ABD’nin kısa süre önce emekli olan en kıdemli diplomatlarından eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Gare'de 13 kişinin ölümüyle ilgili yaptığı ilk açıklamasına sert tepki gösterdi. “Eğer” ifadelerini içeren açıklamayı “aptalca” diye nitelendiren Jeffrey, bu ifadelerin kullanılmasını yeni dışişleri ekibinin tecrübesizliğine bağladı.
T24'ün sorularına Jeffrey şu yanıtları verdi
Sayın Jeffrey ilk olarak şunu sormak istiyorum; Gara’da 13 Türk vatandaşı öldürüldükten sonra ABD Dışişleri Bakanlığı katliamla ilgili bir açıklama yayınladı. İlk olarak ABD, PKK’yı direkt olarak suçlamaktan kaçınırken Çavuşoğlu-Blinken görüşmesinden sonra vatandaşların PKK tarafından öldürüldüğünü doğruladıklarını söylediler. Sizce ABD, bir NATO müttefiki tarafından yapılan açıklamaya neden böyle şüpheci yaklaştı?
Bu çok iyi bir soru. Öncelikle tüm Türkiye’ye hayatını kaybeden 13 vatandaş ve 3 askeri için başsağlığı dilemek istiyorum. Sınırın ötesine götürülen rehineleri kurtarmak için ordunu kullanmanın yanlış hiçbir tarafı yok, bu doğru bir hareket. Hepimiz bunu biliyoruz, ABD de uzun süre boyunca Türkiye’yi bu konuda destekledi; Irak, PKK ile baş edemiyor ve Türkiye rutin olarak yol gösteriyor. Dediğim gibi ABD bu bölgedeki operasyonlarda uzun yıllar boyunca Türkiye ile çalıştı.
Yapılan aptalca ilk açıklamayı izah etmenin kolay bir yolunu bulamıyorum. Okuduğumda şoke oldum. Bu durum iki şeyi gösteriyor, aslında 3 şeyi diyebiliriz. İlk olarak iyi haberden başlayalım: Hem Türk Hem ABD’li üst düzey yetkililer çok hızlı bir şekilde, öncelikle Büyükelçi Satterfield ve Dışişleri Bakanı Blinken olmak üzere Bakan Akar ve Bakan Çavuşoğlu’nun yardımıyla bu hatayı düzeltti. Bu iyi bir şey.
İkinci olarak, yaşananlar yeni ekibin tecrübesizliğini gösteriyor. Beyaz Saray’daki örneğe bakalım. Sözcü Uzay Gücü’yle dalga geçmeyi başardı, ancak Başkan ertesi gün “Evet, Uzay Gücü’nü kapatmayacağız” demek zorunda kaldı. Bu tür şeyler her zaman olur, göreve yeni başlayan yönetimlerde görmeye alıştığımız şeylerdir.
Üçüncüsü de şu; bu konuya dikkat etmemiz gerekiyor. Yeni yönetimin bunu yaptığını biliyorum, umarım hızlı ve doğru bir sonuca varırlar. Bahsettiğim konu Türkiye ile ilişkimiz. Bu konuda iki tarafın da gördüğü birçok sorun ve mutsuz olduğu birçok konu var. İnsanlar aceleye getirilmiş basın açıklamaları yaptığında bu meseleler daha da büyüyor. Tabii bahsettiğimiz açıklama pazar günü yapıldı ve pazartesinin tatil olduğu uzun hafta sonuna denk geldi. İnsanların hızlıca ortaya bir şey çıkarması gerekti. Bu ve tüm yönetimlerde var olan Türkiye karşıtı görüşlü insanlar negatif davranacak ve ortaya soru işaretleri atacaktır. Yeni yönetimde şu anda bu basın açıklamalarına sızan, nadir olmayan ama azınlıktaki insanların negatif görüşlerini bastıracak kadar Türkiye’ye yönelik kapsayıcı bir ilişki yok.
