Sovyet İstihbarat Şefinin Anılarında Mele Mustafa Barzani

Kürt lider Mele Mustafa Barzani, 1946’da ayaklanan aşiretlerle birlikte İran sınırını aşarak Azerbaycan’a girdi. Şah’ın kuvvetleri tarafından pusuya düşürülmüş, İngiliz ve Amerikan destekçilerince yüz üstü bırakılmışlardı. Barzani’nin hafif ve ağır silahlarla donanmış iki bin kişilik özel kuvvetine kendi aşiretinden de bin kişi eşlik ediyordu...
14.08.2023, Pts - 10:07
Sovyet İstihbarat Şefinin Anılarında Mele Mustafa Barzani
Haberi Paylaş

Geçen haftalarda, Ayrıntı Yayınları arasında çıkan “Özel Görevler: Sovyet İstihbarat Şefinin Anıları” adlı kitabı okudum. Büyük boyutta (A4) 550 sayfayı içeren ve orijinal adı “Special Task The Memoirs of an Unwanted Witnes A Soviet Spymaster” taşıyan kitap, Emrah Arıcılar tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilmiş.

Bir otobiyografi özelliği taşıyan kitap, Time Dergisi’nin Moskova bürosu şefi Jerrold L. Schecter ve Leonna P. Schester’in katkılarıyla, Pavel Sudoplatov ve oğlu Anatoli Sudoplatov tarafından kaleme alınmış.

Pavel Sudoplatov, Sovyet gizli servisindeki kariyeri boyunca 20. Yüzyılın dünya siyasetine damgasını vuran birçok olayın salt gizli tanığı olmakla kalmayıp, Troçki Suikastı, Alman Nazilerine karşı savaş, Batı dünyasındaki ajan şebekeleri ve ilk Sovyet atom bombasının inşası da dahil birçok alanda etkin görevler yürüten üst düzey bir istihbarat subayı.

Pavel Sudoplatov biyografisinde, geçen ay dünya çapında gösterime giren “Oppenheimer” adlı filmin kahramanı ve atom bombasının babası olan Robert Oppenheimer hakkında, onun dahil olduğu “Manhattan Projesi”, Los Alamos’ta kurulan laboratuvar ve burada görevli olan bilim insanları ve onlarla kurulan ilişki, köstebekleri vasıtasıyla laboratuvara nasıl sızdıklarını; hakkında da geniş yer veriyor. Sovyetler’e ve sosyalizme sempati duyan Oppenheimer’in eşi Kathrine ile nasıl diyalog geliştirdiklerini detaylarıyla anlatıyor.

Ayrıca, 1945 Ocak ayında, Oppenheimer vasıtasıyla Sovyetlere atom bombasının inşaa sürecini tarif eden beş rapor ulaştırıldığına dikkat çekiyor.

Kitapta, Sovyet gizli servislerinin işleyişine ilişkin, bu düzeyde sorumluluk almış birinin, Sovyetler Birliği ve parti mekanizmasındaki sık sık başvurulan tasfiyeler, güç ilişkileri ve iktidarını sağlamlaştırmak isteyen Stalin’in bu tavsiyeleri nasıl bir devlet politikasına dönüştürdüğünü de görmek mümkün.

Otobiyografide, o dönemde Sovyetler’de ve dünyanın dört bir köşesinde meydana gelen gelişmelere ilişkin önemli bilgiler de bulunuyor.

Sudoplatov, 1953 yılında Beria’nın düşüşünün hemen ardından tutuklanmış, 1968 yılında tahliye edilmiş. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, 1992 yılında aklanmış.

Sudoplatov, uzun yıllar Sovyet istihbarat servisinin seçkin birimlerinden biri olan Özel Görevler Dairesi’nde çalışmış, savaş yıllarında da bu dairenin başına geçmiş.

Sudoplatov, başta Stalin olmak üzere, Sovyet liderlerinin büyük kesimiyle doğrudan ilişki içinde olan bir kişi. Uzun süre Beria ile birlikte çalışmış. Stalin’le birçok kez görüşmüş, Troçki’nin öldürülmesi için talimatlar almış, Kruçev ve Molotov da dahil üst kademedeki birçok liderle yüz yüze görüşmeler yapmış.

1907 yılında Ukrayna’da doğan Sudoplatov, gençlik yıllarında istihbaratçı olarak çalışmaya başlamış ve Ekim Devrimi’nin önde gelen kadrolarından ve Karşı Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu ÇEKA’nın lideri olan Feliks Dzerjinski’yle doğrudan mesajlaşabilecek düzeyde sorumluluk taşımış.

