Her asırda fikirleri eylemleri ve eserleri ile hem kendi zamanlarına hem de kendinden sonraki zamanlarda kendinden bahsettirecek, tutumları ve ile birçok insana cesaret verecek, eserleri ile sayısız insanlara yol gösterecek insanlar olmuştur. Son yüzyılda Bediüzzaman Said Nursi de şüphesiz bunlardan biridir.
Eserleri ve mücadelesi ile ilim ve siyaset dünyasına önemli katkılarda bulunmuş olan Said Nursi’nin bütün bir hayatı özenle üzerinde durulması gerekir.
Said Nursi, cesaret ve mücadelesi ile kendi zamanına; fikir ve feraseti ile kendinden sonraki zamanlarda da kendisinden çokça bahsettirmiş ve ettirmeye de devam edecek. Çok zor şartlarda yazmış olduğu Risale-i Nur tefsiri ile İslami ilimler alanına büyük katkıda bulunmuş, aynı zamanda Nurculuk adından büyük bir dini hareketi de başlatmıştır. Gönül isterdi ki Bediüzzaman hakkın da yazılıp çizilenler onun mücadelesi ve ilmi kişiliği olsun. Ne yazık ki durum böyle değil. Eserleri bu gün ellinin üzerinde dünya diline çevrilen Bediüzaman, aynı zamanda kendi etnik kimliğini özenle sahiplenen bir Kürt olması, kendisinden sonra, etnik kimliği ve bu noktadaki görüşleri hakkında sayısız spekülasyonlar yapılmıştır. Bediüzzamn’ı Kürt kimliğinden soyutlamak için bu güne kadar kaynağı meçhul bir sürü rivayet uydurulmuş. Kimileri daha da ileri giderek bu mevzuda Bediüzzaman’ın eserlerinde geçen bölümler ya tamamen çıkarılmış ya da değiştirilmiştir. Bundan daha acı olan ise bunlar çoğunlukla Said Nursi’nin kendi takipçileri tarafından yapılmış olması.
Bu zihniyette olanlar genel anlamda Eski Said’î (SeîdêKurdî) kürtlükle sabıkalı görüyordu. Onlar için Bediüzzaman’ın Kürt olması, hele Kürtler için Padişaha muhalefet etmesi, kabul edilir bir şey değildi. Bu yüzden Said-i Kürdi’yi bu Kürt mazisinden kurtarmak için gerekirse Türk yapılacaktı. Bu tutmazsa seyitlik üzerinden Araplaştırılacaktı. Buda tutmazsa en fazla, siyasetten ve kürtlükten bihaber bir dağ Kürdü olmalıydı.
Bu yazımızda BediüzzamanSeîdêKurdî’nin “Eski Said” hayatından ve kendi ifadelerinden yararlanarak bu noktayı aydınlatmaya çalışacağız.
Seîdê Kurdî ve Kürdistan
1878’de Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyünde dünyaya gelen Said Nursi, çok kısada olsa ilk eğitimini ağabeyi Molla Abdullah’ın yanında alır. Sırasıyla o dönem Kürdistan’ın ilim merkezleri olanNorşin (Bitlis), Bazîd (Ağrı) ve Tillo’da (Siirt) eğitimine devam eder. Henüz çok genç olmasına rağmen kısa sürede bölgede namı duyulur. Klasik Kürdistan medreselerinde okunan sıra kitapları normalden çok daha kısa bir sürede bitirir ve Doğubeyazıt’da Molla Muhammed Celali’denilmi icazetini alır.
Kendisini hiçbir zaman içinde yaşadığı toplumun sorunlarından soyutlamayan SeîdêKurdî, Kürdistanı dolaşırken Kürtlerin içinde bulunduğu perişan durumu görüyor ve buna çareler düşünüyordu.O günler için şu ifadeleri kullanıyor: “Ben Kürdistan’da Kürtlerin halini perişan görüyordum. Anladım ki saadetimiz fununuceddideyi medeniye (pozitif bilimler) okunmasıyla olacaktır”.[1]
Dönemin Van valisi Tahir Paşa’nın daveti üzerine Van’a geçen Bediüzzaman uzun yıllar Van’da kalır. Bu süre içinde Tahir Paşa’nın pozitif bilimler üzerine yazılmış eserler açısından oldukça zengin kütüphanesinden bir hayli istifade eden SeîdêKurdî fizik, kimya, matematik gibi temel bilimlerde önemli bir seviyeye ulaşır. Hatta cebir ile ilgili birde matematik kitabı yazar. Maalesef bu kitap çıkan bir yangında yok olur.
