Mehmet Konuk: PKK’nin Güney Kürdistan’daki Duruşu, Mahsum Korkmaz’ın (Egit) 1983 te Tuttuğu Günlükler de mi Saklıdır

17.08.2024, Cts - 11:30
Mehmet Konuk: PKK’nin Güney Kürdistan’daki Duruşu, Mahsum Korkmaz’ın (Egit) 1983 te Tuttuğu Günlükler de mi Saklıdır
Haberi Paylaş

Bundan yaklaşık yirmi, yirmi beş yıl önce (2000li yıllarda) PKK’nın legal alandaki aylık yayın organlarından biri olan Özgür Halk dergisinde Gerilla Çekirdeği adlı bir  yazı dizisi dikkatimi çekmişti dönemde Diyarbakır’da zaman zaman uğradığım bir sendika şubesinde bu dergileri okuma fırsatım olmuştu. Derginin ilk üç sayısı ağırlıklı olarak Mahsum Korkmaz’a ayrılmıştı.

İlk Gerilla çekirdeğini oluşturması, tabii olarak ta Mahsum Korkmaz’ın ilk Gerilla çekirdeğini oluşturduğu Garzan bölgesinden başlayarak devam edip gidiyordu. Söz konusu dergiyi okurken, Mahsum Korkmaz’ın 1983 te Güney Kürdistan da yazdığı günlüklerden bazı bölümlerde dizi yazının paragraflarının arasına serpiştirilmiş ti. Öyle çarpıcı ve dikkat çekici bir not  o günden beri belleğime yerleşmiş ki zaman zaman yazdığım bazı yazılarda bu çok önemli nota değinmişimdir.

Mahsum Korkmaz’ın söz konusu günlüğünde aynen şöyle yazılıyordu:” BİZ GÜNEY KÜRDİSTAN’I HİÇBİR ZAMAN CEPHE GERİSİ OLARAK KULLANMAMALIYIZ.CEPHE İLERİSİNDE KALICI MEVZİLER ELDE ETMEDİĞİMİZ SÜRECE, ZAFERE ULAŞMAMIZ MÜMKÜN DEĞİLDİR.” Ben bu günlüğü okuduktan sonra Mahsum Korkmaz’a olan ilgi ve alakam  daha da arttı. Çünkü bana göre: Bu belirleme amasız, fakatsız bir Ulusal Kurtuluş stratejisidir. Daha o gün, yani 1983 yılında Mahsum Korkmaz bu günü görebilmişti.

BİZ GÜNEY KÜRDİSTAN’I HİÇBİR ZAMAN CEPHE GERİSİ OLARAK KULLANMAMALIYIZ belirlemesi, şüphesiz ki katıksız Kürdistani bir sorumluluk ve duruştur. Çünkü Güney Kürdistan’ı cephe gerisi olarak kullanmak demek, Türk ordusunu amasız, fakatsız Güney Kürdistan’a çekmek demektir. Türk ordusu nereden gelecek? Kuzey Kürdistan topraklarını adım adım postalları ile çiğneyerek geçeceklerdir. Mahsum Korkmaz’ın bu belirlemenin devamı olan cümlesinde de, CEPHE İLERİSİNDE KALICI MEVZİLER ELDE ETMEDİĞİMİZ SÜRECE ZAFERE ULAŞMAMIZ MÜMKÜN DEĞİLDİR söylemi de Ulusal Kurtuluş stratejisinin olmazsa olmazıdır. Cephe ilerisinden kastının ne olduğunu sanıyorum fazla detaylandırmaya gerek yoktur. Uzun yıllar Mahsum la beraber mücadele eden ,onun ölümünden bir süre sonra PKK den ayrılan bazı arkadaşlarının verdiği bilgilere göre; Mahsum Korkmaz’ın hedeflerinden biri Botan bölgesindeki (Hakkari’den Cizre’ye kadar olan dağlık bölgeler) Yurtsever aşiretlerle ittifak yaparak, bölgeyi askerden arındırmak ve mücadelenin esas boyutunu cephe ilerisine taşımaktı.

