Kürtlerin ve bölgede yaşayan halkların ve inançların zor bir süreçle karşı karşıya kalacakları öngörülüyordu. IŞİD kendini ilan ederken çok kuralsız bir savaşa girişeceğini belli etmişti.
IŞİD’in ortaya çıkışının temelinde Şam yönetimine karşı savaşmak olsa da 5 yıl boyunca savaşının büyük çoğunluğunu Kürtlere ve Kürtlerin yaşadığı topraklarda yürüttü.
Musul’dan başlayan ve Akdeniz’e kadar uzanacak bir alanda Irak, Şam İslam Devleti hilafetini amaçlayan örgüt, önündeki en büyük engellerden biri olarak gördüğü Kürt milis güçlerine karşı büyük bir savaş başlattı. Savaş sadece askeri olarak başlatılmadı, Ezidi, Hristiyan ve toprak savunması yapan müslüman Kürtler de IŞİD’in katliamlarında büyük bedel ödediler.
Kobane’de IŞİD’in yenilgisinden sonra,Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile Türkiye arasında sınırlı olan iletişim tamamen koptu ve Türkiye, Kürt unsurlarını tehdit etmeye başlayarak Kürt güçlerini “terör” örgütü ilan etti. Uluslararası platformlarda buna yönelik diplomatik faaliyet yürüttü.
Türkiye ile Rojava sınır hattında da gerginlik gittikçe büyüdü ve bu gerginlik tırmanmaya devam ediyor.
IŞİD’in Kürt güçlerine karşı büyük hayallerle başlattığı Kobane savaşı, Irak Şam “İslam Devleti” temelleri için hem başlangıç hem de son oldu. Kobane savaşı sonrasında, IŞİD’in toprak hakimiyeti, üst üste aldığı yenilgilerin ardından hilafetin başkenti ilan ettiği Irak’ın Rakka vilayetini kaybetmesiyle son buldu.
En son sığındıkları Deyrezzor’da binlerce militanını kaybetti. Geriye kalan binlerce militan ve yerleşik yaşama geçen aileleri ve çocukları uluslararası koalisyon destekli Suriye Demokratik Güçleri'ne (DSG) teslim oldu. Bu, Irak Şam İslam Devleti’nin toprak hakimiyetinin tamamen bittiğinin ve çöküşünün fotoğrafıydı…
IŞİD sonrasında Rojava Özerk Yönetimi, dünyanın her yerinden çağırdığı gazeteci, akademisyen, hukukçu ve önemli şahsiyetlerle “IŞİD’lilerin uluslararası bir mahkemede yargılanma” koşulları üzerine geniş katılımlı bir çalıştay düzenledi.
Rojava’da, Rojava Stratejik Ararştırmalar Merkezi (NRLS) tarafından “IŞİD” konulu foruma katılan deneyimli gazeteci Mutlu Çiviroğlu ile forumun amacı, uluslararası platformda olası karşılığı, esir IŞİD’li ailelerin durumu ve şu an bulundukları koşullar, Türkiye’nin Kürt bölgesine yönelik tehditleri, tarafların ne düşündükleri, ABD tarafında DSG ile Ankara arasında yapıldığı iddia edilen ara buluculuğu İznews'e değerlendirdi.
Mutlu Çiviroğlu ile röportaj yapan İhsan Kaçar'ın değerlendirmelerinden ilgili bölümler şu şekilde:
IŞİD’in yenilgisinden sonra, sizin de katıldığınız uluslararası düzeyde bir konferans düzenlendi. Konferansın temel amacı ve tartışılan konular neydi?
Konferans, IŞİD`in coğrafi olarak yenilmesinden sonra, yapılması gerekenleri tartışmak üzere yapıldı. DSG'nin elinde bulunan IŞİD`li militanların, kadınların ve çocuklarının, başlıca Al-Hol Kampı’nda bulunan insanların durumunun tartışılmasına yönelik bir konferanstı. Bu insanların dünya ve özellikle bölge için yarattığı riskler ve sorunlar var. Çünkü bu insanların sayısı Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de çok fazla ve bu bir güvenlik sorunu oluşturuyor. Bundan bir süre önce militanların cezaevinden kaçma girişimleri oldu. Al-Hol Kampı’nda 14 yaşında bir kız çocuğunu öldürmeleri, bir asayiş görevlisini bıçaklamaları ve bundan birkaç gün önce Endonezyalı hamile bir kadını anlaşılmayan bir nedenden öldürmeleri gibi birçok olay yaşandı. Bu tür durumlara dikkat çekmek, ülkelerin kendi vatandaşlarını almaları ve en önemlisi eğer bu ülkeler vatandaşlarını kabul etmiyorlarsa, uluslararası bir mahkeme kurulması ve bunların nasıl yargılanabileceğine dair hukuki alışveriş tartışıldı konferansta.
Katılımcılar arasında devletleri temsilen resmi yetkililer var mıydı?
