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral YÜKSEL YİĞİT, yine Ahmet ŞIK’ın TBMM makam sekreteryası tarafından aranarak 23 Ekim 2020 günü herhangi bir saat için randevu talebi iletilmiş, talep telefona çıkan haber astsubayı vasıtasıyla emir subayına iletilmiştir. Daha sonra sekreteryaya yapılan geri bildirim ile Ahmet ŞIK’ın muhtemelen iktidarı paylaşan AKP ya da MHP vekillerinden biri olduğu düşüncesi ile, ŞIK’ın Van’a kaçta geleceği sorulmuş, uçağın iniş saatine göre bir karşılama aracı gönderebilecekleri iletilmiştir. Sekreterya tarafından ŞIK’ın Van’da olduğu yanıtı verildikten yarım saat kadar sonra, haber astsubayı tarafından yapılan geri bildirim neticesinde Tuğgeneral YİĞİT’in Alay’da olmayacağı ve bu nedenle randevu veremeyecekleri yanıtı alınmıştır.”
Raporda, 27 Ekim’de de yaralı olarak kurtulan ve taburcu edildikten sonra yakınları tarafından, ikameti olan Mersin’e götürülerek tedavisi bu kentte sürdürülen Osman Şiban ve tanıklarla görüşüldüğü belirtildi.
Raporda olayın yaşandığı Sürik (Yoğurtlu) Mezrası’nın köylülerin anlatımına göre 1989’da zorla boşaltıldığı, o zamana kadar yaklaşık 30 akraba haneden oluştuğu belirtildi. 27 Haziran 1985’de koruculuk sisteminin yürürlüğe girmesinden sonra 1989’da Sürik ile tüm civar köylerde yaşayanlara dayatılan koruculuğun köylülerce kabul edilmemesi üzerine, bütün köylerin zorla boşaltıldığı, peşi sıra yayla yasağı getirildiği anlatıldı.
Raporda, 29 Eylül 2016’da Servet TURGUT’un aynı zamanda akrabası da olan Tajdin KAYA ile birlikte Beytüşşebap Kaymakamlığı’na başvurarak, 6 ailenin yıkılan evlerin yerine kendi ortak imkanlarıyla barınacak yerler inşa etmek ve tarlalarını ekip biçmek için, özel izin verilmesini talep ettikleri, Beytüşşebap İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından 27 Ekim 2016’da işleme alınan dilekçeden sonra köylülere, her yıl Mayıs ayı sonundan başlayarak Ekim ayı sonuna kadar, tarlalarını ekip biçeceklerine dair özel izin verildiği kaydedildi.
Gözaltına alınan köylülerden Osman Şiban’ın (50) 8 çocuk babası olduğu, Mersin’de esnaflık yaptığı, Servet Turgut’un (64) 7 çocuk ve 3 torununun bulunduğu ve Van Edremit’te yaşadığı anlatıldı.
Raporda, 8 Eylül’de, İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre, 70 operasyonel timdeki bin 40 personelin katılımıyla Van iline bağlı kırsal alanlarda “Yıldırım-10 Norduz” adlı operasyonun başlatıldığı, 11 Eylül’de ise üç örgüt üyesinin öldürüldüğü bilgisinin paylaşıldığı kaydedildi.
Aynı gün Milli Savunma Bakanlığı’nın operasyonlar sırasında Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Mahmut TOP ile Jandarma Uzman Çavuşlar Yusuf UYAR ve Sezer UÇAR’ın şehit olduklarının duyurulduğu vurgulandı. 24 Eylül’de ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, üç askerin şehit olduğu yerde, 10 Eylül’de F-16 uçaklarıyla bombalama yapıldığını, ertesi sabah bölgede ölenlerin olduğu düşüncesiyle arama/tarama faaliyetleri yapılırken bir mağara içinde örgüt üyelerinin tespit edilmesi üzerine çatışma çıktığını söylediği, “İki teröristi, ölen üç şehit arkadaşımız etkisiz hale getirdiler. Bir mağaranın içine girdiler. Meğer mağaranın köşesinde bir terörist duruyor, ateşi açıyor, üç arkadaşımızı da bir terörist şehit ediyor. Yüzbaşımızı, astsubay ve başçavuşumuzu. Sonra oradan fırsattan istifade ediyor ve kaçıyor. Tabii operasyon genişliyor. Dere yatağında bunu yakalıyorlar. Çatışma devam ediyor. Bunu öldürüyorlar” açıklamasını yaptığı kaydedildi.
