Yüksel Avşar: Kürtler içerisinde siyasal ve örgütsel iki temel yapı vardı

Kürt kadınlarının siyasete özne olarak katılım sağlamalarının bir asırlık geçmişi var. Ancak, Kürt siyasi partilerine dayalı gelişen Kürt kadın hareketi, iki durum arasında diyalektiksel bağı doğru kuramadığından, bu mirastan yararlanamadı.
20.01.2021, Çar - 14:58
Yüksel Avşar: Kürtler içerisinde siyasal ve örgütsel iki temel yapı vardı
Haberi Paylaş

Kürt kadınlarının siyasete özne olarak katılım sağlamalarının bir asırlık geçmişi var. Ancak, Kürt siyasi partilerine dayalı gelişen Kürt kadın hareketi, iki durum arasında diyalektiksel bağı doğru kuramadığından, bu mirastan yararlanamadı.

Yüksel Avşar yarım asırdır Kürt siyasetinin farklı kulvarlarında yer almış ve kendi emeği ile kendini var eden, ağır bedeller ödeyen Kürt kadın öncülerinden. Avşar 12 Eylül döneminde bir cezaevi süreci yaşadı ve ağır işkencelere maruz kaldı. Her koşulda ve durumda direnerek cuntaya ve işkencelere boyun eğmedi. Hem ekonomist hem sendika başkanı olarak tercihini emekten ve özgürlükten yana kıldı. Kadın mücadelesinde, kadın hakları savunuculuğunun da yanısıra, güçlü bir iç eleştirmen, aynı zaman da Kürt hak savunucusu Yüksel Avşar, inandıkları uğruna bir ömür adadı. Avşar Ailesi\'nin kadınları özgüvenli, dik duruşları ile ilgi çekiyorlar. Avşarlar, Badikî Aşireti‘nin alt kolu olan Pîrebadî Aşireti’ne mensupturlar.

Yüksel Avşar’la aşiretini, aşiret geleneklerini, kadınlarının özgüvenin dayandığı zemini ve mücadelesini, kişisel deneyimlerini konuştuk. Yüksel Avşar ile röportaj seyri içinde ayrıca kuzeni sevgili Hülya Avşar ‘da bir sorumuza cevap vererek, katkılarını sundu.

\"\"

Avşar ailesi Kürt ve Türk kamuoyunca bilinen bir aile. Bu tarz aileler sözlü ve bazen de yazılı anlatımlarla hikayelerini gelecek kuşaklara aktarırlar. Siz ailenizin tarih hikayesini bize anlatır mısınız?

Kürtlerde bazı aşiret ve büyük ailelerin tarihi Kürt tarihi ile paralellik taşır. Bu aileler kendi tarihlerini, kuşaktan kuşağa sözlü aktararak yaşatır. Badikî Aşireti‘nin alt kolu olan Pîrebadî aşiretimiz için de bu geçerli. Aşiretimiz, hayvancılığa dayalı üretim ekonomisini benimsediği için göçer gezer şeklinde sürekli hareketli bir yaşam tarzına sahip olmuş. Lice, Silvan, Kulp, Ağrı Eleşkirt, Rakka ve daha sonra Serhat’ın çeşitli illerini kapsayan alanlara yerleşmişler. Ailem de bu aşiretin önemli bir parçası olarak, aynı tarihi kaderi paylaştı diye biliyorum.

“Ailemiz II. Ahmet tarafından Rakka’ya sürgün edilmiş”

Büyük bir aile, Diyarbakır’ın Silvan ve Kulp bölgelerinde yaşadığı süreçlerde hayvancılıkla uğraşmış. Buna dayalı güçlü ticari ilişkilerle ekonomide özgün bir sektör geliştirmişler. Güçlü ilişkilerle kendilerini, bölgede kalabalık bir aile olarak özgürce var edebilmişler. Osmanlı İmparatorluğu, 1691–1699 yıllarında II. Ahmet döneminde göçer /gezer aileleri yerleşik hayata geçirmek istemiş. Ancak, büyük sürü sahibi olan aşiretimiz geliştirdikleri üretim ilişkisi avantajıyla, karara uymamışlar. Bunun üzerine, II. Ahmet tarafından Rakka’ya sürgün edilmişler Silvan ve Kulp’taki arazileri Rakka’dakilerle takas edilmiş. Rakka’da hayvancılık işlerine / ticaretine devam etmişler. Ancak “Rakka’daki Arap aşiretlerle yoğun problemler yaşamışlar. Problemlere kuraklıkta eklenince aşiret naçar, burdaki topraklarını da geride bırakarak, firar ediyor. Ağırlıklı olarak Ağrı Eleşkirt Pîrebadî köyüne yerleşiyorlar. Aşiret mensuplarından bir kısmı da Bingöl çevresine yerleşiyor. Pîrebadî köyünün olduğu bölge daha çok Badikî Aşireti‘nin alt kolu olan Pîrebadî ailelerinin yerleşim alanı olmuş. Görülün o ki, bu köye bir büyüğümüzün adı veriliyor. Burda da aynı şekilde hayvancılığa devam ediyorlar. Ağırlaşan vergi, kuraklık, susuzluk bir süre sonra arazi sürülerin beslenmesine yetmeyince; daha Kuzeye doğru göç başlıyor..