Kitap XIII bölümden oluşuyor:

“İspanya Devrimi”, “Tasfiye Yılları”, “Troçki Suikasti”, “Stalin-Hitler: 2. Dünya Savaşı: Savaş Başlarken”, “Büyük Yurtseverlik Savaşı: Aldatma Oyunları ve Gerilla Savaşı”, “Atom Casusları”, “Soğuk Savaş”, “Raul Wallenberg, X Labaratuvarı ve Diğer Özel Görevler”, “Yahudiler: Kırımdaki Kaliforniya”, “Stalin Döneminin Son Yılları (1946-1953)”, “Beria’nın Düşüşü ve Tutuklanmam” ve “Yargı Süreci”.

Yazar “Soğuk Savaş”, (sayfa 248) yıllarını değerlendirdiği bölümde, yaklaşık 5 sayfa (287-292), ölümsüz Kürt lideri Mele Mustafa Barzani’yle yaptığı görüşmelere, Sovyetler’e sığınmak zorunda kalan Kürtlerin durumuna; Azerbaycan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Bakirov’un tavrına, Sovyet Devleti’nin Kürt halkının kurtuluş mücadelesine gösterdiği yaklaşıma geniş yer veriyor.

Yazar, Barzani ve bazı adamlarına Sovyet askeri akademilerinde eğitim görme imkanlarını kabul ettiklerini; yerleştirildikleri Orta Asya’daki varlıklarını ise, ileride Irak ve İran hükümetleriyle girecekleri silahlı mücadelede Kürdistan’ın kurtuluşu yolunda bir hazırlık evresi olacak şekilde düşündüklerini dile getiriyor.

Sovyetler’in, Aras nehrini aşıp Azerbaycan’a geçen Barzani ve birlikte gelenlere siyasi bir sığınma teklifinde bulunması için kendisini 1947 yılında Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye gönderdiğini; geçici yerleşim yeri olarak da Özbekistan kırsalında, Taşkent’e yakın bir bölgeyi öngördüklerini; kendisini Barzani’ye, TASS direktör yardımcısı ve Sovyet hükümeti sözcüsü Matveyev olarak tanıttığını; Barzani’nin kendisine, Kürtlerin son yüzyılda İran, Irak ve Türkiye devletlerine karşı seksen kez ayaklandığını, bunlardan altmışında Rusya’nın yardımına başvurduklarını ve her yardım talebinde bir miktar silah ve mühimmat desteği aldıklarını ilettiğini belirtiyor.

Abakumov ’un (1946-1951 yılları arasında Devlet Güvenlik Bakanı, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Politbüro -Adli İşler Komisyonu- üyesi ve 1950'den 1951'e kadar da Devlet Güvenlik Bakanlığı Collegium Başkanı) kendisine, Azerbaycan KP Sekreteri M. Bagirov’a, Barzani’yle yapılan görüşmelerin içeriği, özellikle de askeri eğitim konusunda Stalin’in verdiği onay hakkında bilgi vermesini yasakladığını ve Barzani’nin adamlarından bazılarının Azerbaycan’dan Ermenistan’a geçerek Kürtçe radyo yayınına başladıklarını da ifade ediyor.

Kürt aydınları, yazarları, -Özellikle Doğu Kürdistanlılar- Mahabad Kürd Cumhuriyetini ve Barzani’nin Kürd Cumhuriyetine verdiği desteği ve daha sonra, onun birlikleriyle beraber Azerbaycan’a geçtikten sonraki gelişmeleri değerlendirdiklerinde, sürekli olarak Bagirov’un Kürtlere karşı düşmanca bir politika izlediğini dile getirdiler.

Pavel Sudoplatov’un yazdıklarından da anlaşılıyor ki, Sovyet yöneticilerinin Bagirov’un Barzani şahsında Kürtlere olan düşmanlığını, onlara Türk devletinin gözlüğüyle baktığı bilgisine sahip olduklarını gösteriyor.

Yazar, bağımsız bir Kürt cumhuriyetinin kurulmasına yönelik olarak da Barzani’nin görüşlerine yer veriyor:

“Barzani Türkiye, İran ve Irak sınırı arasında kurulacak bağımsız bir Kürt cumhuriyetine tam destek vermemiz kaydıyla, Sovyet hükümetiyle siyasi ittifak kurmayı kabul ediyordu. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt cumhuriyetinin çok daha gerçekçi olduğunu düşünüyordu. İran ve Türkiye’deki Kürt bölgelerine özerklik verilmeli ve bunlar Kürt cumhuriyetiyle işbirliği içine girmeliydi.”

