İdris-i Bedlisî Osmanlı İlişkileri

\n\nDiyarbakır halkı genellikle sünni mezhebinden oldukları için, Şah İsmail gibi başka bir mezheb mensubunun buyruğuna girmek, kendilerine fazla ağır gelse de, mecburen kabul ediyorlardı.\n\n920 (1515) senesinde merhum Yavuz Sultan Selim ile Şah İsm.
07.04.2014, Pts - 21:03
İdris-i Bedlisî Osmanlı İlişkileri
Haberi Paylaş

Diyarbakır halkı genellikle sünni mezhebinden oldukları için, Şah İsmail gibi başka bir mezheb mensubunun buyruğuna girmek, kendilerine fazla ağır gelse de, mecburen kabul ediyorlardı.

920 (1515) senesinde merhum Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında meydana gelen o meşhur Çaldıran Savaşı’nın, Şah İsmail’in mağlubiyetiyle sonuçlanmasından sonra, Diyarbakır valisi olan Mehmet Han’ın da öldürülmesiyle, Diyarbakır halkı Safavi Hanedanı mensupları ve onların sempatizanlarının bir kısmını öldürüp, diğer bir kısmını da kovdular. Böylece Şah İsmail’in egemenliğinden kurtulup, hutbeleri Sultan Selim Han’ın adına okumaya başladılar. Bir taraftan Kürdistan’ın tüm aşiret ve kabilelerin büyüklerini yardıma çağırarak, diğer taraftan Sultan Selim Han hazretlerine durumu bildirerek, yardım istemekle beraber, yanında bulunan (Hekimûddin İdris-i Bedlisî) hazretlerine de başvuruda bulundular.

Adı geçen İdris-i Bedlisî hazretleri, Banidirye[1] hükümdarları zamanında çok önemli olan padişah divanının kalem sekretaryalığını (nişancılık hizmetinde) bulunduğu ve tüm Kürdistan ve İran’ın askeri ve sivil ileri gelen yöneticileri ile eskiden beri gelen yakın ve dostluklarından, özellikle de Amid’in eşrafı ve ileri gelenleriyle olan kardeşliği ve eski dostluğundan dolayı, Sultan Selim’in itibar ve güvenini kazanmış idi.[2] Böylece, Mevlana İdris’in organizesi ve önderliği, Sultan tarafından Amid halkına gönderilen bağlılık istekleri, çevrede bulunan Kürdistan beyleri tarafından da anlaşma ve sözleşmeler kabul edilerek, olumlu cevap verilmiştir.

Sultan Selim’in ordusunun İran’dan çekilmesiyle, Şah İsmail Tebriz’e döndüğünde Amid halkının isyanını işitip, onları tekrar yönetimine almak için, isyanda öldürülen Mehmet Han’ın biraderi olan Kara Han’ı Diyarbakır vilayeti valiliğine tayin ederek, savaştan geri kalan askerleri emrine verip Amid’i kuşatmaya gönderdi.

Diyarbakır ve çevresinden kovulmuş olan Şah İsmail taraftarları, Amid’i kuşatmaya gelen Kara Han ordusuna katılmakla beraber, Şah İsmail tarafından verilen emir üzerine, Ruha(Urfa) hakimi Durmuş Bey büyük bir güç ile imdada gelmiş. Mardin, Hasankef, Harput ve Ergani civarında bulunan eşkiyalar da Kara Han’ın ordusuna katılmış ve Kara Han’ın ordusu oldukça artmıştır.

