Musa Anter’in anılarında Diyarbakır Ulu Camii önünde dilenen bir çocukla diyaloğu var: Anter çocuğun Kürtçe sadaka istediğini vurguladıktan sonra çocuğa Türkçe bilip bilmediğini sorduğunu söylüyor. Çocuk kırık bir Türkçeyle “Anliyem ama çeviremiyem” diyor Anter’e. Bu hatıra bugün Kürtçenin durumuyla çarpıcı bir karşıtlık gösteriyor. Çünkü bugün de Kürtlere Kürtçe bilip bilmediği sorulduğunda en çok yankılanan cevap şu: Anlıyorum ama konuşamıyorum.
.
Türkiye’de Kürtçe ile ilgili kabaca dört tespit yapılabilir: Bunlardan ilki, dilin giderek zayıflıyor olması, hem de tahmin edilenden daha hızlı. İkincisi, Kürt toplumunun üzerinde en çok ortaklaştığı talep ana dil hakkı. Dilin bir statüye kavuşması ve bilhassa eğitimde kullanılması. Üçüncüsü, Türkiye’deki eğitim sisteminde seçmeli Kürtçe ders hakkı var, fiili birçok engelin yanında bu imkân, ehemmiyeti oranında alaka görmüyor. Dördüncüsü; zannedilenin aksine Türk toplumunda kategorik bir Kürtçe karşıtlığı yok, geniş bir müzakere alanı bulunuyor.
Dilin Bilinmesi ve Kullanımı Azalıyor
Kürt Barometresi’nin (Kurdish Barometer) verilerine göre Türkiye’deki Kürtler içinde her 10 kişiden yalnızca üçü ana dilini iyi düzeyde konuşabiliyor. Bir o kadarı da orta düzeyde konuşabiliyor. Bununla birlikte her 10 kişiden dördü için ana dil hayatın içinde yok denecek düzeyde.
Yetişkin Kürtlerde Kürtçe Konuşabilme Düzeyi |
Hiç |
%9,6 |
Çok az |
%29,7 |
|
Orta |
%31,2 |
|
İyi |
%29,5 |
Kürt Barometresi’nin nüfus projeksiyonuna göre Türkiye’deki yetişkin Kürt nüfusu yaklaşık 12 milyon. Bu verilerle birlikte okunduğunda Kürtçeyi iyi bilen yetişkin Kürtlerin sayısı 3,5 milyon civarında. Çok az bilen ya da bilmeyenlerin sayısı ise bundan fazla, yaklaşık 5 milyon. Bu sayılar dili günlük aktif kullananları göstermiyor elbette. Konuşabilenlerin de günün önemli bir kısmında Türkçe konuştuklarını düşünürsek, manzaranın görünenden daha negatif olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu manzaraya dilin kuşaklar arasında bilinme ve kullanılma verileri de eklendiğinde durumun vahameti daha da belirginleşiyor. Kürtçeyi hiç bilmeyen veya çok az bilenlerin oranı yetişkinlerde yüzde 39+ iken, araştırmaya katılanların evlerindeki çocuklarda bu oran yarıdan fazla, yüzde 54+ olarak ölçülüyor. Yine dili iyi bilenlerin oranı yetişkinlerde yaklaşık yüzde 29,5 iken söz konusu çocuklarda yüzde 18,9’a geriliyor.
Dilin zayıflama trendini yakından görmek için iyi konuşabilenlerin çocuklarının durumuna bakacak olursak, Kürtçeyi iyi konuşanların çocuklarının yarısından fazlası (yüzde 56) iyi konuşamıyor. Yani dili iyi konuşabilenlerin bile yarısından fazlası, sonraki kuşağa aynen aktaramıyorlar.
Bu bağlamda daha dikkat çekici ve çarpıcı olan şey, dilin kuşaklar arasında kullanımının azalma hızı. Kürt Çalışmaları Merkezi’nin (Kurdish Studies Center, KSC) yürüttüğü Dil Haritası Projesi’nin Diyarbakır, Mardin, Van ve Urfa’yı içeren 2022 verilerine göre, yetişkin Kürtler içinde ebeveynleriyle sadece Kürtçe konuşanların oranı Kurmanclarda yüzde 30’dan az; aynı grubun yüzde 9’u çocuklarla tamamen Kürtçe konuşuyor. Yani bugünkü yetişkin Kürtler yüzlerini ebeveynlerinden çocuklara dönerken dil üçte ikiden fazla zayıflıyor. Aynı süreçte tamamen Türkçe olan iletişim de katlanarak artıyor. Durum Zazalar için çok daha vahim, nitekim UNESCO için Zazaca artık kaybolma tehlikesi altındaki diller arasında yer alıyor.