\"\"

“Aşiretimiz, Serhat Bölgesinde Xoçuvan Platosu\'na yerleşiyor”

Silvan/Kulp’taki Yaşamın devamında;

1\'inci Murad 1646 da Kürtlere ‘’Mollalık’’ unvanı verirken, Pîrebadîlere ferman şeklinde aşirete veriyor dolayısıyla, Pîrebadîler’de mollalık oldukça yaygındır. Dağılma süreçlerinde aşiret, özellikle devlet otoritesinin zayıf olduğu Serhat Bölgesini seçiyor. Ardahan taraflarına; otlakları bakir olan “Xoçuvan platosuna” yerleşiyorlar. Bu yerleşme süreci en az 50 yıl sürüyor. Burada da ilk yerleştikleri köy Panik köyü’dür. Tabi buraya geldiklerinde, bölgede beylikler var. “Merdin Göle beyliğinden’ ücret karşılığında arazi satın alıyor ve yerleşiyorlar. O dönemler 63 köyden oluşan Xoçuvan Platosu, daha sonra 21 köye iniyor. Bu nüfusun yüzde 80–85’i Pîrebadî Aşiretine mensup olanlardan oluşuyor. 1700’lü yılların ilk çeyreğinde buraya gelip yerleşenler de bundan sonra bu aşirete dahil oluyorlar.

Avşarların soy isim hikayesi nedir?

Aşiret içerisinde ve yörede bizim ailemiz Hevşêr Ailesi olarak tanınıyor. Yani Hevşa Şêran (Aslan Bahçesi) diye bir lakabımız bulunuyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, mecburi iskân ve soy/isim kanununun 1934–1936 yılında yürürlüğe girmesiyle, bizim Hevşêr olarak kullandığımız aile lakabımız “Avşar” olarak değiştirilir. Osmanlı belgelerinden aldığım resmi bilgilere göre; Hevşêr lakabını kullanan aile mensupları 1835-1836 yıllarında Panik köyünde ikamet ediyorlar. Bu dönemde yapılan nüfus sayımında Hevşêrler kendisini Müslüman Pîrebadî aşireti mensubu olarak beyan da bulunuyorlar.

Aşiret özelliklerini koruyan büyük bir ailenin çocuğu olarak doğdunuz. Bunun artıları ve eksileri sizin açınızdan neler oldu?

Xoçuvan Platosu etrafı yüksek dağlarla çevrilidir. Özellikle Xısır dağı yaz /kış hep karlıdır. Burda gözlerimi dünyaya açtım. Ailemizin en büyük oğlunun ilk çocuğu olarak dünyaya gelmem dolayısıyla kurbanlar kesilmiş. Kürt ailelerinin sürgün yıllarında annemin dayıları Aydın’a sürülmüş. Toprak takasıyla Sürgünde olan annemin teyzesi, telgrafla isim annem olmuş. Adım Yüksel konmuş. Kalabalık bir aileydik. Kalabalık ailelerde büyümenin hem avantaj hem de dezavantajları olur. Ben yoğun bir insan sevgisiyle büyüdüm. Buna karşın Kürt gelenek göreneklerine göre, ebeveynlerimizin kalabalık içinde bize dokunmaları, sevmeleri, kucağa almaları bile ayıp karşılanırdı. Onlarda bizi gizliden severlerdi. Babam çok cömert sevgi dolu bir insandı. Fakat biz çocuklarına sevgisini yeterince gösterme zemini bulamadı. Yada gizli sevdi. Ancak büyükanneler ve büyükbabamın sevgisini doyasıya yaşadık. Akrabalarımızın bizimle yaşıt çocukları vardı, onlarla birlikte büyüdük. Yani sevgi yoğunluklu bir ortamdı, biz de o ortamda büyüdük.

\"\"

Avşar ailesinden bir resim karesi

“Ailemiz için misafirler kutsal sayılırdı”

Ailemiz çok misafir ağırlardı ve bizim için misafir kutsaldı. Bu nedenle babamızla aynı sofraya oturmamız neredeyse imkansızdı. Çünkü; babam doğal olarak, misafirleriyle sofrasını paylaşırdı. Biz çocukların o sofrada olması, gelenek ve görenek gereği doğru olmazdı.

Bahar aylarında bize ait olan “Şano”dediğimiz 2000 bin küsur yıllık yaylaya giderdik. Burada idame edilebilecek bir yaşam tarzımız vardı. İmkanlarımızla oluşturduğumuz mandıramızda, sütü peynir, yağ vb. şeylere üretirdik. Çok kalabalık ve misafiri bol bir aile olduğumuz için, mandıradan elde ettiğimiz ürünleri satmazdık. Anca bize yeterdi. Yaylada olduğumuz dönemde baharın yeşeren ve yenilen otlarından da bol bol toplar, hem taze kullanır hem de kurutarak kış için kaldırırdık. Sofrada et eksik olmazdı. Kaz, tavuk ve hindide beslerdik..

\"\"

Yüksel Avşar Ortaokulda iken

“Babam eğitime çok önem veren ve yeniliklere çok açık bir insandı”

Ailem doğayla içiçe bir yaşam tarzı seçmişti. Mutlu ve hareketli bir yaşamımız vardı.

Babam insanlara gösterdiği sevgiyi, hayvanlara da gösterirdi. Eğitime önem veren ve yeniliklere çok açık bir insandı. Hakeza, dedelerim bölgede aldıkları eğitim ve görevler nedeniyle çocuklarının eğitim–öğretimlerine çok önem verir ve desteklerlerdi. Öğretmen olan kız kardeşimle, öğrenimimizin büyük bölümünü Kars’ta tamamladık. Diğer kardeşlerimse, Ankara’da öğrenimlerini tamamladılar. Ben üniversite öğrenimimi Ankara\'da yaptım. Amcamın Ankara’da iş müfettişiydi. Babam eğitimimin devamını orada yapmamı uygun gördü. İlk Ankara\'ya gelişim üniversite dolayısıyladır. Ankarada Kızılay semtinde yaşadık.

