\"Ben ile Ötekinin ilişkisini bir yana bırakın,
doğuştan gelen haklarımızı bir tas çorbadan
daha azına satmışken, ben\'den geriye ne kalır?\" *
Lükse düşkün olduğum söylenemez, ama iki yıldan fazla bir zamandır, Peşmergenin İslam Devleti ile savaşlarını locadan veya en ön sıralardan daha ileride, tarihin torpiliyle sahnenin içinden izleme lüksüm oldu. Görünmez, varlıksız, ve kimliksiz olmam, bu şansın reel zeminiydi. Sahne mükemmel, karakterler, İslamın yayılma yıllarındaki kıyamet zamanlarının bir canlandırması. O bir yükselişti, şimdiki bir çöküştür, bir içe-çöküş. Dün islamı yücelten cihad, bugün onu güncel tarih-öncesinin kuyusuna çekiyor.
Savaş alanında da, cephe gerisinde olduğu gibi, iki İslam var: İslam Devleti, ve onun dışında kalanların oluşturduğu devletsiz İslam. Her iki cepheden de hergün ‘Tanrı Yücedir’ nidalarını duyuyorum. Ve Zerdüştiliğin doğurduğu bir kilit sembol ve anlam bütününün yarısı, bugün de hem İslam ve hem Hıristiyanlık tarafından Tanrı\'nın akla geldiği her an zikrediliyor. \"Nist hesti meger Yezdan!\" = Tanrı Yoktur Tanrıdan Başka, \"La İlahe İlle Allah!\" Zerdüştiler günde beş vakit bu dört kelimelik muammayı söylerken, önce sola (nist) ve sağa (hesti) ve başlarını eğerek yere (meger) ve en son orada bir yerde olduğuna inandıkları Tanrı\'ya, yukarıya (Yezdan) bakarak söylerlerdi. Bu küçük ama evrensel çapta etkili ritüelin sözleri kelimesi kelimesine Arapçaya tercüme edilerek İslamın temel anlam taşlarından mihenk değerinde olanını oluşturdu, zikrin baş hareketleri ise haç çıkarma biçiminde Hıristiyanlık tarafından kopya edildi. Araplar istedikleri kadar ’zındık’ desinler, (bu söz da \'zendig\'den gelir, \"bilgi yanlısı, alim\" demektir, ve Ateşin Bilgisi diye tercüme edebileceğimiz (Zend) Avesta\'nın ilk sözünün sıfatlaştırılmış halidir) ve \"onlar kızları diri diri gömerlerdi ve biz buna bir son verdik\" türünden gerçek dayanaklar getirsinler, ve Kürdler de istedikleri kadar sanki Zerdüştilik İslam\'dan daha iyi bir din imiş gibi dönüp sahip çıksınlar, Zerdüştilik günde beş vakit namazıyla, ilk kez teorize ettiği cennet-cehennem anlayışıyla, birçok melekleri ve tek şeytanıyla, tüm tek-tanrılı dinlerin anasıydı. Öte yandan, Kürdlerin topyekün Zerdüşti olmadığına ve büyük çoğunluğun güneş tapımı merkezli Mithra inancı geleneğinden geldiklerine ilişkin de güçlü kanıtlar var.
Her ne olursa olsun, savaş meydanlarında gördüklerimiz, en azından ideoloji ve inanç açısından, dehşet verici çelişkiler oluşturuyor. Çok kısa özetini vererek geçeyim: İslama karşı, islama dayanarak savaşmak.
Bugün 22 Ekim, bu sabah, iki yılı aşkın zamandır süren İslam Devleti ile savaşlarda istisnasız her zaman saldırı kollarının öncülüğünü yapan General Aziz Veysi\'nin Musul tarafına doğru yola çıktığını öğrendiğimde, her zamanki gibi onu izledim. Nedeni şu: Weysi bir yere gidiyorsa, orada bir saldırı vardır. \"Tanrı kimseyi bu adamın düşmanıyapmasın\", der Peşmergeler her zaman, \"gazap dolu bir kader gibiçöker üzerlerine.\" Peşmergelerin imrenme ve saygı karışımı bu sözlerinin gerçeği yansıttığını yıllardır yaşayarak gördüm.