Yazar, Barzani’nin Kürtlerin geleceğinin, süper güçlerin Ortadoğu’daki çıkarlarını kendi yararına yönlendirebilme becerisine bağlı olduğunu anlayacak kadar akıllı bir adam olduğunu belirtiyor ve şöyle yazıyor:

“Geriye dönüp baktığımda, söz konusu güçlerin Kürt sorununun adil bir şekilde çözümüyle ilgilenmediklerini net bir şekilde görebiliyorum. Kürdistan’ın kaderi ne Kremlin ne de Londra ne de Washington’da insani bir mesele olarak ele alınmadı. Hem Doğu hem de Batı’nın ikiyüzlü politikalarında belirleyici eğilim Kürdistan’daki petrol yataklarına erişim gibi görünüyordu.”

Sovyetler Birliği devlet yönetiminde önemli görevler üstlenmiş bir kişinin, Mele Mustafa Barzani’yle yüz yüze görüşmesi, edindiği izlenimler ve başta Sovyetler Birliği Merkez Komitesi olmak üzere, İngiltere ve Amerika’nın Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ne ve Kürt ulusal kurtuluş mücadelesiyle ilgili politik ve pratik yaklaşımlarıyla ilgili yazdığı bilgilerin, Kürdistan kamuoyu ve Kürt halkı tarafından bilinmesi önemli. Uzun olmasına rağmen, yazarın kitabında yer verdiği tüm bilgileri aşağıya aktarıyorum.

Yazarın değerlendirmesi şöyle:

“Kürt lider Mele Mustafa Barzani, 1946’da ayaklanan aşiretlerle birlikte İran sınırını aşarak Azerbaycan’a girdi. Şah’ın kuvvetleri tarafından pusuya düşürülmüş, İngiliz ve Amerikan destekçilerince yüz üstü bırakılmışlardı. Barzani’nin hafif ve ağır silahlarla donanmış iki bin kişilik özel kuvvetine kendi aşiretinden de bin kişi eşlik ediyordu. Sovyet hükümeti onları önce bir kampa kapattı. Barzani’yle görüşme yapmak üzere bu kampın yolunu tuttum. Abakumov, Barzani’ye hem birliklerine hem de aşiretini kapsayan siyasi bir sığınma teklifinde bulunmam için 1947’de beni Bakü’ye gönderdi. Bu sığınma, Özbekistan kırsalında, Taşkent’e yakın bir bölgede geçici bir yerleşim öngörüyordu. Beni Barzani’ye, TASS direktör yardımcısı ve Sovyet hükümeti sözcüsü Matveyev olarak tanıttılar.

Ömrümde ilk defa gerçek anlamda feodal bir beyle karşılaşıyordum. Görünüşünden kurnaz bir politikacı ve komutan olduğu anlaşılıyordu. Kürtlerin son yüzyılda İran, Irak ve Türkiye egemenliğine karşı seksen kez ayaklandığını, bunlardan altmışında Rusya’nın yardımına başvurduğunu ve her yardım talebinde bir miktar silah ve mühimmat desteği aldığını ifade ediyordu. Bu nedenle, demokratik Kürt cumhuriyetinin İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin kuvvetlerince ezildiği bu amansız dönemde, bizden yardım talep etmeleri gayet doğaldı.

Barzani’nin akrabaları müzakere bahanesiyle şah tarafından tuzağa düşürülmüş ve asılmıştı. Şahtan bir davet alan Barzani, bu nedenle, şahın ailesinden bazı isimlerin rehin olarak kendi karargahına gönderilmesi şartıyla müzakere için Tahran’a geçeğini söyledi. İlk aracılar şahla görüşmek için yola çıktıklarında, Barzani kuvvetlerinin büyük kısmını Sovyetler Birliği’ne geçirdi. Ortadoğu’daki Batı nüfuzunu kırma mücadelesinde Kürtlerden faydalanmayı düşünüyorduk. Barzani ve bazı adamlarının Sovyet askeri akademilerinde eğitim görmesini kabul ettik. Orta Asya’daki varlıkları ise, ileride Irak ve İran hükümetleriyle girecekleri silahlı mücadelede Kürdistan’ın kurtuluşu yolunda bir hazırlık evresi olacaktı.

