Bu eser, hayatta bilimsellikten ve vakıalardan başka bir değeri ve bir doğruyu bilmeyen bilim adamı İsmail Beşikci Hoca Efendinin elli değerli kitabını ve 17 senesi hapis olmak üzere 50 sene devam eden bir hukuk davasını, çok değerli yüce bir nakış gibi ören İsmail Beşikçi Vakfı Başkanı İbrahim Gürbüz Bey’in, beş yılda hazırladığı hacimli bir çalışmadır.
İsmail Hocam tarafından, hakkında en gerçekçi ve en doğru çalışmaların ve savunmaların yapıldığı ve elli sene devam eden bu davanın dosya adı Kürt/Kürdistan davasıdır. Aslında bu dava, dört bin yıllık bir davadır. Sadece son 200 yılda, Arap, Fars ve Türk baskılarına karşı kimliklerini ve dillerini savunmak üzere 29 başkaldırı olmuş. Benim hesabıma göre 1,5 milyon insanın kanına mal olmuştur. Evet, başta Saddam ve Hafız Esad olmak üzere her iki kolu ile Baas Partisi, Kemalistler, Şah Pehlevi ve Humeyni, bu davanın tipik sanıklarıdırlar.
Ve çok şükür İsmail Hocam bu davada zaferle çıkmıştır. Çünkü dünyada eşi benzeri olmayan bu zulüm ve baskılara karşı, elli bin olay ve belgeye dayanıyor.
M. Kemal Paşa, Millî Mücadele yıllarında, Türkler neye sahipse Kürtler de aynı şeylere sahip olacaktır, diye on tane beyanat vermiştir. Fakat Cumhurbaşkanı olduktan sonra tam aksini yaptı. (İsmail Beşikci, M. Kemal Paşa ve Kürtler) Evet M. Kemal, başta Kürtçe yayın yasağı olmak üzere Arapça ibadet ve ritüelleri de yasakladı. Kendisini bir dönem alkışlayan Said Nursi, bu alkıştan 10 yıl sonra 19. Mektupta Ona hitaben şöyle söylemiştir:
“Eğer sayıları milyonları bulan ve dört bin senedir dillerini ve milliyetlerini, bütün zorluklara rağmen bırakmayan ve unutmayan bütün Kürtleri Türkleştirebilirsen gel bana Türkçe ezan-ibadeti dayat. Yoksa kanun keyfi olamaz, bir gerekçesi olması lazımdır. Hukuk ve insanlık namına böyle vahşi kanunlara itaat etmeyeceğiz. Gerçi iman hizmeti beni siyasi işlere karışmaktan menediyor. Fakat gelecek istikbal nesillerinin yüzümüze savuracakları tükürüğü silmek için bunu beyan etmek zorundayım.”
Ben bir yazar olarak, bu Çağın Sokrates’i kitabını inceledim. Tam, mükemmel bir çalışmadır. Hem bir Tarih hem bir Hukuk hem bir Sosyoloji hem bir Felsefe kitabıdır. Bir Kürt olarak, başta Kürt davası olmak üzere yüzlerce meselede beni bilgilendirdi. İbrahim Bey’e ne kadar teşekkür edilse azdır. Onun için, fazla bir şey yazmak çok uygun olmaz. Sadece İsmail Beşikçi’nin benzer filozof ve bilim adamları ile mukayesesi kısmında (sayfa 339-436) bir tekmil olarak birer dipnot şeklinde beş madde yazacağım. İbrahim Bey’e söz verdiğim üzere.
Evvela bu Kitap bu ismi fazlasıyla hakkediyor. Çünkü dört bin yıllık bir dava ve elli sene süren bir mahkûmiyet ve tarassut altında kalmak dünyada eşi benzeri yoktur. Bu davanın seyrine sebep olanlar, adeta gündüz ortasında güneşi inkâr eder gibi, elli bin belge ve vakıayı inkâr ediyorlar; akla, vicdana ve bilimlere düşmanlık besliyorlar.