Bir süre batıya, Xazir cıvarından Başika\'ya doğru ilerlerken, bir tepede mola verip, aşağıda Bağdat güçleriyle İslam Devleti\'nin Bertila kasabasındaki savaşını izledik. Musul tarafındaki ufuklar, savaş araçlarının kaldırdığı toz, yanan evler ve teröristlerin gizlenmek için yaktıkları lastiklerin dumanlarıyla örtülü. Eskiden Hıristiyan ağırlıklı bir nüfusu olan kasaba içinde Arap zırhlıları ilerlerken, kasabanın batı kıyılarında iki intihar aracının patladığını görebiliyoruz. Ne ayrıntıları görmek bu uzaklıktan olanaklı, ne de piyade yürüyenler görmek, -Peşmergelerin aksine, Araplardan kimse savaş alanında zırhlılardan inmiyor, ve demirin hayaletlerle savaşı bu.
Öğlen saatlerinde Kürdistan Peşmerge Güçleri Başkomutanı Mesud Barzani\'nin komutanlarıyla bir toplantısı vardı. Musul yakınlarındaki bir sahra karargahında topladığı meydan komutanlarına ne dediğini bilmiyorum; ancak yüzünde öfkeye benzer bir ifadenin altında, her zaman korumaya çalıştığı babacan bir iyimserliğin belirgin olduğunu söyleyebilirim. Öfkesi ‘Kerkük\'teki İslam Devleti saldırılarındandır’, diye düşündüm, belki de yanılıyorum, çünkü Kerkük dışında da öfkelenecek o kadar çok şey var ki. Hafızamda her zaman ilk gençlik yıllarından kalma bir resminde, omuzunda boyundan büyük bir Bruno silahıyla kalan bu doğuştan Peşmerge’nin o zamandan beri ruhsal olarak pek değiştiği söylenemez. Şimdi Bruno yerine, Kürdlerin binlerce yıllık hayalini, bağımsızlık idealini aynen o Bruno\'yu taşıdığı zamanki ruhla taşıyor. Ve ne yazık ki, Barzani bağımsızlık ısrarında ne kadar samimiyse, bunun tersine çekiştiren Kürd siyasilerinin ezici çoğunluğu da o kadar büyük bir ısrarla, Kürdlerin bağımsız olmasını, kendi topraklarında hükmetmesini kendi mezarı olarak görüyor ve binbir dereden su getirerek buna karşı duruyor.
Barzani\'ye karşı duranların dillendirdikleri gerekçeleri ne olursa olsun, işin aslında iki ana etken var. Birincisi, Kürdler devlet oldukları zaman, kendi evlerinden çalmak gibi bir hünere sahip olanların bu hünerleri başlarına bela olacak, ve oysa onlar bunsuz yaşayamazlar. Bağımsızlığın en güçlü karşıtları bunlardır. Kendi evinin hırsızı olmak, çünkü, koşulların getirdiği bir mecburiyet değil, ağır bir hastalıktır, ve bildiğim kadarıyla kangren bir organ gibi kesilmek dışında bir çaresi yoktur. Diğer etken ise, şu veya bu biçimde geleneksel bölge rejimlerinin yumruğu altında boyun eğmiş veya eğmek zorunda kalmış çevrelerdir ki, bunların iknası ya da bağımsızlık çizgisinde örtülü veya açık bir yerlerinin olması, öncekilere göre çok daha fazla mümkündür.
Ne olursa olsun, insanın tarih öncesinin bu anında, Barzani, Kürd dünyasının potansiyeli ile karşılaştırıldığında trajik biçimde az sayıda olan çevresindeki Kürdlerle, bağımsızlık idealini gerçek bir onur olarak taşıyor. Bunu görmek, buna tanık olmak, içine doğmamış olduğum ve içinde yaşamaktan da pek hazzetmediğim bu çöl ikliminde, ender sevinç kaynaklarımdan biri.
Gerçekte bu yazıları, burda yürümekte olan savaşı not düşmek kaygısıyla yazıyorum. Gerçi, bağımsızlık ideali olmasaydı ne bu notları düşmek gerekirdi, ne de ben buralarda olmayı anlamlı bulurdum. Dolayısıyla da yukarıda değindiklerim aslında tam da bu savaşın merkezinde yaşanan şeylerin kısa bir özeti. en azından benim algıladığım biçimiyle.