BediüzzamanSeîdê Kurdî İstanbul’da
Bediüzzaman, Kürdistan’da iken gördüğü başlıca sorunlardan birisi Kürtler arasındaki klasik medrese usulü ile yapılan eğitimde pozitif bilimlerin eksikliği idi.SeîdêKurdî’ye göre Kürtlerin diğer milletler ile medeniyet yarışına katılabilmeleri için bu eksikliğin giderilebilmesi şarttı. 1908’de Kürt Teavün ve Terakki gazetesinde yayımlanan “Kürtler Neye Muhtaç” adlı makalesinde şunları söylemektedir: “Onbeş senedir ki düşündüğüm ihtiyacat arasında iki noktayı hedef-i maksat etmiştim. Bu ikiden maada Kürdistan’ın istikbalini temin edecek vesaiti görmedim.Birincisi, ittihad-ı milli.İkincisi, ulûm-u diniye ile beraber, fünun-u lazıme-i medeniyeyi (pozitif bilimleri ) tamim etmektir”.[2]
Aslında o dönemde Elazığ ve Van gibi yerlerde modern sayılabilecek okullar vardı; fakat bundan Türkçe bilmeyenler istifade edemiyordu. Bunuda yine Bediüzzaman’ınkonu ile ilgili yazdığı bir makaleden öğreniyoruz.“Şu cihan-ı medeniyette ve şu asr-ı terakki ve müsabakatta, sair ihvan gibi yekâheng-i terakki olmak için himmet-i hükûmetle Kürdistan’ın kasaba ve kurasında mekâtib tesis ve inşa buyurulmuş olduğu ayn-ı şükranla meşhud ise de, bundan yalnız lisan-ı Türkîye aşina etfal(çocuklar) istifade ediyor. Lisana aşina olmayan evlâd-ı ekrad (Kürt çocukları) yalnız medaris-i ilmiyeyi maden-i kemalât bilmeleri ve mekâtib muallimlerinin lisan-ı mahalliye (Kürtçe) âdem-i vukufları(bilmemeleri) cihetiyle maariften mahrum kalmaktadır”.[3]
Seîdê Kurdî Kürtçe eğitim yapılmamasından kaynaklanan bu problemi çözmek için İstanbul’a önemli bir proje ile gelir. Adına Medresetül Zehradediği bu proje, dini ilimler ile beraber pozitif bilimlerinde okutulduğu büyük bir üniversite projesi. Bu üniversiteyi birçok açıdan Kürdistan’ın merkezi olarak gördüğü Van’da kurmayıöneriyordu. Projesini gerçekleştirmek için büyük ümitlerle geldiği İstanbul’da tam bir hayal kırıklığı yaşayacaktı.
İstanbul’da hemen her fırsatta Kürtler için bu projenin zaruriyetini anlatan Kurdî, bizzat padişahla görüşmeye çalıştı. Ancak, buna müsaade edilmediği gibi, fikrinden vaz geçmesi için ikna edilmeye çalışıldı. Devletin daha önce sıkça yaptığı yöntemlerden biri olan, maaş ve rütbe karşılığındataleblerdenvazgeçirme adeti SeîdêKurdî içinde denenmiş fakat SeîdêKurdîkabul etmemiştir.
Dönemin önemli bir Kürt entelektüeli olan ve durumu yakından takip eden Ahmed Ramiz, SaîdêKurdî’ninİstanbula gelişini ve padişah idaresinin kendisine ne gibi muameleler yaptığını şu sözlerle anlatmaktadır:
1907 senesi zarfında idi ki; Kürdistan’ın yalçın, sarp ve yüksek dağlarının arkasından çıkmış Said-i Kürdî ismindenevadir-i hilkatten nadir bir ateşpâre-i zekânın İstanbul âfakında rüyet edildiği haberi etrafa aksetmiş ve meraklı olan bazı kimseler o harika-i fıtratı ardarda gördükçe, mader-i hilkatin hazâin-i lâ-tefnasındaki sehaveti bir türlü hazmedemeyenleri, şu Kürd kıyafetinde, o şal ve şalvar altında öyle bir kanun-u dehânın gizlenebileceğini bir türlü anlamayarak, âtıl ve müzevvir olan ekseriyet-i hasise zelil olan hissiyat-ı umumiyesini bir kelime-i tezyifin mana-yı intikamında telhis etmişlerdi: “Mecnûn!..”