Abakumov bölge Komünist Partisi şefi M. Bagirov’a, Barzani’yle yapılan görüşmelerin içeriği, özellikle de askeri eğitim konusunda Stalin’in verdiği onay hakkında bilgi vermemi yasaklamıştı. Barzani’nin adamlarından bazıları Azerbaycan’dan Ermenistan’a geçerek Kürtçe radyo yayınına başladılar.

Ben Moskova’ya dönerken, Barzani de silahsız birliklerini aileleriyle birlikte Özbekistan’a götürüyordu. Beş yıl sonra, Mart 1952’de Taşkent’e yakın bir bölgeye yerleşen Barzani’yle görüşmek üzere Özbekistan’a gönderildim. Barzani yerel makamlardan gördüğü muameleden hiç hoşnut değildi ve sorunların çözümü için Moskova’daki merkezi hükümetin duruma müdahale etmesini talep ediyordu. Taşkent civarında kolektif çiftliklere yerleştirilen üç bin kişilik aşireti üzerindeki hakimiyetini kaybedeceğinden korkuyordu.

Görüşme hükümete ait bir daçada gerçekleşti. Yanıma tercüman olarak Binbaşı Nikolay Zemskov’u almıştım. Barzani gibi Zemskov’un İngilizcesi de gayet iyiydi. Barzani ikinci karşılaşmamızda, İngiliz ve Amerikalı yetkililerin rüşvet vererek Kürt milliyetçilerinin sadakatini kazanmaya çalıştığını söylüyordu. Ayıca adamlarından Irak, İran ve Türkiye’deki olaylara etki edebilmek adına faydalanmak isteyen İngiliz istihbarat ajanlarıyla irtibata geçtiğinden söz ediyordu.

Kürtler hakkındaki planım, bin beş yüz kişilik bir Kürt birliğini sabotaj teknikleri konusunda eğiterek, Bağdat’taki Nuri Said hükümetini devirmelerini sağlamaktı. Bu plana devlet güvenlik bakanı İgnatyev de destek veriyordu. Bu tür bir operasyon Irak’taki hakim İngiliz nüfuzunu ciddi ölçüde zayıflatacaktı. Avrupa ve ABD’ye dönük stratejik petrol arzını kontrol altına almak yönünde planlarım vardı. Kürtlerin konumu, bu anlamda, Ortadoğu’daki çıkarlarımızla uyuşuyordu. Irak ve İran petrolünü taşıyan boru hatlarına zarar vererek petrol akışını yavaşlatabilirlerdi.

Barzani Türkiye, İran ve Irak sınırı arasında kurulacak bağımsız bir Kürt cumhuriyetine tam destek vermemiz kaydıyla, Sovyet hükümetiyle siyasi ittifak kurmayı kabul ediyordu. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt cumhuriyetinin çok daha gerçekçi olduğunu düşünüyordu. İran ve Türkiye’deki Kürt bölgelerine özerklik verilmeli ve bunlar Kürt cumhuriyetiyle işbirliği içine girmeliydi.

Barzani’ye bu tür bir uzlaşmanın ayrıntılarını konuşma yetkimin olmadığını, ancak bir Kürt sürgün hükümeti kurması durumunda destek vermeye hazır olduğumuzu söyledim. Bu görevde bana eşlik eden Nikolay Mançka, Barzani’ye bu yönde bir teklif götürdü. Mançka, Merkez Komitesi’nin uluslararası ilişkiler şubesinin şefi Boris Ponomarev’in asistanlarındandı. Taşkent’in on beş kilometre dışında yer alan kolektif bir çiftlik ofisinde Kürdistan Demokrat Partisi’nin kuruluşuna yardım etmeyi teklif ediyordu. Ayrıca yeni Kürt yönetiminin mahalli idarelerinin başkanlığını Barzani’nin yapacağı yeni bir partinin merkez komitesine nasıl bağlanacağını da açıklamıştı.

Görüşmeye müdahale etmiyor; ancak konuşulanları dikkatle dinliyordum. İki saat sonra görüşme sona erdiğinde bu planın Merkez Komitesi’nin Staraya Ploshchad’daki bürolarında üretilen ideolojik fantezilerinden biri olduğunu anlamıştım. Barzani beni kurmaylarıyla tanışmam için davet etmişti. Otuz kişinin esas duruşta beklediği bir odaya girdim. Bizi görür görmez hep birlikte dizlerinin üzerine çökerek Barzani’ye doğru emeklemeye, elbisesinin eteğine ve çizmelerine dokunup öpmek için müsaade istemeye başladılar. Demokratik bir Kürdistan’a dair tüm hayallerim o anda yok olup gidecekti.