Birkaç gün önce, Başika\'nın kuzeybatısındaki İslam Devleti mevzilerini yıkıp güneyde kalan ve otantik durumlarını en çok koruyan Kürd kesimi olan Şahbeg-Sabeg Kürdlerinin (Şimdi Şabek Kürdleri deniyor) köylerine ilerleyen saldırı kollarını izledim. Yarma hareketi bir-iki saatte tamamlandı, ancak çatışma iki gün boyunca sürdü. Şunu bir kez daha gördüm: Peşmergeler bu savaşın başından beri çok tecrübe edindi, en azından toprak ve vatan duygusu, ulus olma duygusu, belki de yüzyıllık bir gelişme mesafesini bu son birkaç yılda katetti. İslam Devleti de dehşetli bir direniş sergiliyor elbette. Ancak karşılarında bağımsızlığa susamış bir Kürd gücü var ve insanlık adına insanlık düşmanlarıyla savaşmak ve zafer kazanmakla, insanlığın kendilerine uluslar ailesinde bir yer verebileceğini umuyorlar. Birçoğu bunu ummayı bir yana bırakıp, doğrudan gerçekleştirmek için ne bedel gerekiyorsa ödeyerek sonuca ulaşmayı düşünüyor ve böyle yaşıyor.
Önceki gün, kırksekiz saat gece gündüz süren çatışmalar dinmeye yüz tuttuğunda, bir aracın gölgesine sığınıp beraberce dinlendiğimiz Zaxo\'lu orta yaşta bir savaşçı, sadece şu mısralarını kaydedebildiğim uzun bir zafere şükran şarkısı söyledi ve sonuna şunu ekledi: \"Herşeyin hakimi O\'dur, o herkesi bilir. Biz ulusumuzun artık ayaklar altında yaşamaması için savaşıyoruz, hayatımızı özgürce kazanabileceğimiz kendi ülkemizde, bizden başka kimsenin hakim olmaması için.\" Kendini \"Ez pismamê Lîwa Hecî me\" diye tanıtan bu gerçek savaşçı, Peşmerge saflarında hep rasladığım sahici insanların iyi bir örneğiydi. Onun şükran şarkısı şöyleydi:
..\"Hamdê bê hed bo Xudayê alemê, / Ew xudayê malikê mulkê azîm / Daye me Qur\'an ûmîrata kerîm / Dînê me kir kamil û nîmet temam / Yanî da me Ahmed û Darusselam / Ew Xudayê bê nazîr û zulcelal / Bêmîsal û bê heval û bê zeval / Raziqê bê dest û pa ûmar û mor / Mara meyte îzra meyte goşidar / Destê wî li destê Xuda der kar û bar...\"
Ve \"İslama dayanarak İslamla\" savaş ise, gerçekte İslamı çok aşan bir çerçeveye sahip. Bu dünyanın yaşanmaya değer olmaktan çıktığı duygusu, sadece İslam Devleti\'nin bir çıkış önermesi değil, küresel çapta yaygın bir düşünce. Her ne olursa olsun, tek Tanrılı dinlerin tümü birgün kendilerini tükettikten sonra da, belki de daha güçlü olarak Tanrı düşüncesi yaşamaya devam edecek gibi görünüyor. Çünkü zamanın ve varlığın bir sınırı var. Bu sınıra varan insan, zamanın bittiği yerden sonra, artık ne zamanın ve ne de mekanın olmadığı o yere bakamayacak, ve ellerini oraya uzatamayacak ve ne de oradan bir ses gelecek. Çünkü ölüm bile öte tarafta değil, ama burada, ayaklarımızın bastığı ve başımızın değdiği her yerde olmaya devam edecek.
Şimdi Güney Kürdistan\'da Kürdlerin öncelikleri, ülkelerinin bağımsız olması. Güney Kürdleri, artık vatan olarak hükmedecekleri sınırlarını belirlemeye çalışıyorlar. Bu sınırın ötesine henüz bakmaya gözleri ve dokunmaya elleri varken, ve sınırların ötesinden gelebilecek güzel bir deniz şarkısını duymaya bu kadar arzuluyken.
Toz ve kana biraz fazlaca bulanmış hafızamla, uykusuz bir kasvetle yazdığım bu uyumsuz kelimeler okunduğunda, yeni bir saldırı kolunu izliyor olacağım. Bu seferki zorlu olacak, öyle görünüyor; hem düşman için, hem bizler için hayat ve hayatsızlık sorunu.
Bu yazı biraz aceleye geldi, sürç-i lisan affola. Bunun müsebibi biraz da ‘yazıyı baskıya yetiştir’ diyen sevgili Faysal Dağlı\'dır. Daha zamanımız olursa, hafızayı ve eski yazıları beraber tashih edebiliriz.
* The Privatization of Hope, ed. Peter Thompson and Slavoj Žižek, Duke University Press, Durham and London 2013 içinde Frances Daly, The Zero Point, p. 171