Raporda, Servet TURGUT ve Osman ŞİBAN’ın, üç örgüt mensubu ve üç askerin öldüğü bu çatışmadan sonra, askerler tarafından bölgede yapılan arama tarama faaliyetleri sırasında gözaltına alındıkları kaydedildi. Olay günü köyde çocuklarla birlikte 13 kişinin bulunduğu anlatıldı. Raporda, köy sakinlerinin olayla ilgili anlatımları şöyle aktarıldı:
“Köy sakinleri, 11 Eylül 2020 günü saat 05.00 sıralarında sabah namazına kalktıkları sırada kuvvetli bir patlama sesi duyulduğunu, patlamanın şiddetiyle evlerin sarsıldığını, patlama sesinden yarım saat kadar sonra hava tam aydınlanınca bulundukları yere Google Earth programına göre 8 kuş uçuşu en yakın mesafesi yaklaşık 1.3 kilometre ötedeki dağlık alanın olduğu yerde uçuş halinde ve iniş yapan çok sayıda helikopter gördüklerini ifade etmektedir. Daha sonra köylüler gündelik işlerini görmek üzere çalışmaya başlamışlardır. Öğlene doğru Osman ŞİBAN’ın evinin arka kısmına bir helikopterin iniş yaptığını ve içinden silah ve teçhizatlı olarak donanmış, kamuflaj kıyafetleri içinden 20 kadar askeri indirdikten sonra yeniden havalandığını anlatan köylüler, “Herkesi köyün açıklık alanında toplayıp diz çöktürdüler. Kimlik kontrolü yaparlarken bize, ‘Buraya teröristler geliyor mu?’ ‘Kimler gelip gidiyor?’, ‘Siz teröristlere yardım ediyor musunuz?’ diye sordular. ‘Öfkeliyiz. Acımız var. Yüzbaşımızı şehit verdik. Acısını sizden çıkartırız’ diyerek birkaç kişiyi tokatladılar. Kendilerine başsağlığı diledik, “Siz asker bizde vatandaşız ama yüzbaşı bizim de komutanımızdır. Sizin şehidiniz bizim de şehidimizdir. Buraya gelip giden olmaz. Biz de kendi işimizde gücümüzde insanlarız” dedik. Ama hınçla davranıyorladı.”
“Askerlerin daha sonra tehditler savurarak yaya halde köyden ayrılarak araziye dağıldığını anlatan köylüler kendilerinin de işlerini görmeye devam ettiklerini belirtmiştirler. Servet TURGUT ise diğer köylülerden ayrılarak saman çuvallamak için yayla diye tabir edilen ve Google Earth programına göre köye kuş uçuşu yaklaşık 700 metre mesafede olan tarlasının bulunduğu yere gitmiştir. Köy sakinleri akşam 16.00-17.00 sıralarında askerleri yeniden karşılarında bulmuşlardır.”