Basın açıklaması Türkiye’yi kınıyor veya PKK’yı destekliyor değildi. Problem, iki tarafı aynı seviyedeymiş gibi gösteriyor olmasıydı. Konu insanların hakkında çelişen duyguları olan ülkeler olduğu zaman böyle şeyleri sık görürüz. Yeni yönetimin İsrail’in müttefik olduğunu söyleyebilmesi neredeyse bir hafta aldı. Yani yeni yönetim hakkında bu konuda endişeleri olan tek ülke siz değilsiniz. Yaşananlar reddetme durumu göstermiyor, tecrübesizliği gösteriyor. İsrail, Türkiye veya Kuzey Akım konusunda Almanya gibi çok önemli bir ülke de olsa arada sürtüşme varsa bu tecrübesizlik, gördüğümüz iyi düşünülmemiş açıklama gibi bir sonuç verebiliyor. Bu nedenle özür diliyorum.
Siz ABD diplomasisinde Suriye’yi en iyi tanıyan insanlardan birisiniz. Türkiye’yi de çok iyi tanıyorsunuz, burada yıllarınız geçti. Şunu sormak istiyorum; ABD tarafından SDG'ye, YPG'ye verilen silahlar konusu Türkiye’nin sık dile getirdiği endişelerden birisi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunu Türklere daha önce bin defa anlattım. Başkan Trump, Başkan Obama, Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı sırada Biden ve birçok dışişleri bakanı da açıkladı. ABD, kuzeydoğu Suriye’de IŞİD’e karşı SDG ile çalışıyor, bu bizim tekrar isimlendirdiğimiz PKK’nın yan kuruluşu YPG. Biz bu yüzden bu bölgeye girdik. 2014’te bölgeye girdiğimizde Türkiye’nin duruma karşı çok farklı bir tavrı vardı. Hatta hatırlarsanız ABD’nin gelip YPG’nin Kobani’yi savunmasına yardım etmesini göreceli olarak destekliyordu.
2015’te durum değişti, bu doğru. Ancak ABD iki nedenle Suriye’de kalmaya devam ediyor. Birincisi IŞİD’in geri dönmediğinden emin olmak. İkincisi ise şu; bu resmi olmayan ve üstü kapalı ancak çok önemli bir görev. Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton kitabında bu konu hakkında detayları yazdı. Bu görev Esad ve Rusya’nın toprakların kontrolünü sağlamasını önlemek. Güneyde, Al Tanf’te da aynı şeyi yapıyoruz. Burada pek bir IŞİD varlığı yok ancak İran, Esad ve Rusya’nın topraklarda kontrol sağlamasını önlüyoruz. Böylece Suriye’deki savaşa diplomatik bir çözüm bulunması için baskı yapıyoruz.
Bunlar, Türkiye’nin İdlib’de yaptığından çok da farklı değil. Amaç, Türkiye’ye karşı bir güç yaratmak değil. ABD verdiği silahların ve birlikte çalıştığı hiçbir insanın hiçbir şekilde Türkiye’ye yönelik saldırılarda bulunmadığından emin olmak için çok çaba sarf ediyor. 2019’da bir istisna yaşandı. 2019’daki operasyon zamanları dışında kuzeydoğu Suriye’den Türkiye’ye saldırıldığını görmedik. O yüzden bu iş birliğinin Türkiye’ye zarar vermeyeceği konusundaki sözümüzü tuttuğumuzu düşünüyorum.
Geleceğe bakalım. ABD’de yeni bir yönetim var. Türkiye, yeni yönetimi anlamaya çalışıyor. Yeni yönetim Türkiye’ye yönelik sert açıklamalarla başlangıç yaptı. Geleceğe baktığımızda Türkiye ve ABD’nin SDG ve PKK’nın statüsü hakkında fikir birliğine varacağını düşünüyor musunuz?
Ben ilişkiler konusunda iyimserim. Bu ekip tecrübe kazandıkça birkaç şey olacak: Öncelikle o ilk basın açıklaması gibi hatalar yapmamayı öğrenecekler. Hatta bence bunu çok hızlı bir şekilde öğrendiler. Farklı hatalar yapacaklardır ama bence bu hatayı tekrar yapmayacaklar.