Kara Han, bu büyük ordusu ile Çebaxçur(Bingöl) yolundan yürüyerek şehrin önüne kadar geldi. Güvence, af ve Şah İsmail’in birçok vaatlerini kapsayan yazı ve duyurular şehre gönderdiler ise de, halk şehrin kapılarını kapayarak, silaha sarılarak red cevabı verdi. Kara Han, Amid’i kuşatmış idi. Sayın İdrisi Bedlis’in bizzat Farsça olarak kaleme aldığı “Zeylê Heşt Bihişt” adlı kitabında şöyle yazılıyor:

“Ama Diyarbakır halkı din, onur ve ailesinin şeref ve haysiyeıini korumak için, kuşatmaya karşı dayandı ve vatanı teslim etmekte; din ve dünyası için büyük zararlar gördü.” Bundan da anlaşılıyor ki, o kuşatmaya karşı tarifi güç olan bir karşı koyma ve direnme göstermiştir. Hem de çevredeki Kürt Beylerinden tekrar yardım istediklerinden başka, durumu Sultan Selim’e de arz ederek kendilerine bir yetkilinin tayin edilmesini istediler. Padişah Amasya’da iken, bu isteklerine karşılık bir miktar suvari ile yanında bulunan yetkililerden; aslen Diyarbakırlı olan “Hacı Ahmet Ağa” adlı cesur komutanını gönderdi.[3]

Hacı Ahmet Ağa adamları ile birlikte karanlık bir gecede İran ordusunu yarıp, hayret edilecek bir cesaret ile kale içine girmeyi başardı ve büyük bir coşku ile halk tarafından karşılandılar. Padişah tarafından büyük bir lojistik desteğin geleceğini halka müjdelediler.

……

Şah İsmail ise, Amid’in kendi elinden gittiği halde Kürdistan’ın kendisine bir yararı olmayacağını bildiğinden, var gücü ile kesintisiz olarak peyderpey büyük miktarda asker sevkiyatı yaparak Amid’in geri alınmasını istedi ise de, büyük bir direnişle karşılaştı. Amid’in kuşatması bir buçuk sene sürdü. Şah İsmail’in kuşatması, tehditleri, af ve vaatlerinin hiçbir etkisi olmadı. Halkın Safavilerle birleşmesi mümkün değildi. Buna karşı Şah İsmail’in sıkılmaması elde değildi. Gerçi Sultan Selim’in ordusunun Tebriz’den geri dönmesiyle, Şah İsmail toprağından hiçbir şey kaybetmemiş oluyordu.

Ancak, Kürdistan’ın ortasında ve kendi ülkesinin batı bölgesinin ortasında olan ve kış mevsimlerinde çok miktarda asker barındırabilen böylesi taştan bir kalenin ve korunaklı bir şehrin, Osmanlıların eline geçmesi durumunda, Kürdistan gibi geniş bir şehrin tamamını kaybedeceğinden, artık tüm şark ordularına merkez ve kışlak olacaktır. Ondan sonra, Tebriz ve Bağdat gibi en kıymetli yörelerin dahi elinden çıkmasına neden olacaktır.

Ceryan eden bu olaylardan sonra, Amid Safavilerin boyunduruğundan kurtarılmıştı. Ancak, Amid’in kuşatılması esnasında, İdris-i Bedlisî hazretleri Kürdistan hanedan ve beylerine hitaben Sultan Selim Han hazretlerinden bir takım direktifler alarak Kürdistan’a gelir. Mevlana İdris kısa bir süre içinde Muş, Axlat, Zirki, Zozkan, Urmi, Aşni, Soran, Erbil, İmadiye, Boti, Cizire, Nüsaybin, Musıl, Bedlis, Xizan, Xerzan, Sêrt, Sason, Nemiran, Midyat ve Hasankeyf yörelerini dolaşıp, Amid halkının göstermiş olduğu gayretkeşliği anlattı ve dedi ki: “Bu şehir (Diyarbekir) elden giderse, Kürdistan Şah İsmail tarafından soykırıma uğratılacaktır,” diyerek, Halkı Safaviler aleyhine ayaklandırdı.