Barzani Nisan 1952’de, ailesi ve yurttaşlarıyla birlikte Taşkent yakınlarındaki büyük bir kolektif çiftliğe yerleşti. Mançka’yla birlikte Moskova’ya döndüğümde, Kürtlere özerk bölge statüsü verilmesi konusunda karar alındı. Devlet güvenlik bakanı Kürtlere askeri eğitim sağlayacak ve yurt dışındaki yurttaşlarıyla ilişkilerini devam ettirmeleri için yardım sunacaktı. Ajanlarımızın Barzani’nin ekibine sızarak bazı Kürtleri servise kazandırma çabaları, Barzani’nin güvenlik servisi tarafından etkin bir şekilde önlenmişti. İran’daki Kürtlerle çalışma konusunda deneyim sahibi olan Zemskov, ikinci dereceden bir askeri yetkiliyi askeri akademimizde eğitim gördüğü sırada servise çekmeyi başarmıştı, ancak bu çiçeği burnunda ajanımız Taştent’e döndüğünde hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolacaktı. Ona hiçbir şekilde ulaşamadık. Ortadan kaldırıldığını düşünüyorduk.

Kürt meselesi sayesinde, ilk defa Politbüro kararı gerektiren bürokratik süreçlere katılmaya başladım. İgnatyev bu meseleye ilişkin önerilerimizin yer aldığı belge üzerinde anlaşmaya varılana dek, Mançka’nın ofisinde kalmamı istiyordu. Genelde kibarlığı elden bırakmayan İgnatyev, Barzani’yle Moskova’daki otelinde acil bir görüşmem olduğunu söylediğimde öfkeye kapılarak, beni Merkez Komitesi’nden süratle bir onay çıkarmanın siyasi önemini kavrayamamakla suçlayacaktı. İgnatyev Mançka’yla beni yanına alarak tasarıyı imzalatmak üzere Molotov ve Vişinski’nin yanına götürdü. Molotov ve Vişinski’yle uzun zamandır çalışmama karşın, onları ilk defa yaşlı, pasif ve yorgun görüyordum. Buna karşın, belgeden bir paragrafın çıkarılması konusuna sürekli ısrar ettiler. Belgede, Kürt meselesiyle ilgili müzakerelere dair Dışişleri Bakanlığı’nı bağlayan herhangi bir ifadenin yer almasını istemiyorlardı. Ayrıca meselenin Politbüro’da Dışişleri ya da Güvenlik Bakanlığı’nın ortak tasarısı şeklinde değil, yalnızca Güvenlik Bakanlığı’nca ortaya atılan bir öneri olarak ele alınması gerektiğini vurguluyorlardı. Bir yandan bu eleştirileri düşünürken, Mançka’ya çantasında karar tasarısını taşıyacak bir korumayla birlikte Lubyanka’daki ofisime dönmeyi ve belgenin son halini temize geçmeyi önerdim. İgnatyev bu önerimi kabul etmişti.

Komedi de işte bu noktada başladı. İgnatyev sunduğumuz karar tasarısını kabul etti. Onun için mühim olan belgeyi Politbüro üyelerinin onayına sunmak üzere gönderilecek resmi mektuptu. İgnatyev belgenin sunulacağı Politbüro üyelerinin isim sırasını değiştirmemiz için belgeyi daktilo eden sekreterle bana üç kez talim verdi Mançka’ya, isim listesinin alfabetik sırayla mı yoksa Politbüro’nun dış ilişkiler komisyonunda görevli üyelerinin ismi başa yazılarak mı gönderileceğini soruyordu. Bu durumda yoldaş Kruşçev’in ismi listede Bulganin’den önce geliyordu. Yoldaş Beria, Yoldaş Malenkov’dan önce mi yazılmalıydı? Bu ve bunun gibi duyulmamış ince ayrıntılar karşısında hayret ediyordum. Bu işlerde uzman görünen Mançka İgnatev’e bir öneri sundu. Daktilocular, Politbüro üyelerinin isim sırası dışında hiçbir değişikliğe gidilmemesine karşın, belgeleri yeniden yazmak zorunda kaldıkları için şaşkına dönmüşlerdi.

