Kürdistan Bölge Hükümeti’nde yaşanan siyasi krizi, Kuzey Kürdistan’da Türkiye Cumhuriyeti PKK arasında yaşanan çatışmaları BasHaber okuyucularına değerlendiren siyasetçi-yazar Fuat Önen, Güney Kürdistan’daki siyasi partiler başta olmak üzere, tüm Kürd partilerinin ulusal çıkarları gözeterek hareket etmesi gerektiğini, hükümet-MİT-HDP-Kandil ve Öcalan ile yapılan görüşmelerin “barış, müzakere süreci” olmadığını vurguladı.
Kürdistan’daki tüm siyasal partilerin ‘Kürdistan’ın bağımsızlığı’ için mücadele içinde olmaları gerektiğini söylüyorsunuz. Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri ve Kürd partileri arasındaki ilişkileri değerlendirecek olursak Kürdlerin bu süreçte bunu gerçekleştirebileceğini söyleyebilir miyiz?
Kürdistan meselesi parçalanmış bir ulus-ülke meselesidir. 1. Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeni ve bu düzenin dayandırıldığı dünya devletler sisteminde Kürd ulusuna yer verilmemesinin sonucudur. Bu sorunun kalıcı çözümünün de bağımsız-birleşik Kürdistan olduğunu söylüyorum. Bu stratejik bir hedeftir ve Kürdistani partilerin programları bu hedefe odaklanmalıdır. Bunun bir çırpıda ve hiç bir ara aşamadan geçmeden gerçekleşebilir olduğunu söylemiyorum. Güney Kürdistan ve Batı Kürdistan’daki gelişmeleri (federasyon, kanton) bu ara aşamalara örnek sayabiliriz. Kalıcı değil, geçici çözümler olduğunun bilincinde olmalıyız. Kürdistan’ın güneyinde ve batısında savaş yeni bir şekle bürünmüştür. Artık partizan mücadelesi aşamasında değiliz, partizan mücadelesinin (Peşmerge, Gerilla savaşı) yanında topraklarımızı savunmak durumundayız.
Günümüz dünyasında toprakları savunmanın yegane siyasal biçimi devletleşmektir. En basit şekli ile söylersek devletleşmeden savaş uçaklarına sahip olunamıyor ve devletlerarası hava yolunuz olamıyor. Savaş uçaklarınca saldırıya uğradığınızda bunlara karşı kendinizi koruyacak savunma sistemlerine sahip olamıyorsunuz. Şengal’den Kobanê’ye kadar yaşadığımız felaketin esas nedeni devletleşememektir. Bu saldırı karşısında işgalci devletler dahil dünyadaki her devletten silah istemek durumunda kalmamızın nedeni de budur. Kürdistani siyaset kendisi devletleşmek yerine, işgalci devletleri Kürdlerin de devleti olmaya dönüştürmek sevdasından vazgeçmelidir. Bu hem işgalci devletlerin varoluş tarzlarına (ontolojilerine), aykırıdır hem de Kürdistan’ın parçalanmışlığını kalıcı hale getirmek çabasıdır. Bu nedenle kalıcı bir çözüm için Bağımsız Kürdistan hedefinin Kürdistani siyaset açısından en gerçekçi hedef olduğunu düşünüyorum. Dünyanın en uzun süren ulusal kurtuluş mücadelesinin aktörleri ve varisleri olacak olan Kürdistani partiler bu tarih bilinci ile siyaset yapmalıdırlar.
Güney Kürdistan üzerinden cevap vermem gerekirse, yapılması gereken şudur: Güney Kürdistan’daki bütün siyasi partiler olağan üstü kongrelerini toplayarak programlarını Bağımsız Kürdistan talebi ile yenilemeli ve Güney Kürdistan Hükümeti ve Başkanlığına bu talebi gerçekleştirmek için çağrıda bulunmalıdırlar. Bağımsızlığı istemek ile bağımsızlığı elde etmek aynı şey değildir. Elde etmek zorlu bir mücadele gerektirir ve sadece bize bağlı değildir. Dünyadaki, bölgedeki güç dengelerine, işgalcilerin işgali sürdürebilme kapasitelerine de bağlıdır. Partilerimizin böyle bir çağrısı bölge hükümeti ve başkanlığının elini güçlendirir, bağımsızlık talebimizin arkasında güçlü bir halk desteği olduğunu gösterir. Bunun yerine partilerimiz hala “Süleymaniye Eyaleti” ya da “Şengal Kantonundan” söz ederlerse, bağımsızlık talebimizi zayıflatır. İşgalci devletlerin manevra sahasını genişletir ve işgalci devletlerin Güney Kürdistan’da siyasi operasyonlar yapabilmesine hizmet eder. Kuşkusuz Bağımsız Kürdistan’ın idari rejimi içinde kanton, özerklik ya da eyalet sistemini tartışmak son derece normaldir.