Kürt beyleri gene Mevlana İdris’in çabası ve öncülüğünde bir araya toplanıp; Hasankeyf beyi Melik Halil Eyubî, Bitlis hakimi Şerafeddin Bey, Hizan hakimi Emir Davut, Sason hakimi Ali Bey, Nemıran hakimi Abdullah Bey ve Ezdin Şerzade, Emir Melik Abbas gibi beylerden yirmi beş kişiden oluşan bir Meclis-i Milli’de; Şah İsmail’e olan bağlılıklarını iptal ederek, Sultan Selim’e bağlanmayı kararlaştırdılar.[4] Ancak, kendilerinden hangisi reis olursa diğerlerinin bunu kabul etmeyeceği endişesinden dolayı, Devlet-i Aliye tarafından kendilerine bir yöneticinin tayin edilmesini isteyerek ve böylece İran taraftarları ile savaşıp vatanlarını kurtarmaya ve Amid şehrini işgalcilerden temizlemeyi kararlaştırdılar. Bu karar üzerine, bütün Kürdistan halkı İran’a karşı yer yer ayaklanarak kendilerini savundular.

Alınan kararın sonucu olarak; Zırki Beyi Ahmet Bey Meyafarkin üzerine yürüdü, Kasım Bey Eğil kalesine, Cimşit Bey Palo kalesine ve Soran hakimi Seyyit Bey Erbil ve Kerkük’e, diğer Kürt Beyleri de her biri kendisine yakın olan kalelere Sultan Selim Han adına saldırı düzenleyip, bir çoğunu geri aldılar. Ancak, Kara Han’ın ordusu sayıca çok ve iyi donatılmış olduğundan dolayı, Kürdistan halkının bu başkaldırısı, Amid şehrini kuşatmadan kurtarmaya yeterli gelmedi.

Kuşatılan Amid halkı, Kara Han’ın saldırılarına karşı kahramanca savunmaya devam ediyorlardı. Şah İsmail Kara Han’ı lojistik olarak destekliyor. İdris-i Bedlisi bunun farkına varınca Xizan, Müks ve Sason Emirleriyle istihbarati bilgi alışverişinde bulunarak, Ahlat’ta buluşmak üzere, Bitlis Hakimi Şerefxan ile birlikte Ahlat’a doğru hareket ederek, orada toplandılar.

Düşman lojsitik desteğinin Erdiş üzerinden yol aldıklarını öğrenince, ters istikametten (Sipan dağının) akasından Erdiş’e doğru yola düştüler. Erdiş yakınında Sarısu üstünden aniden saldırıya geçtiler. Kısa bir süre içinde o kocaman orduyu perişan edip dağıttılar, büyük kısmını öldürerek bütün malzeme ve erzaklara elkoydular.

Amid kuşatmasının uzun sürmesi nedeniyle, Sultan Selim ilkbaharda Amid’i kurtarmak ve oradan da İran üzerine yürüyeceği haberi İdris-i Bedlisi aracılığıyla Amid halkına ve Kürt Beylerine müjdelendi.

Sultan Selim’in bu kararından haberdar olan Şah İsmail, saygın alimlerinden oluşan bir heyeti Sultan Selim’e göndererek barış istediğini bildirdi. Sultan Selim ise, gönderilen elçileri tutuklatarak, ilkbaharda harekete geçip Kemah’taki kaleyi alarak, Amid’e doğru hareket etmek üzere iken, Maraş ve Elbistan yöresinin hakimi olan Alau Dewle; Kürdistan’ın Sultan Selim’e malolmasının, onun iktidarı için tehlike oluşturacağını, Şah İsmail ve Sultan Gor’un tahriklerine de kapılarak, karşı koymaya giriştiği için, önce onu terbiye etmek gerekirdi. Bu nedenle, Sultan Selim önce oraya yöneldi.

Bu arada, Sarısu üzerinde perişan olarak dağılan orduyu tekrar toparlayan Kürt Beyi Serdar, Şah İsmail’den de aldığı destekle Amid’e doğru harekete geçer. Yol üzerinde bulunan Çebaxçur’u kuşatıp yerlilerin elinden alır ve talan eder.