Siz, kuzeniniz Hülya Avşar\'dan da bildiğimiz kadarıyla, aileniz kadınları özgüvenleri yüksek, kendini ifade gücü gelişkin, güçlü kadın profiliyle karşımıza çıkıyor. Bunun aile kültürünüz ve yetiştirme koşullarınızla ile ilgisi nedir?

Sevgili Hülya Avşar‘ın bu sorumuzun muhatabı olarak verdiği cevabı:

\"\"

Hala güç bulduğum bir ailenin ferdi olmak, el bebek gül bebek değilde, sevgi ve ilgiyle büyüdüm.. Hep elini taşın altına koymuş taraf bir aile ve kalabalık bir ailedir. En önemlisi de her fert, kendi çabasıyla var olmuş. Annem babam gibi dadıyla değil de, gerekirse sopa yiyerek büyüdüm çok şükür?. Diyor ve ekliyor,

- İşte sebep bu fakaaaat ?!

- En önemlisi bizim ailede kadına hep değer verdiler, söz hakkı verdiler. Kadın aklıyla ve yönetimiyle yaşadılar, baş tacı ettiler. İşte asıl güç burdan geliyor. Hala kızım büyüğüm; Yüksel Avşar bu gücün en büyük örneği. Onun mücadele yolu farklı ama, hepimizin yoluydu. Kısaca bizim ailenin kadınları, erkeklerinin de desteğiyle, kendine güvenen, ifade gücü yüksek gençler yetiştirmeye devam edicektir.

Yüksel Avşar ile devam ediyoruz:

Sevgili Hülya’dan (Hülya Avşar) bahsedersem şayet; Hülya’nın babası dayım ve de can arkadaşımdı. Anneside arkadaşımdı. Ve de aynı zamanda dayımlar babamla da amca çocukları. Aşiret kültürünü bilirsiniz, yakın akraba evliliklerinden dolayı durumlar hayli içiçe geçiyor. Hülya da bu aşiret yapılanmasından çıktı. Fakat, bizim gibi çok içiçe büyümedi. Babasının o yapıdan gelmiş olması, Avşar Ailesi olarak yakın evlerde oturuyor olmamız nedeniyle, aşiret gelenek ve göreneklerinden uzak kalmadı. Çocukluğumuzda nasıl ki sokak oyunları sonrası eve döndüğümüzde babamız, “Neden sokakta dolaşıyorsun?” gibi müdahalelerde bulunduysa, o da aynı müdahaleleri gördü ve yaşadı. Aslında kapalı bir toplumun içerisinde büyüdü. Annesi Ayvalıklı‘ydı, bizim örf adetlerimize saygılıydı. Dayımla evlendikten sonra, bir dönem köyümüzde yaşadı. Dolayısıyla dedemin yaşam biçimini, ret–kabul ölçülerini çok iyi biliyordu. Bu nedenle de annesi Hülya’nın yetişmesinde çok etkili oldu.

Tezat gelebilir ancak, daha sonra yaşadığımız Ankara şehir hayatı, modern yaşamı içselleştirmek bizim açımızdan zor olmadı. Kadınlara değer verilen bir ailede büyümüştük. Bir çeşit aşiret ve çağdaş kültürü harmanlamış olduk. Hülya\'nın sanat yaşamında, bir star olarak rol model alınmasındaki güçlü kişiliğinin altında bu altyapının büyük etkisi vardır mutlaka. Zorlukları da olmuştur. Aşiret kültüründen gelen kaygılardan dolayı dayım, gelen bazı rol tekliflerine müdahale emişti. Örneğin; 1983\'de gelen “Kuduz” filminin reddi gibi. O rol başkasına verildi. Star olmak, yaşamına artılar getirse de kendi emeği ve çabasıyla, onun kendini yarattığını da unutmamak gerek. Yakın çevrede değişik sesler çıksa da, ailesi olarak biz de Hülya’ya engel olmak istemedik, olmadık. Verdiği kararlara saygı göstermeyi doğru bildik.

“Hülya karakter olarak dik duruşlu, taviz vermeyen, büyük bir sanatçı güçlü bir kadın star”

Hülya seçtiği yolda, kendi işini çok başarılı ve çok güzel icra etti ve ediyor. Karakter olarak, taviz vermeyen, dik durmayı esas alan birisi. Uzun dönem Türkiye gençleri tarafından rol model alındı. Malum, herkes rol model olamaz. Bunun için ciddi bir altyapı gerekir. Hülya’da bu alt yapı oldukça zengin. Büyük bir aşirete mensup olmanın zorlukları olsa da arkanızda böylesine büyük gücün olması, size tersine bir güven de sağlıyor. Kalabalık ailede büyümek veya büyük bir aşirete ait olmak zorluk değil, aksine çok büyük avantaj.

