Günümüzde Halkların Demokratik Partisi’nde (HDP) temsil edilmekte olan geleneğin siyasi yolculuğu, Halkın Emek Partisi’nin (HEP) 1990’da kurulmasıyla başladı. HEP, 1991 genel seçimlerinde Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile yaptığı ittifakın neticesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine girdi. İlk meclis deneyimi, Türkiye’nin fırtınalı yıllarına denk geldi. Parti kapatıldı, milletvekilleri hapishaneye atıldı. Kürt meselesini çözmek ve demokrasiyi tahkim etmek için kullanılabilecek bir fırsat, ne yazık ki, değerlendirilemedi.
Sonraki dönemlerde (1995-2007 yılları arasında) HEP’in takipçisi olan partiler, yüzde 10 seçim barajını geçemediklerinden Meclis’ten uzak kaldılar. 2007 ve 2011 genel seçimlerinde ise bağımsız adaylar formülünü işleterek seçim barajını aştılar ve Meclise girmeyi başardılar Çok çetin mücadelelerle geçen yirmi yılın sonunda bu gelenek, yüzde 5 ile yüzde 7 arasında bir siyasi desteğe erişti.
HDP’nin 2012 yılında kurulmasıyla birlikte bu siyasi gelenekte ciddi bir değişim yaşandı. Evvela HDP, seleflerinden daha keskin “Türkiye partisi olma” hedefine sahipti. Partinin sahne almasından kısa bir süre önce gerçekleşen demokratik açılım süreci ve kuruluşundan sonra başlayan Çözüm Süreci de HDP’ye geniş bir siyasi alan sağladı. Süreç HDP üzerinden yürütüldü, devlet ile PKK arasında bağlantıyı sağlayan HDP siyaseten öne çıktı. 7 Haziran 2015 seçimlerine bu havayla gidildi ve HDP büyük bir zafer kazandı. Geçmişte aldığından neredeyse iki kat fazla oy alarak (6.058.489) yüzde 13.12’lik bir oy oranına ulaştı.
Gücünü Muhafaza Etme
HDP yükselişe geçmişti ama bu yükseliş çok uzun sürmedi. 7 Haziran’ın ardından çözüm sürecinin bitmesiyle PKK’nin hendeklerle barikatlarla çatışmaları şehir merkezlerine taşıması ve HDP’nin bunun karşısından net bir siyasi tavır göstermemesi, siyasi çözüm beklentisiyle HDP’ye oy veren bir kısım seçmeni HDP’den kopardı. 7 Haziran’dan beş ay sonra yapılan 1 Kasım seçimlerinde HDP bir milyonluk bir oy kaybı yaşadı (5.148.08) ve yüzde 10.78’e geriledi. 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde HDP bir miktar toparlandı, kaybettiği oyların bir kısmını geri döndürdü; aldığı oy 5.867.302, oy oranı ise yüzde 11.70 oldu.
2015’te Çözüm Süreci’nin bitmesinden sonra devlet, HDP’ye bütün gücüyle yüklendi. HDP’nin milletvekillerini ve eş başkanlarını tutukladı. Kazandığı belediyelere kayyum atadı. Teşkilatlarını dağıttı. Medyada görünmelerine müsaade etmedi. Neredeyse bütün siyasi faaliyetlerini yasakladı. Ancak devletin bu sindirme siyasetine rağmen HDP, AK Parti ve CHP’den sonra en fazla oy alan üçüncü parti oldu.
Son genel seçimlerin üzerinden iki yıl geçti. Çeşitli aralıklarla yapılan güvenilir kamuoyu araştırmaları HDP’nin gücünü koruduğuna işaret ediyor. HDP’nin yüzde 10’u aşan bir tabana oturması HDP’yi Türkiye siyasetinde önemli bir aktör hâline getirdi. Her parti gibi HDP’nin de önünde istifade etmesi lazım gelen imkânları ve üstesinden gelmesi gereken tehditleri bulunuyor. İmkânlardan başlayacak olursak başlıca dört tanesinden söz edebiliriz:
Seçmen Bağlılığı
Birincisi, HDP seçmeninin partisine bağlılık düzeyinin yüksek olmasıdır. Seçmenini HDP’ye bağlayan temel motivasyon kaynakları var:
- Devletin, bilhassa 1990’larda izlediği siyasetin yaygın bir mağduriyet yaratması ve bunu canlı tutan hafızanın varlığı,
- Kürt kimlik bilincinin yükselmesi ve HDP’nin Kürt kimliğinin temsilcisi ve müdafii olarak kabul edilmesi,
- Kürt meselesinin çözümünde güçlü bir siyasi partinin olması gerektiği inancı.