Dikkat edilirse Mahsum Korkmaz hayatta olduğu sürece  en fazla Botan bölgesindeki faaliyetlere ağırlık vermiş, o süreçte aşiretlerle PKK arasında herhangi bir çatışma olmamıştır. Güney Kürdistan’da kaldığı dönemlerde de PDK ile PKK arasında hiçbir çatışma yaşanmamıştır. Bir keresinde birliğinden ayrılarak, bir kaç günlüğüne farklı bir alana giderken, birliğin başında bekleyen Duran Kalkan, sudan bir bahaneyle birliğini teyakkuz durumuna geçirerek PDK ye saldırı hazırlığı içinde iken, Mahsum geri gelmiş ve birliği teyakkuz halinde görünce sebebini sormuş, peki PDK den konu ile ilgili görüşme isterdiniz mi diye sormuş, hayır cevabını alınca biz PDK ile böyle basit konulardan dolayı savaşmayız diyerek görüşme talebinde bulunmuş ve konu diyalog yoluyla çözülmüştür.

Peki 28 Mart 1986 yılında Mahsum Korkmaz PKK tarihinin en önemli iç infazı sonucu bu dünyaya veda ettikten sonra Güney Kürdistan da, Botan bölgesinde ve bunların devamı olarak Kürdistan’ın genelinde nasıl bir süreçle yüz yüze gelindi.

Öncelikle şunu belirteyim ki Mahsum Korkmaz’ın tasfiyesinden bir süre sonra Devlet koruculuk sistemini hayata geçirmeye çalıştı ve ilk iş olarak Van ilinde Tugay komutanı Van ve Hakkari bölgesindeki aşiretleri toplantıya çağırarak, korucu olmaları yönünde telkinde bulundu. Tugay komutanının toplantıdaki aşiretlere koruculuğu dayatmasına karşı Alan aşireti lideri Sadun Ağa, söz alarak Paşam; Sizden ricada bulunuyoruz böyle şeyleri bize dayatmayın. Eğer silah alırsak komşu köylerle, hatta köylülerimizle kötü duruma düşeriz. Eğer yirmi aylık askerlik süresini az buluyorsanız, isterseniz kırk aya çıkarın. Çocuklarımızın askerdeki her türlü ihtiyaçlarını dahi karşılamaya hazırız ama sizden ricada bulunuyoruz bu koruculuk sistemini bize dayatmayın.

Bu gelişmeler bir taraftan sürüp giderken, diğer taraftan da PKK Botan bölgesindeki aşiretlere karşı şiddet kullanmayı hızlandırıyordu. Bölgenin en etkin ve yirminci yüzyılın başlarından beri Güney Kürdistan da Barzani önderliğinde devam eden milli mücadeleye her zaman katkıda bulunan Jirki aşiretine karşı saldırılara başlayıp, aşiretten altı kişiyi öldürdüler. Oysa Jirkiler le onlar arasında ciddi denilecek bir sorun yoktu ve Jirkiler bu olayı bir anlamda geçiştirmek istediler. Ne var ki bir süre sonra 1975 yılında jandarmalar tarafından öldürülen Aşiretin asıl lideri Ahmed Adıyaman’ın oğlunu öldürdüler. PKK’nin işlediği bu cinayet bardağı taşıran son damla oldu. Çünkü Ahmed Adıyaman’ın oğlu aşiret için çok önemli biriydi ve amcası Tahir Adıyaman dan sonra aşiretin liderliğine getirilecek kişiydi. Bu olaydan sonra Jirki aşireti kendi etkinliğinde ki bölgelerde PKK ye karşı saldırıya geçerek PKK ye ağır darbeler indirmeye başladı.

1975 yılında aşiret lideri Ahmed Adıyaman’ın öldürülmesi üzerine altı jandarmayı hemen olay yerinde öldüren ve olaya sebebiyet veren Cumhuriyet savcısını da Sivas’ın Şarkışla ilçesine tayini çıkmasına rağmen aşiret mensupları gidip Sivas’ın Şarkışla ilçesinde savcıyı bir suikastla öldürdüler. Devlet bu dosyaların hepsini rafa kaldırarak bölgenin en etkin aşiretlerinden biri olan Jirkileri yanına alarak koruculaştırdı.Van ilindeki Tugay komutanlığında bölgedeki aşiretlerle yapılan toplantıda, Çatak bölgesindeki Alan aşireti lideri Sadun Ağa’nın PKK’nın milisi olan ve dört ay yardım yataklık tan cezaevinde yatan oğlunu PKK öldürdü ve bu olayın sonucunda Tugay komutanlığında koruculuk sisteminin kurulmasına karşı görüş bildiren Sadun Ağa da aşireti ile birlikte silah alarak korucu olmayı tercih etmek zorunda kaldı.