Tüm yeni yönetimler gibi bu yönetim de her şeyi yapabileceğini düşünüyor. “Biz güçlü bir ülkeyiz, ülkelerin iç işlerinde Kanada gibi davranmasını sağlayabiliriz, İsrail’in Batı Şeria’da böyle davranmasını sağlayabiliriz. Aynı zamanda müttefiklere ihtiyaç duyabileceğimiz bir küresel güvenlik sistemi yaratabiliriz” diye düşünüyorlar. Biden yönetiminin merkezinde diplomasi ve müttefiklerimizle birlikte çalışmak var. Problem şu; aynı zamanda çok güçlü bir şekilde insan haklarını ve demokratikleşmeyi savunuyor. İran, Rusya ve Çin gibi asıl tehdit oluşturan ülkelere karşı ön cephede olan müttefiklerimizin iç işlerindeki davranışlarında problemleri var. Suudi Arabistan’da durum böyle, Mısır’da durum böyle, Avrupa Birliği ve bazı insanlar Türkiye’de durumun böyle olduğunu söylüyor, AB üyesi Polonya’da durum böyle, Hindistan’da durum böyle, Vietnam’da durum böyle, Filipinler’de durum böyle. Neyin daha önemli olduğuna karar veremezseniz uluslararası topluma gerçek tehdit oluşturanlara karşı size yardım edecek partneriniz kalmaz. Bence bu yönetim sonunda uluslararası düzeni korumak için partnerleriyle çalışmak zorunda olduğuna karar verecek. Bu vesileyle de Türkiye ile yakınlaşacağına inanıyorum. Ama bunun olması için Ankara ve Washington'ın bizim ilişkimize özel olan bir sorunu çözmesi gerekiyor: S-400’ler.
Peki ABD ile Türkiye’nin SDG’nin statüsü konusunda fikir birliğine varmasını mümkün görüyor musunuz?
Bakın, ben zaten bunu yaptığımızı düşünüyorum. SDG’nin sınırdan uzaklaştırılması için bir tampon bölge kurulması konusunda Ağustos 2019’da Türkiye ile anlaşmaya vardık. En üst seviyedeki Türk yetkililer bu anlaşmayı beğenmediklerine karar verdi ve ekim ayında tek taraflı bir askeri operasyon başlattı. Bu tek taraflı askeri operasyon SDG’nin Suriye’nin kuzeydoğusunun orta bölümünde 30 kilometre geri çekilmesine yol açtı. Türkiye’nin talebi de buydu zaten. Daha sonra kuzeydoğu Suriye’de SDG’nin çekilmesi gereken diğer iki bölüm konusunda da gidip Rusya’yla bir anlaşma müzakere ettiniz. Rusya, ABD’nin aksine taahhüdünü yerine getirmedi ve SDG o bölgelerden çekilmedi. Ancak bu ABD’yi ilgilendiren bir durum değil, bu Rusya’yla çözmeniz gereken bir mesele. Bizim 17 Ekim’de imzaladığımız bir anlaşma var. ABD bu anlaşmaya uydu, Türkiye de uydu diyebiliriz. Biz de yaptırımları durdurduk. O yüzden bizim için SDG ile ilgili mesele sona erdi.
İki yılımı aldı ama sonunda farkına vardım ve Türklere şu soruyu sordum; “Kuzeydoğu Suriye’de bizim olmamızı mı tercih edersiniz yoksa Esad ve Rusya’nın mı?”. İlk soru buydu. İkincisi ise şu: “SDG’nin PKK’nın emirlerini uygulamaması için en çok çabayı kim sarf eder; ABD mi yoksa Rusya ve Esad mı?”. Üçüncü soru ise şu: “SDG uluslararası bir terör örgütü olarak tanınmıyor; biz ABD olarak PKK’nın yan kuruluşu olduğunu kabul ediyoruz, öyle de zaten. Heyet Tahrir el-Şam uluslararası arenada bir terör grubu olarak kabul ediliyor. ABD şunu anlıyor, en azından eski yönetim anlıyordu ama yenisinin de anladığını düşünüyorum; Türkiye İdlib’de var olmak için HTŞ ile resmi olmasa da bir şekilde ilişki içinde olmak zorunda. Başka türlü orada olamazsın, çünkü onlar kuvvetli bir güç ve Türkiye’nin zaten elinde yeterince askeri ve sığınmacılarla ilgili problem var. Biz bu yüzden HTŞ ile bir tür ilişkiniz olmadan İdlib’de var olamayacağınızı anlıyorduk; en azından birbirinizin işine karışmıyordunuz. Bizim için de aynı şey kuzeydoğu Suriye’de geçerli. SDG ile ilişki olmadan biz de orada var olamayız”.
