Yıllardır Rojava Kürdistan'inda yaşanan gelişmeler ve yapılan tüm hazırlıklar, askeri anlamda yapılan destekler ve verilen eğitimler, siyasi ve diplomasi anlamında sağlanan imkanlar ve dünyaya kendini anlatmanın (haklılık ve mazlumiyet) yolunun açılması bugün yaşananlara hazırlık yapıldığının işaretidir. İki kişi bile karşılıklı ne kadar restleşirse restleşsin göğüs göğüse kavga etmedikçe kimin daha güçlü olduğu anlaşılmaz. Ahmakça davranan, karşıdakini sürekli tehdit eden, büyüklük taslayan kişi haddini hududunu bilmez ve karşıdakinin varlığını kabul etmez. Bugün yaşananlar tamda budur. Her iki taraf savaşarak, karşı karşıya gelerek ancak bu meseleyi çözebilir, neticeye bağlayabilir. Kürdler eski Kürdler değil, bugün dünyaca bilinen, tanınan ve varlığını kabul ettiren, ispatlayan kahraman bir millettir. Kürdler son yıllarda savaş meydanında DAİŞ’e karşı gösterdiği başarıyla, bugün de Türkiye devletinin saldırılarına karşı direnerek zafere ulaşacakları umuduyla büyük bir sevinç ve coşku ile ölüme koşmalarıyla gelecek nesile başı dik bir şekilde, övgü ile bahsedecekleri bir tarih yazmaktadırlar. Özgürlük ve bağımsızlık ağır bedellerle elde edilir. Kahraman Kürdler de bugün bunun en güzel örneğidir. Kürd'e, Kürdün kazanımlarına yönelik yapılan her düşmanca saldırı vicdan ve merhamet sahibi olan kürdü uyandırmaya, ulusal bilincin hakim olmasına vesile olacaktır. Düşmanın saldırısı kürdü teslim almaya, yok etmeye dönük olsa da aslında farkında olmadan kürdü kendisine getirmesini, daha da güçlenmesini sağlayacaktır. Kurdler ancak ortak akil, ortak tavır ve ortak hareket etmekle hem saygınlık kazanabilir, hemde başarıya ulaşabilir. Fikri anlamda birlik olamayan, ideolojik takıntıları olan ve bu yüzden mazlum ve mağdur bir ulusun genel çıkarına zarar verenler asla başarılı olamazlar. Saygıdeğer İsmail Beşikci hocamızın da ısrarla tekrarladığı gibi Kurdistan’in Bölünmesi, parçalanması ve paylaşılmasının en önemli nedeni Kürdlerdeki Ulusal bilinç eksikliğidir, yani millet olma vasıflarının eksik olmasıdır. Tarih boyunca Kürdleri zayıflatan, ezilmelerine, yok etme pahasına her türlü zulme maruz kalmasına sebep olan Ulusal bilinç eksikliğidir. Dikkat edelim, Türk Parti ve liderleri, Cemaatleri, dernek ve basın kuruluşları ideolojik, inançsal farklılıklarına rağmen söz konusu devletleri olunca bir araya gelmekten asla taviz vermezler. Çünkü ulusal çıkar tüm çıkarların üstündedir. Bizler de her türlü farklılıklarımızı kabul ederek, saygı duyarak, bu farklılıkları birer zenginliğimiz sayarak, Ulusal Çıkarlarımızı kişisel, partisel, örgütsel çıkarlarımızın üstünde görmeli ve buna göre hareket etmeliyiz ve bilmeliyiz ki tüm farklılıklar ancak sağlam bir çatı altında (Kürdistan) yaşam hakkına sahip olabilir. Bu bilinç ile hareket ederek ancak başarılı olabiliriz. Özellikle gençlerimiz geçmişte yapılan hataları göz önünde bulundurarak, bizi temsil edenleri, yönetenleri buna mecbur bırakmalıdır aksi halde ortak tavır sergilemelidir.