Vicdan kelime (sözcük) ve terim olarak, gerçekçi ve dengeli olarak varlığı, hayatı ve olayları algılamak demektir. Karşıt kavramı zulümdür. O da sözcük ve etimolojik olarak, dengesizlik demektir. Evet, hak ve hukuk, alacaklı ile verecekliyi dengelemek demektir. Bahar, yaz ve kışın dengesidir. Atom, artı-eksinin dengesidir. Devlet, fakir ve zenginin dengesidir. Hayat ve sağlık milyarlarca organ ve hücrenin dengesidir. Maalesef insanlık özellikle Türkler, Farslar ve Araplar, Kürtler konusunda bu evrensel doğal gerçekliğe karşı inkârcılığa devam ediyorlar. Allah’ın ve ölümsüzlüğün bir belgesi olan, sayıları elli milyonu bulan bir milleti, Kürt Milletini görmezden geliyorlar. İsmail Beşikçi, bu vicdansızlığa ve bu dengesiz giden körlüğe tahammül edemeyip, Kürt olmadığı halde, çağları aşan bu davaya kendini adamıştır. Evet o biliyor, dinsiz yaşar ama zalim yaşayamaz. Onun için, bütün baskılara ve karşı tekliflere rağmen davasını satmamıştır.
Kitapta Sokrates’le Mukayese Bölümü Üzerine Şunu İlave Edebiliriz:
A) İnsanlığın medeniyet ömrü 12 bin sene kabul edilir. Bunun yedi bin beş yüz senesinde edebiyat, bilim, din, felsefe ve hukuk, Mitoloji dili ile söylenmiş ve yazılmıştır. Milattan yaklaşık 700 yıl öncesinden, Yunanda Felsefe ve Bilim, kendini Mitoloji dilinden ayırdı. Çünkü bu ikisi test ve doğrulama istiyordu. Mitolojik dil ise, rüyalar gibi olduğundan test edilemiyordu. Bu tarihten sonra 300 yıl içinde, özellikle insan ve doğa hakkında o kadar çok felsefe Yunanda ortaya çıktı ki, Sofistler akımı ortaya çıktı. Varlıkta ve hayatta gerçeklik hiç yok, olsa da bizim bilme şansımız asla olamaz, diye yaygın bir propaganda oluyordu. Sokrates öncesi bu 300 yılda, Parmenides (M.Ö. 600-500) ve Herakleitos (M.Ö. 530-470) gibi bilge ve dindar insanlar ortaya çıkmasına rağmen, o Sofistler akımının hakkından gelemediler. Yunan toplumu çok tanrılı idi, insanlar sadece kendi işini biliyordu. Bugünkü Türkiye toplumu gibi; bilim, din ve felsefe ahlaka dönüşmüyordu. Çünkü Bilim, Din ve Felsefe gerçek manada bilinmiyordu.
İşte Tek Tanrıcı, bilge, filozof ve aktivist Sokrates ortaya çıktı. Yunanın bu körlüğünü ve gerçeklere karşı ahlaksızlığını gidermek için, Sofistlere karşı meydan okudu, geniş kitlelere hitap etti. Birçok insana, varlığın ve hayatın anlamsız olmadığını kendi hayatı ile anlattı. Sokrates, bilim ve felsefe bildiği halde, Allah inancı ve ahlak üzere toplumu aydınlatıyordu. Fakat idam edildi. İsmail Beşikçi Hocam idamdan kurtuldu, ama hala yalnız ve ötekileştirilmiş durumda. Ve Türk devleti ile milleti, onun o elli bin belge ve bilgisine karşı hala kördür.
Tahminime göre, Beşikçi Hocam da Sokrates gibi bu elli yıllık davasını din ve ahlak üzere anlatabilse, değil sadece Türkler bütün dünya bile ona katılacaktır. Belki sadece bir Sokrates olarak kalmaz; bir numune Mesih bile olabilir. Ne de olsa Sosyoloji Profesörüdür.
B) İsmail Beşikci, Platon ve Aristoteles:
Bu bölümde ilave edeceğim fazla bir şey yok. Fakat, Beşikçi Hocamın da Platon’un Sokrates davasını dünyaya mal ettiği gibi bu Kürt davasını Uluslararası bir meydana taşıması lazımdır. Beşikçi Hocam aynen Aristoteles kadar bilim yöntemine taraftardır. Fakat Platon'daki Fizik-Metafizik dengesi onda yoktur. Onun için çok mağduriyetler ve sıkıntılar yaşadı.