Evet, Said-i Kürdî İstanbul’a, Kürdistan beldelerinin maarifsizlikle öldürülmek istenilen kâinat idrakinde yapamadığı kâşanelere bedel Yıldız siyasetselh-hanelerini zelzelelere vermek azmiyle gelmişti.İstanbul’a gelmesiyle beraber Abdülhamid tarafından da suret-i ciddiyede tarassud altına aldırıldı ve bir kaç kere tevkif edildi. Nihayet bir gün geldi ki, Said-i Kürdî’yi Üsküdar’a, Toptaşı’na (akıl hastahanesi) yolladılar. Çünkü hapishanede ikaz edilecek kimseler bulunmak muhtemeldi. Bimarhaneden (akıl hastahanesi) ikide bir çıkarılır, maaş, rütbe tebşir edilir. Hazret-i Said: “Ben Kürdistan’da mektep açtırmak üzere geldim. Başka bir dileğim yoktur. Bunu isterim ve başka bir şey istemem.” derdi.[4]
O gün durumu yakından takip ettiği belli olan Ahmed Ramiz’in ifadelerindenanlaşıldığı gibiBediüzzaman’nın talepleri devlet idaresi tarafından makul karşılanmadığı gibi defalarca tutuklattırılmış,bununla da kalınmamış deli denilip akıl hastanesine gönderilmiştir. Tımarhaneden sonra nakledildiği hapishanede iken, padişah tarafından gönderildiği belli olan Zaptiye Nazırı ile aralarında geçen bir diyalogu Bediüzzaman şöyle aktarmaktadır:
Zaptiye nazırı: Padişah sana selam etmiş, bin kuruş da maaş bağlamış. Sonra yirmi- otuz lira yapacak.
SeîdêKurdî: Ben maaş dilencisi değilim, bin lirada olsa kabul etmem. Kendim için gelmedim milletim için geldim. Hem de bu bana vermek istediğiniz rüşvetve hakk-ı sukuttur (sus payı).
Z.N: İradeyi reddediyorsun. İrade redolunmaz.
S.KReddediyorum ta ki padişah darılsın beni çağırsın ben de doğrusunu söyliyeyim.
Z.N: Neticesi vahimdir.
S.K: Neticesi deniz olsa benim için geniş bir kabirdir. İdam olunsam bir milletin kalbinde yatacağım… ( nazır hiddet etti)
Ben dedim: Ben hür yaşamışım. Hürriyet-i mutlakanın meydanı olan Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Bana hiddet fayda vermez boşuna yorulmayın.[5]
Yıllar sonra BediüzzamanSeîdêKurdî Kürtlere hitap ettiği bir yazısında o günleri şöyle özetlemektedirr:“Ey Kürtler! Aklımı feda ettim, tımarhaneyi kabul ettim ama hürriyetimi terk etmedim Kürtlüğülekedar etmemek için iradeyi padişahı ve maaşı kabul etmedim.[6]
Bediüzzaman’nın bütün bu yaptıklarından, Bediüzzaman’nın bu mücadelesinden haberdar olmayan çok kişi var;Bediüzzaman’nın eserlerini okuyanlar da dahil. Bunun sebebi ise bütün bu yukarıda aktarılan malumatın Bediüzzaman’ın eserlerini basanlarca sansürlenmiş olmasıdır. Şimdi, farklı nur guruplarının bastıkları eserlerde uyguladıkları sansür ve tahrifatları göstermek istiyorum.
