Prof. Kurubaş, tarihsel süreç içinde meydana gelen bazı Kürt başkaldırılarını da idealarına örnek gösteriyor. İşaret edilen tarihsel olaylardaki ilişkilerin içeriğine o günlerde kayda giren belgeler ışığında bakacağız. Sadece ideolojik bakış açısıyla tarihsel olayları yorumlama gibi “basit” bir yöntemi kullanmayacağız. Aynı zamanda tarihi belgeler üzerinden giderek yorum hakkımızı kullanacağız. Aslında Prof. Kurubaş’ın söyleminin aksine Kürt siyasal hareketlerinin bir-iki örnek dışında neden bölge devletlerinin ilişkilerini aşan, bir paradigma geliştiremedikleri üzerine bir makale yazmayı düşünüyordum. Söz konusu yazı bu konuyu tartışmaya vesile oldu. Bu nedenle 20. Yüz yılın başlarındaki güçler dengesi ve bu bağlı şekillenmenin ana hatlarına kısa bir bakıştan sonra tarihsel süreç içinde Kürt siyasal hareketlerinin ilişki ağına bakacağız.
Dünya’nın yeniden paylaşımı çerçevesinde, Orta-doğu’nun bir asır önceki şekillenmesi, Britanya ve Fransa’nın çıkarları ve Sovyetler Birliği’nin denge siyaseti üzerine inşa edilmişti. Britanya ve Fransa kafa kafaya verip Sykey- Picot’un Anlaşmasını imzaladıklarında (Mayıs 1916)klasik tüccar mantığını esas aldılar. Petrol sahalarını onlarca Arap devletleriyle kontrole alırken; etnik, dini, mezhepsel haksızlıklar üzerinde inşa ettikleri yapay devletlerin gelecekte, nasıl bir çatışma-hesaplaşma alanına döneceğini tahmin ettiler mi bilemeyiz; ancak hesaplarının sonsuza dek sürmeyeceğini biliyorlardı.
19. Yüzyılın sonu ile 20. Yüzyılın başlarında kıyasıya yaşanan yıkıcı ve emperyal rekabet, farklı ortaklıklarla ittifaklara dönüştü. Küresel sömürge yarışına dâhil olan Almanya, Kuzey Afrika ve Balkanlarda hüsrana uğrayan Osmanlı’yı müttefik olarak yanında bulacaktı. İttihatçılar, müttefikleri Almanya ile turan hayalleri eşliğinde eski imparatorluk günlerine dönmeyi umut edenler, savaşın enkazında kayıp gittiler. Birinci Dünya Paylaşım ve Yıkım Savaşı, Avrupa yeni yükselen gücü Almanya’nın yenilgisiyle sonuçlanınca İttihatçıların yeniden eski günlere dönme umudu yeşermeden tükenmiş oldu. Yaşlı kıta Avrupa savaşın sonuçlarıyla meşgul iken, ABD emperyal rekabetten uzak kendi kapasitesini geliştirmeye ilgiydi. ABD, İki dünya savaşındaki sonuç alıcı müdahaleleri, hem kendisine prestij kazandırırken hem de savaşın yıkıcı sonuçlarından kendisini korunmayı becere bilme kabiliyetini gösterdi.
Çarlık Rusya’sının mirasçısı Sovyetler Birliği gelince Birinci Paylaşım Savaşı sırasındaki iktidar değişikliğinin etkisiyle kısa süreliğine kabuğuna çekilirken, 1940 sonrası yeni paradigmasıyla Avrupa’nın ortalarına kadar ilerleyip, Hitler çılgınlığının sonuçlarından en iyi istifade eden taraf oldu. Tıpkı Napolyon’un maceracı siyasetini fırsatta çeviren Rus Çarı Alexander’ın 1815 Paris’e girmesinin bir başka versiyonu Stalin tarafından “sosyalizm” bayraklarıyla Berlin’e duvar örülmesiyle sonuçlandı. Yeni Rus Çarı Stalin, “ezilen halkların dostu” şablonu ile Kemalist hareketin arkasında dururken, yanı başındaki Kürtlerin feryatlarını duymazlıktan geldi. Bununla da yetinmedi; İngilizlerle kıyasıya kavgaya tutuşan Şeyh Mahmut’u “İngiliz işbirlikçisi” ilan ederken, Kuzey Kürdistan’daki direniş ve başkaldırıları “gerici” olarak tanımladı. Aynı zamanda Çerkez Etem’i ve Mustafa Suphi’de savaş ganimeti olarak Kemalistlere peşkeş çekmekten çekinmedi.
