İran, ABD’ye ve İsrail\'e ‘bize karşı gelmeye kalkarsanız caydırıcı güce sahibiz’ mesajını vermek için Pakistan’ı, Erbil\'de Irak’ı ve İdlib\'de Suriye’yi olmak üzere bir gün içinde üç ülkeyi vurdu.
Şarku’l Avsat eski Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’in Irak eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari gerçekleştirdiği ve aşağıda birinci bölümünü yayınlanan röportajda Şerbil’le Zebari arasında şöyle bir diyalog yer alıyor.
Irak\'ın bir kez daha bileşenler krizine doğru sürüklendiğini söylersek yanılmış olur muyuz? Yüksek Federal Mahkeme, Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi\'yi görevden aldı, sizi de seçim yarışından mı dışladı? Şiilerin Sünni ve Kürt unsurlarla ilişkileri sorunlu mu?
Birtakım sorunlar var. Bunu senden saklanmayacağım. Ancak ciddiyetle sürdürülen görüşmeler de söz konusu. Erbil’i, Erbil Havaalanı\'nı, Süleymaniye\'deki çıkarlarımızı ve bazı hayati öneme sahip tesislerimizi kim bombaladı?”
Mossad\'ı bombaladıklarını söylediler...
Bu bir yalan ve (KBY’e yapılmış) bir iftira. Bir iş adamının ailesi ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı eve balistik füzeli saldırı düzenlendi ve olayda bir yaşından küçük bir kız çocuğu öldü. Olayın yaşandığı bölgeyi ziyaret eden Iraklı yetkililer bile bunun korkunç bir yalan olduğunu gördüler. Mossad birçok ülkede var. Gizlice ve kendi yöntemleriyle çalışıyor, oturup plan yapmak için tabelalara, adreslere ihtiyacı yok. Mossad, tıpkı diğer birçok başkentte olduğu gibi Tahran\'ın merkezinde de bulunuyor ve faaliyet gösteriyor.
Bu son derece açık olan asılsız iftirayı iki kez tekrarladılar. Onlara bunun nedenini sorduk ve “Erbil\'de büyük bir konsolosluğunuz var, sizinle iletişim halindeyiz, karşılıklı ziyaretler gerçekleştiriyoruz. Sizinle birlikte Irak hükümetiyle bir güvenlik anlaşmasına tarafız. Bu güvenlik anlaşması, taraflardan birinin bir tehdit olduğunu hissetmesi halinde karşı tarafın derhal bilgilendirilmesi gerektiğini vurguluyor” dedik. Ama onlar bunu yapmadılar.
Bu bir mesajdı. Erbil\'in bombalanması, (İran’ın) hedefleri uzaktan vurabilecek güce sahip olduğunu gösteren bir mesajdı. ABD’ye ve İsrail\'e ‘bize karşı gelmeye kalkarsanız caydırıcı güce sahibiz’ mesajını vermek için Pakistan’ı, Erbil\'de Irak’ı ve İdlib\'de Suriye’yi olmak üzere bir gün içinde üç ülkeyi vurdular.
Erbil\'i hedef alan füzeler İran topraklarından mı fırlatıldı?
Evet. Bunu da kabul ettiler zaten. DMO bunu doğruladı ve saldırının sorumluluğunu üstlendiği resmi bir açıklama yayınladı.
İşte Şarku’l Avsat’ın eski Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ile yaptığı röportajın birinci bölümü:
Irak\'ın geleceği hakkında endişeli misiniz?
Evet. Ciddi anlamda endişeliyim. Çünkü Irak, -ne yazık ki gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen- Saddam Hüseyin rejiminin düşmesi sonrası istikrara kavuşamadığı gibi, komşularıyla ve ülke içinde yıllarca süren savaşlar ve çatışmalardan sonra yeniden ayağa kalkacak siyasi, güvenlik, sosyal güvenlik ve istikrara sahip olamadı. Gerçekten endişeliyim, zira ne yazık ki iyi bir hükümet kuramadık, yani bu ülkede, Raşidin (aklı başında ve doğru yolda olanların ve kemale erenlerin) beldesinde iktidara iyi bir yönetim gelmedi.