1990’lı yıllarda Siirt’te İHD şube başkanı olan Zübeyir Aydar bölgeden iki kanaat önderlerini yanına alarak Sadun Ağa’yı kendi akıllarınca koruculuk tan vazgeçirme çabası içine girdiler. Sadun Ağa’nın yanına giden kanaat önderleri belli başlı aşiretlerin mensubu idiler aynı zamanda. Kanaat önderleri Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında Mustafa Kemal ve İsmet İnönü kliğinin saflarına aldıkları bir çok aşiret reislerini idam veya sürgünle cezalandırdıklarını, Devletin o konudaki politikasının değişmediğini Sadun Ağa ya anlatmaya çalışırken Sadun Ağa sözlerine saygı duyduğunu, Devletin bu mantığını kendisininde iyi bildiğini ve benim oğlum bana rağmen onların adamıydı. Onlara yardım ve yataklık tan dört ayda cezaevinde yattığını, bir gün oğlumu alıp öldürdüklerini, gelip bana bunun hesabını versinler, ben şimdi silahları bırakacağım dedi. Sadun Ağa’nın bu çıkışı üzerine her iki kanaat önderinin gözleri Zübeyir Aydar’n üzerine gidiyor ne var ki Zübeyir Aydar’ın gözü yere inmiş, çünkü Sadun Ağa’nın o sorusuna ne onun nede kimsenin verebileceği bir cevap yoktu. Totaliter örgütlerde sadece tepedekinin söz söyleme hakkı var, ne var ki tepedekinin de iradesinin başka yerlerde olduğu Ogün için pek berrak olmasa da bugün geldiğimiz süreçte her şeyin ayan beyan ortada olduğu artık gizlenemeyecek  çok acı bir gerçektir.

Kısa bir süre içinde Botan bölgesinde aşiretlere karşı başlatılan saldırı politikası 1978 den itibaren Siverek, Batman ve Mardin bölgelerindeki aşiretlere yapılan saldırıların yeni bir uygulaması gibiydi. Aşiretlere saldırıyorlar, aşiretler Devletin safına geçip koruculaştıktan sonra sanki PKK’nın görevi  bitiyordu. Siverek bölgesinde Bucak aşireti ile girdikleri çatışmalarda büyük çoğunluğu onların yandaşlarından olmak üzere 300 kişi den fazla insan öldü. Batman bölgesinde Raman aşiretiyle girdikleri çatışmalarda yine büyük çoğunluk onlardan olmak üzere 80 civarında insan öldürüldü,1984 ten itibaren bölgenin tek egemen silahlı gücü  ve Gerilla ordusuna sahip olmalarına rağmen o süreçten sonra adı geçen aşiretlere tek bir kurşun sıkmadılar, sanki çok değil, birkaç yıl önce aralarında geçen acı trajedi hiç yaşanmamış gibiydi. Bu anlatımım dan şu anlaşılmasın, ben onların bütün politikalarının yanlış olduğunu bilen insanlardan biriyim. Elbette tek bir sivil savunmasız insanın burnunun kanamasını istemiyordum ve bu günde istemiyorum. Ama dikkat çekici olan şey saldırılarına maruz kalıp Devletin safına geçen aşiretlere dokunmamalarıydı. Buda ister istemez akil düşünen insanlara şunu dedirtiyordu: Acaba aşiretler korucu olduktan sonra PKK’nın görevi bitiyor muydu?

Mahsum Korkmaz’ın tasfiye edilmesinden kısa bir süre sonra Botan bölgesinde PKK ile aşiretler arasında ki çatışmalar yoğun bir şekilde devam etti ve aşiretlerin büyük çoğunluğu Devletin safında yer almayı tercih etti.