Rapora göre, tedavisi süren Osman Şiban, yaşananları Ahmet Şık’a şöyle anlattı:
“Ben zaten evin önünde, çoluk çocuğun yanındaydım. Çay içiyordum. Tam hatırlamıyorum ama akşamdı saat 4-5 gibi vardı. Baktım Servet TURGUT’u getiriyorlar. İki kolunda iki asker, arkasında da silahını beline dayamış bir başka asker olduğu halde kalabalık bir grup asker geliyorlardı. Servet’in başına çuval gibi bir şey geçirmişlerdi. İçimden, ‘Vallahi bunlar gelmiş ama çok tehlikeli askerlerdir. Acaba neden böyle yaptılar?’ diye geçirdim. Korkmuştum. Bana doğru geliyorlardı. 100-150 metre benden uzaktalarken, ‘Osman ŞİBAN kim?’ diye bağırıyorlardı. Ben de çay içiyordum dışarda. Servet’i öyle görüp de benim adımı bağırınca bardağım elimden düştü. Elimi kaldırdım ‘Osman ŞİBAN benim’ dedim. ‘Gel lan buraya!’ dediler. Ayağa kalktım o sırada yanıma gelmişlerdi. Servet’in kafasındaki çuval benzeri şeyi de çıkarmışlardı. ‘Servet TURGUT, Osman ŞİBAN bu mu?’ diye sordular. ‘Evet budur’ dedi. ‘Osman ŞİBAN bu mu, doğruyu söyle’ diye bağırıyorlardı. Tam 3 sefer sordular üçünde de öyle söyledi. Sonra benden kimlik istedi verdim. Kimliğe baktı Servet TURGUT’u göstererek bana ‘Sen bu adamı tanıyor musun?’ diye sordu. ‘Tanıyorum, Servet TURGUT’tur. Zaten benim yeğenimdir nasıl tanımam’ dedim. ‘Bizimle gel’ dediler ve 4-5 asker beni yakalayıp kollarıma girdiler. Ben çoluk çocuğa ‘Korkmayın. Beni geri gönderecekler, ben geleceğim’ dedim. Bizi sardıktan sonra alıp otun (samanların) olduğu yere götürdüler.” Çatışmaların yaşandığı yerlerin yakınında koçerler vardı. Koçerlere sormuşlar ‘Siz nereden geldiniz, kim sizi getirmiş buraya?’ diye. Koçer de “Bu yaylayı Osman bana verdi’ demiş. Adımı oradan öğrenmişler. Ben köy sahibiyim, ev sahibiyim. Buralar dedemin yeridir. Ben öyle saygısız da gitmem oraya. Tapuları da hepsi bizim cebimizde. Koçerler, ‘Ben bu yaylayı Osman’dan kiraladım, parasını da Osman’a verdim. İzinsiz buraya gelmedim, yayla Osman’ındır’ diyorlar. Koçerler öyle diyor askere. Benim ismimi veriyor orda. Asker de ‘Osman nerede?’, deyince bizim köyü söylüyorlar. Asker iki parça oluyor. Biri, bir dere var, derin bir dere, o dereden geçiyor, biri de ta bizim köye geliyor. Bizim köyün yukarda o tepeye geliyor Servet’i görüyor. Servet saman doldurmuş çuval dikiyor, elinde sujin var, biz sujin diyoruz, çuvaldız. Ağzını dikiyor. Onun yanına geliyor, ne yapıyor, ne ediyor bilmiyorum, dövüyor ne yapıyor, ondan sonra diyor ki ‘Gel Osman’ı bana göster’. Servet’i alıyor köye getiriyor.”
Raporda, tanık anlatımlarına göre, askerlerin Servet TURGUT ve Osman ŞİBAN’ı alarak saman çuvallanan alanda bekleyen diğer askerlerin yanına götürdükleri, tahliye için helikopter çağırmak amacıyla bir işaret fişeği çakarak beklemeye başladıkları, bu sırada Servet TURGUT ve Osman ŞİBAN’ın darp ettikleri belirtildi.
Raporda, Şiban’ın kardeşi Cengiz ŞİBAN’ın da şunları söylediği aktarıldı:
“Oradan bir tane ateş yaktı, işaret verdi. 10 dakika sürmedi helikopter indi onların etrafına. Asker böyle, bir çembere almışlardı Servet ve Osman’ı. 15-20 asker vardı. Bir grup asker bindi, Servet ve Osman’ı attılar içine, dışarda çok asker kaldı. Bunları aldılar sonra helikopter havalandı. Sonra zaten akşam karanlığı oldu biz de net göremedik. Zaten helikopter de gelmedi. Askerler de orada kaldı. O tepelerde, ileride karşı tarafta, dağda asker vardı. Üçüncü gün operasyon kalktı. Ayın 14’ü olmuştu. Ben bir ata bindim, ulaşım yerine gitmek için. 2-3 saat sürüyor ulaşım yeri orada telefon çekiyor. Oradan biraderlerle konuştuğumda bana ‘İkisi de Van Eğitim Araştırma Hastanesi’nin yoğun bakımında’ dediler. O anda bir şok yaşadım. ‘Nasıl olur, sağlam götürdüler. İkisini de bizim yanımızdan aldılar’ dedim. Oradan Van’a gidecektim ama aile kuşkulanıp üzülür diye vazgeçtim ve hep beraber gitmek için köye döndüm. Araba ayarlamıştık gece yarısı geldi. Biz de toparlanıp Van’a hastaneye gittik. Orada bizi görüştürmüyorlardı. Sivil askerler, polisler vardı. Akrabalarımız gelmişti.”