EBEVEYNLERLE |
ÇOCUKLARLA |
|||
Kurmanclar |
Zazalar |
Kurmanclar |
Zazalar |
|
%29,5 |
%24,7 |
Sadece ana dil |
%9,1 |
%4,8 |
%35,1 |
%18,5 |
Çoğunlukla ana dil |
%26,1 |
%9,7 |
%21,3 |
%18,1 |
Türkçe ile ana dil eşit ağırlıkta |
%31,3 |
%17,6 |
%9,0 |
%16,3 |
Çoğunlukla Türkçe |
%17,4 |
%18,5 |
%3,7 |
%19,4 |
Sadece Türkçe |
%12,7 |
%45,4 |
Ana Dil Talebi Yükseliyor
Türkiye’de Kürtlerin talepleri çeşitli kategorilere ayrılıyor ancak bu kategorilerin hiçbirinde ana dil talebindeki gibi bir ortaklaşma ve yoğunlaşma görülmüyor. Ana dil talebi her siyasi çevreden, dünya görüşünden, sosyal statüden Kürtlerin ortak keseni haline gelmiş durumda. Dahası bu talep son 10 yıldır Kürt meselesinde yaşanan dalgalanma ve gerilemeye rağmen direncini koruyor. Azalmıyor, bilakis bu talebe ilgi artıyor.
Ana dilin eğitim sistemi içinde yer almasını talep eden Kürtlerin oranı Türkiye genelinde yüzde 80’i, Kürt illerinde yüzde 88’i geçiyor. Mesut Yeğen, U. Ulaş Tol ve Mehmet Ali Çalışkan tarafından Kürt illerinde yürütülen Mayıs 2015 tarihli benzer bir araştırmada bu talepteki ortaklaşmanın yüzde 84 oranında olduğunu görüyoruz. (Dahası Türkiye’de Kürtlerin üçte ikiye yakını [yüzde 61] “Kürtçenin Türkiye’de resmî dil olması gerektiği” görüşüne katılırken bu görüşe uzak olanların oranı yüzde 20’yi bulmuyor.) Bu noktada, talebin yoğunluğuyla birlikte Türkiye koşullarının göz önünde bulundurulduğu, rasyonel bir yaklaşımın öne çıktığının altını çizmekte fayda var: Ana dilin eğitim sistemi içinde yer almasını isteyenlerin kahir ekseriyeti (yüzde 71), iki dilin bir arada olduğu bir eğitim sistemi öngörüyorlar.
Bu fasılda meseleyi şöyle özetlemek mümkün: Kürtler 100 yıllık sistematik bir asimilasyon politikasından fazlaca etkilendiler, dili bilme oranları dramatik seviyelere düştü ancak tek dilliliği sindirmediler, içselleştirmediler. 100 yıllık bu politikaya karşı ana dil talebi güçlü bir şekilde sürüyor. Dahası bu talep sistemin kurguladığının aksine sadece muhalif Kürtleri değil, hemen her siyasi gruptan insanları ortaklaştırıyor. AK Partilisinden CHP’lisine, HDP/DEM Partilisinden HÜDA PAR’lısına bütün siyasi, dinî ve toplumsal fraksiyonlar ana dil talebinin etrafında buluşuyorlar.
Bir İmkân Olarak Seçmeli Kürtçe Dersler
Türkiye’de Kürtçe seçmeli dersler, 2012 yılında “Yaşayan Diller ve Lehçeler” olarak eğitim sistemine dahil oldu. Aileler ortaokullarda çocukları için bu dersleri haftada iki saat olacak şekilde seçebiliyorlar. Ancak hem öğretmen eksikliği hem de okulların çoğunda bu hakkın fiili olarak engellenmesi yahut görünmezleştirilmesi sebebiyle bu imkân, hak ettiği karşılığı bulamıyor. Mezkûr engeller önemli birer faktör ancak en önemlisi bu değil.
Kürt siyasi hareketinin anaakım partisi HDP/DEM Parti ile ona fikren yakın olan sendikalar ve sivil toplum kuruluşları, seçmeli ders değil, ana dilde eğitim talep ettikleri için bu dersleri başlangıçta boykot ettiler. Haftada iki saat seçmeli Kürtçe derslerinin, ana dilde eğitim taleplerinin önünü kapatmak için öne sürüldüğünü iddia ettiler, ediyorlar. Bu boykotun etkisiyle ilk yıl bu dersi seçen öğrencilerin sayısı 20 binden az oldu. Dönemin Eğitim Bakanı Nabi Avcı bu sayı karşısındaki şaşkınlığını gizleyememiş, ''Ben o kadar az beklemiyordum'' demişti.
Kürt siyasi hareketinin seçmeli Kürtçe dersler boykotu zaman zaman gevşese ve özellikle son yıllarda boykottan teşvik etmemeye, hatta yer yer teşvik etmeye doğru evirilse de güçlü bir siyasi sahiplenme olmadığından bu dersi seçen öğrencilerin sayısı 20-25 bin aralığında kaldı, kalıyor.