Hatırlayalım Körfez Savaşı 2 Ağustos 1990'da Irak'ın (Saddam'ın) Kuveyt'i işgal etmesiyle başladı. Saddam Kuveyt'te hak iddia ediyordu ve kendince bazı gerekçelerle Kuveyt'e saldırdı. Daha sonra Irak'a yönelik ambargo ve yaptırımlar oldu ilerleyen süreçlerde de ABD'nin Irak'a müdahalesi gerçekleşti ve Güney Kürdistan’ın önü açıldı bugüne kadar geldi. Hatırlayalım Güney Kürdistan statüleşince Türkiye karşı çıkmıştı ve Kuzey Irak kırmızı çizgimizdir demişti fakat zamanla ortada kırmızı çizgileri kalmadı, yaşanan gelişim ve değişimlerine karşı duramadı ve ticari ilişkilerini başlatmak ve geliştirmek durumunda kaldı. Ayni şekilde bugün Rojava Kürdistanı’na karşı çıksa da, elinden geleni yapsa da Güney Kürdistan örneğinde olduğu gibi kabul etmek ve ticari ilişkilerini başlatmak ve geliştirmek zorunda kalacaktır. Bugün yaşananlar da Irak-Kuveyt meselesinin bir benzeri ve tekrarıdır. İlk etapta ABD'nin görünürde Türkiye'nin kendince bazı gerekçelerle Rojava KurdistanI'na yönelik saldırısına karşı onaylar veya sessiz kalır tavrının arkasında ileriye dönük Türkiye’yi zorda bırakacak bir adımın atılacağı şüphesizdir ki zaman zaman verilen mesajlarla bunu anlamak hiç de zor değildir. Birçok devlet Türkiye’nin saldırısına karşı çıktı, tavır aldı. Orta-doğudaki varlığını korumak ve değişimler gerçekleştirmek isteyen büyük güçler Erdoğan’ın saldırgan tavrından rahatsız olmaktadır önümüzdeki seçimlere kadar Türkiye ile olan ilişkilerinin ciddi zarar görmemesine dikkat edeceklerdir. Erdoğan’ın saldırgan politikası büyük güçlerin hayata geçirmek istediklerinin önünde bir engeldir. Günümüzde bu tavır içinde olan bir liderin varlığına ve yönetimine doğrudan son verilmesi, söz konusu olmaz. Ancak uygulanacak ekonomik yaptırımlar ile zayıflatarak, ekonomideki kötü gidişatın halka doğrudan yansıması ile iktidarda olan parti ve liderinin gitmesi mümkün olabilir. Ak partinin iktidara geldiği ilk zamanları hatırlarsak, ekonomik krizin olduğu bir dönemde olmuşlardı. Ekonomik kriz ile basa gelen Erdoğan aynı şekilde gidecektir. Türkiye’de yaşamın pahalılaşması, doların yükselmesinin yanında batı ülkelerinin ABD öncülüğünde Türkiye’ye ekonomik ambargo uygulaması, onun ötesinde Türkiye’nin (aleyhte) önünde bekleyen birçok dosyanın olması ilerde yaşanacak sorunların belirtisidir. Önümüzdeki seçimlere kadar yeni bir partinin kurulması, muhalif tarafların güçlenmesi, Erdoğan’a karşı muhalif tarafların ortak adayı ile su anki yönetim ve liderine son verilmesi hedefleniyor. Erdoğan sonrası ekonomik kriz içinde olan Türkiye’yi yönetecek yeni yönetimin tamimiyle iç siyasete yönelmesi, dış siyasetten uzak olunması sağlanacak buna karşılık ise ekonomik krizin aşılması konusunda yardım edilecek.