Barzani’yle 1953 yılının bahar aylarında yaptığım görüşmelerde ciddi bir güvenlik ihlali yaşandı. Barzani, benim de eğitim gördüğüm Moskova’daki askeri akademide bir dizi eğitimden geçiyordu. Bir gün beni korgeneral üniformamla gördü. Bana göz kırparak kendisine tercümanlık eden genç bir teğmen aracılığıyla, “Yüksek rütbeli bir Sovyet hükümet temsilcisiyle çalışmış olmaktan memnuniyet duyuyorum.” demişti. Ona sınavlarında başarılar dilediğimi söyledim.

Barzani’yle en son tutuklanmamdan kısa süre önce karşılaştım. Beni Gorki Caddesi’nde görmüştü. Sorunlarıyla ilgili konuşmak için can atıyordu, ancak o an onu atlatmayı tercih ettim. Bana ulaşamadan kalabalığın arasına katılıp kayboldum.

Barzani, Kürtlerin geleceğinin, süper güçlerin Ortadoğu’daki çıkarlarını kendi yararına yönlendirebilme becerisine bağlı olduğunu anlayacak kadar akıllı bir adamdı. Geriye dönüp baktığımda, söz konusu güçlerin Kürt sorununun adil bir şekilde çözümüyle ilgilenmediklerini net bir şekilde görebiliyorum. Kürdistan’ın kaderi ne Kremlin ne de Londra ne de Washington’da insani bir mesele olarak ele alınmadı. Hem Doğu hem de Batı’nın ikiyüzlü politikalarında belirleyici eğilim Kürdistan’daki petrol yataklarına erişim gibi görünüyordu. Benden sonra Barzani’yle görüşmeye devam eden Mihail Suslov, Irak’taki Nuri Said’in devrilmesi karşılığında Kürtlere tam destek sözü verdi, ancak 1970’lerde Kürtleri kendi mücadeleleriyle baş başa bırakacaktık. Bağdat rejiminin devrilmesi konusunda Amerikalılar da Barzani’ye destek sözü vermişti, ancak en gerekli anda desteklerini geri çektiler. Kürtler feci şekilde aldatılmıştı.

1950’lerde Kürt meselesiyle ilgilenmemim nedeni, Soğuk Savaş’ın yarattığı çatışma ortamında Kürt hareketinden faydalanmaktı. Bölgede kurulacak bir Kürt cumhuriyeti, Ortadoğu politikamızı gerçekleştirmek adına cazip bir araçtı. İngiliz ve Amerikalıların bölgedeki konum ve çıkarlarını sarsmanın bir yolu da buydu. Ne var ki, güç dengeleri lehimize işlemiyordu.

Nuri Said hükümetinin desteklediğimiz bir askeri darbeyle devrilmesinin ardından, 1960’larda Sovyetler Birliği jeopolitik açıdan bölgede Kürtlerden çok daha önemli müttefikler edindi. Barzani ve Kürt halkının trajedisi, Doğu ve Batı’nın ve bir ölçüde Arap devletleriyle İran’ın çıkarları gereği Kürtleri bölgede önleyici bir güç olarak korumak ve Türkiye, Irak ve İran arasındaki bölgelerarası mücadelede onları bir maşa olarak kullanmak istemelerinden kaynaklanıyor. Kürtler, 1950’lerde Rusya’nın bölgedeki tek müttefikiyken, Irak ve Suriye’yle sonraki yıllarda kurulan stratejik ortaklıklar Ortadoğu siyasetinde baskın bir unsur haline geldi. Kürtler için akılcı çözüm, sınırlı özerklik için uluslararası garantiler almaktı. Ne Batı ne de Arap dünyasından herhangi bir devlet Kürtlerin bağımsız bir Kürt cumhuriyeti kurarak Musul petrollerini kontrol etmesini istemiyordu.

1963 yılında hapiste olduğum sırada, Ortadoğu’daki durum kötüleşince Barzani’yle irtibata geçilmesi yönünde öneride bulundum. Bir müddet sonra önerimin kabul edildiğini ve Kürtlere Irak ordusunun zulmüne karşı bölgelerini korumaları için silah ve mühimmat desteği sağlandığını haber aldım. Bununla birlikte, Kürtleri stratejik müttefikimiz yaparak Irak iktidarını kontrol altına alma çabalarımızın başarısızlıkla sonuçlandığı bir gerçektir.

Ünal Yardımcı

Nerina Azad
Bu haber toplam: 7404 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:15:03:44