Bu konferans, devletler arası bir düzeyde olmadığı için, yönetimleri temsil eden kimse yoktu. Daha çok kendi ülkelerinden gazeteci, doktor, akedemisyen, toplumlarında ağırlıkları olan insanlarla tartıştık. IŞİD sonrası sahada var olan sorunun yerel yetkililer tarafından dile getirilmesi; askeri, ekonomik, toplumsal olarak tartışıldı. Konforansta bulunan katılımcılar da bunu kendi ülkelerine aktarıyorlar. Bilgi alışverişi yapıldı. Amerika, Fransa, Güney Afrika, Mısır, Almanya, Arap Birlikleri`nden ve daha birçok ülkeden gelen katılımcılar vardı. Katılımcılar sahayı bizzat gözleme imkanı da buldular.
Konferansın sonuçları ne tür bir yansıma yaratabilir. AB ve ABD nezdinde karşılığını bulabilir mi?
3 gün süren uluslararası bir konferansın, Rojava gibi bir yerde, savaşın yerle bir ettiği Suriye gibi bir ülkede hiç aksamadan güvenli bir şekilde sürmesi dikkat çeken bir nokta. Hem uluslararası hem de toplumsal sorunun tartışılması mutlaka etkili olacaktır ki bu kısmen başarılı oldu diyebiliriz. Birçok uluslararası medya kuruluşu bu sorunları dile getirdi.
Yabancı ülkelerin vatandaşı olan esir IŞİD üyeleri ve aileleriyle ilgili uluslararası mahkeme düşünülüyor, bununla ilgili girişimler var mı? Orada bulunan koalisyon güçlerinin bu konudaki düşünceleri nelerdir? Mahkeme kurulacaksa belirli bir tarih üzerinde duruluyor mu? Eğer planlanıyorsa uluslararası mahkemeyi nerede kurmayı düşünüyorlar?
Gözlemlerine göre uluslararası güçlerin biraz isteksiz davrandığını ve Kürtler’de ’kendi sorunlarına çözüm bulmaya çalışıldığını dile getiren Mutlu Çiviroğlu, “Çok fazla IŞİD’li ve aileleri var ortada ve bu durum Rojava Kürtleri’ni hem ekonomik hem de toplumsal olarak çok büyük bir baskı altına almış durumda. Daha önce de belirttiğim gibi, kamplar ve cezaevleri çok büyük sorunlara sebep oluyor. Bu insanların cezaevlerinden, kamplardan kaçma ihtimalleri yüksek. Al-Hol Kampı’nı ziyaret ettiğim zaman 4 kişilik bir güvenlik ekibi bana eşlik etti. Çünkü güvenliğimizden endişe ediyorlardı. Hâlâ radikal olan büyük bir kesim var kampta. Elbette herkes için aynı yargıya varmak doğru olmaz, pişman olanlar da var. Ama geneli itibari ile o kampın yarattığı tehlikeler mevcut. Uluslararası mahkeme fikri yeni ortaya çıktı. Rojava yönetimi; Fransa, Güney Afrika, Hollanda gibi ülkelerden hukuk uzmanları ile düzenlenen özel bir oturumda, uluslararası hukuktan herhangi bir onay gelmeden mahkumları kendilerinin de yargılayabileceğini dile getirildi. Bu benim için çok dikkat çekici bir noktaydı. Hem hukuksal hem de askeri olarak böyle bir şeyin uygulanabileceği bizzat dışarıdan gelen uzmanlar tarafından dile getirildi. Önümüzdeki süreçte bu konu biraz daha dile getirilecek. Tabi ki coğrafi olarak dışarıdan gelebilecek engelleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor.”
Uluslararası mahkeme kurulursa, Özerk Yönetim’in Anayası’na göre mi IŞİD’lileri yargılayacak, yoksa IŞİD’lilerin yargılaması için yeniden özel bir anayasa çalışması mı devreye girecek?
Uluslararası mahkemenin kurulması kolay bir durum olmadığı ifade eden Çiviroğlu, “Bunu uluslararası koalisyonun desteklemesi gerekiyor. Çünkü daha öncesinde yapılan mahkemeler bu minvalde yapıldı. Uluslararası hukuka göre, birçok ülkeden yargılanması gereken insanlar var, o yüzden bu iş çok boyutlu; savaş ve soykırım suçları ile yargılanacaklar. “
IŞİDlilerin bulunduğu en büyül kamp olan Al Hol kampına gittiniz. Kamp ne durumda? IŞİD’lilerin örgütleme faaliyetleri var mı?
