Gülşen Feroğlu: Belki kimseler bilmek de istemedi

Eyyy savaş sevdalıları eyyyy...; hep yanı başınızda, gözünüzün önünde istediğiniz sevdiğiniz kimse onun, bir insanın savaşta öldürülmesinin, sakat kalmasının, şehirlerin harabeliğinin; kazanılan bir zaferi nasıl hiçleyeceğini, yaşamı nasıl anlamsız... katlanılmaz kılacağını anlamanız için...barış için... kimi, neyi kaybetmeyi bekliyorsunuz?
25.10.2017, Çar - 09:23
Gülşen Feroğlu: Belki kimseler bilmek de istemedi
Haberi Paylaş

Ahhhh...ahhh benim ciğerparem ahhh... sen yaşadığında da güne, aya, yıla hep hüzün, hep insanı öldürmeye, öç almaya kışkırtan acılar vurduğunda, ben mi görmedim...görmek istemedim o sesiz matemlerin tınılarını, o kaybedişlerin yalnızlığını.

Şimdi karşımda dağıtan...sarartan...fotoğraflarda kalan çocukluğunla ne ben eski ben; ne de Ankara, eski Ankara... belki de başladığım yerdeyimdir...kim bilir ki...ben bilmezken...kim bilir

Kim bilir...belki kimseler bilmek de istemedi; asırlardır gün yüzü görmemiş bu topraklarda yalnızca düşman saydığından değil herkesten; bir nezaket, medeniyet ritüeli el sıkmayı, kuru bir merhabayı esirgeyenlere yenilmiş, bahanesi bol ‘keşke’lerin gölgesinde akan...kayan...ve akan...ve biten bu hayatta, insanları öldürmeye, öç almaya kışkırtan acıların sürekliliğinin nedenini.

Kim bilir... belki de onlarca ..., Kuşçubaşı Eşref ..., Topal Osman,..., Recep Zühtü, ..., ..., JİTEM’ci Arif Demirlerin, “bin operasyonlu” Mehmet Ağarların nam saldığı Türkiye’de; mağdurlar, kurbanlar katilleriyle birlikte cinayetlerin izlerini ortadan kaldırarak geçmişle, bugünle kanatan bir biçimde yüzleşmeyi hep ertelediklerinden, dinmek bilmiyordur acılar... savaş...nefret...dinmek bilmiyor bir başınalığı Türkiye’nin.

Dinmiyor işte...olmayan adalet, hukuk yüzünden dinmiyor; “benim, bizim gibi ol, yaşa, ..., ...,“ dayatması; bu dayatmaya karşı çıkana devletin, kişinin, örgütün, cemaatin, erkeğin uyguladığı şiddetle, katliamlarla sarmanlanmış Ortadoğu’nun; Türkiye Cumhuriyetinin hikayesinde; faillerinden hesabı sorulmayan ..., Madımak ..., Roboski, ..., ..., Ankara Garı, ..., Beşiktaş Arena ..., sayısız katliamlarda, darbe ve işkencelerde öldürülenlerin hayatta kalan yakınlarının; ırkdaşı, dindaşı, fikirdaşı ve yoldaşlarının intikam yeminleri de.

Failleri cezalandırılmadığından; dünü eskitmeyen bugüne de taze bir başlangıç yaptırtmayan; Kürtler, Türkler açısından 40 yıldır süren savaşı meşru kılan da onlarca ..., Taylan Özgür ..., Latif Can (20)... Vedat Aydın, ..., Ceylan Önkol(12), ..., Sidar Çevik(20) , ..., Destina Parlak (16), Muhammet (7), Furkan (6) Yıldırımların; hâlâ usulca akan kanlarıdır.

“Şırnak’ta 2 PKK’lı etkisiz” hale mi getirildi “oh olsun! daha dün Ozan Köreke (27)’yi şehit etmediler mi”; AKP’li Aydın Ahi infaz mı edildi “faili meçhullerin atası işgalci T.C, şimdi sıra bizimkilerde”yle ifade edilen düşüncelerde ortak tek noktanın da nefret olması kendi katillerine toz kondurmayan neredeyse her kesimin, herkesin masumiyetini yitirmesindendir.