1914-1946 iki dünya savaşı arası sürecinin yegâne mağduru Kürtlere kısaca bakacak olursak, sorun on altıncı yüz yılın başlarına kadar uzanır. 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşmasıyla Osmanlı ve İran hanedanları arasında bölüşülmekle kalmamış, yüz yıllarca çekişmelerin savaş alanı haline gelmiştir. Hem Osmanlılar ve hem de İranlılar Kürtlere rakiplerini zayıflatacak bir faktör olarak kullanmak istediler. Zaman zamanda başarılı oldular. Kürtleri bir millet olarak görmedikleri gibi, milli birliğini kurabilme dinamikleri imha etmenin yöntemlerini defalarca denediler. Kürdistan sorunun uluslararası politikaların envanterine girmesi ise Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonradır. Savaş sonrasında “hak yerini bulur-adalet sağlanır” beklentisi içinde olan Kürtler, tarihin en acımasız paylaşımı ile karşı karşıya kaldılar. Toprakları dörde bölünmüş, her bir parçası ayrı ayrı devletlerin egemenliğine verilmişti. Bütün bunlar Britanya-Fransa’nın mihmandarlığında ve “sosyalist” Sovyetler Birliği’nin bilgisi dâhilinde gerçekleşti. Bu noktada Prof. Kurubaş’ın hiçte yabancı olmadığımız tespitlerini aktaralım:
“Tüm bu sözünü ettiğimiz çerçeveye uygun olarak, Kürt hareketi de yüzyıllık geçmişi boyunca bölgesel güçlerin yanı sıra büyük güçlerle, kullanılma ve yüzüstü bırakılma pahasına, oldukça esnek ve pragmatik ilişkiler geliştirmiştir. Kurulan bu ilişki sayesinde Kürtler her dönemde büyük güçlerin farklı biçim ve düzeylerde ilgisine ve desteğine mazhar olmuştur.
Dünya Savaşı sonrası Osmanlının mağlup sayılması ve İngilizlerin Mezopotamya’ya yönelik yeni çıkar tanımlamaları, kaçınılmaz olarak Kürtlerle yollarının kesişmesine yol açtı. Bölgeyi karış karış dolaşan ve araştıran İngiltere, Türklere karşı bir yandan Anadolu’daki ulusal kurtuluş mücadelesini zayıflatmak, öte yandan Musul Vilayetini yeni kuracağı Irak’ın parçası haline getirmek için Kürtlerden yararlanabileceğini keşfetti.
Tüm bunları alt alta sıraladığımızda, yıllar boyunca büyük devletleri kendisi için mesih gibi gören Kürtler, şimdi bu çalkantılı dönemde dünya tarafından Ortadoğu’nun kurtarıcı mesihi olmuş gibi Fakat Kürtler büyük güçlerden umudunu yine de kesmedi. Ta ki, 2. Dünya Savaşına değin. 1941’de İngiltere ile SSCB İran’ın işgali konusunda anlaşınca, Rusya buradaki varlığını tahkim etmek için işgal bölgesindeki Mehabat’ta bölgesel bir Kürt yönetimi oluşturdu. Savaşın hemen sonunda da, Ocak 1946’da Mehabat Kürt Cumhuriyeti ilan edildi. Fakat uluslararası güç dengeleri gereği Sovyet birlikleri İran’dan çıkınca, Mehabat ve Kürtlere verilen destek de kesildi. 1946 sonunda İran ordusu Mehabat’a girerek devlet başkanı Kadı Muhammed’i ve Kürt ileri gelenlerini idam ederken SSCB hiç sesini çıkarmadı.