Bugün ABD askerlerinin Irak\'tan çıkarılmasına yönelik bir mücadeleye mi tanık oluyoruz?
Bu, bölgesel bir güçle yaşanan bir nüfuz savaşıdır. Gazze\'deki savaşın ve Ortadoğu bölgesindeki diğer krizlerin yansımaları nedeniyle şu an söz konusu bölgesel güç olan İran İslam Cumhuriyeti ve ABD, Irak topraklarında varlık gösteriyor. ABD’nin Irak’taki askeri varlığı meselesi, onların Irak topraklarındaki varlığını sona erdirecek temel mesele haline geldi. Oysa Irak\'ın güvenliğinden ziyade bölgesel güvenlik nedeniyle ABD’nin buradaki askeri varlığına halen ihtiyaç duyuluyor.
ABD Muharip Kuvvetlerinin Irak\'tan Çekilmesi Anlaşması ve Stratejik Çerçeve Anlaşması görüşmeleri sırasında ana müzakerecilerinden biriydim, dolayısıyla bu konuyla ilgili birikimim ve görüşüm var. Irak\'ın güvenliğini sağlaması için halen yardıma ihtiyaç duymasına ve güvenlik güçlerinin sayısının az olmasına rağmen konu siyasileştirildi ve artık siyasi bir mesele haline geldi.
Bana göre geçtiğimiz 10 Şubat günü bir dönüm noktasıydı. Çünkü Irak Temsilciler Meclisi, ABD askerlerinin derhal sınır dışı edilmesi kararının kabul edilmesi yahut onaylanması için çoğunluğun katılımıyla bir oturum düzenlemek istiyordu. Ancak ne Sünni Arap partilerden ne Kürt partilerden ne de Şii partilerden çoğunluk sağlandı. Temsilciler Meclisi’ndeki 230\'u aşkın milletvekilinden yalnızca 75’i oturuma katıldı. Bu yüzden uzlaşı, anlaşma ve yeter sayı sağlanamayarak oturum ertelendi.
Aslında bu konu yasama organını değil, yürütme organını ilgilendiriyor. Yani bu kararı Temsilciler Meclisi’nin değil, hükümetin vermesi gerekiyor. ABD muharip kuvvetlerinin Irak’tan ayrılması ya da Irak’ta kalması, Irak\'ın uluslararası sorumluluklarıyla ve ulusal ekonomisine ilişkin yükümlülükleriyle ilgili bir mesele olduğundan bu konuya tek taraflı bakılamaz. Bölgedeki birçok ülkede sadece ABD’nin değil, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin de üsleri ve askeri varlığı bulunuyor. Ama bu askeri varlık, o ülkelerin hükümetlerinin onayına dayanıyor. Söz konusu hükümetler egemen hükümetler olmalarının yanı sıra ülkelerinde askeri varlığı olan ülkelerle düzenli ilişkilere sahipler. Bizim de Irak olarak bu tür bir ilişki için düzenlememiz var, ancak mesele siyasileştiriliyor.
“Irak’ın ABD’den uzaklaşması zor”
Sizce Irak şu an ABD’den uzaklaşmayı tolere edebilecek bir konumda mı?
Irak’ın ABD’den uzaklaşması çok ama çok zor. ABD’nin Irak ve bölgeyle olan ilişkileri uluslararası, bölgesel ve ekonomik meselelerle bağlantılı olduğundan ABD ile ilişkileri koparmak ve ondan uzaklaşmak mümkün değil. Tüm ülkelerin desteğe ihtiyacı var. ABD, kendisiyle müzakere ettiğimiz Stratejik Çerçeve Anlaşması’nda bize Irak’ın ekonomisini, güvenliğini ve kabiliyetlerini destekleyecek birçok fırsat ve alan sundu. Fakat ne yazık ki Irak’ta birbiri ardına iktidara gelen hükümetler bu fırsatları değerlendiremedi.