Son birkaç yıldır sivil toplum içinde seçmeli derslerin tercih edilmesi için çeşitli kampanyalar yürütülse de derslerin seçimine güçlü bir etki yapmadığı anlaşılıyor. Diğer taraftan siyasi alanın yeni aktörü HÜDA PAR Kürtçe için daha fazla etkinlik yapmaya başladı ve Kürtçe seçmeli dersler meselesinin konu sahipliğine girişti. HÜDA PAR’ın etkinlikleri seçmeli dersleri tercih edenlerin sayısında çarpıcı bir değişim ortaya çıkarmadığından, konu sahipliğinin henüz herhangi bir grup ya da partide olmadığını söylemek mümkün. Bir yandan doğal akışında dile ilgi ve talebin artması, diğer taraftan sivil toplumun bu konuya teşviki ve HÜDA PAR gibi bir aktörün konu sahipliğine soyunması gibi gelişmelerin de etkisiyle HDP/DEM Parti’nin bu derslere karşı gardını gevşettiği görülüyor. Önümüzdeki yıllarda bu alandaki siyasi rekabetin daha da görünür olma potansiyeli yüksek, dahası HDP/DEM Parti bu konuda HÜDA PAR’dan daha avantajlı bir konumda bulunuyor. Bununla birlikte bugünkü siyasi ve sivil ortamda HDP/DEM Parti bu talebin taşıyıcılığını yapmadan bu dersi seçenlerin sayısının yüzbinleri bulması zor görünüyor.
Malcolm X’e atfedilen bir söz var, şöyle diyor: “Sırtıma 9 santim bıçak saplayıp bıçağı 6 santim geri çekersen bu [eşitlik noktasında] ilerleme sayılmaz. Bıçağı tamamen çıkarsan da bu ilerleme olmaz. İlerleme yaranın tedavisiyle olur. Halbuki onlar bıçağın orda olduğunu bile kabul etmiyorlar.”
Türkiye’de 100 yılı aşan sistematik bir asimilasyon politikasının gevşemiş olması asimilasyonun durduğu anlamına gelmiyor. Bugün dilden uzaklaşma eğilimlerinin rızaya dayalı görünenlerinin bile temelinde bu uzun asimilasyon politikası en güçlü faktör. Örneğin bir nitel araştırma kapsamında görüştüğüm Kürtlükten ve/veya Kürtçeden uzaklaşmış ailelerin çocuklarına dili aktarmamalarında en çok öne çıkan sebep, onları bir “dil krizi” içinde bırakmak istememeleriydi. Kısaca devletin dili kriminalize ettiği ve siyasetin de politize ettiğini, dilin bir dil olmanın ötesinde anlamlar ve yüklerle yüklü olduğunu, bu sebeple kendilerinin yaşadıkları bu gerilimi çocuklarına aktarmak istemediklerini anlatıyorlardı. Burada herhalde en çok dikkat çekilecek şey, “bir devletin bir dili neden kriminalize ettiği” sorusudur. Kürt siyasetinin bu konuda eleştirilecek çok yanı var elbette ancak devlet bir şeyi kriminalize ettiğinde onun politize olması da kaçınılmazdır. Burada ailelerin kriminalizasyon-politizasyon gerilimden kaçınması, asimilasyon politikasının etkilerinin bugün hâlâ ne kadar canlı olduğunu görmek açısından önemli bir gösterge. Dolayısıyla bıçak geri çekilmiş olsa da yaranın iyileşmesine henüz uzaktayız. Çünkü yara, tazyiki azalsa da kanamaya devam ediyor.
Dolayısıyla Kürt siyasetinin boykot kararını eleştirmekle birlikte, bu konudaki eleştirilerinin de yersiz olmadığını söylemek gerekiyor. Kürt siyasetine eleştiri şu: Elbette ana dil tabii ve meşru bir hak. Ancak “ma la yudraku kulluhu la yutraku kulluh” kaidesince “bir şey bütünüyle elde edilemiyorsa bile onu tamamen terk etmek doğru değildir”. Esasen Kürt siyasetinin Türkiye tecrübesine bakıldığında neredeyse bütün yol boyunca bu kaide ile amel edildiği görülecektir. O halde bu kaide usulünce esas hak elde edilinceye kadar seçmeli Kürtçe derslere teşvikin yapılması, hatta bu yolun esas hakkı elde edecek bir sürece dönüştürülmesi icap ediyor.
