PDK’nin Irak cumhurbaşkanı adayı Irak eski dışişleri ve maliye bakanı Hoşyar Zebari Irak Federal Mahkemesinin hakkında aldığı karar hakkında Şarkul Avsast'ta bir makale kaleme aldı.
Hatırlanacasğı gibi ırak federal Mahkemesi 6 Şubat’ta Zebari’nin adaylığını reddetmişti.
Zebari hakkında alınan kararı şu ifadelerle değerlendirdi:
“Temsilciler Meclisi'nin bir keresinde bizden güvenoyunu çektiğini herkes biliyor ve bu kesinlikle siyasi bir karardı. Siyasi olduğunun delili, kararı alan tarafın tam anlamıyla siyasi bir taraf olması ve aldığı kararların hiçbir dokunulmazlığının olmamasıdır.
Siyasi olduğunun bir diğer delili, Dürüstlük Komisyonu'nun, Temsilciler Meclisi'nin hakkımızdaki tüm ithamlardan bizi beraat ettirmiş olmasıdır.
Bir dönem üstlendiğimiz Dışişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı ile bağımsız ve tarafsız bir kurum olarak Adalet Bakanlığı da görevimiz süresince herhangi bir görevimizi ihmal ettiğimiz kanıtlanmadığı için hakkımızda herhangi bir şikayette bulunmama kararı aldılar.
Okurun zamanını almamak için, bize isnat edilen suçlardan bizi beraat ettiren kararlara sayıları ve tarihleriyle birlikte burada yer vermiyoruz, ama hepsi zaten bu kurumlar ile adil olmasını umduğumuz Federal Yüksek Mahkeme tarafından biliniyor.
Yüksek Mahkeme'nin kararında, Dürüstlük Komisyonu'nun aldığı karara, üstlendiğimiz hiçbir bakanlığın, dahası bağımsız soruşturmaya dahil olan diğer tarafsız tarafların dahi hakkımızda şikayet talebinde bulunmadığı gerçeğine dayanacağını umuyorduk.
Gelgelim Yüksek Mahkeme'nin Irak cumhurbaşkanlığı makamına aday olmamızın anayasaya aykırı olduğuna dair şaşırtıcı kararını aldığı kasvetli gün, en ilginç ve tuhaf gerekçelere dayanan bir karara sahne oldu.
Federal Yüksek Mahkeme, bizi cumhurbaşkanlığı yarışına katılmaktan mahrum etmek için Temsilciler Meclisi'nin güvenoyunu çekme kararını gerekçe gösterdi.
Karar açıklandığında yalnızca sırlara vakıf olanların ve perde arkasındakileri bilenlerin cevabını bilebileceği onlarca soru önümüze serildi.
Federal yargı, güvenoyunu çekme kararı doğru olsa bile, anayasaya göre bakanın istifa etmiş sayılması dışında bir sonucu olmayacağını bilmiyor mu?
Federal yargı, kararları hiçbir şekilde nihai karar niteliği taşımayan ve bunu temsil etmeyen başka bir merciin kararları yerine Anayasa hükümlerine göre karar vermekle yükümlü değil mi?
Mahkeme, Temsilciler Meclisi'ndeki bazı siyasileşmiş politikacıların bize yönelttikleri tüm suçlamalardan, soruşturmaların ve yargının bizi akladığını bilmiyor mu?
Bazı yargıçların adalet ve tarafsızlıktan uzak oldukları gibi bu suçlardan uzak olduğumuza hükmettiğini bilmiyor mu?
Yargının ve soruşturmaların yanlış olduğunu kanıtladığı Meclis kararı gerekçelerden biri gösterilerek, bir vatandaşı siyaset ve yönetim işlerine adil katılım hakkından ve özgürlüğünden mahrum etmek uygun mudur?
Mahkeme kararında, söz konusu meclis kararı, anayasada yer almamasına ve böyle bir adaletsizliğe dayanak oluşturabilecek nihai bir karar olmamasına rağmen, itibarımıza ve ahlakımıza zarar verdiği ifadesine gerçekten yer verdi mi?
Bu ve benzeri sorular aklımızda dolaşıp durdu, bizi ve anayasal konularda uzman ve araştırmacı kişileri üzüntüyle sanığın adil bir yargılama sonucunda suçu ispat edilene kadar masum olduğunu iddia eden anayasa metninin kaderini sorgulamaya sevk etti. Kaldı ki bu sanık kendisine yöneltilen suçlardan beraat etti. Bu durumda haklarının tümünden ve eksiksiz bir şekilde yararlanması hakkı değil midir?
Taraflı olduğu, siyasi iftira amacıyla gücün, yetkinin kötü ve gelişigüzel kullanımı esasına dayandığı kanıtlanan güvenoyunu çekme kararı için Temsilciler Meclisi'ne dava açmayı düşündüğümüzü okurlardan gizlemek istemiyoruz.
Ama bundan önce Federal Yüksek Mahkeme'nin, masumiyeti kanıtlanmış olsa da vatandaşın suçlu olduğunu, yargı ve soruşturmaların doğru olmadığını kanıtladığı siyasileşmiş kararların, bir vatandaşı siyasi haklarından mahrum etmek için yettiğini gösteren bu tarihi kararı ile karşıya kaldık.
İç düzeyde propaganda, uluslararası düzeyde gösteriş için var olduğu kanaatine vardığımız süslü hükümleriyle anayasayı geçersiz kılmak için bir gerekçe oluşturabileceğini gösteren bu tarihi kararla yüzleştik.
Bahsi geçen hak ve özgürlükler aslında, mahkemelerin sınırlarını diledikleri gibi yorumladıkları yıkılmış ve içi boş hak ve özgürlüklerdir. Bu karar belki de mazlum ve mağdurların onlar adına adaleti sağlaması için doğal yargıçlarına güvenebilecekleri umuduna bir vedadır.
Bu, yargının siyasetin dizginlerini ele geçirip büyüklerin istediği yöne çektiği demeyelim de yargının siyasetin potasında sıkışıp kaldığı bir dönemdir.”