HDP’nin toplumsal tabanı geniş; bu taban hem geçmiş hem de gelecek için partisine bazı anlamlar atfediyor. Geçmişte maruz kaldığı acıların en iyi HDP tarafından temsil edildiğini düşünüyor. Geleceğin kurulmasında partisinin önemli bir payı olacağına inanıyor. HDP’ye yüklenen bu misyon, parti ile seçmenleri arasındaki bağı kuvvetlendiriyor.
Bunun yanı sıra, iktidar ve muhalefetin duruşu da HDP lehine sonuçlar üretiyor. Mesela iktidar orantısız bir şekilde HDP’ye yüklendikçe, tabanın partisini koruma güdüsü güçleniyor. Böyle zamanlarda HDP’nin hataları destekçilerinin gözüne daha az batıyor. Ya da muhalefet partileri Kürt meselesinden uzak durdukça, tabanı -her şeye rağmen bu meseleyi gündemde tutmaya çalışan- HDP’nin etrafında kenetleniyor. Bazı siyasetlerini açıkça yanlış bulsa da, partisine yönelik öz eleştiri beklentisini erteliyor. Hülasa, diğer partilerin HDP’ye yönelik dışlayıcı tutumu, tabanın keskinleşmesine yol açıyor ve HDP’nin tabanını ve oyunu korumasında önemli bir faktör olarak beliriyor.
Genç Seçmen Etkisi
İkincisi, sayıları her geçen gün artan Kürt gençlerinin HDP’ye teveccühüdür. Rawest Araştırma ve Yaşama Dair Vakıf (YADA) tarafından yürütülen “Türkiye’de Genç Kürt Olmak” başlıklı araştırmanın verileri, Kürt gençleri arasında HDP’nin uzak ara birinci parti olduğuna işaret ediyor. Araştırmaya göre, Kürt gençlerinin yarısından fazlası, kendisine en yakın parti olarak HDP’yi (% 51.6) görüyor. HDP’nin arkasından AK Parti (% 22) ve CHP (% 8.6) geliyor.
Bugün seçim olsa gençlerin yüzde 45.3’ü HDP’ye, yüzde 18.3’ü AK Parti’ye, yüzde 7.5’i CHP’ye oy vereceğini söylüyor. Kürt gençlerinin en çok sevdikleri siyasi figür Demirtaş; gençlerin yüzde 45.2’si cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş’a oy vereceğini belirtiyor. Demirtaş’ı oldukça geriden Erdoğan izliyor; cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tercihini Erdoğan’dan yana kullanacağını söyleyenlerin oranı yüzde 21.8’de kalıyor.
Araştırmaya göre, iktisadi seviyenin yükselmesi Kürt gençlerinin kimlik aidiyetlerini zayıflatmıyor, aksine onları bu konuda daha talepkar kılıyor. Şehirleşme, göç ve eğitim gibi sebeplerden dolayı Kürtçeyi bilme ve kullanabilme oranları düşse de, Kürtçeyi bilen ve kullanan kendilerinden önceki kuşaklara nispetle, anadilde eğitim ve Kürtçenin resmi dil olarak kabulü gibi talepleri daha net bir şekilde vurguluyorlar. HDP bu taleplerini kamusal alana taşıyıp savunuculuğunu üstlendiğinden HDP’nin Kürt gençleri arasındaki popülaritesi artıyor.
Türkiye Partisi Olma
Üçüncüsü, HDP’nin “Türkiye partisi olma” siyasetidir. HDP’nin kuruluşundan beri temel mottosu hâline gelen “Türkiyelileşme”, farklı çevrelerin tepkisini çekti. Kürt milliyetçileri bunu “Kürtlük davasına bir ihanet” olarak yorumladılar. Türk milliyetçileri ise bunu bölücülüğü perdelemek için başvurulan bir taktik, bir takiye olarak gördüler.
Ancak Türkiyelileşme, doğru bir siyasetti. Çünkü Türkiye Kürtlerinin çok ağırlıklı bir kısmının Türkiye’den ayrılmak ve sınırları değiştirmek gibi bir amacı bulunmuyor. Kimlik haklarının tanındığı demokratik bir Türkiye’de yaşamayı arzuluyorlar. Dolayısıyla Türkiyelilik, HDP’nin hitap ettiği ana kitlenin duygu ve düşünceleriyle örtüşen bir siyaseti ifade ediyor.
Keza Türkiyelileşme, HDP’yi söylem düzeyinde güçlü kıldı. Bu çerçeve HDP’nin farklı çevrelerle konuşabilmesine zemin hazırladı, kendisine yönelik ithamları daha net bir şekilde karşılamasını ve savuşturmasını sağladı. Türkiyelileşmenin yarattığı meşru alan sayesinde HDP, farklı dönemlerde farklı aktörlerle (Çözüm Süreci’nde AK Parti, yerel seçimlerde Millet İttifakı) dayanışma ve işbirliği içine girdi. Şüphesiz, bu siyasetin aktör ve içerik düzeyinde eleştiriye açık birçok yönü var ama Türkiyelileşme projesinin kendisi doğruydu ve HDP için müspet sonuçlara yol açtı.