Buna rağmen Mehabat’ın genelkurmay başkanlığını yapan Irak Kürtlerinin lideri Molla Mustafa Barzani’nin ülkesine döndüğünde karşılaştığı baskı nedeniyle SSCB’ye iltica etmesi, Kürtlerin büyük devlet desteğine olan inancını kaybetmediklerini göstermektedir .görünüyorlar. ”
Prof. Kurubaş’ın örnekleri uzayıp gidiyor. Zannediyorum yukarıda aktardığımız bölümler Prof. Kurubaş’ın tezlerine dayanak olan mantaliteyi yeterince ortaya koyuyor. Prof. Kurubaş’ın en sorunlu ideası ise “…Kürtler her dönemde büyük güçlerin farklı biçim ve düzeylerde ilgisine ve desteğine mazhar olmuştur.” Bu ideasının o kadar genelleştiriyor ki “her dönemde” desteklendiğini söyleyebiliyor. Büyük güçlerin(Britanya, Fransa, Sovyetler Birliği ve ABD) “ilgisi ve desteğine” rağmen Kürtler dörde bölünüyor, Sevr Anlaşmasının 62, 63, 64 maddelerinde işaret edilen çok dar bir alanda “otonom Kürdistan” uygulanmıyor, İngiliz savaş uçaklarıyla Güney Kürdistan’da taş üstüne taş bırakılmıyor, 1946’da bütün dünyanın gözü önünde Kürdistan Cumhuriyeti(Mahabad) yıkılıyor ve yöneticileri Çarçıra meydanında idam ediliyor, 21. Yüzyılda dünyanın gözü önünde Halepçe’de kimyasal silahlarla Kürtlere soykırım uygulanıyor. Böyle ‘ilgi ve destek’ düşman başına diyelim ve dönemin tarihsel arka planına bakalım.
1920’lere gelindiğinde dünya Londra’dan yönetiliyor ve yanı başında Fransa var. İki güç Mezopotamya’ya geldiklerinde herkesle ilişki kurarlar. Bu ilişki ağı içinde tabii ki Kürtlerde var. Kürtlerin kaderi Britanya ve Fransa tarafından 1916 yılında Skey-Picot Anlaşmasıyla çizilmiştir. Dolaysıyla masanın orta yerinde Kürdistan Sorunu var; ancak taraflar Kürdistan’dan nasıl paylaşılacağının hesabını yapmakla meşguller. İngilizler, Hindistan’ın batı sınırı diye tanımladıkları Fırat’ın doğusunu sorunsuz yönetmenin hesabı içinde Şeyh Mahmut’u Süleymaniye’ye yönetici olarak atadılar. Kemalist hareket, Sovyetler Birliğinin teorik ve fiili desteği ile son derece kaypak dengelerin içinde İngilizlerle pazarlık masasına oturacak konuma gelir.
Binbaşı Noel, Kasım 1919’da Güney Kürdistan’a geldiğinde Londra yönetimine 3 maddelik öneride bulunuyor. Binbaşı Noel’in önerileri 22 Kasım 1919 tarih FO371/4193 sayılı yazı ile Dışişleri Bakanı’ndan Bağdat Sivil Komiseri’ne iletilir. Söz konusu yazıda Binbaşı Noel’in önerileri şöyle sıralanır:
“1-Türk idaresi Kürdistan’dan dışarıya çıkarılmalıdır.
2-Kürdistan bölünmemelidir.
