Sonda söyleyeceğimi başta ve bütün içtenliğimle, kanalın değerli emekçilerini tenzih ederek söyleyeyim: Şeytanın avukatlığını üstlenerek, Zarok TV’den ümitli değil, maalesef aksine endişeli, kaygılı ve önyargılıyım. Bir de Hareket’e kırgınım. Böylesine önemli bir alanı senelerdir boş bıraktığı için. Mücadelede elini taşın altına koymamış, pazar imkanı oluşunca ise beklediği pusudan tüm atikliğiyle çıkan orta sınıfa bu alanı terk ettiği için.
Yazıda bazı ithamları gocunmadan, keskin ve fütursuzca kullanacağım. Kürtçeye ve mücadeleye borçlu bir gencin kendine çektiği ah olarak alın cüretimi.
Fizik kuralıdır; doğa boşluk kabul etmez. Sadece çocuk kanalı noktasında değil, yayınevinden radyoya, haber ajansından gazeteye, internet yayıncılığından televizyona; Kürt Hareketi’nin iletişim yöntem, biçim ve politikalarında, kendisi için hayati derecede yanlış ve/veya eksiklikler var. Bu hatalar, bırakılan boşlukları dolduranları eleştirerek kapatılmaya çalışılmakta ekseriyetle. Ancak bu yaklaşım, sorunun merkezinin gözden kaçmasına neden oluyor.
Gel gelelim, bırakılan boşluklar, dolduran fırsatçıların yaptıklarına/yapacaklarına külliyen sessiz kalınmasını da gerektirmiyor elbette.
Geçtim çocuklar için Kürtçe bir kitabı, Kürtçe bir gazete, dergi çıkarmamış onlarca tüccar geçtiğimiz birkaç yıl içinde Kürtçe çocuk kanalı açmak için kuyruğa girdi. Kâr marjının bu tercihteki etkisinden bahsetmek lüzumsuz.
Yayıncılık geçmişi ortada olan, yayınlarıyla popüler olduğu kadar niteliksizliğiyle başta müzik olmak üzere Kürt sanatına yer yer asimilasyondan daha büyük zararlar veren tüccarların, Kürtçe çocuk kanalı işine girişmesi beni James Wan’ın Testere filmi serisinden bile daha fazla geriyor.
“Kürtçe çocuk kanalı”. Dışarıdan bakınca ne kadar da fiyakalı duruyor.
Peki acaba şöyle bir çocuk kanalının hangi dilde olduğunun ne önemi var?
* Kürtçe’yi asimilasyon ve inkardan sonra bu kez sermayeyle terbiye etmeye çalışsın, çeviri ve dublaj konusunda emek sömürüsüne varan uygulamalara başvursun. Dilin itibarına zarar versin.
* Göz boyamak için bir Kürt kurumuyla (Kürt Enstitüsü) işbirliği / danışma, denetleme ilişkisi içinde görünüp, patronaj ilişkileriyle Hareket’ten gelecek olası tepkileri bu ilişki üzerinden absorbe etsin.
* “Dil”le ilgili kısmı Enstitü ile hallettiğini düşünüp, yayın içeriğinin çocuklar için sosyolojik, pedagojik, psikolojik denetimlerden geçmesini aklına bile getirmesin veya bu kısmı da asli vazifesi olmayan Enstitü’ye havale etmeye çalışsın.
* Tüccar kafasıyla, bir işletme mantığıyla yönetileceği için, her an bal reklamına boğulacağı endişesini yaşatsın.
***
Kürtçeyi, artık İngilizce ve Türkçe’de “temel dil”i ifade etmek için kullanılan “mother tongue” ve “anadil”/”anadili” şeklindeki erkekler/erkeklik lehine dizayn eden, dil mücadelesinin hamallığını kadınlara, aileye ve anneye tahvil eden tanımlamayı/yaklaşımı (Kürtçe’de “zimanê dayikê”, “anadili” veya “annenin dili”) değiştirmeye cüret edecek, dilin toplumsallığını önüne koyarak dildeki tüm ayrımcı ifadelere başkaldıracak, yeni bir “dil” oluşturmaya cesaret edecek bir yayına, özellikle çocuklar için ihtiyaç var.
Ehmedê Xanî’den bu yana süregelen, Hecî Qadîrê Koyî’yle harlanan, 20. yüzyılda aristokrat, ağa, bey, şeyh ve mollaların girişimleriyle varolmaya devam eden “Kürtçe’nin pazarı” tartışmasını, oluşmakta olan Kürt orta sınıfının harlamak isteyeceğini kestirmek zor değil.
Dilin geleceğiyse, kusura bakmasınlar, onların cebini dolduracak uygulamalarda değil, yayınların jakobenlikten sıyrıldığı ölçüde toplumsallaşmasında, yoksulların, gençlerin, kadınların, çocukların yaşamında yeşermesinde gizli.
Uzun lafın kısası, dezavantajlı bir dilde çocuk kanalı, bir tüccarın geçici hevesinden daha ciddi bir yaklaşımı hak ediyor/gerektiriyor.
Tüm endişelerimde ve tedirginliklerimde haksız çıkmayı bütün kalbimle diliyorum. Umarım var olan denetim mekanizması eksikliğini, müthiş bilinç düzeyiyle, Kürt halkı herhangi özel bir yapıya ihtiyaç duymadan kendisi giderir, gerektiğinde hesabını sorar.