1988 yılı Kürdistan tarihinin en trajedik olaylarla çalkalandığı bir yıl olmuştu.16 Mart 1988 de Irak BAAS rejimi ikinci Dünya Savaşı’nda Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından sonra İlk olarak Kürdistan’ın güneyindeki Halepçe kentinde kimyasal silahlar kullanarak toplu kıyımda bulunacak. Yarım saatlik bir zaman dilimi içinde 5000 den fazla sivil ve savunmasız Kürd insanı öldürülecek,6000 den fazlası da yaralanacaktı. Irkçı faşist BAAS yöneticileri bu vahşetle de yetinmeyecekti. Halepçe toplu kıyımından yaklaşık yirmi gün sonra Kürdistan’ın güneyindeki köylerden kasabalardan, sivil ve savunmasız insanlar, çocuk yaşlı kadın erkek ayrımı yapılmadan insanlar koyun sürüleri gibi damperli kamyonlara bindirilerek Irak’ın güneyindeki uçsuz, bucaksız çöllere götürülüyor. Önceden hazırlanmış çukurlara taş boşaltırcasına boşaltılıyor, çukurların üzerinde bekleyen askerler tarafından çukurdakiler kurşun yağmuruna tutulduktan sonra hazır bekleyen iş makinaları çukurların üzerini kumla kapatıyordu. Iraklı ve 50 yıldan beri İngiltere de sürgünde yaşayan Kanan Makia isimli Arap kökenli yazarın “Vahşet ve sessizlik” adlı kitabı her Kürdistanlının ve insanım diyen her kesin başının ucunda bulunması gereken bir eserdir.

Büyük Enfal olarak adlandırılan bu soykırım 1988 yılının Nisan ayının ilk haftasında başlıyor ve aynı yılın Eylül ayına kadar devam eden bu vahşette toplam 182 bin sivil, savunmasız, küçük, büyük, kadın, erkek ayrımı yapmaksızın Kürdistan tarihinin en büyük toplu kıyımı gerçekleştiriliyordu. Aynı süreçte Halepçe de kimyasal silahlarla 5000 den fazla insan öldürülüyor ve toplamda altı aylık bir süreçte  187 bin insan tarihte benzeri pek olmayan bir vahşetle öldürülüyor ve sözüm ona bir Kürd partisi olarak ülke ve dünya kamuoyuna lanse edilen PKK daha 187 bin sivil, savunmasız Kürdün kanı kurumadan, vahşilikte öncülüğü kimseye kaptırmayan Irkçı, faşist Irak BAAS rejimi ile anlaşma imzalıyor.

1988 yılında PKK’nın Güney Kürdistan sorumlusu Nizamettin Taş, Irak BAAS rejiminin istihbarat yetkilileri ile protokol imzalıyor. Bu protokol 1991 baharında Güney Kürdistan bölgesinde Irak devletine karşı yapılan direnişte, Irak Devleti’nin Kürdistan’daki arşivleri PDKI’nın eline geçiyor.1992 yılında Duhok şehrine yaptığımız bir seyahatte söz konusu protokolün Latin harfleriyle yazılan kısmını bize gösterdiler. Kuzey Kürdistan’dan onlarca, hatta yüzlerce yurtsever insanın o belgeyi görüp okuduklarını biliyorum.

Benim amacım burada Nizamettin Taş’ı kötülemek değildir, PKK’yi tanıyan herkeste çok iyi biliyor ki PKK de hiç kimse kendisi değildir. Tek yetkili merci 1979 dan 1998 Eylül ayına kadar Şam da 10 katlı  bir apartmanın onuncu katında oturan ( Apartmanın giriş katı Suriye istihbaratına, beşinci katıda Türkiye’nin askeri ataşesi Albay Attila Uğur a aittir) Abdullah Öcalan’a aittir. Suriye istihbaratının ve Türk devletinin askeri ataşesinin oturduğu apartmanda oturan Apo’nun vereceği talimatlar, birer emir niteliğindedir. Bu emir ve talimatların çerçevesinin dışına çıkan yüzlerce, binlerce kadronun akıbetinin ne olduğunu Kürdistan kamuoyu çok iyi biliyor. Nizamettin Taş’ın 2004 yılında önemli bir kadro ile birlikte PKK den ayrıldığını ve yeni bir parti kurduğunu kamuoyu bilmektedir. İsterse bu konu ile ilgili Kürdistan kamuoyuna daha açıklayıcı bilgiler verebilir.