3-Sınır mümkün olduğunca Kürtler ve Araplar arasındaki etnolojik sınıra uygun belirlenmelidir.” [1]
Bağdat Sivil Komiserliği, 27 Kasım 1919 tarihinde FO371/4193 sayılı yazı ile Binbaşı Noel’in önerilerine ilişkin düşüncelerini Dışişleri Bakanlığına bildirir. Söz konusu yazıda şunlar söylenmektedir:
“Binbaşı Noel’in üç önerisine ise, ilgili bölge hakkında deneyim sahibi olup yönetimde bulunan bütün siyasi görevliler gibi ben de tümüyle karşıyım.
Noel’in ikinci önerisine hiçbir önem atfetmiyorum. Kürdistan hiçbir zaman birleşmemiştir; Süleymaniye ve Erbil halkları aslında birbirleriyle ve Kürdistan’ın diğer kesimleriyle hiçbir ortak özelliğe sahip değillerdir. ”[2]
Binbaşı Noel’in önerileri şahsi düşünceleridir. Bağdat’aki İngiliz yönetimi ve merkezi yönetim tarafından kabul görmemiştir. Çünkü İngiliz yönetimi Kürdistan’ın tümünü yönetmeye talip değildir. İngilizlere göre Güney Kürdistan kendi denetimlerinde Mezopotamya yönetiminin bir parçası olmalıdır. İngilizlerin Mezopotamya politikasıyla, Binbaşı Noel’in önerileri uyuşmayınca, Binbaşı Noel maceracı bulunur ve devre dışı bırakılır. Yerine Soane atanır. Ersal Yavi’ye göre, Soane, İngilizlerin bölge politikalarını ustalıkla uygulayan biriydi ve şöyle devam ediyor:
“Noel değiştirip yerine Kürtleri iyi tanıyan, iyi Kürtçe konuşan ve politik konularda uzman olan Soane’nın atanması bu dönemde olur. Soane savaş sonu İngiliz politikasını ustaca uygular. Verdiği sosyopolitik raporlarla bunu kanıtlar. Bu raporlar Fransız makamlarının da eline geçer.
Tüm bu veriler, İngiliz politikasının elemanlarını açığa çıkarmaya yardımcı olmaktadır. Ancak her nedense tarihimizdeki tüm bu öğeler göz ardı edilmekte ve İngiliz kışkırtması, Noel adında bir binbaşının çalışmalarında aranmaktadır.”[1]
[1] A. Mesut, İngiliz Belgelerinde Kürdistan, Doz Basım-yayın,Birinci baskı, Mayıs 1992, İstanbul, s:107
[2] Age, s:109
İngilizlere göre ortada ciddi bir Kürdistan sorunu yoktur. Türk resmi ideolojisi, yıllarca Kürt hareketine “İngiliz desteğini” Binbaşı Noel’in girişimlerine bağlayacaktır. Kürtleri “İngiliz işbirlikçiği” ile suçlayan Kemalistler, İngilizlerin desteği ile yeni iktidarın sahipleri olacaklardır.