Raporda, Turgut ve Şiban’ın Van İl Jandarma Alay Komutanlığı’na doğru uçuşa geçtiği, bunun da Şiban’ın kişisel eşyalarının teslim edildiği avukatın elindeki tutanaktan anlaşıldığı kaydedildi.
Şiban Anlattı: “Bizi İçlerine Attılar”
Raporda, Osman Şiban’ın yaşananları şöyle anlattığı belirtildi:
“Bizi otun oraya götürdüler. Sonra baktım bir helikopter geldi oraya indi. Bizi döverek helikoptere bindirdiler. Birkaç asker de bizimle bindi ama çoğu aşağıda otun orada kaldı. Helikopterde, tam hatırlamıyorum ama 20 kadar asker vardı. Ne köyden alırken ne de helikopterin içinde bizi suçlayan hiçbir şey söylemediler. Ben öyle bakıyordum askere benim yüzüme yumruğu yapıştırdı. ‘Bakmak yasak, konuşmak yasak, sağa sola bakmak yasak’ diyerek bana vuruyordu. Yüzüme vuruyordu hep. Servet’e de vuruyorlardı. Helikopterin içinde kaç tane yumruk ağzıma vurdular. Helikopterin içinde iki tane cenaze vardı, örgüt mensuplarıymış. Böyle poşet gibi bir çuvalın (Ceset torbası) içine torbalamışlardı. Birini açıp başını çıkarttılar, yüzünü gösterdiler ölenin. Bana ‘Sen bunu tanıyorsun’ dediler. Ben tanımıyorum, ne bileyim kimdir dedim. Beni yine dövmeye başladılar. Hatta öyle dövdü ki, başımı o poşetin üstüne düşürdü. Telsizden mi ne konuşmalar yapıyorlardı. Birbirleriyle konuşuyorlardı. ‘Van’ın kışlasına getirin’ gibi şeyler söylediklerini duydum. Kışla mı diyordu, öyle bir şey. Telsizin sesi vardı ‘Kışlaya getirin’ diye. Helikopterin içinde Servet’le konuşma monuşma hiçbir şey yok. Olmadı. Servet’e de bir kez yumruk attıklarını görebildim. Sonra başımız eğik göremedim ama helikopter içinde bizi çok dövdüler. Bir askerin, komutan mı bilmiyorum Servet’i kastederek ‘Bu ihtiyarı dövmeyin, bu ihtiyar ölecek’ dediğini duydum. Alay komutanlığındaki alana iniş yapılacaktı. Kalabalık bir asker grubu bekliyordu.
"Helikopter indi. İçindeki askerlerin de hepsi inmiş. Ben de böyle sağa sola baktım. Bizi daha indirmemişlerdi. Helikopterin içinden görünüyor. Baktım dışarıya çok asker var. Belki 100-150 tane asker var. Kuşatmış asker, hazır durumda bekliyordu. Silahı da var üstlerinde. Birisi, ‘O teröristleri indirin aşağıya’ dedi. Baktım, iki asker yukarı geldi. Önce cenazeleri attılar. Sonra bizi de attılar. Helikopterin kapısının ağzından arkamızdan aşağıya itildik. Servet’le betonun üzerine düştük. Servet’i de attılar, o da benim yanımda. Attılar. Hani yere attılar, biz de yere düştük. Biz öylece yerdeydik. Birini duydum, dedi ki ‘Ya bu terörist sağdır’, öyle duydum. Sonra o gördüğüm 100-150 asker üzerimize çullandılar. Tekmeler, yumruklar… Vallahi bizi yere sürdüler. Her birimizin başında 10 kişi, 20 kişi. 10 kişi bir kişinin üstüne geçiyordu, hepsi bize yetişip dövüyordu bizi. Bize ne yaptılar bilmiyorum. Bana ne yaptılar bilmiyorum. Yere attılar, oradan sonra başıma geçtiler. Ezdiler başımdan. Helikopterin içinde de orada da dövdüler bizi. Dayak atarlarken ‘Teröristler’ diyorlardı bize. Biz köylüyüzdür, vatandaşız. Bize de terörist diyorlar. Artık ne kadar geçti bilmiyorum. Yerdeyken başımın üstünden geçti, ne yaptılar ne ettiler ben hatırlamıyorum. Orada ben bayılmışım. Nasıl hastaneye getirdi hiç hatırlamıyorum. Gözümü açtım baktım yanımda biri var, avukat. Ben çok korkuyordum. Ağlamaya başladım. Polisler de vardı çok. ‘Beni askere teslim etme, beni öldürecekler’ dedim. Dedi ki bana ‘Korkma. Ben buradayım. Akrabaların burada. Seni dövemezler artık’. Ben öyle hatırlıyorum başka hiçbir şey yok. Bana bunları yaptılar.”