Güney Kürdistan Bölge Hükümeti’ni IŞİD saldırıları öncesinde Arap mültecilere ‘merhamet’ etmekle eleştirdiniz. IŞİD saldırıları öncesinde Kürdistan Bölge Hükümeti nasıl bir önlem alabilirdi? Ayrıca Kürdistan Bölge Hükümeti şu anda bir bağımsızlık sürecinde iki yıl içerisinde bağımsızlığın ilan edilmesini bekliyor musunuz?
Sorunun merhamet olduğunu söylemedim. Arap mültecilerden ziyade Şengal’deki Arap aşiretlerinden söz ettim. Musul’un IŞİD tarafından ele geçirilmesinden sonra Irak ordusunun çekildiği yerlere Peşmerge güçleri yerleşti. Bölgedeki Arap aşiretleri de Başkan Mesud Barzani ile görüşerek bağlılık bildirdiler. Arap aşiretleri IŞİD’in Şengal işgali sırasında IŞİD yanın da saf tutup Êzidi köylerinde katliamlar yaptılar. Devletin birçok tanımı yapılabilir, devlet olmanın bir önemli özelliği de silah ve silahlı güçler üzerinde tekel sahibi olmasıdır. Güney Kürdistan Hükümeti’nin devlet aklı ile ve devlet gibi davranarak bu aşiretleri silahsızlandırması ve bölgedeki tüm silahlı güçleri kontrol etmesi gerekirdi. Mülteciler için ise Kürdistanlı olmayan mültecilerin yerleşim birimlerinin dışında misafir edilmeleri bir güvenlik önlemi olarak düşünülebilirdi.
Daha önemlisi IŞİD’in Şengal işgali sırasında ortaya çıkan zaaflardır. İşgalin önceden kestirilmemesi, gerekli önlemlerin alınmaması gibi konular soruşturulmalıdır. Peşmerge Bakanlığı’nın, bölgedeki Peşmerge komutanlarının, parti müfettişlerinin sorumlulukları muhasebe edilmelidir. Güney Kürdistan’ın siyasi aktörlerinin böyle bir irade gösterip göstermeyecekleridir sorunumuz. Bölgede beş büyük partimizce oluşturulan bir ulusal hükümetimiz var ancak ne bu hükümetimizin bir ulusal programı ne de bu hükümetimizce belirlenmiş bir ulusal siyasetimiz var. Partilerimiz kendi parti çıkarları ile siyasal duruş sergilemektedirler. Bu hükümetimizin bir Türkiye, İran, Suriye, Irak politikası yoktur. Hükümetimizin milli bir iktisat politikası da yoktur, petrol politikası da yoktur. Hükümetimizin ulusal ordu, ulusal asayiş gücü, ulusal eğitim politikası da yürürlükte değildir. Partilerimizin biri diğerini dışlayan parti politikaları vardır. Bu sorun aşıldığı ölçüde bağımsızlık ilanında bulunabiliriz.
Ayrıca bildiğiniz üzere şu anda Kürdistan Bölge Yönetimi’nde ‘Başkanlık krizi’ var. Kürdistan’ın dört bir tarafından yazar ve siyasetçiler Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri ve Kürdistan’ın geçtiği süreci değerlendirerek Mesud Barzani’nin devam etmesi gerektiğini açıkladılar. Bu süreçte Mesud Barzani’nin devam etmesi Kürdistan için neyi ifade eder?
Takvim sıkışıktır ve Güney Kürdistan’ın yasal olarak başkansız kalma tehlikesi vardır. Bu nedenle önümüzdeki 2 yılda da Mesud Barzani’nin başkan kalması makuldür. Ancak geride bıraktığımız 8 yıllık dönem boyunca Güney Kürdistan’da ciddi ilerlemeler sağlansa bile temel meselelerimizin hala çözülemediğini göz önünde tutarsak bunun Başkan Mesud Barzani’nin başarılı bir başkanlık yürüttüğü anlamına gelmediğini de belirtmek gerekir. Meclisimiz bağımsızlık hedefinde anlaşmalı ve bunu deklare etmelidir. Rejim tartışmaları da bu eksende sürdürülmelidir. Devletin idari rejimi kuruluşundaki güç dengelerince belirlenir. Güneydeki bu parçalı siyasi tabloda parlamenter sistem daha makul gözükmektedir.