O yüzden bizim için bu konu kapandı. Türkiye ve ABD arasında 17 Ekim 2019’da imzalanan anlaşma ile bu sorunu çözdük. Türkler bir şekilde ihlal ettiğimizi düşünüyorlarsa Washington’la konuşmalılar. Eğer Kobani veya Irak sınırında SDG ile bir problemleri varsa bu Ruslarla onlar arasında bir sorun. Çünkü yanılmıyorsam ekimin 22’si veya 23’ünde Ruslarla bu konuda bir anlaşma imzaladılar. Bu Rusya ve Türkiye arasındaki bir problem, ABD ile Türkiye arasında değil.
Tekrar geleceğe bakacak olursak, bu konuda ne düşündüğünüzü merak ediyorum. 13 vatandaşın şehit edilmesinin ardından yeni bir askeri operasyon üzerine konuşulmaya başlandı. Sizce Biden yönetimi, geçen senelerde olduğu gibi Türkiye’nin Suriye'ye tek taraflı bir askeri operasyon yapmasına nasıl tepki verir?
Eğer bu operasyon hakkında bir anlaşma imzaladığımız kuzeydoğuya yapılırsa ve o anlaşma ihlal edilirse ABD olağandışı, olağandışı kuvvet ile tepki gösterir. Tıpkı anlaşma imzalanmadan önce yaptırımlarla olağandışı bir kuvvetle tepki gösterdiği gibi. Bence bu Türkiye’nin yapabileceği en büyük, en aptalca hata olur. Böyle bir hamleyle ne başarmayı hedefleyebilirler ki? Rusya kontrolündeki bölgelere mi gireceksiniz.
Biraz Suriye’den uzaklaşıp Türkiye ve ABD ilişkilerine dair genel bir değerlendirme istiyorum. Abraham Lincoln 1858’de “Kendisine karşı bölünmüş bir hane, ayakta duramaz” demiş. Bu benim en sevdiğim sözlerden biridir. Türk-ABD ilişkileri zor bir noktada. Lincoln’un bu sözü bambaşka bir konu için kullandığını biliyorum, ama Türkiye’nin de ABD’nin de NATO üyesi olduğunu ancak birçok konuda ayrıştıklarını düşünürsek, bu müttefiklik sizce sürdürülebilir mi?
Bu ilişkinin ayakta kalacağından kesinlikle eminim. Bence Türkiye Suriye’nin kuzeydoğusuna büyük bir operasyon gibi ciddi bir hata yapmayacak. Anlaşma 15 aydır yürürlükte. İlk olarak bunu söylemek istedim.
Bence ilerleyen zamanda Biden yönetimi iklim değişikliği, Çin, Rusya ve iş birliğine pek yanaşmayan İran gibi gerçek uluslararası sorunlara odaklandığında Türkiye’nin çıkarlarının temelde ABD ile aynı olduğunu fark edecek. Türkiye, Rusya’nın genişlemesini önleyen çok büyük bir güç; İdlib’de, Trablus’ta ve Dağlık Karabağ’da olanlara bakın. Aynı zamanda Türkiye, İran’ın ve özellikle İran’ın Irak ile Suriye’deki genişlemeci tavrının dostu değil. Türkiye bu konuda çok açık davrandı. Bence ABD, Türkiye ile ortak çıkarları olmasından öte boyutunu, ekonomik gücünü, çok etkili ordusunu ve coğrafi konumunu göz önüne aldığında Karadeniz, Kafkasya, Balkanlar ve Orta Doğu’da güvenliği ve uluslararası düzeni Türkiye’yle birlikte çalışmadan sağlayamayacağını görecek. Yıllar boyunca bunu yapmaya çalışırken anlattığım şeyi bizzat tecrübe ettim. 2008’de Gürcistan savaşına nasıl karşılık verdik sanıyorsunuz? Bunu Türkiye ile çalışarak yaptık. Çanakkale Boğazı’ndan gemi geçirdik, uçaklar ve başka şeyler getirdik, Gürcistanlı askerleri geri taşıdık. Bütün bunlar için Türkiye’ye ihtiyaç vardı. Burada hava sahası, askeri üsler, Çanakkale Boğazı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi kullanıldı.
Birkaç hafta geriye gidelim.İçişleri Bakanı Soylu 15 Temmuz darbesini ABD’nin desteklediği mesajını verdi. Darbe girişiminin başında, ordunun içine sızan Gülencilerin bulunduğu, general düzeyindeki bazı itiraflarla da saptandı. Fethullah Gülen’in ABD'den iade edilmemesini de düşünerek bu iddiaya nasıl yanıt verirsiniz?