Şiban’ın akrabası avukat Jinda KOÇAK ise yaşananları şöyle aktardı:
“Osman ŞİBAN benim dayımın oğlu olur. Kendisine dayı derim zaten. Beni gördüğü anda ağlamaya başladı. ‘Beni tanıdın mı?’ dedim. ‘Evet’ dedi. Sürekli ağlıyor, hafızası gidip geliyordu. Ağlayarak, ‘3 aydır buradayım, neden beni sahipsiz bıraktınız? Neden bana sahip çıkmadınız?’ dedi. ‘Korkma. Hepimiz buradayız, sahipsiz değilsin. Akrabaların dışarıda, avukatların burada. Sahipsiz değilsin. Sana bir şey yapamazlar’ dedim. Çocuk gibi ağlıyordu. ‘Dayı sana ne oldu?’ diye sordum. ‘Başıma gelmeyen kalmadı. Beni aldılar. Onlarca, onlarca jandarma, asker bana vurdular. Dövdüler. Çok vurdular, çok vurdular, çok vurdular...’ dedi. Sürekli ‘Çok vurdular’ diye tekrarlıyordu. Kendisine, ‘Dayı sizi helikopterden mi attılar?’ diye sordum. Yine ağlamaya başladı, ‘Ben evet dersem daha başka şeyler çıkacak. Yine kötü şeyleri yaşatacaklar’ diyordu. Hastane odasının içinde, etrafımızda çok sayıda polis vardı. Dayım onlardan da korkmuştu. ‘Beni buradan kurtar. Beni bunların elinden al götür’ diyordu. İkimiz de ağlıyorduk. Polislerden çıkmalarını istedim. ‘Çıkın da en azından gözyaşımızı rahat dökelim’ dedim. Çıkmadılar. Herhangi bir gözaltı kararı olmadığı için odada bulunamayacaklarını söyledim. Emir aldıklarını çıkmayacaklarını söylediler. Tartışma sonunda amirleri savcıyı aradı ve talimat aldı ondan sonra çıktılar odadan. Polisler çıkınca da dayım ağlayarak aynı şeyleri anlattı. Sürekli ‘Bizi dövdüler. Çok dövdüler. Onlarca jandarma hepsi bizi dövdü’ diyordu. Ağlayarak ailesini, çocuklarını görmek istediğini söyledi. Eşi Medine ŞİBAN’ı da polislerle tartışıp, savcı izniyle odaya alabildik. Sürekli ağlıyordu ben de başka bir şey soramadım.”
Raporda, 20 Eylül’de taburcu edilen Şiban’ın akrabasının evine götürüldüğünü, ertesi gün HDP yöneticilerinden oluşan bir heyetin 22 Eylül’de ziyaret edeceğinin akrabalarına iletildiği, ancak 22 Eylül sabah 05.00’te polisin yaptığı ev baskınıyla ŞİBAN’ın yeniden hastaneye götürüldüğü anlatıldı. Şiban’ın daha sonra ambulansla yaşadığı Mersin’e götürülmesi şartıyla bir kez daha taburcu edildiği belirtildi. Şiban’ın halen tedavisinin Mersin’de evinde sürdüğü kaydedildi.
