Gülşen Feroğlu: Efrîn; öyleyken dahi senin değildi

Hevalım! şimdi insan bazen Hz.İsa’nın “vazgeçtiğin topraklar senindir” dediği gibi sahibi olduğu bir şeyden toprağından, evinden, ailesinden daha fazla yara almasın ya da yaralanmayayım diye vazgeçebilir değil mi? Onun içinde “Afrin’i fethettim, benim“ denilen ân’da; esaretinde; öyleyken dahi bir zamanlar IŞİD’in Kobanê’si gibi, Efrîn’de hiç “benim” diyenin değildi.
28.03.2018, Çar - 12:13
Gülşen Feroğlu: Efrîn; öyleyken dahi  senin değildi
Haberi Paylaş

Dakılâ mın; söylenmiş, söylenmemiş her şeyi, belki kimsenin okumayacağı bu satırları da anlamsız kılan; tek farkın üzerine örtülen bayraklardaki renklerin olduğu sıra sıra dizili tabutların bahar sessizliği; çoktan kaybedilen doğruları da yanına katıp götürürken, artık “ ne dökecek yaprağımız, ne patlayacak tomurcuğumuz kaldı.....”

Hâlbuki, hani biz yetiştiğimizde gözyaşları dinecek Ey vatan da; hani savaş da “bize gurbet”; gurbet de vatan değil de, bildiğimiz gurbet olacaktı.

Konuştuğun dili herkesin konuştuğunu, herkesin “ya Hz. Ali, yetiş ya Hızır”ı çağırdığını, “saçın uzun, aklın kısa“ olmadığını sanırken “aaaA...Türkçe konuşana”, “mum söndürüyor muşsunuz“ , “ kızsın sen, ulu orta gülme, dolanma yanlış anlarlar” tacizinde; çirkin ördek muamelesine tabii tutulduğun evinde, mahallende, okulunda, kalabalıklarda öyle yalnızsındır ki, işte o günlerde anlarsınız; gurbet denilenin mahal değil de, bir hal olduğunu.

O günlerde ne Osmanlı İmparatorluğunu, ne Şeyh Bedrettin, Ermeni tehcirini, ne Ağrı, Şeyh Sait, Dersim isyanlarını duymuş; ne de mezhep, köken, devrim, başbakan astırmış darbenin anlamını bilmektesinizdir.

Bilmediğiniz bir şeyde; ötekileştirmeyi , katliamları; ..., Maraş,..., Çorum, ..., Roboski ’yle, tehciri; Kürt köylerini boşaltarak, faili meçhul cinayetleri; onca Vedat Aydın, Savaş Buldanı katlettirterek, darbeleri Denizlere , Erdal Eren’e darağaçları kurdurtarak sürekli kılan; yalnızca tarih kitaplarından okumanıza rıza göstermeyeceği geçmişe, acılarına hep “deja vu” yaptırtan bipolar bozukluğa sahip bir devletinizin olduğudur.

“Deja vu” hep yaşatıldığından; sorgulanamayan geçmiş, gelecek ve siz, iç içe yıllanırken, bir bakarsınız ki teknolojik, bilimsel devrimin belki de istenmeyen getirisi küreselleşen dünyanın demokrasiyi, özgür bireyi, farklıyı önemseyen anlayışı, devletinizi de etkileyivermiş.

İşte o gün; siyasetçilerin ağzından dökülen “ileri demokrasi”, “Kürt realitesi...”, “Alevi açılımı”, “Ermeniler.....”, “çözüm süreci” içerikli kelimelerin; yıllardır hayatı zindan etmiş ötekileştirmeyi, OHAL’leri durdurmakla kalmayıp; sadece 1992 yılında Nusaybin’de 16, Cizre’de 57 yurttaşın hayatını yitirdiği Newroz’u, 1977 yılında 34 kişinin katledildiği 1 Mayıs’ı, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlattırdığını da göreceksinizdir.