Kampta yaklaşık 70 binden fazla insanın kaldığını söyleyen Çiviroğlu, “Çoğunluğu Iraklı ve Suriyeli mülteciler. Baghuz operasyonundan sonra birçok IŞİD’li aile getirildi. Bu da kampın demografik yapısını kısmen değiştirdi denebilir. IŞİD`li kadınların kendi içlerinde örgütlü bir yapıya gitmesi, iç hiyerarşi denilebilecek yapıya sahip olmaları, kendi aralarında oluşturdukları polis düzeninin röportaj esnasında yanımıza gelip konuşan kişiyi dinlemesi kampı kontrol altında tutmaya çalıştıklarının bir belirtisi. Bizim büyük bir güvenlikle önlemiyle kampa gitmemiz, kampın ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor. Buna rağmen çevreden gelen küfürlere ve olumsuz bakışlara maruz kaldık. Yine bundan birkaç gün önce kampta IŞİD bayrağı dalgalandırarak örgüte halen bağlı olduklarının mesajı verdiler. IŞİD düşüncesinin hâlâ devam ettiğini görebiliyoruz. Bu düşüncenin kamp içinde kendilerine uymayanları öldürmeye kadar gittiğini biliyoruz. Kampta ve Baghuz’da dikkatimi çeken diğer bir önemli nokta ise kadınların, erkeklere oranla hilafet düşüncesine çok daha bağlı ve çok daha radikal olabildiği bir durum mevcut…
Koridor meselesini üç başlık altında tek soru gibi sorayım.
a) Özerk yönetim ne düşünüyor, koalisyon güçleri ile yapılan ortaklaşmada neler konuşulmuş, hem fikir oldukları bir konu var mı?
b) Uluslararası koalisyondan yetkililer ile koridor meselesini konuşabildiniz mi? Askeri açıdan ne düşünüyorlar?
c) Ayrıca Türkiye’nin 30 km içerde olacak şekilde bir talebi var. Bu talebe ilişkin orada bulunan Uluslararası koalisyon ne düşünüyor?
Güvenlik ve tampon bölge konusunda Türkiye ve ABD’nin birbirine uzak durduğu, Kürtler ile Amerika’nın hemfikir olduğu söylenebilir. Bu da YPG`nin sınırın 5 kilometre ötesinde bulunmasını kapsamakta. Tampon bölge de Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin, Ezidilerin ve orada bulunan halkın kendisini dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı koruması anlamına geliyor. Son dönemde Türkiye’den gelen açıklamalar da bu kaygıları arttırmış durumda. Tarafların tampon bölgeye bakış açısı çok farklı, bu yüzden nasıl bir çözüm bulunacağı daha belirsiz. Özellikle Afrin’de meydana gelen cinayet, işkence, tecavüz, rehin alma, talan etme gibi birçok olayın raporlara yansıması, diğer bölgelerde yaşayan insanları da tedirgin etmiş durumda. Bu sebeple Kürtler tampon bölgenin kurulması ve güvenliğin sağlanması konusunda ısrarcı.
Koridor meselesi ve Türkiyenin tehditleri ile ilgili Jeffrey’in DSG ile Türkiye arasında arabuluculuk yaptığı iddiaları doğru mu? Arabuluculuk yapıldıysa “Türkiye neler söylemiş, hangi şartları öne sürmüş, DSG’nin buna yönelik cevabı neler olmuş?.” Arabuluculuk varsa ne durumda seyrediyor. Türkiye bir dönemde Özerk Yönetimi tehdit etmiyordu ve S-400’lerin alımından sonra Türkiye tekradan Menbiç ve Kuzey Suriye’ye yönelik tehdit dozunu arttırdı. Arabuluculuğun iyi gitmediğine bağlayabilir miyiz?
ABD’nin arabulucu olduğunu sanmıyorum. ABD Türkiye ile müttefik, DSG ile işbirliği içinde. Hem Türkiye ile hem de Kürtler ile görüşebiliyor. Arabulucu olarak iki tarafın da bir noktada mutabık olması gerekiyor ama benim gözlemlediğim ABD daha çok Türkiye’nin agresif tutumunu yatıştırmayı amaçlıyor. ABD, Rojava’dan gelebilecek bir tehlike olmadığını görüyor; kendi askerleri, cihazları, radarları orada, ve askerleri sınır devriyelerinde yer almakta. Bütün bunların bir diğer var oluş sebebi de olası bir Türkiye saldırısının önüne geçmek. Ayrıca sizin de belirttiğiniz gibi, bölgedeki gerginlik S-400’leri kısmen unutturmak için bilinçli olarak tekrar tırmandırılmış durumda. ABD’li demokratların ve cumhuriyetçilerin Türkiye’ye karşı çok büyük tepkileri var. Trump`ın isteksiz olduğu basına da yansıdı. Suriye’deki durumun tırmandırılması S-400’ler için Türkiye’de biraz daha yer açmış durumda, bu da zaten bilinçli olarak yapıldı.
Türkiye ile ABD arasında Rojava konusundaki en büyük tartışma, ABD’nin DSG/YPG’yi bölgede işbirliği için güvenilir bir aktör olarak görmesi. Türkiye ise Kürt güçlerini bir tehlike görüyor. Bu durumda iki tarafın mutabık olmasını zorlaştırıyor. Öte yandan Türkiye, Rojava konusunu tırmandırarak ABD’nin taviz vermesini sağlamak niyetinde…