Mevlana İdris Hazretleri, bu büyük olaydan haberdar olunca, hemen Eğil kalesi beyi Kasım, Palo kalesi beyi Cimşit Bey ve Çemişgezek’te bulunan askeri birlikleri harekete geçirerek, stratejik mevki ve yolları tutarak onlara engel olur.

Bu arada Amid halkı Mevlana İdris’e, padişaha ulaştırılmak üzere istek ve taleplerini içeren bir mesaj gönderiyor.

Mevlana İdris bu mesajı alınca, hemen Bitlis’ten hareketle Amid şehri çevresine gelip, teselli ve moral vermek üzere, yazdığı mektubu güvercinler vasıtasıyla kale içine gönderiyor. (Mektubun içeriği:Bayburt beyi Bıyıklı Mehmet Paşa’nın imdada gelmek üzere olduğu gibi, her taraftan Kürdistan Beyleri de imdada gelmek üzeredirler, dayanmaya devam edin). İdris-i Bedlisi, bundan sonra, hemen hareket edip Bayburt’a gider ve Bıyıklı Mehmet Paşa’nın Amid’in imdadına yetişmesi için ricada bulunur.

Bıyıklı Mehmet Paşa, İdris’in teklif ve ricasına karşılık olarak şu cevabı verir: “Sultandan habersiz olarak yardımda bulunamam.” Bunun üzerine, İdris Amid halkının Osmanlı Saltanatına olan sevgi ve dostluklarından dolayı, uğradıkları acımasız kuşatma ve baskıya karşı, padişahtan yardım talep ediyorlar: “Amid’in kurtarılması ve Kürdistan’ın Devlet-i Aliye’ye bağlanması için, bir miktar nizami askerin yardıma gönderilmesine muhtaçtır. Bayburt ve çevresinin valiliğine Bıyıklı Mehmet Paşa’nın yönetici ve komutan olarak tayin edilmesini, Amasya ve Sivas valisi Şadi Paşa’nın komutana yardımcı olarak tayin edilmelerini istirham ederim…” mealindeki mektubu defterdar ve fedakar Hoca Nizamettin eliyle Sultan Selime iletiyor. Mektupta, Kürdistan’ın Osmanlılarla birleşmesinin yararları sıralanıyor.

Mevlana İdris’in etkileyici mektubu sultanı hemen harekete geçirir; Mehmet ve Şadi paşalara asker toplamaları için ferman gönderilir ve Hoca Nizameddin bu sevindirici haberiyle geri dönüyor. Mehmet Paşa ordu tanzim i ve tertibiyle meşgul iken, Mevlana İdris gereken yerleri çabucak dolaşarak, on bin kadar Kürt askerini Kıği bölgesinde topluyor.

Bıyıklı Mehmet Paşa, mahiyetindeki askerleri ile hemen Bayburt’tan hareket ederek toplanma yeri olan Kığı’ya gelir. Aynı zamanda Erzincan, Trabzon, Karahisar, Şarki sancakları beylerine haber gönderip bunlardan on bin civarında olan askerle birlikte Mehmet Paşa’yla Kığı’da birleştiler. Mehmet Paşa, önce Çebax çur üzerinden Kara Han’a gelmekte olan lojistik destekli gücü dağıtarak ve Amid istikametine doğru harekete geçer. O arada Şadi Paşa, beş sancak beyi ve beş bin süvari ile gelip, Mehmet Paşa ve Kürt Beyleri ile birleşir.

Karahan bu durumdan haberdar olunca, bir kaç hafta sonra savaşçı Amid halkı ile dışarıdan imdatlarına gelecek olan güçler arasında sıkışır ve yenilip telef olacaklarını anladı. Ancak, eğer böyle bir kaleyi (Amid kalesi) ele geçirirse, senelerce kendisini savunabileceğini düşünüyordu. Yalnız, Amid savaşçılarından her biri demirden bir kale kesilip, dağların dayanamayacağı o dehşetli saldırıları, büyük bir azimle, akıllara hayret verecek bir şekilde geri püskürtüyorlardı.