\"\"

Celal Avşar, Emral Avşar, Yüksel Avşar, Hülya Avşar ve Leyla Avşar

“Aile yapımızda kadın, ailenin vicdanıdır. Kadının başının dik olması, her şeyden önemlidir”

Türkiye’de genel kanı; “Doğulu kadınlar okumaz, erken evlendirilir.” Yanlış, tersine bizde kadınlar çok daha fazla okur. Bizde kadının okuması çoktan tabu olmaktan çıktı. Okumak değil, okumamak tabuydu. Ailemizin yapısında kadın ailenin vicdanıdır. Kadının başının dik olması her şeyden önemlidir. Bu sadece bizde değil, bütün Kürtlerde böyledir. Şimdi Kürt toplumuna bakınız, kadınlar hep ön planda. Aksini idia eden de olabilir. Ancak, bu bir realite. Bu dönemde, kadınlarımız her alanda önde ve topluma yön verir konumda. Sorunları daha erken okuyabiliyor, yapılması gerekeni belirliyor. Böyle bir gerçekliği var. Belirleyebilen bir gerçekliğin içerisinde, topluma öncülük ediyor.

Tekrar Hülya’ya dönersem; Hülya büyük bir sanatçı ve star. O güçlü bir kadın örneğidir. Gücünü arkasında duran, onu destekleyen kalabalık ailesinden ve ailenin ona kazandırdığı kendi öz benliğinden alıyor.

Aşiret mensubu olmanın büyük sorumlulukları ve bedelleri olur. Benim için de öyle. Bu sorumluluklarımı hep hissettim ve gerektiğinde bedellerini de ödedim. Bu bana vicdanlı, dik duruşlu bir kadın olmayı kazandırdı sanırım.

“Serhat\'da çok çeşitli azınlıklar bir arada, yıllarca barış içinde yaşadılar”

Özellikle Bizim aşiret Xoçuvan’a yerleşmeden önce Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve Malakan halkı bir arada nasıl ortak bir yaşam kültürü oluşturmuşla. iki tane Babaannem vardı. İkiside Bilgi dağarcığı gelişkindi. Çok önemli lafları vardı. \"Biz hep bozulan hayatımızı, travmaya dönüşmüş ruhumuzu tamir etmekle güne başlarız.\" derdiler ikiside benim için rol modeldi. Halalarım okumuş kadınlardı Gerçekten de hep öyle oldu hayatımız. Hayatımız hep tamirle geçti. Babaannemin ailesi Yavuz Sultan Selim döneminde ‘’Celaliler’’ olarak bilinirler ve tarihte bildiğimiz ‘’Celali isyanlarını’’ gerçekleştirirler. Gürcistan, Kazakistan’da sürgün edilmişler. Yaşadıkları yenilgi ve acılarıyla Celali Aşireti önce Erivan’a oradan Ardahan /Hoçuvan’a gelirler. Burada Ermenilerle birlikte yaşamışlar. Babaannem geçmişle ilgili olayları anlatırken; Kılıç Ali ve Topal Osman’ın çetelerinin köyleri basarak, Ermenileri öldürdüğünü anlatırdı. O dönemler babaannemlerin evinde de Ermeni bir anne ve iki kızı kalıyormuş. Babaannemin anlattığına göre; Ermeni anne kızları çetelerin eline düşmesin diye, kızlarından su istiyor ve her ikisini de aynı anda su getirmeye gönderiyor. Onlar suya giderken, arkadan her ikisini de vuruyor. Babaannem bu travmatik olayı her anlatışında ürperiyordu. Bizim köyün olduğu yerde kiliseler vardı. Xoçuvan’da Kürtlerin haricinde Ermeniler ve Rumlar uzun bir dönem bir arada yaşamışlar. Köyde aileme ait bir değirmen vardı ve bu değirmende Malakanlar (Beyaz Ruslar) çalışırdı. Biz onların çocuklarından Rusça, onların çocukları da bizden Türkçe-Kürtçe öğreniyordu. Malakan halkı benim hayatımda çok önemli izler bıraktılar çünkü, çok çalışkan, temiz, sözüne sadık, sanatkar bir halk. Kars’ta Okurken, Azeriler bize çoğunlukla ‘’Sosyete Kürtler, kuyruklu Kürtler’’ tarzında aşağılayıcı lakaplar takarlardı. Oysa biz onlardan daha gelişkin ve daha iyi yaşam koşullarına sahiptik.

“Xoçuvan’da Erivan Radyosu’nun Kürtçe yayınlarını dinlerdik”

Biz Xoçuvan’dayken Erivan Radyosu’nun Kürtçe okuyan denbejleriyle akraba gibi olmuştuk. Babaannem radyoda çıkan bazı dengbejlerin bizim akrabalarımız olduğunu söylerdi. Her ne kadar babaannem isimlerini söylediyse de çok küçük olduğum için, isimlerini aklımda tutamadım. Ancak, köyümüz Xoçuvan’ın isminin geçtiği türküler söylenirdi. Ailem Aram Tigran’ı çok severek çok dinlerdi. Ben daha çok kadın sanatçıları, mesela Fatma îsa’yı severdim. ‘’Maho’’ parçasını hala çok büyük bir beğeniyle dinlerim.

Serhat bölgesinde ki denbejlerin Kürt dili ve kültürüne büyük katkıları oldu…

\"\"

Dengbej Fatma îsa

O dönemlerde Kürtler‘in siyasete katılımı nasıldı?

Kürtler, çok duygusal bir halk. Ne yazık ki bölgede, duygusallıkla siyaset arasında çıkarcılığı esas alan bir bağ oluşturulmuş. Kürtler bir türlü bu bağı koparamıyor. Bölgede sistemle çıkar bağları kurmuş hâkim yapıların tercihleri ve oyları kimeyse, ne yazık ki, halkımızın yönelimi de oraya oluyor. Bunun yanı sıra Kürtler komşuları ve diğer halklara karşı kesinlikle kinci değiller. Buna karşın, heryerde şöven, ırkçı durumlarla karşılaşırlar. Sanki bu yaşamın bir dayatması olarak, hep karşılarına çıkıyor. Kürtler bir mecburiyet şeklinde bununla yaşamak zorunda bırakılıyorlar.