Tam 11 yıl boyunca Irak Dışişleri Bakanı olarak görev yaptınız, şu soruya açık bir yanıt vermenizi istiyorum: ABD, Irak\'ta kalıcı askeri üsler kurulmasını istedi mi?
‘(Irak’taki) bu muharip güçlerin geleceği ne olacak?’ tartışması, George W. Bush yönetimi ile Barack Obama yönetimi arasındaki geçiş döneminde de vardı. Görevi yerine getirdik, eski rejimi düşürdük ve yeni bir sistem kurduk düşüncesi hakimdi. Bizler ülkenin toplumsal sözleşmeye, yani anayasaya kavuşmasına yardımcı olduk, o halde bırakalım da sorunlarını kendi aralarında çözsünler diye düşünüyorlardı. Ancak müzakerelerin temelini oluşturduğundan sınırlı da olsa askeri bir varlığı sürdürmeleri gerektiğine de inanıyorlardı. (ABD ile) 2007 yılında müzakerelere başladık ve 2011 yılında Obama yönetiminin devreye girmesiyle (ABD muharip güçlerinin Irak’tan) geri çekilme anlaşmasına ulaştık.
Bununla birlikte ABD ile dostluk, kalkınma ve ekonomik iş birliğine ilişkin Stratejik Çerçeve Anlaşmasını imzaladık. O dönemde Irak\'ta görev yapan ABD’li komutanlarla şu an halen Irak’ta görev yapmaya devam eden ABD’li komutanların büyük bir bölümü arasında hararetli bir tartışma yaşandı. Zamansız bir geri çekilmenin ve bazı güçlerin güvenlik yardımının kesilmesinin, Irak\'taki terör örgütlerinin ya da diğer açgözlü güçlerin ABD’nin çıkarlarını tehdit edeceğine dair korkular ve endişeler söz konusuydu. Ancak (dönemin ABD Başkanı Barack) Obama, askerleri geri çekme kararı aldı ve geri çekilmenin olmaması tavsiyesine uymadı. Ben de kendisiyle bu konuda yaklaşık 45 dakika konuştum.
Peki aranızda nasıl bir diyalog yaşandı?
Kendisi o sıra başkanlık seçimleri kampanyasındaydı. Irak da o dönemde seçimlerde önemli bir meseleydi. Cumhuriyetçilerin başkan adayı John McCain’di. Irak hem Cumhuriyetçilerin hem de Demokratların ilgi odağındaydı. Obama, ABD eyaletlerden birine seçim kampanyası için gittiği sırada beni telefonla aradı. Ona, Irak\'ın tam olarak toparlanmadığına, yani normale dönmediğine inandığımızı söyledim. Halen terör ve güvenlik tehditleri olduğunu, bu yüzden ABD askerlerini tamamen geri çekmek konusunda acele etmemesini önerdiğimizi belirttim. Askeri güçlerimizin eğitimi ve yetenek kazandırılması konusunda ABD’nin yardımına ihtiyacımız olduğunu ifade ettim. Bana, ABD’yi Afganistan ve Irak gibi dışarıdaki savaşlardan kurtarmaya geldiğini söyledi. İçeriye odaklanmak istediklerini kaydetti. O dönem dünya piyasalarında mali kriz vardı.
Yine aynı dönemde Başbakan Nuri el-Maliki, geri çekilmenin gerçekleşeceğini düşündü. Bunun üzerine anayasanın, demokrasinin ve özgürlüklerin ruhundan uzaklaşarak Sünnilere, Kürtlere ve maaşlara yönelerek, aynı zamanda Sünni liderleri hedef alarak daha fazla hegemonya ve kontrol elde etmeye başladı. Bu durum, Sünnilerin büyük bir dışlanmışlık hissine kapılmasına neden oldu. Suriye\'de iç savaş devam ediyordu ve IŞİD, Suriye topraklarında büyümeye başladı, ardından Irak\'a yayıldı.