İşte o gün; Türkiye yıllar, yıllar önce “çözüm sürecine” odaklansaydı; onlarca 5 yaşındaki Hatice Katar, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, onlarca asker, gerilla, sivil hayatından edilmeyecek; babasını savaşta yitiren onlarca Yağız Bulut, Reyhan Şahin’e, 6 aylıkken annesi bir tabutu göstererek “bak, bu senin baban” demeyecekti diye düşünmeden de edemezsiniz.

Acaba dersiniz... acaba... kendini Tanrının yeryüzü temsilcisi gören onlarca otoriter ...., II. Abdülhamid ...., Şah Rıza Pehlevi, ..., ..., Kenan Evren..., Kaddafi, Zeynel Bin Ali, ..., ,Saddam’ın yerine Ortadoğu’daki ülkeleri Abraham Lincoln, Churchill, Gandhi, Mandela yönetseydi katliam, acı yüklü geçmiş yine de tekrarlanır mıydı?

Lakin dünde kibre, güç gösterisine feda edilmiş “çözüm süreci” göstermiştir ki, ne göz önündeki savaş mağduru hayatlar, enkaz şehirler, köyler ne de 1984-2018 arasındaki savaşta çoğunluğu Kürt 100 bini aşkın insanın yitirilmesi; asırlar boyunca her olguda; aşkta bile “ölelim, öldürelim “ düsturuyla hareket ederek “kana, kan” isteyen bu topraklara yetmemiştir.

Bu toprağın insanına o binlerin yanı başlarında ölmesi, yakını olması da yetmemiştir zira o noktada da “ hemen barış” deneceğine “.... bizi de bombalayın yeter ki o pislikler gebersin”li intikam histerisi ağır basmıştır.

İşte savaşın olmayan ahlakını sözde de olsa koruması beklenen bir devletin kaldıysa şefkatine, halkların kardeşliğine darbe vuracağından yayınlamaktan çekineceği “bugün Afrin’de .... terörist etkisiz hale getirildi” muştulu bülteni, TSK’nın her gün yayınlaması da... herkes gibi; savaşın sürmesinin aklı örten intikamı duygusunu azdıran şehitlerin varlığına dayandığı gerçeğini bilmesindendir.

Adı, hikayeleri bilinmeyen ama birinin evladı, birin sevgilisi, birinin babası olan bir askerin, bir gerillanın bu dünyadan koparıldığını “ Afrin’de..... terörist....“ , “YPG-YPJ ; TSK ve ÖSO ‘dan çeteci 31 ......... öldürüldü”yle müjdelemek kime, hele de bir devlete ne kazandırır ki.

Üstüne can pazarı bir sipere atılan bir füze, bomba, havan, bir kurşunla bedenleri delil deşik edilmeden az önce belki cep telefonundaki evladının, yavuklusunun resmini “bak bu benim...” le gösteren bir askerin; belki “Heval, şimdi bizim orada ot toplama zamanıdır, annem de hêlige, gulık çorbasını ...” diyen bir gerillanın öldürülmesinin Instagramda, Facebookta, Twitter’da coşkuyla paylaşılması; ötesi bilim yuvasında “Afrin lokumu” dağıtılması; insanların nasıl canavarlaştığının ispatından başka nedir ki.

Etrafı hilal gibi sarmış bu canavar savaş çığırtkanları; silah satan devletlerin son dakika geçmeyeceği 3768 terörist, 2000 çetecinin öldürülmesinden “....işgalci T.C’nin çakalları”, “ ... o.ç.larııııı PKK ” sövgülerinden de tatmin olamayıp daha... daha... daha insanın ölümünü istediklerini gizlemeyecek kadar da masum; alicenaptırlar.

Hele de o savaş çığırtkanlarının sanki savaş adalet, hak hukuk tanıyan bir olaymışçasına “alçaklar, tuzak kurmuşlar” , “ yağmacılar” sızlanmaları yok mu? İronin dibidir, dibii.. zira düşmana zayiat için pusu kurdurtacak, yollara, binalara EYP, mayın döşetecek, İHA’yla insan avlatacak, IŞİD’den farksızlığın kanıtı “HDP’li bak, ikinci Kawa heykeli de yıkılıyor” tahrikli manşet attırtacak savaş; tam da budur; vicdansızlıkta, ahlaksızlıkta, kötülükte sınır tanımamaktır.