Hükümeti oluşturan bütün partilerimiz Kürdistan’ın bağımsızlığı için önemli partilerdir. 40 yıllık YNK önemlidir. YNK, Talabani sonrası oluşan yönetim krizini aşarak ve bağımsızlık bayrağını yüksekte tutarak bu öneminin hakkını verebilir. Goran önemlidir ve Peşmerge Bakanlığı’nın bu harekette olması bir şanstır. Parçalı Peşmerge yapısına son verip ulusal bir ordu kurmak da en başta Goran’ın sorumluluğundadır. Ulusal bir ordu kurmak için ulusal bir devlet hedefine sahip olmak gerektiği açıktır. Yekgirtû ve Komel’in hükümette yer alması önemlidir, dindarların yer almadığı bir hareketin bağımsızlığı sağlaması zordur. Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı Başkan Mesud Barzani’nin ya da KDP’nin bağımsızlığı değildir, ülkemizin %16’sının bağımsızlığıdır. Bütün partilerimizin bu bilinç ile davranması ve bağımsızlık bayrağını birlikte yükseltmeleri dileğimizdir.
2013’ten bu yana PKK Lideri Abdullah Öcalan MİT-Kandil ve HDP arasına gerçekleşen ve kamuoyu tarafından “çözüm süreci” olarak adlandırılan görüşmelere “müzakere süreci” dediniz. Son 3 yılda yaşanan gelişmelere bakacak olursak, devlet neden tekrardan PKK mevzilerini bombalamaya başladı? HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a ve HDP milletvekillerine açılan soruşturmalar ile HDP’nin meşruiyeti tartışılmasının sebepleri nelerdir?
Bir yanlış anlaşılma söz konusudur. Tam tersine ben 2013 yılında yeniden işletilen İmralı sürecinin bir müzakere süreci olmadığını söyledim. Bir müzakereden söz etmek için iki serbest tarafın olması gerektiğini, İmralı’da ise serbest olan tarafın sadece devlet olduğunu söyledim. Kaldı ki daha sonra Öcalan da bir müzakereden söz edilemeyeceğini, şimdiye kadar ki süreçte kendisine enstrüman olarak yaklaşıldığını, bunu anladığını ama artık müzakere sürecine geçilmesi gerektiğini söyledi. Dolayısı ile bana göre ortada bir müzakere süreci de barış süreci de yoktur. Böyle süreçlerden söz edebilmek için tarafların birbirini tanımaları ön koşuldur. Türkiye devleti hala Kuzey Kürdistan’ın varlığını, Kürd halkının ulus ülke gerçekliğini tanımamaktadır.
2013’te başlayan son İmralı süreci Öcalan üzerinden PKK’yi kontrol etme, entegrasyon sürecini hızlandırma ve TC sınırları dışında da özellikle Suriye’de PKK ile birlikte iş yapma amacına dönüktü. Bölge Başkanımızın da içinde olduğu bu süreçten beklenen PKK’nin Esad karşıtı cepheye çekilmesi Türkiye’de silahlı güç ve faaliyetlere son vermesi idi. “Çanakkale ruhu”, “Eşme ruhu” vaazları bu amaca dönüktü. TC’nin Suriye politikası da, son İmralı süreci de çökmüştür. Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı gündemde iken, Girêspî’nin düşmesinden sonra Cerablus’un da düşürülerek Batı Kürdistan’ın toprak birliğinin sağlanması gündemleşirken TC bir manevra ile koalisyon devletlerine katıldı. İncirlik ve diğer imkanlarını koalisyonun ABD’nin hizmetine sundu. IŞİD’e savaş ilan etti ancak savaş uçakları Güney Kürdistan’a yöneldi. Suriye’de Esad’a karşı Eşme ruhu ile birlikte savaş planı çökmüş, TC uçakları Kobanê üzerinden alçak uçuşlara başlamış, Cerablus’ta güvenlikli bölge inşasına yönelmiştir. Bombardımanın hedefleri Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını engellemek, Batı Kürdistan’ın toprak birliğini engellemek ve Kuzey Kürdistan’da direniş odaklarını pasifize etmek olarak sıralayabiliriz. Henüz topyekün bir savaş kararından söz edemeyiz. Şimdilik güç gösterisi ve tehdit ile amaca ulaşmak hedeflenmektedir. Topyekün savaş da ihtimal harici değildir.