Türkiye metropol kentlerinde okuyan Kürt gençlik kuşağından geliyorsunuz. Sizin dönemin gençlik arayışları nasıldı?

1959 yılında Demokrat Parti’nin iktidar olduğu süreçte 49 Kürt aydınının tutuklatması, 49’lar Hareketi diye adlandırılan yeni bir Kürt hareketini ortaya çıkarttı. Bu hareket içerisinde dayım Dr. Fevzi Avşar da bulunmaktaydı. Bu Kürt öğrenci grubunun arayışları, yaşadıkları sonraki kuşaklar için güçlü bir miras oldu.

\"\"

49\'lar Hareketi öncülerinden Dr. Fevzi Avşar ve yeğeni Yüksel Avşar

1950’lerden sonra devlet okullarında yetişen, Kürtlük için sahaya çıkanlar, asıl eğitimlerini Kemalist sistemden aldı ve ondan etkilenerek mücadelelerini yürüttüler.

Türk solu örgütlenmesi içinde Kürtler de yerlerini aldı. Fakat, daha sonra yaşanan görüş farklılıkları nedeniyle bir ayrışma yaşandı. Bundan sonra Kürtler kendi örgütlenmelerine yöneldiler. Fakat, bu örgütlenmelerde milliyetçilik eksenli çalışmalar ve gençlik tabanına inebilecek çalışmaları pek olmadı. Daha çok aksiyoner bir pozisyonda kalmayı tercih ettiler. Türkiye metropollerine yada büyük şehirlerine gelen Kürt gençleri, burada karşılaştıkları gerçekler ve yaptıkları araştırmalar sonucunda, kendi özgün oluşumlarını yarattılar. Tarihi ve toplumu çözdükçe, Kürtlerin parçalanmışlıklarıyla karşılaştılar. Öğrendikçe, durumu daha fazla irdelediler, biraraya geldiler ve karşı durmanın yöntemlerini geliştirmek için adımlar attılar.Tabiki bütün gençlik bu değildi. Bunu görmezden gelenler de oldu. Onları da anlıyor ve kararlarına saygı duyuyorum. Buna karşın halkına, kimliğine duyarlı insanların tavırsız kalmaları mümkün değildi.

Kürtlerde uzun bir sesizlik dönemi ardından, ilk ciddi örgütlenmeleri olan Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) ile tanışma süreciniz nasıl gelişti?

Üniversiteye kayıt için Ankara, Kızılay’a ikamet etmiştik. Kaydımı yaptıktan sonra, çevremi tanımak için gezmeye çıktım. Yürürken bir binanın önünde, DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) yazan bir tabelaya rastladım. Daha öncesinden devrimcilik konusunda ciddi bir alt yapımın olması sebebiyle, hiç çekinmeden bir kıraathanenin üst kısmında bulunan yere çıktım. Kapılarını çaldım. Kapıyı bir beyefendi açtı. Selam verdim, kendimi tanıttım. İçeriye buyurdular. Oturanlardan biri, Ankara’ya neden geldiğimi sordu. Okumak için geldiğimi söyledim. İnsan büyük şehirlere gittiğinde, kendine benzer birilerini arıyor. Karşılaştığında da aslında doğal bir ayıklanma gelişiyor. Benimki de biraz böyle oldu. Okulların açılması sonrası, okul Devam Mecburiyeti kısalmıştı neredeyse yarıdan yarıya inmesi nedeniyle DDKO’nun seminer takvimlerini aldım, takip etmeye başladım. İlk başta kendime benzeyenleri bulduğumu sandım. Neden \'sandım\' diyorum? Çünkü; orada karşılaştığım erkekler, ailemdeki erkeklerden farklıydılar. Bizim aile ortamında kadın ve erkek arasında statü farklıkarı olmazdı. Bende bu konuda oldukça öz güvenliydim. Eşit görmeyen yaklaşımları hemen anlardım. Erkek merkezci yaklaşımlar bende rahatsızlık yarattı. Ancak görüşüm duygularımın önüne geçti. Buna rağmen, hem dernek faaliyetlerimi yürüttüm hem de okulumu okudum.

\"\"

Yüksel Avşar Sendika Başkanı iken

“Derneklerin masraflarını karşılama, öğrencilere katkı sağlama amaçlı geceler düzenliyorduk”

Daha çok yardım geceleri düzenlerdik. Derneklerin masraflarını, eğitimlerine devam eden maddi imkanları olmayan arkadaşlarımızın burslarını ödemek için bu geceleri düzenliyorduk. Bir defasında benim örgütlediğim bir Ağrı Gecesi‘nde öğrencilere maddi destek sağlama amaçlı açık artırım için bir koyun belirlemiştik. O dönem milletvekili olan Kürtleri de davet ettik bu geceye. Açık arttırımla satacağımız koyunu sahne arkasına koymuştuk ama, Ankara’da yedek subaylık görevi yapan Kürt bir abimiz, mafyavari bir şekilde koyunu gizliden sahne arkasından alıp, götürmüş ve arkadaşlarıyla birlikte keserek, yemişlerdi. Bazen bu tarz traji komik durumlarda yaşardık.

Bir Kürt genç kadını olarak, o süreçlerde hangi siyasete daha yakındınız?