Kürt siyasetinin eleştirilerine gelince; eleştirilerinin yersiz olmadığı, hakeza konunun hükümet tarafından da temel haklardan öte siyasi bağlamda ele alındığı da bir gerçek. Seçmeli dersler konusunu yakından takip eden öğretmen Hüdai Morsümbül’ün Bakanlığa dayandırdığı verilere göre bugüne kadar 197 Kürtçe öğretmeni atanmış. 46 öğretmen ders olmadığı için branş değiştirmiş. Bugün bu kadroda 151 öğretmen bulunuyor, bunların da 30’unun kadrosu Halk Eğitim Merkezlerinde (HEM) duruyor. Bu 151 öğretmenin 50’si 2023 seçimlerinden kısa bir süre önce atandılar. Yani genelde iki-üç öğretmen atanırken seçim dönemi sayı 50’ye yükseldi. Yakında yapılacak 20 bin öğretmen ataması içinde de Kürtçeye toplam 10 kadro ayırılmış. Yani seçim dönemlerinde artsa bile HEM’lerde biriken bir öğretmen kümesinden bahsediyoruz. Elbette HEM’de olmaları da bir avantaja dönüşebilir ancak Morsümbül’ün girişimlerinin bir şehirde HEM bünyesinde yer alan öğretmen için ders açmaya yetmediğini göz önünde bulundurunca iyimser olmak için erken görünüyor. Dolayısıyla hükümetin ve Türkiye siyasetinin meseleye ehemmiyetine denk bir ciddiyetle yaklaşması elzem.
Türklerde Kürtlerin Ana Dil Hakkına Yaklaşım
Bu konuda hem hükümetin hem Türkiye siyasetinin elini güçlendirecek bir zemin de bulunuyor. KSC tarafından Eylül 2023’te yürütülen ve sonuçları Aralık ayında açıklanan araştırmada Türklerin Kürt algısına ve Kürt meselesine yaklaşımlarına mercek tutulmuştu. Bu araştırmadan hareketle Kürt meselesinin tanımı ve çerçevesi ile ortaya çıkmasının sebepleri açısından iki toplum arasında katı bir yaklaşım farklılığı olduğu anlaşılmakla birlikte, Türk toplumunda ana dil meselesinde müzakereye açık olan alanın epey geniş olduğu da görülüyor.
Örneğin, ana dili Türkçe olanların yüzde 30’a yakını Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlerde resmî dil Türkçe kalmak koşuluyla kamu hizmetlerinin Kürtçe de verilebileceğini düşünüyor. Dahası yüzde 42’den fazlası da Kürt çocuklar için ana dilin eğitim sistemi içinde yer alması gerektiğini savunuyor. Bu oranın yaklaşık yüzde 15’i ana dil temelli çok dilli eğitime denk gelen bir talebe olumlu bakarken geri kalanlar (yaklaşık yüzde 28) eğitim dili Türkçe olmakla birlikte ana dilin okulda öğretilmesi gerektiğini düşünüyor.
Hülasa
Ana dil meselesi Kürt toplumu için bir haysiyet meselesine dönüşmüş durumda. En öncelikli ve herkesin ortaklaştığı bir talep olarak öne çıkıyor. Türk toplumunun yarıya yakınının bu konuya açık olması da siyasete hem bir mesaj veriyor hem imkân sunuyor hem de bir fırsata dönüşme potansiyelini içeriyor: Eğer Türk siyasetinin bir barış inşa etme niyeti var ama nereden başlayacağı konusunda kendinden emin değilse, Kürtlerin ana dil hakkı ideal bir giriş kapısı olabilir. Elbette Kürt meselesi bundan ibaret değil ve ana dil hakkı görece daha kolay hayata geçirilebilir bir talep. Ama başlamak için ideal giriş olduğu konusu izahtan vareste bir hal almış görünüyor.
Evet, dil meselesinin çözülmesi zor bir mesele olmadığını düşünüyor, onu Müslümanların başörtüsü meselesine benzetiyorum. Başörtüsüne karşı kurulan bariyerler bir korkudan kaynaklanıyordu. Bugün sorun olmaktan çıkmış bu meselenin Türkiye’de irticayı da hortlatmadığını, devletin de parçalanmadığını yaşayarak gördük. Benzer şekilde Kürtçe hayatta görünür oldukça, kendi alanını genişlettikçe de ona atfedilen tehdit yükünün anlamsızlığı görülüyor.
Başörtüsü ve ana dil meselelerinin bir benzerliği daha var; başörtüsü meselesi inanç hakları ihlal edilen dindarların temsilciliğini yapan siyasetin kaldıracı oldu. Refah’tan AK Parti’ye İslami siyaset bu kaldıraç üzerinden yükseldi. Benzer şekilde Kürtçenin de Kürt siyaseti için bir kaldıraç olma potansiyeli güçlü görünüyor. Bu sebeple Kürt siyasetinin bu alandaki rekabeti aslında kaldıracın üzerinde yükselme rekabeti anlamına da gelecektir.