HDP’nin meşruiyeti Kürdistani siyaset açısından tartışmalıdır. 1968-78 döneminde ayrı-birlikte örgütlenme tartışması tüketilmiş ve Kürdistanlı sosyalistler ayrı örgütlenmede karar kılmışlardır. Hükümet tarafından yasallığının tartışılması ise taktik bir saldırıdır. HDP içindeki direnişçi damarı pasifize etmeye dönüktür. Bunun İmralı-Kandil-Legal alan ilişkilerini devlet kontrolü altına almak gibi bir amacı da olabilir.
Kuzey’de Türkiye ile Kürdler arasında yaşanan diyalogun temel sebebinin Güney Kürdistan’da yaşadıkları statülü durum olduğunu belirtiyorsunuz. Yani PKK yöneticilerinin “Biz devlet istemiyoruz”açıklamalarının halk tarafından bir karşılığı yok mu? Kürdlerin devlet olma talepleri nasıl engelleniyor?
Bu konuda söylediğim şudur: İzady’nin rakamlarına göre Güney Kürdistan Kürdistan’ın %16’sını, Batı Kürdistan %8’ini oluştururken Kuzey Kürdistan %42’sini oluşturmaktadır. Bir ülkenin %16’sını oluşturan parçasında bağımsızlık, %8’ini oluşturan parçasında da Kanton-Otonomi tartışılıyor ve üstelik bu iki parçanın birleşmesi parçayı yönetenlerin iradesinden bağımsız olarak da olsa kendisini dayatıyorsa,%42’nin işgalcisi, işgali eskisi gibi sürdüremeyeceğini anlar ve uykuları kaçar.
Kuzey Kürdistan’da “barış süreci” yoktur. Türkiye’nin 22 yıllık bir restorasyon süreci var ve başarısızdır. 16 yıllık bir İmralı süreci var bu da başarısızlığa mahkûmdur. Bu 16 yıllık İmralı sürecinin ilk 4 ve son 6 yılı Öcalan üzerinden PKK’yi kontrol altında tutmak ve Kuzey Kürdistan’ı Türkiye’ye entegre etmek amacına dönüktür. TC önündeki 20-25 yılın kendisi için öneminin farkındadır. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki gelişmelerin sınırdan sızmasını önlemek telaşı içindedir. “Biz devlet istemiyoruz” açıklamalarının halk içinde ve özellikle orta sınıflar, siyaset sınıfı ve okumuşlarımız arasında bir karşılığı olduğu muhakkaktır. Son 20 yılda Kuzey’de TC’nin oluşturduğu entegrasyon mekanizmaları güçlüdür. TC’nin Kürd siyaseti içinde de güçlü olduğunu biliyoruz. Devletleşme karşıtı söylemlerin karşılık bulmasının bunun gibi birçok nedeni sıralanabilinir.
PKK’nin ilan ettiği ateşkes kararını eleştiren Kuzey Kürdistan’daki Kürd siyasal partileri, PKK’nin ateşi bozma kararına da tepki göstermelerini ve çatışmayı bitirme çağrılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Savaş siyasetin zor araçları ile sürdürülmesidir. Bu anlamda silah siyasetin eklentisidir. Ateşkes veya ateşkesi bozma kendi başına değerlendirilecek işler değildir. Bunun arkasındaki siyasettir değerlendirilecek olan. Kuzeyde Öcalan’ın dillendirdiği “silahlı mücadele miadını doldurmuştur” sloganı kısa sürede PKK dışı siyasi çevrelerde de benimsendi ve bu slogan yanlıştır. Ülkesinde yüz binlerce işgal askeri bulunan bir ülkenin siyasetçilerinin söyleyebileceği söz değildir. Çünkü işgal altında olmak zaten savaş durumuna maruz kalmış olmaktır. İşgal yoğun bir şiddettir ve silahla sürdürülür. Bunu söylemek sürekli savaş çağrısında bulunmak değildir. Silahlı mücadele siyasi mücadelenin tek biçimi değildir. Zamana zemine göre öne çıkan ya da geride kalan bir araçtır. Ben 2013’te eğer PKK bu dönemde silahlı mücadeleyi doğru görmüyorsa kongresini toplayıp böyle bir karar alması gerektiğini söyledim. Ancak bunun Kürd, Kürdistan meselesinin çözümü olamayacağını söyledim. İmralı sürecinin böyle yansıtılmasının yanlış olduğunu söyledim. Silahlı mücadeleye hedefleri açısından bakılmalıdır. Kürdistan’da silahlı mücadeleyi meşru kılacak yegane hedef devletleşme hedefidir. Türkiye’nin demokratizasyonu hedefi ile Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadele yanlıştır. Silahlı mücadelenin hedefi işgalin sonlandırılması olmalıdır.