Farklı yayınlarda Seîdê Kurdî kimliği üzerinde yapılan Tahrifatlar
Yukarıda da değindiğimiz gibi Bedîüzzaman kendi ifadesi ile hayatını iki bölüme ayırıyor. 1925’e kadar olan kısmına “eski Said” diye ifade ederken, sonraki kısma ise yeni “Yeni Said” diyor. Her yönü ile bir hayatı bir bütün olan Said Nursi, fark olarak görebileceğimiz nokta sadece farklı zamanlarda farklı çözüm metodları kullanmasıdır. Bu bağlamda Eski Said döneminde toplumsal sorunların çözümünde daha çok o dönemde daha etkili olduğunu söyleyebileceğimiz siyaseti kullanmış. Bu yüzden kendisini Eski Said döneminde sıkça toplumsal içtimalarda sivil toplum kuruluşlarında ya da yazıları ile gazete köşelerinde görmek mümkün. Bu dönemde yaptıklarından bir kısmını yukarda paylaştık. Şimdi Said Nursi’nin daha çok bu dönemde söylediklerinin hangi yayınlar tarafından nasıl değiştirildiğini göstereceğiz. Orijinal nüsha olarak Zehra yayınlarını esas alacağımız bu bölümde, önce metnin orjinalini sonrada değiştirilmiş halini vereceğiz.
Örnek:1
1907 senesi zarfında idi ki; Kürdistan’ın yalçın, sarp ve yüksek dağlarının arkasından çıkmış Said-i Kürdî isminde nevadir-i hilkatten nadir bir ateşpâre-i zekânın... Şu Kürt kıyafetinde o şal ve şalvar altında…(Zehra Yayıncılık.istanbul,2013,s.153)
1907 senesi zarfında idi ki; şarkın yalçın, sarp ve yüksek dağlarının arkasından çıkmış Said-i Nursi isminde nevadir-i hilkatten nadir bir ateşpâre-i zekânın… Şu şark anadolu kıyafetinde o şal ve şalvar altında (Envar N.s.13-Sözler N.istanbul,2009,s.6-Yeni Asya N.istanbul,2011,s.5)
Çok fazla yer kaplamaması için bir kısmını aktardığım yazının tamamında geçen “Kürt-“Kürdistan” ifadelerinin hepsi aynı şekilde değiştirilmiş.
Örnek:2
Ey şu şehadetnamemi temaşa eden zevat! Lûtfen, ruh ve hayalinizi misafireten, yeni medeniyete karışmış, asabî bir Kürd talebesinin hâl-i ihtilâlde olan ceset ve dimağına gönderiniz, tâ tahtie ile hataya düşmeyesiniz...(Zehra Y. istanbul,2013,s.156)
Ey şu şehadetnamemi temaşa eden zevat! Lûtfen, ruh ve hayalinizi misafireten, yeni medeniyete karışmış, asabî bedevi bir talebenin hâl-i ihtilâlde olan ceset ve dimağına gönderiniz, tâ tahtie ile hataya düşmeyesiniz...(Envar N.istanbul,2005,s.s.9) Sözler N.istanbul,2009,s:10)
Bu örnekte de görüldüğüüzere “Kürt” ifadesi yerine “bedevi” ifadesi kullanılmış
Örnek:3
Geçen sene bidayet-i hürriyette elli-altmış telgraf umum Kürt aşiretlerine sadaret vasıtasıyla çektim… Kürtleritenbih ettim…( Zehra Y.istanbul,2013,s.158)
Geçen sene bidayet-i hürriyette elli-altmış telgraf umum şark aşiretlerine sadaret vasıtasıyla çektim… vilayetişarkiyeyitenbih ettim…(Envar N.istanbul,2005,s.13-Sözler N.istanbul,2009,s.14-Yeni Asya N.istanbul,2009,s.51)
Örnek:3
İstanbul’da yirmi bine yakın Kürdler, hammal ve gafil ve safdil olduklarından zorbacılların onları aldatmak ile Kürd kavmini lekedar etmelerinden korktum. Kürdlerin umum yerlerini ve kahvelerini gezdim… Komşularımız ve bizi teyakkuz veterakkiye sevk eden Ermenilerle kemal-i memnuniyetle dost olup elele vereceğiz. Zira husumette fenalık var…(Zehra Y.istanbul,2013,s.160)
İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerim, hammal ve gafil ve safdil olduklarından particilerin onları aldatmak ile vilayet-i şarkiyeyilekedar etmelerinden korktum. Hamalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim… Ve bizi her cihette teyakkuz veterakkiye sevk eden hakiki kardeşlerimiz olan Türkler ve komşularımız ileelele vereceğiz. Zira husumette fenalık var…(Envar N.istanbul,2005,s.15-Sözler N.istanbul,2009,s.16-Yeni Asya N.istanbul,2011,s.57)
Bu örnekte ise tahrifattan “Kürt” ifadesi ile beraber “ Ermeni” ifadesi de nasibini almış ve yerine “Türkler” yazılmıştır.