Hani nefretlerini 78 yaşındaki Hatun Tuğluk’u gömüldüğü mezardan çıkarttırtarak kusan topluluk vardı ya onlarda; hoşgörünün, mütevaziliğin “a“sına rastlanılmayan bu nefret bataklığında ki Türkiye de; kendisi gibi düşünmeyen, konuşmayan, yazmayan profesöre, yazara “ senden ..... olsa ne yazar”la çıkışanlarla, Cumhurun Başının; “onların yeri Kandil”le ötekini hedeflemelerinin; “biz bir ölüyoruz ama 10 da, 20 de, 30 da onlardan öldürüyoruz” la ocaklara düşen ateşleri harlamalarının, rantı değil miydi?

“.... 30 da onlardan öldürüyoruz”la önlerinde yaşanmamış pırıl pırıl yılları duran gençlerin öldürülmesine bile bile geçit verildiğinin resmi teşhiri hangi ahlaki, hangi insani değere sığar bir yana, vatandaşlarının daha çok öldürülmesiyle övünen bir mantık; hiç çatışmaları, savaşı sonlandırıp da barış, huzur getirir mi Türkiye’ye, Ortadoğu’ya?

Oysa dündeki hataların, olayların tekrarına izin verilmemesi adına sık sık başvurulması gereken tarih; bugünün inanılmazı “vatandaş Türkçe konuş” kampanyasından “Kürt” köylülere b..k yedirilmesine varan gaddarlıktaki asimilenin, devlet terörünün, savaşın Türkiye’ye; kuşaktan kuşağa aktarılan kinden, ölümden, yoksulluktan, ..., ..., başka bir şey getirmediği gerçeğinin yaşayanıdır.

Önceki nesillerin yaşadığı acıların yeniden yaşanmasının önüne set olması da beklenilen tarih; geçmişteki ..., ..., Engizisyon Mahkemeleri..., Kristal Geceler, ..., ..., ve soykırımlardan; milyonlarca insanın öldüğü savaşlardan, onlarca şehrin ..., Berlin ..., Stalingrad ..., Sarajevo, ..., Bağdat’ın, Kobanê’nin ..., enkazından sorumlu; tek tipçi faşist ideolojinin, otoriter liderlerin dünyayı nasıl felakete sürüklediklerinin de sarsılmaz kanıtıdır.

İzdüşümü bugünü yoklayan, mahvettiği dünün egemeni faşizm; çoğu ideoloji gibi başka amaçlarının yanına; toprak için...vatan için...cihad için...namus için... petrol için diyecek değil ya özgürlük için...demokrasi için.... bitmeyen ‘için’li, büyüleyici onlarca gerekçeyi de koyar ki insanlar sorgulamadan ardından yürüsün.

Peki, bu hiç tükenmeyen ‘için’ler uğruna hayatlarını kaybedebileceklerini bile bile savaşanlar; üstelik de Beethoven, Wagner dinlemiş, Dostoyevski okumuş, kültürlü denilen onlarca Alman, İspanyol, İtalyan, Sırp,..., ..., nasıl oldu da; Ermenilere, Yahudilere, komünistlere, Boşnaklara, Kürtlere, Iraklılara yapılmadık zulüm bırakmayan ..., Talat Paşanın, Hitler’in, ...., Musoloni’nin, ..., Franco’nun, ..., Miloseviç’in, ..., Saddam’ın ..., El Bağdadi’nin peşinden sürüklendi.

Bu Führerler; insanları savaşmaya ikna için, diğer ülkeleri işgalle sınırlarını genişletme, ganimeti bölüşme benzeri sebeplerin hafif kalacağını bildiklerinden olsa gerek, ulaşılması imkansız bir hayal gibi sundukları “vatan için şehit olma”yı çarpıcı bir propagandayla yüceltirken, savaş meydanlarındaki ölü bedenlerin varlığını da karşıtını öldürmeye, öç almaya kışkırtan bir kamçıya dönüştüreceklerdi.