Ayrıca CHP'nin ısrarla Erdoğan’a gidin Esad'la oturun demesinin sebebi Kürdlerle Esad’ın anlaşmasına engel olmaktır. Fakat gelinen son aşamada YPG-PYD'nin Rojava Kurdistanı’ndaki farklı fraksiyonlarla da(ENKS, Roj Pesmergeleri) uzlaşarak, ortak bir tutum ile Esad Rejimiyle oturması, Kurdlerin de kararlı tutum sergilemesi, taleplerinde ısrarlı olması neticesinde Uluslararası güçlerin de gözetiminde Anayasal çerçevede haklarının garanti altına alınması en doğru adım olacaktır. Savaş her ne kadar sürerse sürsün nihayetinde merkezi yönetimle oturulması gerekecektir. Güney Kürdistan'da da olduğu gibi. Saddam diktatörlüğünün sona ermesi ile birlikte Güneydeki Kürdler Bağdat ile bir araya gelerek haklarının anayasal güvence altına alınması ile birlikte bugünlere gelindi. Bu sağlandıktan sonra Şam yönetimi Uluslararası güçleri güçleri Türkiye’nin egemenlik haklarının ihlal edildiğini dile getirmesiyle bu saldırıya engel olunabilir.
Her ne kadar Türkiye Osmanlıcılık hayali ile hareket etse de unutulmaması gereken bir gerçek var ki, yeniden şekillenen Ortadoğu’da sahada olan büyük güçler(ABD, RUSYA, INGILTERE,FRANSA vb) Türkiye’nin şu anki tutumunu kabul etmeleri mümkün değildir.
Turkiye'nin Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerle birlikte Kürdlerin göz ardı edilemeyecek bir güç haline gelmesine karşı tahammülsüz bir tavır sergilemesinin, buna karşı durmasının, Kürdlerin ödedikleri bedellerle elde ettikleri kazanımları ortadan kaldırmaya dönük girişimlerinin sebebi; yaşanan gelişmelerin sadece Irak ve Suriye ile sınırlı kalmayacağını, olması gereken değişimlerin ve gelişmelerin Türkiye'ye de etki edeceğinin farkında olmasıdır. Güvenli bölge dedikleri alanda planları doğrultusunda demografik değişimler yaparak Hafız Esad döneminde hayata geçirilen Arap Kemeri benzeri adımlar atarak Rojava Kurdistanı ile Bakurê Kurdistan arasındaki bağı koparmayı ve ilerde Bakurda yaşanacak değişimlerin önüne geçmeyi hedeflemektedir. Kürdlerin kazanımları sadece Irak ve Suriye ile sinirli kalacağından emin olsa belki bu kadar karşı çıkmaz bir şekilde razı olurdu. Aynı şekilde bu durum Iran içinde geçerlidir. Söz konusu Kürdler olunca bir araya gelmesi mümkün olmayan devletler (Iran, Irak, Suriye, Türkiye ) bir araya gelirler çünkü her şeyin farkındalar, isledikleri suç, yaptıkları hatalar da ortaktırlar. Birlikte hırsızlık yapanlar, haksızlık yapanlar, suç işleyenler her ne kadar anlaşamazlarsa da ortak oldukları bir mesele söz konusu olduğu için yalnız kalmama adına birlikte hareket etmek zorundadırlar. Koçgiri'de, Zilan'da, Dersim'de, Mahabat'ta, Halepçe’de, Enfal'de sessiz kaldıkları gibi, yakın tarihte gerçeklesen 25 Eylül Bağımsızlık referandumunda ortak tavır sergiledikleri gibi ve bugün Rojava Kürdistan'ina dönük saldırı ve işgal girişimlerinde olduğu gibi. Ancak birbirlerini destekleyerek, koruyarak ayakta kalacaklarını düşünseler de, her ne kadar engel olmak isteseler de, tüm engellere, saldırı ve baskılara rağmen mutlaka Kürdistan doğal sınırlarına kavuşacak ve dünya devletleri arasında yerini alacaktır.