Bir örgüt, bir parti düşünün, sözüm ona Kürdistan halkının özgürlük mücadelesi şiarı ile yola çıkmış,1984 te Türk devletine karşı 1938 den bu yana ( 46 yıl aradan sonra) ilk olarak silahlı mücadele başlatmış ve bu çerçevede binlerce, on binlerce Kürd gencini etrafında toplamış.( Önemli çoğunluğu seçkin üniversitelerde okuyan) 1988 yılında sömürgeci işgalci bir Devletin tarihin en barbarca vahşetine uğramış ve Güney Kürdistan halkından tamamı sivillerden oluşan 187 bin Kürdü Dünya’nın en vahşi yöntemleri ile altı aylık bir süre içinde şehid etmiş ve bu masum insanların kanı daha kurumadan sözüm ona Kürd örgütü olarak geçinen PKK ve lideri gidip Kürdistan halkı üzerinde bu vahşeti uygulayan Devletin istihbarat örgütü ile el sıkışıp protokol imzalayacak ve bu örgüte halen Kürd örgütü gözü ile bakılacak. Doğrusu ben bu akla sahip insanlara ne diyeceğimi bilemiyorum. Hele hele Güney Kürdistan da ki güçlerin bunlara halen toleranslı davranmasına ve Eyüb peygamber sabrı ile yaklaşmasına hiç mi hiç anlam veremiyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi kastım Kürdler arası bir husumet ve çatışma değildir. Tek bir Kürd gencinin burnunun kanamasını istemiyorum. Aynı zamanda sadece 1988 yılında 187 bin Kürd insanını diri diri Irak’ın güneyindeki çöllerde kazılan toplu mezarlara gömen zihniyete sahip bir örgüte ne Güney Kürdistan halkının nede Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürdlerin ( Tabi en başta Kuzey Kürdlerin in) hiç bir şekilde güvenmemelidir diye düşünüyorum. Onlara halen güvenen ve onlardan medet umanlar, hatta onlara karşı sessiz ve tepkisiz duranlarında onların işlediği suçlara ve günahlara ortak olduğunu düşünüyorum.

Demem o ki: PKK’nın askeri kanadının önderi ve Kürdistan topraklarını adım adım gezerek inançları uğruna gençliğini ve her şeyini feda etmek şuuruyla tutuşan Mahsum Korkmaz 1983 yılında günlüklerini tutarken, belirlediği Ulusal Kurtuluş stratejisini adım adım hayata geçirmeye çalışırken 28 Mart 1986 yılında Gabar dağında uğradığı bir iç ihanet sonucu hayata veda eder. Onun infazın dan sonra PKK’nın her zaman yaptığı gibi Ulusal Kahraman olarak ilan edilir ve her yıl Mart aynın son haftası kahramanlık haftası olarak belleklere kazınır.

 Mahsum Korkmaz’ın tasfiyesinden sonra aşiretlere karşı amansız saldırılar yapılır ve Botan bölgesindeki aşiretler büyük ölçüde koruculaştırılarak Mahsum Korkmaz’ın Botan bölgesindeki aşiretler le güç birliği yaparak, Botan bölgesini askerden arındırma stratejisi yerle bir edilir.1988 de faşist BAAS yöneticileri ile yaptıkları protokol sonrasında silahlı güçlerinin büyük kısmını Güney Kürdistan Peşmergeler inin,20. Yüz yılın başından beri kanıyla sulanan topraklara yerleştirdiler. Halepçe katliamı ve büyük Enfal vahşetin den sonra bölgeyi geçici olarak terk etmek zorunda kalan ve çoğunlukla Doğu Kürdistan ve Kuzey Kürdistan’ın sınır bölgelerinde konuşlanan Peşmergeler bir süre sonra Ata topraklarına geri döndüklerinde PKK’nın onların her karış toprağı Peşmerge kanıyla sulanmış topraklarını Saddam dan aldıklarını ve bu topraklara girmelerine müsade etmeyeceklerini söylediler.

1988 den bu yana 36 yıl geçti PKK o dönemde Saddam Hüseyin’in istihbarat örgütü ile yaptıkları protokol sonucu girdikleri alanları adeta işgal etmiş durumdadır. Düşünün: Yüz yılı aşkın Güney Kürdistan halkı sömürgecilere karşı verdiği mücadele de yüz binlerle ifade edilen insanını şehîd verecek ve ben Kürd partisiyim diye kendini lanse eden bir güç o topraklara zorla yerleşecek ve o toprakların asıl sahiplerine biz burayı Saddam dan aldık diye cevap verecek. Demek ki onlara göre kendi iktidarı döneminde 482 bin Kürdü vahşice şehit eden bu cellat o toprakların sahibidir ve 36 yıldır bu tutumlarını sürdürmekten bir gram geri atmamışlar ve halen sözüm ona yurdsever geçinen Kürd insanları bunların iç yüzünü tanımamış, Güneyli güçlerde halen Eyyub peygamber tavrını sürdürmeye devam etmektedirler.