Bağdat Sivil Komiseri’nin 13 Haziran 1919 tarih ve 6666 sayılı telgrafında şunlar önerilmiştir: “Zaho, Erbil, Akra, Koysancak ve Süleymaniye gibi ağırlıklı Kürt bölgelerinin ekonomik ve stratejik nedenlerden ötürü Mezopotamya idaresinin dahil edilmesi.”[1] Söz konusu öneriler olgunlaşacak ve İngilizlerin genel politikası haline gelecektir. Bundan dolayı Paris Konferansında Şerif Paşa, Seyit Abdulkadir gibi Kürt şahsiyetlerle kurulan ilişkilerin somut hiçbir karşılığı olmayacaktır. Dönemin bağımsızlıkçı Kürt Lideri Cibranlı Halit Bey, Şeyh Mahmut’un temsilcisi Ahmed Teqî’le Erzurum’da görüşürken İngilizlerin politikası konusunda şunları söyler:
“Kürdler çok bahtsız bir millettir. Belli bir dönemden beri bir örgütümüz var ve Kürdlerin bağımsızlığı için mücadele ediyoruz. İngilizler beraber bir hayli çalıştık. Müttefik güçlerinin zaferinden sonra Büyük Kürdistan’ın kurulmasını umut ediyorduk. Fakat bunun yerine bize karşı hile ve kardırmalara gittiler. Kürdistan yerine Ermenistan’ı kurdular. Yani Kürdistan’ı bir Ermeni idaresine verdiler. Erivan’da bir Ermeni hükümeti kurdular. Yukarı Kürdistan’ın Van, Kars, Beyazid, ve Erzurum vilayetlerini bu hükümete bağladılar. Ayrıca Süleymaniye’de de Şeyh Mahmud idaresini yıktılar. Yanlızca Diyarbekir’de bir dizi ağır şartlara bağlı olarak Ermeniler tarafından kuşatılan küçük bir idare ön gördüler.”[2]
1923’lere yaklaşıldığında İngilizler, Kürtlere dair oyalama siyasetlerini bırakırlar, Sevr Anlaşması’nın Kürtleri ilgilendiren görüşlerini geri çekerler. Bu durum 4 Ekim 1923 tarihli FO371/9006 sayılı yazı ile Irak Yüksek Komiserliği Vekilliği’nden Koloniler Bakanlığı Sekterliği’ne görüş olarak bildirilmiştir.
“Bazı kaynaklardan öğrendiğime göre Türklerin Güney Kürdistan kararlığı bizim Irak’taki Kürt bölgelerine özerklik vereceğimiz inanıcına dayanmaktadır. Bu Türk idaresine bırakılan Kürtlerin tepkisine yok açacak ve bunları özerklik istemeye zorlayacaktır. Geçen yılki gelişmelerin seyri, halen Şeyh Mahmut tarafından kontrol edilen Süleymaniye’nin hemen etrafındaki küçük bir alan hariç olmak üzere, Irak’taki diğer Kürt bölgeleri için bağımsızlık fikrini geçersiz kılmıştır.
Eğer Türkiye’ye değişen bu koşullarda Sevr Anlaşması’nda yer alan Kürtlere özerklik fikrinden vazgeçtiğimizi ve amacımızın Musul etrafındaki sınıra kadar olan tüm Kürt bölgelerini Mezopotamya’da birleştirmek olduğunu resmi olarak taahhüt edersek, sınır görüşmelerinin önemli ölçüde rahatlayacağını düşünmekteyim.”[3]
Bağdat’taki İngiliz yönetimine göre Türkler, Irak’taki Kürt bölgesine özerklik vereceğimizden çok endişelidirler. Bu durumun Kuzey Kürdistan içinde emsal teşkil edeceğini inancıdadırlar. Bu nedenle kararlı bir şekilde bastırmaktadırlar. Kim üzerinden baskı yaratmaya çalışıyorlar? Şeyh Mahmut üzerinden. Kemalistler, Şeyh Mahmut’a “bağımsızlıkta diretmesi” yönünde azami gayret sarf ediyorlar, aynı zamanda El-Cezire Komutanlığına Kürtlerin Fransız ve özellikle ‘ İngilizlerle çatıştırılması’ konusunda zemin hazırlanması talimatı veriliyor. Ankara El-Cezire Komutanlığına gönderilen verilen talimatın üçüncü maddesinde şunlar yer alır:
- Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizlere karşı husumetini silahlı çatışma ile değiştirilmeyecek ölçülere vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin uyuşmalarına engel olmak, göreceli olarak, yavaş yavaş yerel yönetimler kurarak, bu nedenleri açıklamak ve bu yola içtenlikle bize bağlılıklarını sağlamak, Kürt liderlerine mülki ve askeri görevler vermek, bize bağlılıklarını güçlendirmek gibi genel ilkeler benimsenmiştir”[1]
[1] Mumcu, Uğur (1991) sayfa 46
[3] Ersal Yavi, (2006) Kürdistan Ütopyası, Yazıcı Yayınevi, 1. Basım, Ocak,, S:232
[4] Age, 99-100
[5] Ahmed Teqi’nin Anılarında Xalid Begé Cibrî, Aso Zagrosi, 12 Mayıs 2012, Newroz..com.