Öncelikle şunu söyleyeyim; biz Cumhurbaşkanlığı’nı dinleriz, Dışişleri Bakanlığı’nı dinleriz ve Savunma Bakanlığı’nı dinleriz. En azından Trump ve Obama hükûmetlerinde biz böyle sesleri dinlemezdik.
O yanılıyor, ABD’nin 2016’daki darbe ile hiçbir bağlantısı yok. Washington’da darbeyi Gülenistlerin yaptığını söyleyen ilk insanlardan biri olarak şunu diyebilirim; darbe girişimini onlar gerçekleştirdi ve ABD’nin Gülen ile hiçbir bağlantısı yok. Türkiye, Gülen’in iadesini talep etti, ABD bunu yapamadı. Bu karmaşık yasal bir soru. Bu duruma mahkemeler karar verecek. Son yönetimde kimsenin mahkemelerle onun iadesi için konuşmadığını biliyorum.
Trump döneminde ABD yönetimi Suriye’nin kuzeyindeki askerlerinin sayısını azaltırken Irak sınırına yakın doğudaki petrol bölgesi Deyrizor’da ise faaliyetlerini sürdürmeye devam etmişti. Rus basını iki gün önce Biden yönetiminin Deyrizor bölgesinde El Ömer petrol sahasına da silah ve ekipman sevkiyatı yaptığı ve buradaki varlığını güçlendirmek istediğini öne sürmüştü. ABD Suriye’de etkinliğini artıracak mı? Eğer bu olursa ilişkiler ne yönde ilerler?
Petrol mevzusu... Başkan Trump, 2019’un Ekim ayında Suriye’den askerleri çekmemeye çok hızlı bir şekilde ikna edildi. Onun kendine mahsus nedenleri sebebiyle bu kararı petrol sahaları ile gerekçelendirmeyi rahat buldu. Aslında petrol sahaları ne bundan önce ne de bundan sonra ABD tarafından korundu. Onları yerel güvenlik güçleri koruyordu. Onlar da oraya IŞİD yenildikten sonra yerleşti. Trump’ın açıklamasından önce de böyleydi, sonra da böyle olmaya devam etti.
Yeni yönetimle birlikte askerlere resmi olarak görevlerinin petrol sahalarını korumak olmadığı söylendi. Onlara görevlerinin varlığımızı koruyabilmemiz ve IŞİD’le mücadeleye devam edebilmemiz için güvenliği korumak olduğu söylendi. Aynı zamanda dediğim gibi; varlığımızla Esad, Rusya ve İran’ın topraklarda kontrolü sağlamasını önlemek de onların bir görevi. Önceden yaptığımız buydu, şimdi yaptığımız da bu, gelecekte de bunu yapacağız. Petrol sahası her zaman Başkan Trump’ın kendisini rahat hissettirdiği için kullandığı önemsiz bir başlıktı. Sahada hiçbir etkisi olmadığını söyleyebilirim.
Cevaplarınızda sıkça IŞİD geçiyor. Başkan Trump, IŞİD'in yüzde 100 yenildiğini söylemişti. Sizce IŞİD, Suriye’de hâlâ bir tehdit mi?
Başkan Trump, IŞİD’in bölgesel bir halifelik olarak yenildiği konusunda haklıydı. IŞİD’i çok tehlikeli bir kuvvet yapan kendine özgü özelliği buydu; Toprakları vardı, petrol sahaları gibi onlara para getiren birçok kaynağa erişimleri vardı, en güçlü günlerinde kontrolünde 9 milyon insan ve 30 bin kişilik ordusu vardı. Irak ve Suriye dışında IŞİD’in terör saldırılarına en çok sizin ülkeniz maruz kaldı. Avrupa’da terör saldırıları organize edebildiler; 2015’te Paris’e, sonra Brüksel, Cannes ve Berlin’e. California’da IŞİD’in ilham verdiği bir saldırı meydana geldi.