Karahan kuvvetleri üç gün üç gece Dağkapı bölgesi tarafından şehre hücum ederek kanallar kazıp, ellerindeki aletlerle elli bin kadar kaya parçalarını şehre fırlatıp, terör estirdiler. Oradan ümitleri kesilince, Urfa Kapısına gidip orada da yüzlerce kanal kazıp, binlerce merdiveni surlara dayatıp geceleyin fırsat kollayıp burçlara çıkmak istediler. Ancak içerdeki kahramanlar, bir taraftan o kanalları işlevsiz kılarken, diğer taraftan surlara tırmananlarla boğaz boğaza boğuşuyorlardı. Karahan ise sur içine sürekli tehdit ve teşvik mektupları atıyordu.

Sonuç olarak; devlet ve vatan uğrunda canlarını feda eden gazilere, ne dünya kılıcının yoketme korkusu ve ne de altın ve gümüşün cazibesi, hiç bir etki etmediğini gören Karahan, var gücüyle bir yıldırım harekatı düzenleyerek, Mardin kapıdan şehre girmeyi denedi ise de, şehir halkının birer kahraman dehasıyla demir pazılı kesilerek, düşman kuvvetlerine öyle bir şekilde kılıç çaldılar ki, kainat tarihi sayfalarının başlığı olmaya değer! O dehşet verici saldırıların hezimete uğraması, zafer ümidi ve çığlıkları ile şartlandırılan işgalci Safavi ordusunun, ummadığı bir sonuçtu. Çünkü onların bildiği gibi; şehri savunanların sayısal olarak azlığı ve birbuçuk seneden beri her türlü ihtiyaçlardan mahrum bırakılmış olan Amid halkının, bunca direniş ve dayanışması, Kara Han’ın dar görüşlülüğünden dolayı hayalinden bile geçmemişti. Onun için, hayretler içerisinde kaldı. Kara Han, bu yenilgi ve başarısızlığını kendi ihtiyatsızlığına bağladı. Morali çökmüş olan askerlerine uyarı moralini vererek, ertesi gün şafakla birlikte; bugün ne olursa olsun kendi komutasında dehşet verici bir saldırıya geçmeye hazırlanarak ve diğer saldırı kollarında da en seçkin komutanlarını tayin ederek, askerlerinin tek bir ferdinin geride kalmaması şartıyla, tam on iki koldan saldırıya geçti.

Şehir halkına gözdağı verip moralini çökertmek için, topyekun bir saldırıya geçti. Amid kahramanları ise, kuşatma süresi olan bir buçuk senelik sürecin pratiği ile kazandıkları tecrübe, kendilerini profesyonel bir savaşçı yapmıştı. Artık onlar için savaş meydanı bir eğlence alanı gibi geliyordu ve savaş marşları da bahçelerdeki bülbül sesleri gibi geliyordu. Eşsiz ve kahraman Amid halkı eğlenmeye gider gibi, birbirleriyle şakalaşıyordular. Kahraman savaşçılar da, düşmanın yoğun olarak saldırdığı noktaları gözeterek, o noktalarda hazır bulunuyorlardı.

Mağlubiyet izleri, yüzünden okunan Kara Han ise, saldırılarını aralıksız olarak gece yarısına kadar devam ettirdi ve diğer gün de aynı şekilde saldırılarını sürdürdü. Kara Han askerleri kırıldıkça, Kara Han yaralanmış aslan gibi gittikçe saldırganlaşıyordu.

Amid kahramanları ise, artık mevzilerde ve siperler arkasında gizlenerek savaşmayı kendisine yediremiyordu. Adeta kafese girmiş aslanlara dönmüşlerdi.

Bir sonraki gün, Hacı Ahmet Ağa bir kaç kahraman gaziyi yanına alarak kaleden dışarı çıkıp, Kara Han’ın üzerine saldırdı. Eğer gerçek kahramanlar, bu yiğitliği görselerdi, hayran kalırlardı.