HDP de bunun farkında; bu nedenle 4. Olağan Kongre’de partinin “Türkiyelileşme” siyasetine bağlılığı teyit edildi. HDP’nin bir “Kürt partisi” değil, bir “Türkiye partisi” olduğunu belirttiler. Girdiği bu yoldan geri dönmemesi, HDP’ye siyasette yeni kulvarlar açabilir.
Miadını Dolduran Şiddet
Dördüncüsü, Kürtlerde siyasetin belirleyici olması gerektiğine dair düşüncenin büyük bir kabule sahip olmasıdır. Şiddetin, sadece pratik olarak değil, zihniyette de mahkûm edilmesidir. Bugün Kürtler arasında şiddet üzerinden yol alınabileceğine inananların sayısı çok sınırlıdır. Ana gövde, şiddetin en çok Kürtlere zarar verdiğini düşünüyor ve sorunların siyasetle hâlledilmesi gerektiğine inanıyor.
Şiddetin miadını doldurduğu fikri Kürt gençlerince de paylaşılıyor. Kürt gençlerinde radikalleşme azalıyor. Rawest ve YADA’nın sözünü ettiğimiz araştırmasında, gençlikte genel olarak gerilimden uzak durma, bir sorunla karşılaştığında onunla çatışmak yerine yönetmeye çalışma ve uyum gösterme, sert tartışmalara girmekten kaçınma gibi bir eğilim gözlemleniyor. Kürt gençliği de bunun dışında değil; onlar politik meselelerle Türkiye ortalamasından daha fazla alakadar oluyorlar. Ancak alakalarını radikal yöntemler üzerinden kurmuyor, şiddetten uzaklaşıyorlar. Ilımlı tavır ve düşünceleri daha fazla benimsiyorlar, demokratik kanalları daha fazla önemsiyorlar.
Legal siyasete böylesine büyük bir değer verilmesi, HDP için önemli bir fırsat. 2013-2015 Çözüm Süreci’nde silah geriye çekilip siyaset öne çıktığında, HDP bir eşiği geçmiş ve siyasette kalıcı bir yer edinmişti. Aslında yeterince öğretici bir deneyimdi bu; siyasete ağırlık verildiğinde HDP’nin gücü artıyor. Halkın siyasete yatırım yaptığı ve gençliğin şiddetten uzaklaştığı bir vasat, PKK-HDP ilişkilerinde çevrede kalan HDP’nin merkeze yerleşmesi için bir manivela işlevi görebilir.
Siyasal Alanın Çeşitlenmesi
HDP’nin üstesinden gelmesi icap eden tehditlere gelince, bunlar da iki başlık altında toplanabilir:
İlk olarak siyasal alanın çeşitlenmesinin üzerinde durulmalıdır. 2002’de merkez sağ ve merkez sol partilerin sandıkta tasfiye edilmelerinin ardından bölgede HDP ve AK Parti’ye dayanan iki partili bir siyasi denge kuruldu. Bugün de ağırlık bu iki partide, oyların çok büyük bir bölümünü bu iki parti alıyor. Her iki parti de her halükarda kendilerine oy veren sadık bir seçmen kitlesine sahip. Bunun yanında oylarının rengini partilerin izledikleri siyasete göre belirleyen bir seçmen grubu da var. Gri alandaki bu seçmenleri kendine çekebilen parti, diğerine karşı ciddi bir üstünlük sağlıyor.
İki faktör, bu seçmen yapısını değiştirme potansiyeli taşıyor: Biri, son dönemlerdeki politikalar nedeniyle her iki partinin hem ortada duran seçmenlerin hem de sadık seçmenlerinin bir bölümünün tepkisini çekmesidir. HDP’nin hendekler karşısındaki pasif tutumu ve AK Parti’nin MHP’leşme süreci, kemik seçmenlerin dışında kalanları rahatsız ediyor. AK Parti’de bu rahatsızlık daha üst seviyede; 2018 genel seçimlerinde AK Parti’ye oy veren gençlerin yüzde 20’si, bugün itibarıyla AK Parti’den uzaklaştığını söylüyor. Gençlerin yüzde 14.9’u kararsız olduğunu, yüzde 9.3’ü oy kullanmayacağını belirtiyor. Dolayısıyla ortada sandığa çekilmesi gereken ve tercihini değiştirmesi muhtemel yüzde 25’lik bir genç Kürt kitlesi bulunuyor.