Bu bölümde geçen, Aristoteles ilk muallim, İbn Sina ikinci muallim, Ahmed-i Hani üçüncü muallim sırasında İbn Sina yerine Farabi olacaktır. Platon, Devlet diye bir kitap yazdı. O da Üstadı Sokrates de öğrencisi Aristoteles de Erdemliler Şehri (El-Medinetül-Fazıla) yönetim biçimini savunuyorlardı. Çünkü onlara göre, cahil siyasiler ve avam halk, devleti doğru yönetemezler.
Nitekim çağımızda, Avam Meclisleri yanında Senatolar var. Senato, bilge ve kutsal kişilerin devleti yönetmesi demektir. Osmanlıcası Ayan Meclisidir. Ayan, çok değerli ve seçkin kişiler demektir. İngilizce Senatodaki sen kelimesi aziz ve kutsal demektir. Modern Araplar buna Şeyhler Meclisi diyor. Sanırım gerçek manada El-Medinetül-Fazılayı dünyada kurmak Kürtlere nasip olacaktır. Çünkü çok bedel ödediler. Ve Kürtlerde, bilge-filozof milyonlarca insan var. Birçok araştırmacı, Molla Ahmed-i Ciziri ve Ahmed-i Hani, İbn Arabi ve Mevlana’dan ileri değilseler de onlardan hiç geri değiller, diyor.
C) Beşikci ve Sartre
Burada yapılan mukayese yüzde seksen doğrudur. Her ikisi de öz milliyetlerine rağmen zulme durun demişlerdir. Fakat Sartre kendi ideolojisini var edemedi. Kendi kendini yalanlamış oldu. Çünkü insan kendi kaderini tamamen eline alabilir, fakat başta genler, beyin ve Sosyoloji bilimi bunu reddediyor. Çünkü varlık ve hayat bütün geçmiş ve geleceği ile bir yazılımdır. İnsanın bu yazılımda payı ancak yüzde ondur, o da eğer özgürlüğünü soyut değerler olan bilimleri elde edebilirse. Maşaallah Sartre kendini tam var edemediği halde, İsmail Beşikçi Hocam, seksen beş yıllık ömrü ile tam mutlu ve mesuttur. Çünkü başta bilimler ve hukuk gibi maneviyat kokan bir yolda harcamıştır. Evet varlık ve hayat, Sartre için bir Bulantı olarak kalmış. Ama İsmail Hocam, Kemalizm gibi eşi benzeri olmayan bir dikta rejimine elli yıldır meydan okuyor. Hayat onun için bulantı olsaydı bu enerjiyi asla bulamazdı. Geçen yüzyılda, bu Kemalizm Rejimine karşı sadece Said Nursi savunma yapabildi. Ama İsmail Beşikçi Hocam kadar net değil onun savunmaları.
D) Beşikci ve Aydınlanma:
İbrahim Bey gerek Sartre ve gerek Voltaire ve gerek diğer Avrupa aydınlarını anlatırken, aydınlanmayı, her nevi dini hurafeden kurtulma diye anlatmıştır. İşte bu değerlendirme tam doğru değildir. Evet, üç yüz yıl süren bu aydınlanma dönemi hakkında kısa bir analiz göz önünde tutulsa, bu da anlaşılacaktır. Şöyle ki:
Işığın doğuşu demek olan Rönesans’tan sonra bilimler gelişince, Avrupa Aydınlanma ile gün yüzünü gördü. Başta Kilisenin istibdadı olmak üzere her türlü baskıdan kurtulma yolunu buldular. Bir kısmı tamamen dinsiz oldu. Başta Marks olmak üzere bu kısım Komünizme dönüştü. Fakat sonra daha çok baskılar altına girdiler. İslam dünyasında değil de dünyada Aristoteles’ten sonra İkinci Muallim olan Kant, ise, saf ve pratik aklı eleştirmekle fizik- metafizik dengesi olan ahlakı savundu; bununla bugünkü Hür Avrupa’nın babası oldu. Fakat Kant, diğer aydınlar gibi Kiliseden kopmakla beraber, kutsal kitaplar konusunda agnostik kaldı. Kant, o kitaplarda olan ve bilimlerle çelişen on bin meselenin yorumunu bilemedi. Laik, ahlakçı, dengeli bir felsefe kurdu, sadece; ama bu konular, onun için kapalı kaldı. Çünkü Kilise, o on bin meseleyi tarih diye anlatmıştı ve topluma öyle dayatmıştı.