O dönem Bir banka da çalışıyordum. Burada sendikacılıkla tanıştım. Daha sonra Sosyal–İş Sendikası temsilciliğine seçildim. Türkiye İşçi Partisi‘ne (TİP) yakın bir sendikaydı. Burada örgütlenmenin detaylarını, örgütsel çalışma disiplinini öğrendim. Birey olarak disiplinli, birazda katı görüşleri olan bir insandım. Bu arada, sosyalizme ilgim de gelişmeye başladı. Özellikle sınıfsal çelişkiler konusunda araştırma ve incelemelerim başladı. Toplumdaki bütün sorunların sınıfsal bakış açısıyla çözüleceğine inanıyordum.

“Sol görüşlerle tanıştıktan sonra Kürtlerle ilgili arayışlarım gelişti”

Sol görüşlerle tanıştıktan sonra Kürtlerle ilgili arayışlarım daha çok gelişti. Derin bir araştırma inceleme sürecine girdim. Ailemden dolayı zaten yabancı değildim. Araştırmalarım sonucunda Kürt sorununun tarihsel derinliği olduğunu, çözülmemiş bir sorun olduğu kanaatine erken ulaştım. Kürtler 2 bin 500 yıl öncesinden devlet ve bağımsızlığını hiç önemsememiş bir halk olarak karşıma çıktı. Oysa, kendi öz topraklarında, kadim dönemlerden, hiç kopmadan yaşayan bir halk Kürtler. Parçalı olarak, bölgelerine dışarıdan müdahaleler geliştiğinde, duyarlı olmuş karşı durmuşlar sadece. Siyasi otorite kurma fikrini önemsemeden, kendi dar bölgelerinde bağımsız ve egemen yaşamayı esas almışlar.

\"\"

Uluslararası Ortadoğu Kürt Kadın Konferansı\'ndan Yüksel Avşar ve Filistinli tanınan kadın direnişçisi Leyla Halid

12 Eylül Darbesi sürecinde doktora yaptığınız dönemde tutuklandınız, ağır işkencelerden geçtiniz. Tutuklanma sebebiniz, tutukluluk sürecinde yaşadığınız zorlu döneme ilişkin bize neler anlatmak istersiniz?

12 Eylül döneminde bir gece yarısı evime yapılan baskın sonucu gözaltına alındım. Askerler sert bir baskınla, kaldığım yerden apar topar beni evden çıkardılar. Bir Toros arabaya bindirilerek dolaştırıldım. Daha sonra gözlerim kapalı bir şekilde, merdiven altı karanlık bir yere götürüldüm. Burada insanlık dışı işkencelere maruz kaldım. Orada başımıza getirilenler insanlık dışı uygulamalardı kesinlikle. Şu an dinleyenler, okuyayanlar anlayabilirler mi? Bilmiyorum ama kesinlikle sistematik olarak insanlık dışı uygulamalarla karşı karşıya kaldık.

“Kadınlık gururuna, haysiyetine karşı düşmanca bir öfke vardı”

Kadınlık onuruna, haysiyetine karşı düşmanca ve öfkeyle gelişen yaklaşımlar söz konusuydu. Asıl orda işkence görenler değil, işkence yapanların utanması gerekiyordu. işkence, hele cinsiyet üzerine yoğunlaşarak işkence yapmak uluslararası hukuka, insan haklarına, kutsal olarak kabul edilen kadın cinsine yaklaşıma, öz yaşam biçimine karşı insanlık suçudur. Orda uygulanan işkence şekli tamamen cinsiyet nedeniyle cinsel kimliğe yönelen bir işkence şeklidir. Bu dönemde işkence görmüş kadınların büyük çoğunluğunda evlilikten, erkeklerden nefret etme duyguları gelişti. Burada 45 gün gözaltında kaldım ve daha sonra tutuklandım. Şimdi bile o zaman bize yapılanları düşündüğümde, bıraktığı izler geçmiyor. Bunları yapanlar insan olarak yaşamaya nasıl devam edebiliyorlar?

“12 Eylül baskı süreci, tepki hareketlerini doğurdu”

Hem Kürt hem kadın hem de sistem karşıtı devrimci olmak, daha fazla işkence ve şidette maruz kalmayı getirdi bize. Cuntacılar bu durumu, o dönemlerde artık bir yaşam biçimine dönüştürdü, sistemleştirdi. Bu gerçeklik karşısında gelişen toplumsal tepkiler o dönem, 1984\'de PKK’yi doğurdu. Bu hareket her ne kadar Kürt realitesi altında doğduysa da bir süre sonra diğer Kürt hareketlerini bertaraf etti. Benim babam da o dönemler bu yanlış yaklaşımlardan nasibini aldı ama, asla şikayetçi olmadı. Zaten bu nedenle babam topraklarını bırakarak, Ankara’ya göç etmek zorunda kaldı.

“Kürtler içerisinde siyasal ve örgütsel iki temel yapı vardı; Aşiretçilik ve Şeyhlik kurumu”

Kürtler içerisinde iki temel yapı vardı; Aşiret reisleri ve Şeyhlik kurumu. PKK bu yapılara yönelince, devlet de boş durmayarak, bunlara el attı ve koruculuk sistemini geliştirdi. Ancak, kabul etmek gerekirki, PKK’nin bu yönelimi sonrası aşiret reisleri ciddi bir güç kaybına uğradı. Şeyhlik konusunda farklı bir gelişim yaşandı, şeyhlik kurumu yerini dinci örgütlenme kurumlarına bıraktı. Hizbullah bu durumdan ortaya çıkarak, gelişti. Belli odaklar bu güçleri kullandı, kullanma temelinde güçlenmelerine zemin sundu. Oysa Kürtlük zemini Osmanlı\'dan beridir, aşiret reisleri, mirler ve şeyhlerin kurdukları ve yürüttükleri medreselerde korundu. Bu şekildeki yönelim, bu tarihsel mirasa da zarar verdi. Görüşü hakimdir.

