Kürtlerin(PKK/BDP ekseni) kendi çıkarları, kendi talepleri nedeniyle ‘Türk demokrasisi’ni ve ‘demokratlar’ını bir yana bıraktığı, son dönemde bazı yazarların ısrarla işlediği bir konu.
Diyorlar ki, “Kürtler, kendi geleceklerini Türklerle birlikte kurulacak demokratik bir yapının parçası olmakta görmüyorlar. diktatörlüğü desteklemenin kendi çıkarlarına olacağını düşünüyorlar.”
Geçmişte, çatışma döneminde Kürtler tarafından el üstünde tutulan bu ‘Türk demokratı’ yazarlar, ‘artık yollarımız ayrıldı’ havasında.
Bunun nedenleri üzerinde geçmişte durmuştum. Şimdi daha net konuşabileceğimiz koşullar oluştuğu için daha net şeyler söylemek mümkün. “Kürtler bizi sattı” diye düşünen bu çevrenin bir hayal kırıklığı yaşadığını söyleyebiliriz.
Onlar, AK Parti ile kavgaya tutuştukları anda, Kürtlerin de hükümetle kavgaya tutuşmalarını beklediler. Kavganın tırmanmasını beklerken tersi oldu, ‘çözüm süreci’ başladı ve ‘kavga’ beklentisinin yerini ‘barış’ müzakereleri ve görüşmeler aldı.
2012 yılının sonlarına doğru yazdığım yazılarda, böyle bir sürecin bütün Türkiye’yi, bütün siyasi aktörleri, AK Parti’den PKK’ya kadar sürecin siyasi partnerlerini olumlu yönde değiştireceğini, olgunlaştıracağını belirttim.
Şimdi böyle bir dönemden geçiyoruz. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin yeni seçilen eşbaşkanı, Kürt siyasetinin ağırlıklı isimlerinden Fırat Anlı ile geçenlerde yaptığımız bir konuşma sırasında, 15 aylık çatışmasızlık döneminin önemine dikkat çekmiş, “Bu sayede yalnız Kürtler değil, Batı’daki Türklerin de Kürtlere bakış açısı değişiyor, Kürtlerin hakkına hukukuna saygılı yeni yaklaşım gelişiyor” demişti.
Süreç, gerçekten de herkesi değiştiriyor. “Kürtler bizi sattı” diyenlerin anlamak istemedikleri, Türkiye’nin Kürt meselesinde atacağı her adımın, Türkiye’yi demokratlaştıracağı gerçeğidir.
Çünkü, bu sürecin en temel hedeflerinden birisi, kaçınılmaz olarak Kürt kimliğini tanıyacak olan bir yasal sistem değişikliğidir. Tabii, bu süreç, yalnızca Kürt kimliğine yönelik bir değişiklikle sınırlı olmayacak, bütün değişik kimliklerin (Aleviler, Araplar, Çerkesler. Lazlar, Hıristiyanlar, Yahudiler) varlığını kabullenen, yeni bir yapılanmayı beraberinde getirecektir.
Tabii böyle bir yasal yapılanmanın gerçekleşebilmesi için Türklerin; yani Türkiye’nin Batısının da bir zihniyet devrimi geçirmesi gerekiyor. Öteki’nin hakkını kabullenmek, ciddi bir yasal dönüşüm gerektirdiği gibi, zihniyetlerin de bir dönüşümünü gerektiriyor.
Kürt meselesi bu nedenle zorlu ve sabırlı bir yolculuğu gerektiriyor. Kürtler işte bu ufku görebildikleri için, bu sabrı ve ısrarı sürdürebiliyorlar. Çatışmacı zihniyeti ‘şaşırtıyor’lar. Kürtlerin beklediği şey gerçekleşiyor: Türkler, Kürtlerin hak talebine, geçmişe göre daha ılımlı ve olumlu bakabiliyorlar. Yalnız Kürtlerin değil, diğer farklı kimliklerin de kendilerini ifade etmeleri, haklarını elde edebilmeleri için geçmişe göre daha olumlu bir zemin oluşuyor. Daha olumlu bir kamuyou oluşuyor.
AK Parti tabanı değişiyor, Kürtler değişiyor, Tayyip Erdoğan değişiyor, Abdullah Öcalan değişiyor. Aslında CHP tabanının ve MHP tabanının da meseleye geçmişten daha normal baktıklarını söyleyebiliriz. Bu konuda yapılan ve yapılabilecek kamuoyu yoklamalarında bunu görmek mümkün.
Aslında, BDP heyetlerinin en az ayda bir kere İmralı’da Öcalan’la ve Kandil’de PKK yöneticileriyle yaptıkları görüşmeler, onların meşru muhatap haline gelmelerini sağlıyor, durumlarına meşruiyet kazandırıyor. Düne kadar PKK’lılarla rastlaşmak bile aşırı tepkiye yol açarken, bugün onların liderleriyle görüşmek makul karşılanabiliyor.
Belki bunların hepsinin ötesinde, bu çözüm yolu, bölgenin yeni ve önemli dinamiği Kürtlerle Türklerin bölge çapında yeni işbirliğinin de yolunu açıyor; Türklerin ve Kürtlerin bölgedeki inisiyatiflerini artırıyor.
Çözüm süreci yürümeseydi, çatışma dönemine dönülseydi, şimdi bambaşka bir Türkiye tablosuyla karşı karşıya kalacaktık.
Kim bunu istiyor?
Neden istiyor?
Belki bu konuya yarın devam edebiliriz...