Hâlbuki çağımızda Genetik, Antropoloji ve diğer onlarca bilim gelişince, o meselelerin hiçbirinin tarih olmadığı ortaya çıktı. Evet, bu meseleler, Sosyolojik, Psikolojik ve Ontolojik konular olarak birer arketiptirler; geçmişten ziyade geleceğe bakıyorlar. Bu konuda beş kitabım var. İsteyenler bakabilir. Bunları, konumuz olan elli yıllık davaya altyapı yapacağım. İnşaallah.
Demek 200 yıl önce Aydınlanma, dinden kurtulmak değil de Fizik, Kimya ve Biyoloji olarak varlığın ve hayatın nasıl işlediğini bilip, karanlıktan kurtulmaktı. Bu üç projektöre bir de yazılım gerçeği tam olarak varlığa uygulandığında, insanın önünde aydınlanma tarzında sonsuz bir saadet doğuyor. Tevrat, Tekvin 2. Babın anlattığı gibi: Varlık; Fiziğiyle, Kimyasıyla ve ikisinin ortası olan Biyolojisiyle tam bir cennet oluyor.
E) Kitaba Kürtler için ilave etmek istediğim bir şey de 'Bilim Tarlası Ne Zaman Kurulur' başlığını hak eden şu anekdottur:
İşte özgürlük ve refah hangi toplumda bir araya gelmişse, insanlar bilim ve felsefe bireyleri olarak mutlu ve başarılı bir hayat içinde ortaya çıkmışlardır. Mesela Sümer devletleri, Şehir Siteleridirler. Çok verimli Mezopotamya’dadırlar. Onun için, başta yazı olmak üzere çok şeyi keşfettiler. Akatlar, Verimli Hilali de buna kattılar, başta Alfabeleri olmak üzere Sümer’in her şeyini geliştirdiler. Mısır çok baskı yaptığı için, bilim belli bir zümrenin elinde kaldı. Alfabeleri bir türlü Hiyeroglif halinden soyut yazıya geçemedi. Yunanlar bundan 2500 sene önce Site Devletlerinde ve Akdeniz verimliliğinde öyle geliştiler ki: Dünya hala o mirası yiyor. Avrupa ekonomik refah ve siyasal özgürlükten sonra bugünkü parlak medeniyeti doğurdu. Evet dünya Ulus Devlet kavramından kaçıyor; federasyonlar olarak entegre oluyor. Kürtler, eğer şiddet ve cehaleti bıraksa, bu yazılım ve bilim asrında yine ilk sıralara yükselebilirler. Nitekim son dönem fakir Hindistan ve Vietnam bu yolda çok mesafe aldı.
Evet, Tarihte olduğu gibi liderler yetiştirmek için, iyi derece dil bilmek, iyi derece fen bilmek ve aklını kimsenin cebine koymadan özgürce düşünme üçlü sacayağı gerekir. İyi bir Kürt alim olan Said Nursi onlar için bir reçete yazdı. Kapağında şunu yazıyor:
“Azametli (maddeten ve maddi imkânlar olarak çok büyük olan) fakat bahtsız bir kıtanın (Asya’nın); Şanlı, fakat tali’siz (şanssız) bir devletin (Osmanlı’nın); Değerli fakat sahipsiz (lidersiz) bir kavmin (Kürtlerin) Reçetesi. Veya Demokrasi Manifestosu Münazarat kitabı”
Konumuz olan bu Çağın Sokrates’i İsmail Beşikçi kitabı daha baskıya girmeden, onun için şu notları kaleme almıştım. Bu ismin tescili olarak o notları buraya alıyorum.