[6] Age, 141
Türkler’in Kürtler üzerinden İngilizlerle “Musul Sorunu” gibi konularda kozlarını paylaşma istemeleri gerçekçi değildir. Geriye, İngilizlerin Kürtlerle anlaşarak, Kürtlere verilecek bir statünün Kuzeyde yaratacağı fırtınadır. Bunu dinamitlemenin yolu Kürt-İngiliz ve Kürt-Fransız ilişkilerini bozmaktan geçiyor. Musul, Birinci Dünya Savaşı sonrası paylaşımda yeni Türk devletine bırakılacak bir bölge değildir. Bu hususu Türk yönetimi de gayet iyi bilmektedir. Musul’un Lozan’da pazarlık masasına getirilmesinin ana gayesi, Irak’ta Kürtlere verilebilecek muhtemel bir statünün önüne geçmektir. Buraya kadar anlaşılmayacak bir husus yoktur. Geriye tartışılması gereken Şeyh Mahmut’un neden Ankara ile ilişkiye girdiğidir. Kendi sonunu hazırlamak için değil şüphesiz. Geriye Şeyh Mahmut ve Süleymaniye Kürt hükümetinin Kemalistlerin niyetini okumakta yetersiz kaldıklarıdır.
Dönemin Sovyetler Birliği Ankara Büyükelçisi S.İ.Aralov, anılarında Mustafa Kemal’e Kürt meselesi üzerinde yaptıkları konuşmayı şöyle aktarır:
“Mustafa Kemal, sık sık Kürt meselesi üzerinde durmuştur. Urumiye Gölü çevresinde yaşayan Kürtler, Türkiye ile birlikte hareket etme isteğini göstermişlerdi. Onların silahları, paraları vardı. İngiliz emperyalizmine karşı harekete geçmeye hazırdılar. Mustafa Kemal, ‘Kürt meselesi karışık, çetin bir meseledir’ demişti. ‘Şunu dikkate almalısınız ki, Kürdistan, petrol, bakır, kömür, demir ve daha başka madenler bakımından zengin bir ülkedir. Başta, başlıca düşmanlarımız İngiltere olmak üzere birçokları Kürdistan’a göz koymuş bulunuyorlar. Burada stratejinin İran’a, Kafkasya’ya, Irak’a giden ticaret yollarının da etkisi vardır. İngiltere, Kürtlerin iki devlete ait olmasından faydalanmakta, bunu bir koz olarak kullanmaktadır. İngiltere, kendi egemenliği altında bir Kürt devleti kurmak ve bu sayede İran’a, Kafkasya’ya kumanda etmek istemektedir. İngiltere, eskiden beri Kürt liderlerini satın almaktadır. Şimdi Kürt liderleri bölünmüş bulunuyor. Kimisi İran’a, kimisi İngiltere’ye, kimisi bize bağlıdır.
Mustafa Kemal, Sivas Kongresi sıralarında İngilizlerin padişaha bağlı hainlerle birlikte bu kongreyi başarısızlığa uğratmak ve kongre delegelerini tutuklamak için nasıl Kürtleri ayaklandırdıklarını hatırlattı. Mustafa Kemal, gülümseyerek’Biz Türkler borç altında kalmayız’ dedi. ‘Güneyde Kürtlere, İngilizlere karşı başkaldırmaları için yardım ettik. Hain Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın İngilizlerle bir anlaşmaya vardığını ve bu anlaşma gereğince Kürdistan’ın Türkiye’den ayrılmasını kabul ettiğini herhalde biliyorsunuz.”[2]
[7] Mumcu, Uğur (1991) sayfa 46
[8] S.İ.Aralov,Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, Burçak Yayınevi, İstanbul, 1967, s:118
Aralov’un Mustafa Kemal’e yaptığı görüşmede aktardıkları, Mustafa Kemal\'in Kürt meselesine bakış açısını, Sımko ve Şeyh Mahmut hareketlerindeki “Türk parmağını” ortaya koymaktadır.