Raporda, 30 Eylül 2020’de 20 gün komada kaldıktan sonra ölen Servet TURGUT’u görenlerin, tüm vücudunun ezildiği, tüm kemiklerinin kırılmış gibi göründüğü, vücudunda çok sayıda morluk olduğu, el parmaklarının kırılmış halde ve öndeki dişlerinin bulunmadığı bilgisini verdiği, “Sanki üzerine bir kamyon hafriyat dökülmüş gibi ezilmişti” yorumunu yaptığı anlatıldı.
Raporda, tanık anlatımına göre, otopsi yapılırken, savcının orada bekleyenleri gösterip, ‘Bu Kolordu Komutanı’dır, Tuğgeneraldir’ dediği kaydedildi. Tanık anlatımına göre, Van Asayiş Kolordu Komutanı Tümgeneral Hüseyin KURTOĞLU ve Van İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Yüksel YİĞİT’in de adli tıpta bulunduğu ifade edildi.
Valiliğin ise gazetecilerin haberlerinden sonra 21 Eylül 2020’de helikopterden atılma iddialarını yalanlayan bir açıklama yaptığı, açıklamada Servet TURGUT’un, olay yerinde gözetleme yaptığı ve şüpheli hareketler sergilediği için gözaltına alınmak istendiği iddia edilerek, “Şahsın dur ihtarına uymayarak kaçmaya çalıştığı esnada kayalık alanda düştüğü ve yaralandığı gözlemlenmiş, mukavemet göstermesine rağmen yakalanıp usulüne uygun olarak muhafaza altına alınmıştır” denildiği kaydedildi. Açıklamada, Şiban için de “örgüt mensuplarına “yardım/yataklık ettiği” değerlendirmesiyle gözaltına alınmak istendiği iddia edilerek, “Şahıs aynı bölgede mukavemet göstermesine rağmen usulüne uygun olarak muhafaza altına alınmıştır. Gözaltı işlemlerinin yapılması maksadıyla (2) şüpheli şahıs ve etkisiz hale getirilen (1) BTÖ mensubu operasyon bölgesinden helikopterle alınarak, 11 Eylül 2020 günü saat 19.00 sularında Van İl J.K.lığına getirilmiştir. Şüpheli şahıslar hazırda bekleyen ambulanslar ile öncelikle en yakın özel hastaneye, müteakiben Van Bölge Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir” ifadesi kullanıldı. Soylu’nun ise televizyon programında, şunları söylediği belirtildi:
“Çatışma devam ediyor. Birisini daha görüyorlar. Suya bir şey attığını görüyorlar. Onu da kovalamaya başlıyorlar. O arada, yani bu kovalamaca sürüyor, silahı olmayınca öldürmüyorlar ve bu kovalamacanın esnasında orada, bahsettiklerine göre kayalıklardan düşüyor ve yaralanıyor… Bu arada İHA’yla da takip ediliyorlar daha önce. Çünkü bunlar, teröristler evden çıkıp buraya geldiler. Bir evde çıkıp takip edildi bunlar. Bu evle de bunların irtibatları ortaya çıkıyor. Sonra alıyor götürüyor helikoptere koyuyorlar, helikopter iniyor. Helikopter herkesle beraber iniyor. Netice itibariyle yani atılma diyorsunuz da helikopter aşağı iniyor. Bilmiyorum siz helikopterle hiç gezdiniz mi? Benim işim helikopterle. İşim bu yani. Helikopter inmeden kapısı açılmaz. Helikopter iner, kapı açılır. Kapı açılıyor ve oradan bir adım mesafesidir zaten”
Raporda, Soylu’nun anlatımlarına karşılık, Anadolu Ajansı’nın servis ettiği, helikopterin yüksekte de kapısının açık olduğunu gösteren bir fotoğrafa yer verildi.
Raporda, helikopterden atılma iddialarının ise ilk olarak Turgut ve Şiban’ı hastaneye getiren askerlerin anlatımlarından ortaya çıktığı vurgulandı.