Örnek:4
Ben ki sıradan bir Kürdüm ulemaya farz olan bir vazifeyi omuzuma aldım…(Zehra Y.istanbul,2013,s.160)
Ben ki sıradan bir talebeyim ulemaya farz olan bir vazifeyi omuzuma aldım…(Envar N.istanbul,2005,s.17)-Sözler N.istanbul,2009,s.17)-Yeni Asya N.istanbul,2009,s.64)
Örnek:5
Bir Kürd talebesinin lisanına yakışacak lafızlar ile heyecanı teskin ettim…(Zehra Y.istanbul,2013,s.161)
Bir köylü talebenin lisanına yakışacak lafızlar ile heyecanı teskin ettim…(Envar Nistanbul,2005,s.18)-Sözler Nistanbul,2009,s.17)-Yeni Asya Nistanbul,2011,s.65)
Örnek:6
Fahr olmasın, derim ki: Biz ki Kürd’üz aldanırız, fakat aldatmayız…(Zehra Y.(s:169)
Fahr olmasın, derim ki: Biz ki hakikimüslümanız aldanırız, fakat aldatmayız…(Envar N.istanbul,2005,s:32)-Sözler N.istanbul,2009,s.32)-Yeni Asya N.istanbul,2011,s.39)
Örnek:7
Ey Asuriler ve Keyanîler’in cihangirlik zamanında pişdar, kahraman askerleri olan arslanKürdler! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır...(Zehra Y. istanbul,2009,s.188)
Ey eski çağların cihangir Asya Ordularının kahraman askerleri olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır...Envar N.istanbul,2005,s.50-Sözler N.istanbul,2009,s.49-Yeni Asya N.istanbul,2011,s.168
SeîdêKurdî aynı yazının devamında, Kürtler içinden çıkmış tarihte nam salmış kişileri isimleri ile zikrederek, bu şahıslar ile aynı milletten olduklarının altını çiziyor. Şimdi bu noktada yapılan tahrifata bakalım.
Örnek:8
Hem de ‘milliyet’ denilen, mazi derelerinden ve hâl sahralarından ve istikbal dağlarından hayme-nişîn olan Rüstem-i Zâl ve Salâhaddin-i Eyyubî gibi Kürd dâhi kahramanlarıyla bir çadırda oturan bir aile gibi…(Zehra Y.istanbul,2013,s.189)
Hem de “İslamiyet milliyeti” denilen, mazi derelerinden ve hâl sahralarından ve istikbal dağlarından hayme-nişîn olan Selahaddin Eyübi ve CelaleddinHarzemşah, SultanSelim ve BarbarosHayrettin ve Rüstem-i Zal gibi ecdadalarımızdanemsaller gibi dahi kahramanlar ile aynı çadırda oturan bir aile gibi...(Envar N.istanbul,2004s:52)-Sözler N.istanbul,2009,s.51-Yeni Asya N.istanbul,2011,s.174
Bediüzzaman’ın sansürlenen ifadeleri sadece Kürtler ile ilgili olanlar değil. O dönemde devletin, dolayısıyla padişahın yanlış uygulamalarına yaptığı eleştiriler de çok çarpıcı bir şekilde tahrif edilmiş. Bu noktalarda yapılan tahfrifatla padişahı temize çıkaralım derken Bediüzzaman Said Nursi’ye hakarete varan ifadeler kullanılmış.
Örnek:9
… O vakit şimdi münkasımolan istibdatlar, umumen Sultan-ı mahlu’ateccesüm ettiği halde, onun maaş ve ihsan denilen RÜŞVETve hakk-ı sukutu kabul etmedim, reddettim. Milletimin namını lekedar etmedim. Aklımı feda ettim hürriyetimi terk etmedim. Ona boyun eğmedim.[7]
… O vakit şimdi münkasım olan istibdatlar, merhum Sultan-ı mahlu’aistinadedildiği halde, onun zaptiyenazırıilebanaverdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. HATAettim. Fakat o hatam medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermek ile hayır oldu. Hürriyetimi terk ettim o şefkatli sultana boyun eğmedim...(İhlas nur neşriyat,Ankara,2005, s,20)
Görüldüğü üzereBediüzzaman padişah adınateklif edilenmaaşı rüşvettir diyerek reddederken, takipçisi olduğunu iddia edenler, onun rüşveti reddeden bu tutumundanpişman olduğunu yazabilmiştir. Hem de kendi ağzından.