19 Ocak 1923 yılında Sovyetler Birliği’nin Ankara Büyükelçiliğinden gönderilen raporda, Bolşeviklerin bölge politikasının Rusların sıcak denizlere inme ve etki alanlarını genişletme üzerine bina edildiğini açıkça ifade ediyor. Boris Şahovskiy[1] imzalı raporda Rusya’nın politikasının ana hatları şöyle ifade ediliyor:
“Şimdi gelelim Rusya’ya. İngiltere’nin kendisine önemli siyasal ve ekonomik çıkarlar sağlayabilen ve de Rusya’nın açık denizlere çıkmasını engelleyen önemli stratejik mıntıkaları ele geçirerek Yakındoğu’ya egemen olmaya çalıştığı sıralarda, Rusya’nın aynı bölgede egemenlik kurmaya ve açık denizlere çıkış yolları( ki bunların tamamı Boğazlar’da, İskenderun/Yumurtalık’ta ve Basra Körfezi’ndeydi) bulmaya çalışmaktaydı. Ne yaparsan yap her taraftan yollar Türkiye’den geçmekteydi; sadece Basra Körfezi’ne İran üzerinden de çıkabilirdi ve Rusya, açık denize çıkış amacıyla bu yolların ikisi de zorlamaktaydı.”[2]
Hem İngilizlerin ve hem de Sovyetler Birliğinin reelpolitikaları Türkiye’de çakışınca, Kürtler denklem dışı kaldılar. Bu nedenle Kürtler, büyük güçlerle ilişkiye geçmekle kayıp etmediler. Konjuktürel durum Kürtlerin lehine gelişmedi. Buna paralel Kürtlerin bölge güçleriyle(Kürdistan’ı denetim altında tutan) girdiklerin ilişkilerin neredeyse tümünden zararlı çıkan taraf oldular.
Devletler arası politikada(ki buna reelsiyaset deniyor) bazen bütün teoriler alt-üst olabiliyor. Kürtler İngiliz egemenliğine karşı direnirken bu Kemalistlerin hanesine yazılıyor ama Kürt hareketi Kemalist rejime yöneldiğinde tıpkı resmi ideolojinin söylemine göre İngiliz yanlısı ve gerici bir ayaklama olarak “mahkum” ediliyor. Kürt hareketleri ayrı ve özgün bir karakterde görülmemiştir. Bu görev öncellikle Kürtlere düşüyor. Kendisini Türk, Arap ve Fars siyasetinin bir uzantısı veya parçası görmemelidir. Ne yazık ki bugün Kürt entelijansı bütün ideolojik bariyerleri yıkan, slogancı şablonları aşan ve kendi tarihiyle yüzleşen derinlikte ve zenginlikte değildir. 03.05.2016 - Diyarbekir
İkinci Bölüm: Kürdistan Cumhuriyeti(Mahabad) –Sovyetler Birliği İlişkileri ve Barzani Hareketi
[9] Prens Boris Şahovskiy, Birinci Dünya Savaşı döneminde Rusya’nın Şam Konsolosluğunu yapmıştır ve Rusya’nın en önde gelen Kürt uzmanlarından birisidir. Bolşevik Devriminden sonra Sovyetler Birliği’nin Ankara Büyükelçiliğinde çalışmıştır. Elçilik, 19 Ocak ve 3 Şubat 1923 tarihli iki önemli rapor gönderir.
[10] Boris Şahovskiy, Aktaran Mehmet Perinçek,Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları, Kaynak Yayınları, Birinci Basım: Kasım 2011, İstanbul, s:207
TAHSİN SEVER