2014 yılındaki Türkiye genel seçimlerinde Ardahan’dan milletvekilliği adaylık süreciniz oldu. Bu süreç sizin açınızdan nasıl gelişti?

“Kürtlerin Güç Birliği” adı altında 2014’te yaratılan hava ve oluşturulan suni birlikten bende nasibimi aldım. Banada teklif geldi öneriyi kabul ettim. O zamanlar KADEP yöneticisiydim. Seçilme ihtimalimin az olduğu Ardahan’da aday olarak gösterdiler. Ardahan’a yabancı birisi değildim ama, uzun yıllardır Ankara’da yaşıyordum. Ailemin ve dostlarımın yardımıyla adaylık sürecinde hızlı bir şekilde Ardahan halkıyla güzel ve güçlü bir bağ kurabildim. Burada çok ciddi bir seçim çalışması yürüttüm. Bu seçim çalışmalarım nedeniyle 5 yıl da ceza aldım. O dönem çıkan cezaların ertelenmesi yasası nedeniyle cezam ertelendi. Burada yürüttüğüm seçim çalışmalarımın çok başarılı olduğuna inanıyorum. Fakat, güç birliği yaptığımız çevrelerden beklediğimiz düzeyde destek gördüğümü söyleyemem. Kadınların siyaset erkinde birbirinden dayanışma esirgemeleri hem cinsler arası gizli rekabetçiliğin bir dışa vurumuydu. Adaylık sürecimde bu tarz yaklaşımlarla karşılaştım.

\"\"

Yüksel Avşar Kürtlerin Güç Birliği İttifakı adayı iken

Kürt kadının ulusal siyasete katılımını nasıl buluyorsunuz? Güçlü Kürt kadın şahsiyetleri olduğu halde, Kürt siyaset erkine oldukça uzak duruyorlar. Bunun nedeni sizce nedir?

Kürt ulusal siyasetine kadınların katılımını sağlamak açısından güçlü bir alt yapı oluşturma sorunu var. Belki benim gibi sınırlı bir kaç kadın arkadaşım, maddi ve manevi hiçbir destek alamadan, inandığı doğrular temelinde çalışmalarını yürütebildi. Çoğu kez destek yerine köstekle yani engel tavırlarla karşılaştım. Birlikte mücadele ettiğimiz kadın arkadaşlarımı çok sevdim ama, ‘kadın kadının kurdu mudur, yoksa sığındığı yurdu mudur?’ yaklaşımlarının her ikisini de pratik tecrübelerimde çok gördüm. Siyasal çalışmalarda bulunurken birbirinden farklı erkek yaklaşımları ile karşılaştım. Yani erk erkekler ve erk kadınlarlar karşılaştım. Ne yazık ki erkeklerde herşeyi kendi penceresinden gören, kadını yok sayan yaklaşımlar çok var. Her ikiside bence biat etmektir. Bu daha fazla yıpratıcı. Elbette tümüne haksızlık yapmak istemem ama, egemen yaklaşım budur. Lakin kendinden olmayanlara karşı da kul köle olma özellikleri çok fazla. Tüm bu yaklaşımlar Kürt kadınının ulusal siyaset içerisinde sağlıklı bir şekilde hareket etmesini oldukça zorluyor.

“Biat etme şartıyla kadınların siyasette önü açılıyor”

Erkeklerin hakim kabul edildiği bir toplum gerçeği malesef bunu reel kılıyor. Bir özeleştiri olarak; bizde çoğu zaman kendimizden veya kadınlardan çok, kendi ailelerimizden erkeklere öncelik tanımak için çok çaba harcadık. Bu da çok yanlış. 12 Eylül darbesi sonrası, kadınların biat etmesi şartıyla siyasette ön plana çıkartılması durumu gelişti. Kanımca bu biat kültürü sonucu kadınlar kendini yaktı, açlık grevleriyle bedenlerini ölüme yatırdılar. Kadınlar siyaseti belirleyen değil, siyaseti belirleyenlerin kurbanı haline geldiler. Nitekim kadınların siyaseti belirleme gücü olsa, Ortadoğu bir savaş alanına dönüşmezdi. Savaşları çıkartan ve yürütenler erkeklerdir. Kadın doğası buna karşıdır. Savaş çıkaran erkeklerin egoları çok üst düzeydedir. Güç, iktidar için her türlü çirkinliği yapar. Ortadoğu liderlikleri bunu yoğun yaşarken bazı Kürt liderliklerinde de bu yönler mevcut. Sayın Mesud Barzani haricinde, ki kendisinin alçakgönüllü, insani yönü gelişkin, ulusalcı ve siyasette etik davrandığını düşünüyorum. Bu özelliklerinin aile geleneğinden ileri geldiğini belirtebilirim.

\"\"

Uluslararası Kürt Kadın Konferansı sürecinde Başkan Mesud Barzani ziyaretinden bir kare

Kürt siyasal hareketi içerisinde değişik partiler ve demokratik platformlarda görevler aldınız. Çalışmalarınız, Kars ve Ankara hattını aşan çok geniş bir yelpaze oluşturdu. Yürüttüğünüz çalışmalarınızdan biraz bahseder misiniz?