Bu sebeplerle IŞİD hepimizin üzerinde çalışması gereken emsalsiz bir tehdit oluşturuyordu ve Türkiye özellikle 2016’de Cerablus ve El Bab’daki operasyonlarda askeri alanda bu mücadelede lider rolü oynadı. IŞİD artık bölgesel bir yönetim olmasa da hâlâ Irak’ta ve Suriye’de iktidarsız bölgeleri işgal eden klasik bir terör hareketi. Bu bölgeler çoğunlukla Irak'ın kuzeyindeki etnik Kürtler ve etnik Araplar arasındaki fay hattı. Ancak Badiya Çölü ve Suriye’de Esad’ın kontrolünde olduğu iddia edilen bölgelerde de çok güçlü bir varlıkları var. Esad rejimi IŞİD’le savaşma kabiliyeti de istediği de olmadığını gösterdi. Ruslar da pek ilgi göstermedi. O yüzden Suriye’de kapsamlı bir çözüm için hepimizin IŞİD’i temizlemek için iş birliği yapması gerekiyor. Yoksa bir şekilde geri gelecekler.
Son günlerde Arap medyasına yansıyan doğrulanmamış haberlere göre ABD liderliğindeki IŞİD karşıtı uluslararası koalisyon Suriye’nin doğusundaki Haseke’de yeni bir askeri üs kurmayı planlıyor. Bu haber doğruysa Irak-Suriye-Türkiye üçgeninde yeni bir askeri üs ne anlama geliyor?
Bu konu aslında petrol sahaları mevzusu gibi, ama daha da önemsiz. Kuzeydoğu Suriye’de sayısı gizli, ama çok çok küçük bir askeri güç var. Çoğunlukla Haseke, Deyrizor ve Irak sınırına doğru görev yapıyorlar. Diğer bölgelerde de var ama bunları özel olarak açıklamıyoruz. Türkler ve Ruslara önceden bildiriyoruz tabii. O bölgede
görev yapanlar bazı şeylerin yerini değiştirebiliyor, bir askeri üssü helikopter pistine çevirebiliyor, oraya bazı yeni kuvvetler gönderebiliyor. Örneğin orada Rus devriyesinin tacizine uğradığımız için ekim ayında Bradley savaş araçları yolladık; Rusları caydırmak için daha çok zırha ihtiyacımız vardı. Bu hamle başarılı da oldu.
Ben kuzeydoğudaki ABD varlığında orta vadede ciddi bir değişiklik olmayacağını düşünüyorum; Biden yönetimi Suriye politikasını belirlerken büyüklüğü de, lokasyonu da, ne yaptığı ve kimlerle yaptığı da değişmeyecek. ABD’nin Suriye’deki varlığı ABD’de de geniş bir biçimde destekleniyor. Bunu Trump 2019’un Ekim ayında “Suriye’deki askerleri çekeceğim” dediğinde Senato ve Temsilciler Meclisi’nden gelen sert tepki ile gördük. Bence durum hâlâ da böyle.
Biden yönetiminin oradaki varlığımıza son vermek istediğine dair bir şey de görmedim, ciddi bir biçimde genişletmek istediğine dair de. Bence şimdilik ABD’nin Suriye’deki mevcut varlığı korunacak.
Açıklık getirmek için soruyorum; Biden yönetiminin Trump’ın Suriye politikalarını çoğunlukla devam ettirmesini mi bekliyorsunuz?
Hayır ben bunu söylemezdim. Öncelikle bilmiyoruz; Suriye politikalarına henüz fazla yoğunlaşmadılar. İkincisi, Trump’ın Suriye politikalarına dair kesinlikle bazı eleştiriler yapıldı. Sadece iki şey söyleyeceğim; Büyük ihtimalle Trump’ın Suriye politikasının iki önemli yanını devam ettirecekler, yetkililer de bunu söyledi zaten; Suriye’nin kuzeydoğusunda ve Al-Tanf’ta ABD’nin askeri varlığı devam edecek. İkinci olarak özellikle Caesar yaptırımları olmak üzere yaptırım politikasını devam ettirecekler. Bu iki politika da ABD Kongresi’nin büyük bir bölümü tarafından destekleniyor ve ikisi de çok etkili oldu.
Genel olarak Suriye politikası İran’a karşı uygulanacak politikaya; İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan gibi yerlerdeki varlığına karşı izlenecek politikaya bağlı. Aynı zamanda bir ölçüde Rusya politikasına da bağlı. Yeni yönetim Rusya’ya ve İran’a karşı genel politikalarını henüz tam belirleyemedi. Suriye’de ABD’nin askeri varlık ve yaptırımlar ötesinde ne yapacağı yeni yönetimin İran ve Rusya konusundaki kararların bağlı olacak.