Hüseyin Kaytan: Kürdistan Peşmergeleri IŞİD’in Şahdamarını Kesti

Geçtiğimiz her yerde bir anısı var Talal’ın. “Şurada aylar önce IŞİD saldırısına uğradım” diye anlatıyor. “Bir Hummer zırhlısı içinde yalnızdım. Akşam 11’de başladılar, sabah 3’e kadar direndim. Bir saat tek başıma çatıştım baskıncılarla. Sonra doçkacım ve şoförüm sürünerek ulaştı. Birlikte sabahı ettik. Arkadaşlar ancak sabahleyin yetişti.
24.01.2015, Cts - 06:47
Hüseyin Kaytan: Kürdistan Peşmergeleri IŞİD’in Şahdamarını Kesti
Haberi Paylaş
22-23 Ocak 2015 gecesi boyunca, Batıdan çevirdiği halde, henüz peşmergenin girmediği ve IŞİD’in Güney yönünden destek alabildiği Wanke köyünde, yoğun karşı saldırı çabaları olduğu düşman telsizlerindeki konuşmalardan anlaşılıyordu. Ancak aynı zamanda, IŞİD üyelerinin umutsuzluğa düştüğü, özellikle intihar elemanı bulmakta zorlandıkları anlaşılıyordu. Gece boyunca Wanke ve daha Doğudaki hatlarda müttefik uçakları sürekli uçtu ve birkaç kritik saldırı gerçekleştirdi. Bir intihar aracına uçaktan yapılan vuruş ve patlama o kadar şiddetliydi ki, on kilometrelik bir dairede deprem gibi hissedildi.

Yine gelmekten vazgeçmemiş olan bu sabah, 23 Ocak sabahı soğuk bir güneş yükselirken Doğudan, Kürdi bir sessizlik gibi akan Dicle’nin Doğusundan Musul yönüne doğru ilerledik. Aracımızı bugün Telal adlı, otuz yaşlarında ama çok daha genç gösteren bir peşmerge tim komutanı kullanıyordu. Telal, 2003’teki savaşta Amerikan askerleriyle birlikte Saddam ordusuna karşı savaşmış, savaşçılığın ve savaşa ilişkin teknik maharetlerin her alanında uzmanlaşmış bir genç. Savaşın olmadığı zamanlarda kurala kaideye gelmez bir peşmerge, ama savaşta tam bir saldırı kurdu. Çok kez yaralanmış, -göğsünden, karnından, omuzundan. “En kötüsü, zırhlı aracın kapısı ezdi dizimi, beni zorlayan sadece bu oldu…” Kafasındaki küçük şarapnel parçalarını yaralanmadan saymıyor Talal. “Doktora gitmeye utandım”, diyor, “kafan kanıyor diye doktora mı gidilir?”

Geçtiğimiz her yerde bir anısı var Talal’ın. “Şurada aylar önce IŞİD saldırısına uğradım” diye anlatıyor. “Bir Hummer zırhlısı içinde yalnızdım. Akşam 11’de başladılar, sabah 3’e kadar direndim. Bir saat tek başıma çatıştım baskıncılarla. Sonra doçkacım ve şoförüm sürünerek ulaştı. Birlikte sabahı ettik. Arkadaşlar ancak sabahleyin yetişti. Neredeydiniz dedim bu saate kadar?” Ekliyor: “Savaşmayan, savaşamayan adama burda saygı duymam, itibar etmem. Onun yeri eteklerin dibidir, savaş alanı değil…”

Yeni ele geçirilmiş Kerec Köyü’nde üslenen ve birkaç kilometre ilerdeki mevzileri nöbetleşe tutan peşmerge birliğine ulaştığımızda, saat 9 sularıydı. Daha Doğuda, General Mensur’un komutasındaki Doğu Dicle güçleri çatışma halindeydi, bunu izleyebiliyorduk. Yüzümüz Musul’u arkasında saklayan tepelere bakarken, sağımızda Dicle’nin bu yakasında gördüğümüz son köy, henüz IŞİD’in elindeydi. Doğu Dicle kuvvetleri ilerleme hatlarını bu köyün daha güneyine taşıdıklarında, köy doğal olarak ya teslim olacak, ya da boşalacak diye planlanıyordu. Böylece, Dicle’nin Batısındaki ilerleyiş ile fiziki bir temas sağlanacak ve alan tamamen peşmerge hakimiyetine girecekti. Zaten ilginç bulduğum diğer bir nokta, peşmerge bu katil sürülerini öldürmek için hiç de acele etmiyor gibi görünüyordu. Önünü kesiyor, yandan çeviriyor, bekliyor, oyun oynuyor, açık alan bırakıyor kaçma güdülerini kışkırtmak için, ama asla acele etmiyordu. O sadece ilerlemeyi amaçlıyor, öyle ki çoğu zaman IŞİD hatlarının gerisine sarkıyor, orada alan tutuyor ve geri dönerek, içerisinde kalmış olan umutsuz katilleri yavaş yavaş avlıyor.