Kürt siyasetine aktif katılımımda aile zeminimin güçlü olması ve o zeminden beslenmem önemli bir etmendir. Ankara’da ilkin DDKO, daha sonra Özgürlük Yolu ile tanıştım. Oralarda faaliyet yürüttüm. Bunun haricinde farklı sivil toplum kuruluşlarında İKD’de (İlerici Kadın Dernekleri) yer aldım. Ayrıca Türkiye İşçi Partisi (TİP)ile ortak çalışmalarımız oluyordu. Bunlar ağırlıkta kültürel çalışmalar şeklinde gelişiyordu. Sendikacılıktan dolayı, Osmanlı Bankası’ndan atıldım. Genel müdür Fransız olduğu için beni arayarak atılma tazminatımı vereceklerini söyledi. Oradan Sanayi Bakanlığı’na bağlı bir iş yerinde çalışmaya başladım, oradan da kısa bir süre sonra atıldım. Sonrasında da devlet dairelerinde çalışma taraftarı olmadım çünkü biliyordum ki, devletle bizim gibi doğuştan kriminalize edilmiş kişilerin işi asla yürümez.

“KADEP’te genel başkan yardımcılığı yaptım”

Hem Kürt hem kadın hem aydın hem hak savunucusu olunca doğal olarak hayat rahat geçmiyor. Özgürlük Yolu’nda uzun bir dönem çalışmalarım oldu. Daha sonra Kürt–Der de görev aldım. Burada çok ciddi emeğim oldu, çok ciddi efor sarf ettim. Daha sonra Cem Boyner’in kurduğu partide yer aldım. Burada da emeğim oldu. Şerafettin Elçi’nin kurduğu KADEP’te genel başkan yardımcılığı yaptım. Bu siyasal çalışmalarım nedeniyle bir çok konferans, panel ve toplantılarda yer aldım. Kürt basını ve Türkiye basınında köşe yazarlığı yaptım.

\"\"

Yüksel Avşar\'ın Mela Mustafa Barzani Nemir Kabristanı ziyareti

“Sayın Mesud Barzani’nin bireysel fikirlerini çok beğenir, saygı duyarım”

Erbil’de gerçekleştirilen Kürt kadınları toplantısında yer aldım. Burada Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani ile görüşme imkanımız oldu. İlk görüşmem değildi ama, burada Sayın Barzani bizlere, Kürt kadınlarının mücadelesine ve mücadele içerisinde aktif yer almalarına değer verdiğini ve desteklediğini ifade etti. Sonraki Erbil ziyaretlerimde de onu ziyaret fırsatım oldu. Sayın Barzani biat etme anlamında kesinlikle söylemiyorum ama, çok değerli bir lider ve saygın fikirleri ve duruşu var. Kendisinin ve ailesinin yıllara dayalı büyük bir emeği var. Orada kurmuş olduğu sistem nedeniyle saygın buluyorum. Burada sisteme yönelik eleştirdiğim yönler olmasına rağmen bu böyledir. Özellikle yolsuzluk ve çalışmadan maaş almalar konusu eleştirilerim olmasına karşın, bu böyledir. Referandum döneminde de Erbil’deydim ve çok güzel duygular yaşadım. İleride bu hakkedilenlerin alınacağına inanıyorum.

\"\"

Mam Celal Talabani Kürtler için büyük bir değerdi

Merhum Mam Celal Talabani Kürtler için ulusal ve uluslararası düzeyde önemli bir değerdi. Çok güçlü bir siyasi liderdi. 2008 yılında Türkiye ziyaretinde Ankara Havalimanı’nda onu karşılama heyetinde yer aldım. Onu yakından görmek ve tanımak benim için değerlidir. Türkiye medyası bu karşılama törenini çok işledi.

\"\"

Mam Celalı Talabani\'yi Ankara Havalimanı\'nında karşılarken

“Kürdistan Bölgesi Anayasası’nın İsveç, Norveç anayasasından esinlenerek yazılması çok önemli”

Özellikle İsveç, Norveç anayasasından esinlenerek yazılan anayasa sayesinde bütün etnik ve inanç topluluklarının sorunsuz bir şekilde iç içe yaşıyor olması çok mükemmel bir durum. Erbil’deyken en çok merak ettiğim şey, cezaevleriydi. Çünkü; bir sistemi en ince ayrıntısına kadar tanımak istiyorsanız, o sistemin cezalandırma koşullarına bakmanız gerekiyor. Bu vesileyle cezaevlerini dolaşarak, cezaevlerinde yatan mahkumlarla konuşma talebimiz oldu ve kabul edildi. Gittiğimiz, gezdiğimiz cezaevlerinin koşulları gayet iyiydi. Tutuklu ve mahkumlara yönelik yaklaşımlar gayet adilane ve insancaydı. Burada eğitim sistemini yakından inceleme fırsatım oldu, birey olarak çok beğendim. Özellikle her etnisite mensuplarının kendi dillerinde eğitim görüyor olmaları çok etkileyiciydi. Sonuç olarak; Irak‘la ilişkilerini dizayn edip, ekonomik sorunlarını halledebilirse, daha güzel ve sağlıklı işler yapabilirler diye düşünüyorum. Nitekim er veya geç her toplum, her birey kendi kaderini kendisi belirler, diye düşünüyorum.

Basnews - Ruken Hatun Turhallı
Bu haber toplam: 15428 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:00:26:55