Diğeri ise siyasal alanın hareketlenmesidir. Bir yandan CHP, geleneksel siyasetinde değişikliklere gidip hem muhafazakâr hem de Kürt seçmenlerle olan soğukluğunu gidermeye çalışıyor. Bu da sahada yansımasını buluyor. CHP’ye gerek genel Kürt nüfusu içinde ve gerek Kürt gençleri arasında ilgi artıyor. HDP’lilerin ikinci partisi AK Parti olmaktan çıkıyor, oraya CHP yerleşiyor.
Keza İmamoğlu, Kürt gençleri arasında yükselen bir çizgi izliyor. Kürt gençlerinin yüzde 16’sı Cumhurbaşkanlığı için İmamoğlu’nu tercih edeceğini belirtiyor. Hatta Demirtaş’ın olmadığı bir denklemde, Cumhurbaşkanlığı için İmamoğlu’na oy vereceğini söylen Kürt gençlerin oranı yüzde 38’i bulurken Erdoğan yüzde 18.2’de kalıyor.
Öte yandan, yeni siyasal partiler kuruluyor. Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ve Babacan’ın DEVA Partisi, hem gri alandaki seçmene hem de partileriyle ilişkileri sıkıntılı bir hâl alan seçmene ulaşmayı hedefliyor. Bu partilerin varlığı sadece AK Parti’yi zayıflatmayacak, HDP’ye de tesir edecektir. HDP’nin 2015’te kadro ve söylem bazında içine düştüğü sıkışmışlığı aşamadığı da düşünüldüğünde, politik adreslerin çoğalması HDP’nin gücünün bir kısmını yitirmesine neden olabilir.
PKK Gölgesi
İkinci olarak, HDP üzerindeki PKK gölgesi vurgulanmalıdır. PKK’nin varlığı ve şiddeti, HDP’nin geleceğini tehdit eden en önemli unsudur. Aslında, iktidar için yüzde 50 +1 oy almayı gerektiren ve bu nedenle bütün partileri ittifaka mecbur eden mevcut sistem, HDP için önemli bir fırsat içeriyor. Yüzde 10’un üzerinde bir oya hükmettiği için HDP, seçimlerin sonucuna doğrudan etki edecek ve dengeleri değiştirebilecek bir güce sahip. Hiç kimsenin böyle bir oyu elinin tersiyle itme gibi bir lüksü yok.
Fakat PKK ile olan irtibat, HDP’nin bu siyasi gücünün açığa çıkmasına mani oluyor. Çünkü HDP, herhangi bir ittifakın içinde hukuki olarak yer alamıyor. Şüphe götürmez bir gerçek var: PKK şiddetten bütünüyle vazgeçmediği sürece kimse HDP ile resmi bir birliktelik kurmaz, kuramaz. Hiçbir parti toplumdan gelecek tepkileri göğüsleyemez.
HDP, bu durumda, iki alternatiften birini seçmeye mecbur olur: Ya ittifaklar arası mücadeleye bigâne kalır ya da 31 Mart yerel seçimlerinde olduğu gibi ittifaklardan birine fiili destek verir. Bigâne kalmak iki tehlike içerir: Karşı olunan ittifakın seçimi kazanması ve seçmenlerine söz geçirememesi. Fiili destek ise siyasi bir kazanım sağlamaz. Çünkü destek verilen ittifaka bir sorumluluk yüklemez.
Ezcümle, PKK ve şiddeti, HDP’nin elini kolunu bağlıyor. PKK’den ötürü, HDP kimse ile resmî bir işbirliğine giremiyor, siyasi pazarlık yapamıyor, siyasi bir etki oluşturamıyor, kritik önemdeki gücünü kendisi ve tabanı için kullanamıyor. PKK’nin varlığı, hem HDP’ye dönük siyasi baskıları ve gayri hukuki işlemleri normalleştiriyor hem de HDP’nin ortaklık kurulan, birlikte çalışılan ve sözü kamuoyunda makes bulan bir siyasi parti olmasını önlüyor. Yani PKK, normalde, HDP’nin hareket kabiliyetini azamiye çıkartacak bütün olanaklarının önünü tıkıyor, içini boşaltıyor ve HDP’yi işlevsizleştiriyor.
Bu bağlamda HDP’ye düşen iki önemli görev var: Yüzleşme ve inşa. HDP, eş zamanlı olarak, bir taraftan PKK, şiddet ve silah meselesinin serinkanlı bir muhasebesini yapmalı, objektif ve ciddi bir yüzleşme iradesi ortaya koymalıdır. Diğer taraftan da şiddeti kesinkes reddeden ve mutlak siyaset savunusu yapan güçlü bir hat inşa etmelidir.
Ancak hamasetten ve sloganlardan uzak böyle bir yüzleşme ve inşa süreci, HDP’nin siyasi rolünü küçültecek tehditlerle başa çıkmasını ve siyasette kaplayacağı alanı büyütecek imkânları hakkıyla kullanabilmesini sağlayabilir.