Kerec köyünün tepesindeki bir evin avlusunda ateş yakmış peşmergeler, çay ikram etiler. Sohbet arasında Kuzeyli aksanıyla bir peşmerge dikkatimi çekince sordum. “Ben tüccarım”, dedi, “Adım Beşir, Cizreliyim. Burada peşmerge olarak savaşmaya geldim.” İriyarı, atletik, zeki ve politik bir adam Beşir. “Neden, hangi amaçla savaşıyorsun? Bağımsızlık için ne düşünüyorsun?” sorularıma son derece dolaylı ve “politik” cevaplar veriyor. Topu KDP ve PKK’ye atıyor, “onlara sor” diyor. Örtmeye çalıştığı duygularını anlamaya çalışıyorum. Kürt kapitalistleri cepheye gelmeye başladıysa, bu iş bitmiştir, diye düşünüyorum bir süre. Ulus olmanın, ulusal servet yaratmanın, ve servete savaşla sahip çıkmanın işaretleri bunlar.

Doğu cephesinde şiddetli çatışma ve peşmerge ilerleyişi sürerken, biz geriye dönüyoruz ve Musul barajı üzerinden geçerek, Zumar yolunda bir süre ilerledikten sonra, Eski Musul yönüne dönüyoruz. Tepelik alanın bitip ovanın başladığı son peşmerge hatlarına ulaşmaya bir kilometre kala, Batıdaki tepelere tırmanıyor araçlarımız. Onbeş dakika sonra, bu cephede sahip olduğumuz hepi topu iki adet tankımızın, Güneye bakan yamaçta namlularını Keska kasabasına doğrultmuş, arada bir topçu atışı yaptıklarını gördük. Elimizdeki bütün tanklar gibi, bunlar da Sovyetlerin Saddam’a verdiği ve 2003’te peşmergenin eline geçen tanklardı. Fiziki etkileri olsa da, asıl etkileri psikolojikti. Karşıda, yakın planda, çift şeritli Musul-Telafer karayolunun üstünde Şindoqa köyü vardı. Onun batısında petrol ürünü depoları ve daha Batıda, dev bir buğday silosu görünüyordu. Silonun bulunduğu alanın adı Timarat. Bu hattın kuzeyindeki bütün son köyler bu sabah peşmergenin denetimine girmişti. Ancak biz vardığımızda, bugünkü son hedef olan Şındoqa köyüne, iki yandan peşmerge kolları yeni yeni yaklaşıyordu. Yamaçta, ana kolu koordine eden generaller Behçet ve İskender vardı, tanklara ve ihtiyat sağlama işine ise general Azad komuta ediyordu.

General Aziz güvenlik birimiyle tepenin alt yamacında bulunan Siqur köyüne doğru inerken, o noktada bulunan ve aşağıdaki ilerlemeyi koordine eden General Behçet’i izledim. Bir yandan telsizleri dinliyor, bir yandan ön hatlardaki savaşçılarla telefonla konuşuyor, bir yandan araziyi gözlüyor, düşman hareketlerini yakın peşmergelere bildiriyordu. Sakin, mantıklı, hataya yol açacak duygusallığa yer vermeyen, hiç bir abartıya kapılmayan, bütün duygularını peşmergenin zafer kazanması ve yaşaması doğrultusunda kilitleyen bu alçakgönüllü adamın tarzı, bir kuyumcunun tarzıydı. O zaferi işliyor, diye düşündüm, bu kadar özenli olması çok doğal.