Hükümet, dış yardıma ihtiyaç duymayacak şekilde yeterli ve eğitimli güçlere sahip olduğunu iddia etti. Ardından IŞİD \'in Musul\'u işgal edip Kerkük ve Selahaddin illerine yöneldiğine, Samarra ve Bağdat kapılarını zorladığı günlerde yeterli ve eğitimli ordunun, bu tümenlerin ve mükemmel Amerikan silahlarının birkaç gün içinde çöktüğüne tanık olduk. Gerçek şu ki ordu Irak çöllerinde eridi.
O sıra Dışişleri Bakanıydım ve bana da görev düşüyordu. Ben bir vitrin görevlisinden ibaret değildim, karar alma yetkisine sahip bir bakandım. Ülkeye ve hükümete yönelik gerçek bir tehdit olduğunu hissettik ve bu tehlikenin yakın ve ani olması nedeniyle ABD ile bilgi alışverişinde bulunarak yardım istedik. O dönemde davetin nasıl yapıldığıyla ilgili soruşturmalar halen devam ederken 2014 yılında geri gelip bize yardım ettiler. IŞİD\'in tehdit ettiği Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Erbil\'e de yardımcı oldular. Samarra tehdit altındaydı.
ABD’liler gelmişti. Ardından terörle mücadele için çok sayıda ülkenin katılımıyla uluslararası bir koalisyon oluşturuldu. Birleşmiş Milletler (BM) kararları ve toplantıları çerçevesinde 60\'tan fazla ülkeye ulaşıldı. Irak’taki askeri varlıkları üzerinde uzlaştığımız anlaşmaya dayanıyordu. Doğal olarak, bu anlaşmanın iptal edilmesi için her iki tarafın da onayının olması, karşı tarafa bir yıldan az olmamak üzere belli bir süre verilmesi ve bilgi alışverişinde bulunulması gerekiyor. ABD’de başkanlık seçimleri yaklaşırken ve bölge alev alev yanarken işlerin nereye varacağını bilmediğimiz bir dönemde kim başkan olursa olsun böyle bir karar almak çok zor. Bana göre Irak, ABD ile ilişkilerini bozamaz.
İran’ın vekil güçler yaratılmasıyla ilgili anlatısı
Sizce Aksa Tufanı Operasyonu sonrası Kızıldeniz, Irak, Suriye ve Lübnan\'da patlak veren birbirine paralel çatışmaların, Arap dünyasından bu ülkelerin, karar almada İran’a bağımlı hale geldiğini ortaya koyduğunu söylemek doğru olur mu?
İran, Yemen\'den Gazze\'ye, Lübnan\'dan Suriye\'ye ve Irak\'a kadar bölgemizde oldukça etkili. İranlılar bunu inkâr etmiyorlar. Zira bir direniş ekseni oluşturmak istediklerini bundan yıllar önce duyurdular. ABD kuvvetleri tarafından 2020 yılında Bağdat Havalimanı yakınlarında hedef alınan İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ile bir görüşme gerçekleştirdim. Görüşmede eski İran Şura Meclisi Başkanı ve 2007-2008 yıllarında İmam Hamaney ve eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti\'nin danışmanlığını yapan Ali Laricani de hazır bulunuyordu.
Cumhurbaşkanı ve Başbakanla birlikte Tahran\'da bazı ziyaretler gerçekleştirdik ve İranlı yetkililerle istişarede bulunduk. İranlıların isteklerinden biri, Kürtlerin ve Şiilerin diktatörlükten kurtulmasıydı. Bunun yanında küresel kibre ve ABD’lilere güvenmememizi ve direniş ekseninin bir parçası olmamızı istiyorlardı.