Tabi ki Mahsum Korkmaz’ın kişiliğinde somutlaştırdığım Ulusal Kurtuluş stratejisi Mahsum la sınırlı bir durum değildi. PKK’nin kuruluşundan itibaren Ulusal Kurtuluş mücadelesini esas alan çok sayıda kadro vardı. Apo sahaya çıktığı ilk aşamadan itibaren okun ucunu kendi örgütünün içindeki önemli lider kadrolara yöneltirken, okun diğer ucunu da örgüt dışındaki diğer önemli siyasi kadrolara yöneltiyordu 

1977 yılında PKK’nın ilk kadrolarından olan, kendisinden daha yetenekli, samimi ve cesur bir kadro olan Haki Karer’i öldürüp, başka örgütleri sorumlu tutarak bilgi kirliliği ve hedef saptırmayla Kürdistan kamuoyunu adeta kumpaslıyordu.22 Kasım 1978 de Kürdistan kamuoyunda çok iyi tanınan ve sevilen Ferid Uzun’u kalleşçe bir yöntemle öldürtüyor ve adres olarak Bucak aşiretini gösteriyor. Yaklaşık üç ay sonra Bucakların Ferid Uzun’un suikastı ile ilgisi olmadığı anlaşılınca Apo bu sefer de Ferid Uzun gibi bir devrimcinin kanı nasıl yerde bırakılır algısı üzerinden Bucak aşireti ne saldırarak yüzlerce insanın ölümüne ve Bucak aşiretinin Devletin yanında yer almasını sağlayarak, Siverek başta olmak üzere Urfa bölgesinde ki iç dinamikler paramparça ediliyor.

PKK’nın içindeki tasfiyeler ne Mahsum Korkmaz la başlamış, nede Mahsum Korkmaz la bitecekti.1984 yılında Diyarbakır’da ki deve geçidi zindanından şans eseri kurtulup İsveç’te daha önce Apo’ya muhalefetten gidip oturma izni alan Semir kod isimli Çetin Güngör’ün yanına sığınan Enver Ata isimli kadro PKK’nın tetikçileri tarafından öldürülecekti. Enver Ata’nın otopsisini yapan adli tıp ekibi, Enver Ata’nın vücudundaki ağır işkence izlerini görünce orada hazır bulunan Çetin Güngör’e işkence izlerini sorarlar. Çetin Güngör duygulanarak görüyorsunuz işte; Diyarbakır zindanlarının işkencelerinden kurtulup buraya kadar geldi ama Apo’nun cellatlarından kendini koruyamadı. Enver Ata’nın infazın dan kısa bir süre sonra da İsveç gibi Demokrasinin beşiği olarak bilinen bir Avrupa ülkesinde  Semir kod isimli Çetin Güngör’lede ikinci cinayetlerini gerçekleştiriyorlardı. Mahsum Korkmaz’ın tasfiyesinden sonra da PKK’nın içindeki en önemli gelişme Mehmet Şener ve Sarı Baran’ın başını çektiği ciddi muhalefet grubunun tasfiyesi idi

Mehmet Şener ve Sarı Baran’ın başını çektiği grup PKK Vejin adıyla kamuoyuna  bildiriler yoluyla kendilerini tanıtmaya çalışırken, diğer taraftan da aralarında görev bölümü yaparak Mehmet Şener Rojava Kürdistan’ına geçerek Qamişlo ya yerleşir. Bir süre sonra Apo ve El muhaberat işbirliği ile Mehmet Şener üzerinde uygulanan bir operasyonla Mehmet Şener de ortadan kaldırılır. Sarı Baran’ın görev yeri Güney Kürdistan’ın Duhok kenti idi. Sarı Baran’a yönelik iki silahlı suikast girişimi yapılır. Sarı Baran ilk suikasti ağır yaralar almadan kurtuldu. İkinci suikastta ise vücuduna isabet eden roket atar mermisinin şarapnel parçaları Sarı Baran’ı çok ağır yaralamıştı dönemde Güney Kürdistan da ki tıbbi imkansızlıklar da göz önünde bulundurulunca gerçekten Sarı Baran’ın o ağır vaziyetten kurtulabileceğine inanmak zordu. Sarı Baran’ın güçlü iradesi ve Kürdistan davasına olan yüksek inancı onu eski sağlıklı günlerine kavuşturdu diyebilirim. Sarı Baran’a karşı üçüncü suikast girişimi ise eylem için görevlendirilmiş üç militanın 10 günlük keşiflerini yaptıktan sonra Duhok’ta PDK ye sığınarak Cemil Bayık tarafından Sarı Baranı öldürmek üzere görevlendirildiklerini ama keşif sırasında Sarı Baranı gördükten sonra gönüllerinin bu cinayete razı gelmediğini o nedenle gelip PDK ye sığınmak tan başka çareleri olmadığını itiraf ederler.