Bir sigara içimi kadar onun yanından kaldıktan sonra, koşarak General Weysi ve ekibine ulaştım. Tepenin en alt yamacında bulunan Siqor köyüne indiğimizde, Arap yerliler tümüne beyaz bayrak çektikleri evlerinin önüne çıkmış, generali selamlıyorlardı. “Helleee, helle hele… Helleee, helle hele…” Hep bir ağızdan ve elleriyle karşılarındakini yücelttiklerini gösteren o kendilerine özgü reveranslarını yaparak. Nerdeyse tümü, görüntüyü biraz daha insanileştirmek için küçük kız çocuklarının elinden tutarak çıkıyordu karşımıza. Saat öğlenin 2’si olduğu halde, henüz koyun ve keçilerini ağıllarından çıkarmamışlardı. Köylülerin çay, yemek ve hatta su tekliflerini bile nazikçe reddediyordu peşmergeler. Ama Arap çocukları, peşmergeden öpücük karşılığında bisküvi ya da çikolata almak için sık sık sıraya giriyorlardı.

Yamaçtaki tanklar, uzak plandaki Keske’den ulaşmaya çalışan IŞİD araçlarını ateş altına alırken, yakın plandaki Şındoqa’ya iki koldan giren peşmergeler, IŞİD savunmasını kırarak köyün içinde buluşmuşlardı. Bu arada, köye Güneyden gelen karayolundan, patlayıcı yüklü bir tanker hızla yaklaştı. Bir anda sağdan ve soldan hızla hareketlenen peşmerge zırhlıları, aracı zamanında karşılayıp, henüz etkili olamayacağı bir uzaklıktayken havaya uçurdular. Aynı anda peşmerge telsizlerinden gelen anonslar değişmişti: “Biz bu işi iyi öğrendik”, diyorlardı, “biz yenmeye alıştık artık, vazgeçemeyiz”. Tek bir peşmergenin burnu kanamadan Şindoqa peşmergenin eline geçmişti.

Keyiflenen General Aziz, sevinçli veya çok üzgün olduğu her zaman yaptığı gibi, yamaç boyunca Batıya doğru araziye nerdeyse koşar adım bir yürüyüşe çıktı. Yarım saat kadar ilerlediğimizde, tepelerin Batı tarafındaki ovada, onlarca sürü ve binlerce koyunun yayıldığını gördük. “Zenginiz artık, ne kadar çok koyunumuz var” diye espri yapıyordu bir peşmerge. Şindoqa köyünün peşmergenin eline geçtiğini ve çatışmanın bugünlük burda bittiğini, kurnaz Arap köylüleri bizden önce anlamış ve hayvanlarını araziye çıkarmışlardı.

Güneş Batı ufkuna iyice yaklaştığında, pratik savaşın koordinesi, Şindoqa köyünün ortasında, daha önce IŞİD’in karargah olarak kullandığı büyük binanın çatısında bir araya geldi. Tepeden inen iş makinaları, Telafer-Musul ana karayolunu ve Şindoqa köyünden güneye uzanan tali karayolunu kapatmakla uğraşıyordu. Köyün çevresinde peşmerge zırhlıları yerleşmiş, savunma mevzilerinin inşası tamamlanmıştı. Geriden gelen güçler, saldırı güçleriyle yer değiştiriyordu.

Bu arada, bir peşmerge tim komutanının göğsündeki telsizden Türkmence konuşan IŞİD katillerinin tartışmalarına kulak misafiri oldum. “İki gönüllü göndermiştin intihar saldırısı için, son anda kaçtı köpekler”, diyordu biri. Diğeri, “üzülme, yenilerini göndeririz” deyince, beriki küstüğünü ima ediyordu: “Lazım değil, lazım değil artık…” Umutsuzluğunu saklama gereği duymuyorlardı.

Sözün kısası şu: Peşmerge Kürdistan’da ve Irak’ta, IŞİD’in şahdamarını kesti. IŞİD, en azından Güney Kürdistan’da ve Irak’ta, yavaş yavaş ölme sürecine girdi. Onun kanı ağır ağır bedeninden çekiliyor.

İleri harekatlarında ne kadar hızlı olursa olsun, peşmergenin öldürmek için acelesi yok.

Nerina Azad
Bu haber toplam: 13069 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:00:27:14