Yiğit Ahmet Ağa’nın saldırısına mukavemet gösteren Kara Han askerleri, mağlup edilerek, bir miktar savaş malzemesini ganimet alıp, geri geliyorlar.

Amid halkının bu direnişini kendisine yediremeyen kompleksli, kibirli ve kabadayı Kara Han, teselliyi, şehrin çevresindeki bağ ve bahçeleri yakıp viraneye çevirmekte ve Dicle manzaralı köşk ve mesireleri tahrip etmekte buldu. Aynı zamanda ordusunu takviye ederek saldırılarını sürdürdü; surların çevresinde oluşturduğu mevzilerden saldırılarını sürdürüyordu. Ancak her saldırıda, o kadar acem askeri ölüyordu ki, sanki Şah o zavallıları yalnızca öldürülmek için göndermişti. Şehrin çevresindeki mevziler düşman cesetleri ile dolmuştu. Mardin kapısı, Dağ kapısı ve Urfa kapısı karşılarındaki meydanlarda yatan ölüler, tepeler teşkil etmişti.

Nihayet, Kara Han, Amid’in tek bir taşını almayı başaramadı. Askerlerinin ve komutanlarının pek çoğunu kara toprağa serilmiş olduğunu görmekle üzülmüş ve hayretler içinde kalmıştı.

Bu savaşta, şehrin iç bölümü; cami, mescit, ev vb. yapıların çoğu viraneye dönüşmüştü ve her ev bir veya birkaç şehit vermişti. Her evden yükselen feryat ve ağlama sesleri, savaşın o dehşetli saldırılarının sesine karışarak daha da bir acımalı acımaklı oluyordu.

Bu varolma ve yokolma keşmekeşliği devam ederken, Çebaxçur’da birleşmiş olan Bıyıklı Mehmet ve Şadi Paşaların askerleriyle birlikte hareketinin beşinci günüydü. Amid yakınındaki Karaköprüye varmışlardı. Kara Han bu durumu görünce iki kuvvet arasında sıkışarak yok olacağını anladı ve gece karanlığında Sencar çöllerinde savaşmaya mecbur oldu …

Amid halkının bu zaferden aldığı haz, bir buçuk yıllık kuşatma süresi boyunca çekmiş oldukları eziyeti, o an unutturmuştu.

Şaban ayının birinci günü 921 H. (30 Eylül 1515 M.) de yukarıda adı geçen paşalar, Mevlana İdris-i Bitlisi ve defterdar Hoca Nizamettin ile birlikte şehire girdiler. Öteden beri Osmanlılarla birleşmek istedikleri ana kavuştukları için, sekiz gün sekiz gece olağanüstü şenlikler düzenlediler. “Heşt Bihişt’te de, bu yandan övgülerle bahsediliyor.

Osmanlıcadan çeviren: Abdurrahman UÇAMAN

* Bu yazı, 7 Şubat 1907 tarihli ve İstanbul’da (Dersaadet) Şükrü Amidi’nin müdürlüğünü yaptığı,Amid-i Suda gazetesinde yayımlanan Ali Emiri’nin makalesidir. Bu makale, Abdurrahman UÇAMAN tarafından Osmanlıcadan yeni Türkçeye sadeleştirilerek çevrilmiştir. Makale çevrilirken, tasvir ve övgüye niteliğinde tekrar olan bazı yerleri atlatılmıştır.

[1] Banidirye: Akkoyunluların adıdır. Banidir, Lice’nin güney doğusunda eskiden göçebelerin yerleşmiş oldukları büyük bir yerleşim merkezinin adıdır. Bugün belirtilen yerde harabeleri enkaz halinde mevcuttur ve onun yakınında “Banidir” adında bir köy bulunmaktadır. Kürtçe “ban: ev” ve “der/dar: sahib olmak” anlamında olup, “Banidir: ev sahibi ya da yerleşik olan”, o yörede çoğunlukla göçebe hayatı yaşandığı için, ev edinenlere “Banidir” denmiştir.

