Kaplan, AKP'nin bu yöntemlerle 'köylü kurnazlığı' içinde hareket ettiğini belirtti. Kaplan, 2012'de de cezaevlerinde, tecridin kaldırılması için açlık grevleri başladığını ve Öcalan'ın bir açıklaması ile grevlerin sona erdiğini ve Çözüm Süreci'nin başladığını hatırlattı ancak bugünkü durumun o günkünden farklı olduğunu belirtti.
Öcalan görüşmesi ve açıklamasının YSK kararının açıklandığı güne denk getirilmesini de yorumlayan Kaplan'ın açıklamalarının satırbaşları şöyle:
Enteresan bir gelişmeye tanık olduk bugün. Avukatların 2 Mayıs görüşmesi. O tarihte bir görüşme yapıldığı, MİT kanalıyla gidişlerin olduğu farklı kanallardan kulağıma gelmişti. Bu görüşmeden sonra, ilginç bir tesadüf değil bu, 6 Mayıs'a YSK'nin İstanbul seçimleri kararı vereceği güne, Öcalan ve dört arkadaşıyla beraber hazırladığı kısa bir açıklama, son anda pazartesi günü avukatlara ulaştırıldı. Avukatlara elden verilmesi engellendi görüşme notlarının.
1999-2004 arası İmralı'ya gidip gelen bir avukat olarak benim de tabii ki kafamda birçok soru işareti oluştu.
Birincisi, bir mahkeme kararı sonucu avukat görüşü yapıldığı söylendi. İkincisi açlık grevlerinde kritik aşama aşılmış durumda dört ayı aşkın süredir.
Açlık grevleriyle ilgili, 2012'deki gibi açık bir çağrı yok. O zaman 'açlık grevlerine son verin, bir süreç başlıyor' denilmişti.
Şimdi, "Saygı duyuyorum ancak ölüm düzeyine bu eylem durumunu getirmeyin" şeklindeki bir açıklama tecridin çok sıkı bir şekilde sürdüğünü de gösteriyor. Bu anlam çıkar. Bunun başka bir izahı yok. Bu kelimeler çok özenle seçilmiş kelimelerdir.
Çözüm süreci tekrar başladı, diyalog başladı gibi bir anlam çıkaramadım ben. Belli ki Rojava'da YPG ile bir çatışma sürecine girilmeden, Türkiye'nin de taraf olduğu, rejimle görüşmeler oluyor. Orada bir uyarı dikkati çekiyor: Türkiye ile tırmandırmadan çözüm bulunması.
Bugün Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun bir açıklama yaptı. Dedi ki, "Yeni bir çözüm süreci yok."
Buradan baktığımız zaman siyasette buna köylü kurnazlığı denir. İstanbul seçimlerini AKP niye kaybettiğini çok iyi biliyor. HDP'nin, özellikle Demirtaş'ın çağrılarıyla, aday da göstermeyerek, stratejik olarak yedi-sekiz büyükşehir belediyesini CHP'nin kazanması sağlanmıştır. Bu bir gerçek. Bu gerçeklik karşısında, Kılıçdaroğlu'na bir linç girişimi yapılıyor, efendim 'PKK'li teröristlerle işbirliği yapıyorsunuz, deniyor, o kaşınıyor bir yandan. Yapılacak seçimde tıpkı 7 Haziran seçimlerindeki gibi terör argümanı kullanılmaya çalışılıyor.
Bir yandan da Kürtlere, "Bak biz görüşüyoruz, görüştürüyoruz" deniliyor. Aslında bu açlık grevlerinde analara yapılan hakaretler, saldırılar, gazlar, plastik mermiler bir yanda yaşanırken, bir yandan da Kürt halkına bize seçimlerde oy verin imajı yaratılan köylü kurnazlığı olarak siyasette başvurulan bir yöntem olduğunu düşünüyorum.
Burada çok kritik bir sürece girdik. HDP üzerinden tezgahlanan bu oyunda, HDP'nin demokrasi güçleriyle birlikte tek adam rejimine, faşizme karşı demokrasi mücadelesinde verdiği destek ve strateji son derece tuttu. Bunu nasıl baltalayabiliriz diye iktidar her türlü oyunu tezgahlayacak. Bunu bir taraftan bozmaya çalışacak, 'Kürtler bana oy versin, diyecek bir taraftan da CHP'ye, 'PKK, cemaatle iş birliği yapıyorsun' diye seçim boyu saldıracak ve seçim boyunca dozunu arttıracak, öyle görünüyor.
Bunun karşısında tek bir seçenek var: Demokrasi güçlerinin birliği. Bunun dışında bir yol yok. 6 Mayıs'ta Öcalan'ın avukatları açıklamayı okuyor ve sonra da seçim iptal ediliyor, CHP içinde kelli felli, aklı başında geçinen siyasi sazanlar, hemen Çözüm Süreci başladı, Demirtaş'ı HDP milletvekillerini serbest bırakacaklar, Öcalan ev hapsine alınacak' demeye başladılar. İnsan bu kadar siyasette sazan olur mu, insan ayağına sıkmaz bu kadar. Sana seçimde bu kadar destek olmuşlar, kerhen gelip oy kullanmışlar, en ufak şeyde tırnaklarınızı gösteriyorsunuz. Bu büyük bir yanlıştı. Sanırım dünden bugüne akılları biraz başlarına geldi, sosyal medyadaki saldırganlıkları azaldı.