İnsanlık, Düşünce ve Felsefede İki Kez Şaşırmıştır:
Birincisi şu M.Ö. Yunan şaşırmasıdır. Şöyle ki: 12 bin yıllık medeniyet tarihinde insanlık, Mitolojik dil kullanmıştır. Dini, bilimi, felsefeyi, hikayeleri ve edebi destanları bu dil ile yazmış ve söylemiştir. Nihayet M.Ö. 700’lü yıllarda Bilim ve Felsefe, kendilerini o Mitolojik üsluptan kopardılar. Nitekim, Aydınlanma çağında Bilim de kendini Felsefeden ayırdı. M.Ö. 700’lü yıllardan ta Sokrates’e kadar 300 yılda o kadar çok felsefe ekolleri ve değişik fikirler ortaya çıktı ki: Yunan kamuoyu çoğunlukla Sofist oldu. Yani: Varlıkta ve hayatta hiçbir gerçeklik yoktur; varsa da biz bilemeyiz dediler. Toplum çürüyordu, nihayet Sokrat geldi, ahlak, vicdan ve hakikati savundu, varlık ve hayatın absürt olmadığını anlattı.
Onun ardından Platon geldi, ruh ve soyut değerlerle varlığın ve hayatın anlamını gösterdi. Onun da öğrencisi Aristo geldi; mantık ve tabii bilimlerle varlığın kurallı ve düzenli olduğunu, absürt olmadığını ispat etti ve iki bin yıl insanlığa hükmetti.
Bu nottan şu iki sonucu görüyorum:
A) İslam dünyası özellikle dini metinler hala o Mitolojik yapıyı koruyor. Ve onun için İslam dünyasında bilim hiç yok.
B) Onun için: Çağımız gençliğinin büyük çoğunluğu varlığı ve hayatı anlamsız görüyor. Nihilisttirler. Onun için dava adamı olamıyorlar. Halbuki İsmail Beşikçi Hocamın bütün kitapları, haklı ve vicdanlı konuların davasını savunuyor. Dolayısıyla büyük kitleler onu tam anlamıyor. Demek istediğim, İsmail Hocam, Varlığın ve Hayatın Absürt Olmadığını anlatan bir Gençlik Rehberi hazırlamalıdır ki; Dava Adamlığında, ahlak ve vicdanda tam Asrın Sokrates’i olsun.
2. Şaşırma Noktası Aydınlanma çağında oldu. Şöyle ki:
Medeniyetin 12 bin yıllık birikimi, Avrupa Mucizesini Rönesans’la doğurmuştu. Fakat hayata anlam katan din dili Mitolojik olduğundan gerek Rönesans’ta ve gerek Aydınlanma çağında felsefe ve bilimle çeliştiği için Aydınlanma Mucizesi sahte anlamsız bir materyalizm doğurdu.
Allah’tan Kant geldi; ahlakla anlamı ve metafiziği gösterdi, Avrupa mutlak ölümden kurtuldu. Yoksa onun da sonu Komünizm gibi olurdu. Kant işi ahlakla bir derece kurtardı ama o da Mitoloji dilini bilmiyordu. Dolayısıyla: İnsanlığın iki temel sorunu, hala bütün haşmetiyle duruyor:
1) Dinlerin ve milletlerin biri diğerini düşman bellemesi.
2) Dinin bilimi dışlaması
Evet, hiçbir zaman insanlık bu kadar muhtaç olmamıştı; Anlam ve Dava Adamlarının varlığına. Evet İsmail Beşikçi Hocam, Kürt mazlumiyeti üzerinden sayısız vicdanlara ve insanlığını yitirmemiş kişilere çok gür bir seda ile çağrıda bulunuyor. Fakat bir anlam risalesiyle bu sedaya ışık katmalı. Ki o elli cilt külliyatı nesiller boyunca canlı kalsın. Ve tam manası ile Asrımızın ve gelen asırların Sokrates’i olsun. Bunun için bütün kitaplarımı adayabilirim.
Ne Mutlu Davası olanlara! Ne Mutlu Varlıkta ve Hayatta Anlam hissedenlere!
Bahaeddin Sağlam