Bediüzzaman’ın talebeleri bu duruma ne diyor
Bediüzzaman’ıneserlerinde bu “Kürt ve Kürdistan” ifadeleri üzerinde yapılan tasarrufat gerçekten kim ya da kimler tarafından yapıldı? Bu sorunun cevabı nurcular arasında uzun süre tartışılmış, bu noktada çıkan anlaşmazlıklar bazı kimselerin ayrılıp yeni yeni isimler ile Risale-i nur hizmetini devam ettirmiştir. Aslında yukarıda verilen örneklere bakıldığında sonradan müdahele edildiği açıkça belli oluyor; fakat kimileri bu ifadelerin bizzat Bediüzzamantarafından sonradan gereksiz görülüp çıkarılmış ya da değiştirilmiş.
Peki gerçekten böyle mi?
08.04.2005 tarihinde vakit gazetesinde yayınlanan röportajda Adem Balta, Bdiüzzaman’ın halen daha hayat olan iki talebesi: Said Özdemir ve Abdulkadir Badıllı’ya yayınlar arasındaki bu ifade farklılıklarını soruluyor. Birbirine tamamen zıt verilen iki cevabı burada aktarıyoruz.
Said Özdemir:ihlas Nur, Envar ve Sözler neşriyat dışındakiler korsan yayınevleridir. Kürt ve Kürdistan kelimelerini koyanlar Kürtlere karşı PKK’ya karşı meyli olanlardır. Bunlara itibar etmeyin. Bunların hepsi uydurma. Ve sonradan ilave edilmiş. Bunların yaptığı hainlik.İki mekteb-i musibetin şehadetnamesi adlı eserinde kullandığı ifadeleri, Cumhuriyet kurulduktan sonra kaldırıyor. Bunların hepsini değiştirdi. Bu ifadelerin yanlış anlaşılacağı ve Kürtçülüğe sebep olacağını söyledi. Bu ifadeleri vatandaşlarım ve kardeşlerim diye değiştirdi. Kürt kelimelerini bizzat kendisi kaldırdı.[8]
Said Özdemir, bir cemaat liderinin üslubundan son derece uzak olan bu ifadeler ile durumu anlatırken, yine Bediüzzaman’ın başka bir talebesi olan A. Badıllı ise tam tersi bir cevap veriyor.
A.Badıllı: …13 yerde Kürt ve Kürdistan gibi göze çarpan kelimeleri Zübery abiler kaldırdı. O dönem İnönü iktidarını yaşıyorduk. Nurcuların Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu haberleri basına yayılmıştı. Kürdistan kelimesi yerine şark, Kürt’ü de başba bir şey ile gösterdiler. 1979-1981 yılları arasında oldu bu olaylar. Bütün basın Risale-i Nur talebelerini Barzaniler ile ilişkileri olduğunu iddia adiyordu. Hizmetler zarar görmesin diye yapılıyordu. O dönemde Kürtlere olan bakış Risale-i Nur camiasını da etkileyerek, Kürt ve Kürdistan kelimelerinin çıkarılmasına neden oldu. Ama bu yanlıştı.[9]
********
[1]İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi (İstanbul: Zehra Yayıncılık,İstanbul,2013,s.167.)
[2]Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi, Sayı. 2, 1908, s.13.
[3]Şark ve Kürdistan Gazetesi, Sayı 1, 1908.
[4] İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi/ zehra yayıncılık/2013/s.153
[5] İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi/ zehra yayıncılık/İstabul,2013/s.186
[6] İçtimai Dersler/İstanbul,2013,s.35
[7] İçtimai Dersler, Zehra Yayıncılık,İstanbul,2013.s.167
[8] Adem Balta, Hangi Said,İstanbul,2010,s.239
[9] Adem Balta, Hangi Said,İstanbul,2010,s.311