[2] Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bedlisî arasındaki ilişkilerin daha iyi kavranması açısından, Yavuz’un İdris-i Bedlisi’ye yolladığı bir fermanın metnini okuyucunun dikkatine sunmakta yarar var:

“Sultanların dostu ve faziletler sahibi Mevlana Hekim Şeyh İdris hazretleri; haberiniz olsun ki, mektubunuz bize erişti. Doğruluğunuz ve sadakatle çalışmanız, bütün gayretlerinizi sarfetmeniz neticesinde, Diyarbekir ve havalisinin fethedilmesi mümkün oldu. Bu başarınızdan ötürü yüzünüz ak olsun. İnşallah diğer yerlerin fethine sebep olma şerefine nail olursunuz. Bu hususta yegane güvendiğim sizsiniz.

İdari işlerde kullanılmak ve askerlere dağıtmak üzere gereken tahsisatla birlikte iki bin tane altın işlemeli kılıç, iki bin sikke Frenk altını, Filori, bir samur ve bir vaşak kürk ve ayrıca çuha ve diğer cinslerden birer kürk ve muhtelif hediyeler gönderildi. İnşallah bunlar salimen erişir. Sıhhat ve selametle kullanırsınız.

Vilayetleri de bölmüş bulunduğum sancaklara, bize itaat etmiş olan Kürt Beylerini iktidarlarına liyakatlarına göre tayin edin.

Diyarbekir Beylerbeyi ve tarafımızca kıymeti çok büyük olan Mehmet Bey’e Nişan-ı Şerifimle imzalanmış akkanımı gönderiyorum. Kendisine takdim edin. O havalide her beye verilen sancak ve Vilayetlerin durumu bunların adetlerini ve beylerin lakaplarını, adlarını tarafımıza bildirin. Beylere gönderdiğim nişanları kendilerine takdim buyurun.

Erdebili’nin oğlu İsmail (Şah İsmail), Hüseyin Bey ve Berham Ağa isminde iki elçi göndermiş. Bunlar İsmail’in Han’a itaat ettiğini ve her emrimi yerine getireceğini bildiriyorlar. Ben bunlara inanmadım ve ikisini de hapse attırdım. Sen de ona karşı uyanık davran ve yalvarmalarına inanma.

Darulhilafet - Edirne.

(Botan Amedi, Kürtler ve Kürdistan Tarihi-I)

[3]Bu kahramanın (Hacı Ahmet Ağa) adıyla Diyarbakır’da bugünkü çarşı karakolunun arkasında bir mahalle vardır. Aynı zamanda onun anısına yapılmış bir mescit de vardır. Bu mescit Kazi Camii’nin kuzey batısında enkaz halindedir.

[4] Yirmibeş Kürt aşiret reislerini temsilen, İdris-i Belisi ile Yavuz Sultan Selim arasında 1514 yılında yapılan anlaşmaya göre;

- Kürt Emirliklerinin özerkliği, Osmanlı yönetimine bağlı olarak korunacak.

- Eskiden olduğu gibi Kürt Emirliklerinde yönetim babadan oğula geçecek ve yönetim konularında

ferman padişahtan çıkacak.

- Kürtler, bütün savaşlarda Osmanlılara yardım edecekler.

- Osmanlılar, Kürtleri tüm dış saldırılardan koruyacaklar.

- Kürtler, Osmanlı devletine gerekli olan her türlü vergiyi ödeyecekler.

- Bu anlaşma, Yavuz Sultan Selim ile ona boyun eğen Kürt Beylikleri arasında yapılmıştır. (Botan

Amedi, Kürtler ve Kürdistan Tarihi -I, s. 124.)

Bitlisname

Nerina Azad
Bu haber toplam: 8213 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:06:47:32