Raporda, Şiban’ın ve Turgut’un koma halinde Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin yoğun bakım ünitesinde bulunduklarını kamuoyuna aktaran Mezopotomya Ajansı çalışanları Cemil UĞUR, Haber Müdürü Adnan BİLEN ve Jin News muhabiri Şehriban İBA haklarında yürütülen eski bir soruşturma gerekçe gösterilerek, eski MA çalışanı Nazan SALA ile birlikte 6 Ekim 2020’de gözaltına alındıktan sonra 9 Ekim 2020’de tutuklandıkları anlatıldı.
Raporda, tutuklanan gazeteciler için şöyle denildi;
“Gazeteciler, haklarında haklarında 6 ay önce açılmış bir soruşturma gerekçe gösterilerek gözaltına alınmışlardır. Savcılık sorgularında haber kaynakları ile yaptığı bazı telefon görüşmelerine dair tape kayıtları, haber notları sorulmuştur. Gazeteciler Van 3’üncü Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 09 Ekim 2020’de, “Örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklanırken, eski gazete dağıtımcıları ise adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır. Tutuklama kararında, “Süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösterir şekilde haberler yaptıkları” belirtilen gazetecilerin yapmış oldukları mesleki faaliyetler, “PKK/KCK lehine, devlet aleyhine” diye nitelenerek, “Toplumsal olayları haber yaparak veya röportaj ile KCK’nin doğrultusunda örgütün perspektif ve talimatları ile kamuoyunda ajite ve propaganda yaparak örgüt talimatıyla hareket ettikleri” iddia edilmiştir.”
Raporda, hakimliğin tutuklama kararında gazetecilerin taşıdıkları ajans tanıtım kartlarının da “resmi” olmadığının belirtilerek, “Geçerli basın kartının Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın belirlediği şartları taşıyan kişilere ancak verilebileceği, doğal olarak mevcut şartları taşımadıklarından söz konusu şüphelilerin basın mensubu olmadığı anlaşılmıştır” denilerek gazetecilerin basın kartı taşımadığı için gazeteci olamayacakları iddia edilmiştir” denildi.
Raporun sonuç bölümünde şu yorum yapıldı:
“Tutuklanan gazetecilerin kamuoyuna 'Helikopterden atılma' olarak yansıyan ve iktidar nezdinde rahatsızlık yaratan işkence vakasıyla ilgili haberleri yapan kişiler olduğu düşünüldüğünde eski bir soruşturma devreye sokularak tutuklanmaları izaha muhtaçtır. Olaya ilişkin kamuoyu kanaatini şekillendiren, muhalefetin, hak savunucuları ve medyanın da sahiplendiği “helikopterden atıldılar” bulgusu, aslında faillerin suçlarını gizleme telaşıyla ortaya attıkları “resmi yalanın” biçim değiştirmesinden ibaret görünmektedir. “Helikopterden atladılar” şeklindeki beyan, kayıtlara “yüksekten düşme” ve bu dolayımla “helikopterden düşme” şeklinde girmiştir. Bir yurttaşın ölümüne bir diğerinin de ağır şekilde yaralanması suçunun failleri olan askerler nezdinde “helikopterden atlamış” olan köylülerin yaşadığı işkence/linç, aileler ve peşi sıra Türkiye kamuoyu nezdinde “helikopterden atıldılar” şeklinde yerleşmiş görünmektedir. Yani faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş, olayın aslını oluşturan kitlesel bir dayak ve linç işkencesi gölgede kalmış demek yanlış olmayacaktır. İşkenceden sağ kurtulabilen Osman ŞİBAN’ın, yere inen helikopterden askerler tarafından arkalarından itilerek beton zemine düşürülmelerini, yaşadığı ağır travmaya da bağlı olarak “Atıldık” diye ifade etmesinin de bu iddianın yaygınlaşmasında rol oynadığını söylemek mümkündür. ŞİBAN’ın anlattıklarına bakıldığında helikopterden atılma olayının, işkence ve kitlesel dayak ile geçen birçok saatin sadece bir detayı olduğu, TURGUT’u öldüren ve ŞİBAN’ı ağır yaralayan olayın esasen ağır işkence ve kitlesel dayak olduğu anlaşılmaktır"