Böylelikle sevgilisi ölümü, öldürmeyi ilahlaştıran faşizm “Viva la Muerte- yaşasın ölüm” sloganları; “..../ ölüm bize son durak/ yandın sen Kuzey Irak” motivasyonlu marşlarıyla insanlara bir an önce “şehit olmayı”, ölümü istettirecektir.

Bugün artık anlaşıldı ki ne lanetle anılan geçmişleri, ne aralarında cinsiyetçi olmayan zamiri sözlüğüne ekleyen İsveç’in de bulunduğu ülkelerin varlığı, ne de bilişim çağı kifayet etmemiş; düşman belletileni, bellediğini öldürerek saygınlık, şeref kazanma derdindeki Alman, İspanyol, Amerikan, Fransız, Türk, ..., ..., onlarca ırkçıyı, faşisti durdurmaya.

Öyle ki Saddam diktatörlüğündeki Irak’ın dağılmasını petrolün getirdiği zenginliğin bile engelleyemediğini çok çabuk unutup; aynı toprağı paylaştığı farklıyla eşit yurttaşlık zemininde demokratik, yaşanır bir ülke yaratma çabasından uzaklaşarak, iştah kabartan “Kerkük’e 82, Musul’a 83 “plaka takılmasını itiraf eden faşist mantalite; insanların hayatını gözden çıkarmaktan da çekinmeyecektir, asla.

Allah aşkına !!! biatçısı lider, örgüt, cemaat, parti kim ve neyse; düşüncesini söyleyip, yazdıktan sonra fikir sahibi olanlar arasında, elinize ne geçtiyse, ne bulduysanız onunla süslemek için paralandığınız bu berbat edilmiş, edilecek hayatların odağındaki bu Türkiye Cumhuriyeti !!!! yeterince yormadı mı sizleri, herkesi?

Bir gün, hayatın, geleceğin Azrail’i faşizmin etkisinden kurtulup sadece insanlığı, barışı kutsayacak dünyada; ne ırkın, ne milletin, ne de sınırların hiç bir önemi kalmayacak.

İşte O gün “hiç yere öldü...eğer ...... ölmeyebilirdi; o zaman niye...neden” sorularının hançerleyeceği kalbiniz; bugün neden savaşıyoruz değilde neden daha çok öldürmüyoruz sendromuna kelepçeli Musul’da, Kerkük’te dahi savaşmaya heveskarlığınıza “keşke”yle hiç mi veryansın etmeyecek sanıyorsunuz?

Eyyy savaş sevdalıları eyyyy...; hep yanı başınızda, gözünüzün önünde istediğiniz sevdiğiniz kimse onun, bir insanın savaşta öldürülmesinin, sakat kalmasının, şehirlerin harabeliğinin; kazanılan bir zaferi nasıl hiçleyeceğini, yaşamı nasıl anlamsız... katlanılmaz kılacağını anlamanız için...barış için... kimi, neyi kaybetmeyi bekliyorsunuz?

Bavêmin, savaşa ölümüne sevdalanmışların, bugün anlamamakta direndikleri gerçek; diri diri gömdüren bir evladı, sevdiğini kaybetmenin delirten özleminin, acısının insanı her şeye... hayata nasıl umarsız baktırttığıdır.

Benim güzel oğlum, olmayabilecek...savaş gibi de yüzde yüz engellenebilecek bir kazada kaybettim ben, seni. Ve o kaybediş...hiç başınıza gelmeyecek sandığınız, sandığım beklenmedik o kaybediş öğretti bana da; benim, bizim diye sahiplenilen hiçbir şeyin sahibi biz değilmişiz.

O yüzden Hevalım; o yüzden karanlıktan çok karanlıkta görünmeyenlerden korktum ben; gözyaşları süzülürken çatlak duvarlardan.

Nerina Azad
Bu haber toplam: 5974 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:05:23:23