Bunları söyleyen kimdi?
Bunları bizzat benimle görüşen, isimlerini andığım üç yetkili söyledi. Ben de onlara ‘direniş eksenine, yeni çatışmalara, başka savaşlara girmemize gerek olmadığı’ yanıtını verdim. Savaşlardan ve maceralardan yorulduğumuzu, ülkemizi yeniden inşa etme fırsatımız olduğunu ve kendilerinden bu alanda bize yardımcı olmalarını istediğimizi söyledim. Bizi özgürleştirenlere karşı direniş eksenine katılmamızı istemelerinin mantıklı olmadığını ve kimsenin böyle bir şeyi kabul etmeyeceğini düşündüğümü belirttim.
Ancak bu fırsat, IŞİD\'in yayılmasından sonra geldi. İmam Sistani\'nin Irak\'ı IŞİD’e karşı savunma çağrısı, Haşdi Şabi Güçlerinin kurulmasının önünü açtı. Gönüllü olanların birçoğu doğal olarak ciddi ve samimiydi. Fakat (İranlılar) duruma müdahale ederek kendilerine bağlı milis güçler oluşturdular ve bu dini ve hükmi kisveden yararlandılar. Şu an Haşdi Şabi Güçleri, orduya paralel, hatta belki de silah ve kabiliyet bakımından daha güçlü bir askeri yapı haline geldi.
Direniş ekseninin hikâyesini onlarla uzun uzadıya görüştük. Bize ilk önce İran İslam Cumhuriyeti rejiminin küresel kibir ve küresel Siyonizm tarafından tehdit edildiğini, bu yüzden rejimimizi koruyarak, rakiplerimiz ve düşmanlarımızla mücadele etmemiz ve bunun için de düzensiz güç oluşturmamız gerektiğini anlattılar. Kasım Süleymani, önerilerinden birinde, teknolojimiz ve kabiliyetlerimizle büyük ülkelerle konvansiyonel savaşlara giremeyebileceğimizi, ancak konvansiyonel olmayan savaşlar için eğittiğimiz ve hazırladığımız yerel güçlerle onları yenebileceğimizi söyledi. İşte bölgede olan da bu.
Bölgede hem İran’ın varlığı söz konusu hem de ona bağlı ya da yakın olan söz konusu güçler etkililer. Bu güçlerin çoğu İran’ın dışında kuruldular. Dolayısıyla bu durumla nasıl başa çıkılacağı konusunda farklı görüşler var. Bazıları, söz konusu milisleri bırakıp bu işin başıyla yüzleşilmesi gerektiğini söylüyorlar. İsrailliler de bunu öneriyor. Bazıları ise bize zarar veren ve kendi ülkelerinin hükümetlerine saldıran bu yerel milis grupların önünün kesilmesi gerektiğini söylüyor. Bu konu halen tartışılıyor.
ABD’de 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kuleleri hedef alan saldırıların, uluslararası politikayı değiştirdiğini düşünüyorum. Aynı şekilde geçtiğimiz 7 Ekim\'deki Aksa Tufanı Operasyonu’nun da Ortadoğu\'da oyunun ve siyasetin kurallarını değiştirebileceğine inanıyorum. Çünkü yaşananlar daha önce yaşanan olaylardan ve çatışmalardan tamamen farklıydı. Dolayısıyla bu savaşın büyüyüp genişleyeceğini, sadece Gazze ya da Batı Şeria ile sınırlı kalmayacağını bekliyordum. Aslında Kızıldeniz ve Bab’ul Mendeb\'den Gazze\'ye, Güney Lübnan’dan Golan Tepeleri’ne, (Irak’ın Suriye sınırındaki) el-Kaim şehrine ve Suriye\'nin kuzeydoğusuna kadar bu oluyor ve tüm bu bölgelerde yaşananlar, neredeyse aynı çerçeveye yerleştirilebilir.