Öte yandan Kuzey Kürdistan’dan Güney Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’ye ve PDK’ye karşı geliştirilen saldırı ve eleştirilerin Kuzey’de yaşanan başarısızlıklardan kaynaklandığı şeklinde yorumlanmaktadır. Bu saldırıların temel sebebini neye bağlıyorsunuz?
Bu mesele böyle sığ yorumlarla anlaşılamayacak kadar ciddidir. Bu konuda PKK’nin yekpare davrandığı da söylenemez. Örneğin Batı Kürdistan’da şehit düşen 13 gerillanın cenazelerinin Kuzey’e getirilebilmesi konusunda Başkan Barzani’ye teşekkür edenler de küfür edenler de aynı çevredendirler. Yine Başkan Mesud Barzani’nin İmralı sürecinde Öcalan ile aynı safta olduğu da kendi beyanı ile sabittir. PDK ve Barzani karşıtlığında YNK’nin bir bölümünün PKK medyası ile benzer tavra sahip olduğunu da biliyoruz. Kısaca 3 alt başlıkta nedenleri sıralamaya çalışacağım. Birincisi, Kürdistan’da merkezi iktidar talebi zayıf, alt-iktidar talebi güçlüdür. İç çatışmaların ulusal kurtuluş mücadelesinin önüne geçmesinin en temel nedeni bu alt-iktidar tutkusudur. 40 yıl süren YNK-PDK çatışmasının da, YNK-PKK, PDK-PKK ve diğer iç çatışmaların en önemli nedeni merkezi iktidar talebinde bulunmayıp alt-iktidar için içeride savaşmaktır. İkincisi, bir yerde 4 devletçe işgal edilmek ve yönetilmek bu devletlerin içimizdeki manevra sahasını genişletmiştir. İşgalci devletlerle kurulan köprüler iç çatışmalarımıza yol olmuştur. Bir kısım PKK medyasında insaf, ahlak ölçülerini aşan saldırılarının işgalci devletlerin istihbarat örgütlerinden bağımsız olmadığı anlaşılmıştır. Üçüncüsü de ortak ulusal siyasal hedeflerden yoksunluk, dar partici, dar parçacı anlayışlar parçaların içinde de parçalar arasında da siyasi çatışmaları kızıştırmaktadır. PDK’nin Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını Türkiye üzerinden tasarlaması bu anlamda ciddi bir hatadır.
Rojava’daki TEV-DEM ve ENKS arasında yaşanan siyasi krizi ENKS üyelerine yönelik yapılan gözaltılar değerlendirecek olursak Rojava’da Kürdleri nasıl bir siyasi gelecek bekliyor?
ENKS Suriye ve Batı Kürdistan sürecini yanlış okumuştur. Silahsız Suriye muhalefetinin başarılı olacağını varsaymış, silahlı mücadeleye karşı çıkarak bölgeyi PYD-YPG’ye adeta terk etmiştir. Size savaş dayatılmış ise ve bütün taraflar silahlı ve savaşçı ise savaştan kaçınmaya çalışmak intihardır. Şimdi Güney Kürdistan’da 4-5 bin silahlı Peşmergesi olduğunu söylemekte ve dönüp savaşmak istemektedir. Bu haklı bir taleptir ve PYD-YPG buna engel olmamalıdır. PYD-YPG ve aslında PKK Kürdistan’ın hiç bir parçasında merkezi iktidar talebinde bulunmamakta, merkezi iktidarın altında bölgesel alt-iktidar talebinde bulunmaktadır. Bu talebin adı bazen özerklik, bazen kanton bazen de demokratizasyon olmaktadır. Bu alt-iktidarını da hiçbir Kürd tarafı ile paylaşmak istememektedir. Bu nedenle Kobanê’de Burkan el Fırat, Afrin’de ÖSO’ya bağlı gruplar, Cizre’de rejim güçleri ile hatta Lübnan Hizbullahı ile ittifakta sakınca görmeyenler diğer Kürd güçleri ile ittifaktan kaçınmaktadırlar. Bu tutum dillerinden düşmeyen demokratik sözcüğünün Kürdleri kapsamadığı, Araplar, Acemler ve Türkler için üretildiğini gösterir.