Peki savaşın zengin ettiği, daha da edeceği petrol, silah, gıda, giyim, ..., .., şirketleri neyse de, savaşın maliyetini zamla, yoksullukla ödeyecek milyonları hayat yerine şehit düşmeyi “en güzel şey” niteletecek kadar öldürmeye, savaşa sevdaya iten nedir? “ 30 bin SDG’li teröristten kuracakları sınır koruma gücüyle ülkemize saldırıp, Suriye, Irak gibi bölecekler”, “ Yunanlıların hep adalarda gözü vardı”lı tonlarca gerekçe; tonlarca düşman karşısında; Türk devletine, bize savaşmaktan başka yol bırakmadılar ki argümanlarıyla, bireyler vatanı, ailesini koruyacağına inandıkları savaşa, insan öldürmeye razı olurlar.

Böylece bireyler tıpkı savaşa neden yaratma uzmanı onlarca ..., Hitler’in, ..., Mussolini’nin, ...., Miloşeviç’in , Saddam’ın diktatörlüğünde “vatanı, fikri, dini uğruna gözünü kırpmadan ölüme gidiyorlar”la Stockholm sendromuna kelepçelenenler gibi, savaşı düğünle eş algılayacaklardır.

Bu sayede de bazen vatan, bazen din, bazen ideoloji uğruna hiçleştirilen yaşamın karşısına onurlu bir duruş gibi konulan ölümün, “tek millet, tek devlet, tek..., tek.... ” tekçi faşizmin yoldaşı militarizmin rehinesi yapılmış bireyler, isteyerek ölmeye, öldürmeye yelken açarlar.

Sonrası mı? Zaten her Türk asker de doğduğundan ordusunun emrinde; faşizmin de kucağında; savaşta hayatından edilenlerin geride bıraktığı bir annenin, babanın, bir eşin, evladın,..., ..., da onunla birlikte gömüldüğünü, asıl kurbanınsa kendisi, hayat olduğunu fark edemeyecek kadar gözü bağlı oturacaklardır.

İşte o oturulan yerden, onlarca asker Talha Çalışkan (22)‘nın; onlarca gerilla YPG’li (Başûr Soran) Mihemed Hadi’nin ölümü “vatan sağ olsun”, ”Şehîd namirin” la kutsanıyor diye o evlere düşen ateş söndü mü sanılıyor?

Oysa duymuyorsunuz...onlarca göz size bakarken, bakmasını istediğiniz ama bir daha asla size bakmayacak evladınız, kardeşiniz, eşiniz..., ..., öldürülmüşken, dile düşemeyen “bütün dünya Afrin, Münbiç sizin, benim olsa ne olur, ne değişir” fısıltılı kalbin sesini, bağrınıza, evinize şivan düşmediğinden duymuyorsunuz.

Hevalım! şimdi insan bazen Hz.İsa’nın “vazgeçtiğin topraklar senindir” dediği gibi sahibi olduğu bir şeyden toprağından, evinden, ailesinden daha fazla yara almasın ya da yaralanmayayım diye vazgeçebilir değil mi? Onun içinde “Afrin’i fethettim, benim“ denilen ân’da; esaretinde; öyleyken dahi bir zamanlar IŞİD’in Kobanê’si gibi, Efrîn’de hiç “benim” diyenin değildi.

Savaşın tozu, dumana katan hüznü karartmışken ortalığı, “mutlu son”un artık ve yalnızca masallara aitliğini unutan herkeste; saat gece yarısını vurmadan camdan ayakkabısını merdivenlerde bırakarak kaçmak zorunda kaldığından, saraydaki görkemli balonun tadını çıkaramamış külkedisi modundayken; söylesenize sizin gurbetiniz neresi?

Nerina Azad
Bu haber toplam: 7456 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:19:27:45