1992 yılı ile 1996 yıllar arasında Duhok’a zaman zaman gittiğimizde bazen biz ona uğrardık, bazen de kendisi bize gelirdi. Sarı Baran yanılmıyorsam Mahsum Korkmaz’ın tasfiyesinden sonra askeri alanda hızla yükseliyor ve ARGK genel komutanlığına kadar yükseliyor. PKK’nin içinde askeri alanda son derece yetenekli ve kabiliyetli biri olduğu biliniyor. Aynı dönemlerde Hakkari’nin kırsal alanından çok genç bir delikanlı PKK de altı yıl kaldıktan sonra örgütten kaçıp oda Duhok ta PDK ye sığınmıştı. Tesadüfen onunla yüz yüze gelince Hakkari bölgesinden gelmesi hasebiyle Alan aşireti lideri Sadun Ağa’nın oğlunun öldürülmesi hakkında bazı sorular sorduk. Sadun Ağa’nın oğlunun öldürülmesinden bir ay sonra o bölgeye geldiğini ve aldığı duyumlara göre, bölgedeki alan komutanı Sadun Ağa’nın oğlunun üzerindeki tabancayı ondan ister. Sadun Ağa’nın oğlu, tabancanın dedesinden kalma bir hatıra olduğunu, demode bir tabanca olduğunu, bundan çok daha iyi bir tabancayı kendisine getireceğini söylenmesine rağmen PKK’nın bölge komutanı tabancayı almakta ısrar eder. Sadun Ağa’nın oğlu da tabancanın dedesinin hatırası olduğunu ve aileye ait olduğunda ısrar etmesi sonucu bölge komutanı tarafından öldürüldüğünü söyledi.

 İşin doğrusu biz bu bilgilere bir taraftan güvenirken, diğer taraftan da kendi arkadaşları olan ve bir aşiret reisinin oğlu olan biri, böyle basit bir gerekçeyle nasıl öldürülebiliyor demekten de kendimizi alamıyorduk doğrusu. Bir seferinde yine Sarı Baran la yaptığımız bir sohbette bu konuyu Sarı Baran la değerlendirdik ve nasıl olabilir böyle bir şey demekten kendimizi alamadık. Sarı Baran’ın bize verdiği cevap gerçekten Kürdistan tarihi açısından büyük bir ibretlik ve insanı düşüncelere sevk eden büyük bir deşifrasyondu benim açımdan. Sarı Baran’ın o gün söylediklerini olduğu gibi buraya aktarıyorum: ”JİRKİLERE,DİĞER AŞİRETLERE VE SADUN AĞA’NIN OĞLUNA KARŞI YAPILAN SUİKAST VE SALDIRILAR,HEP SUDAN BAHANELERLE YAPILIYORDU.DEVLET KORUCULUK SİSTEMİNİ DEVREYE KOYARKEN, ABDULLAH ÖCALAN PKK MERKEZ KOMİTESİNİ TOPLAYARAK AŞİRETLERİ TASFİYE KARARINI ALDIRDI.BOTAN BÖLGESİNDEKİ AŞİRETLERE KARŞI YAPILAN SALDIRILAR APO NUN MERKEZ KOMİTESİNE ALDIRDIĞI KARARIN PRATİĞE GEÇİRİLMESİYDİ.

Gerçekten bu bilgiyi merkez komitesi üyesi ve o dönemde ARGK genel komutanının ağzından duyduktan sonra benim Apo ve ekibinin ne kadar karanlık ve derin bir yapılanma olduğu konusunda düşüncelerim daha da pekişmiş oldu. Demek ki Apo ve Türk devletinin derin kurumları ilk baştan beri At başı gibi bu işi birlikte yürütüp, birbirlerini tamamladıklarını iyicene anlamış oldum. Belki Mahsum Korkmaz’ın 1983 te günlük notlarından hareketle yaptığım bu analiz ve değerlendirme inandırıcı gelmeye bilir. Âmâ Mahsum Korkmaz’ın tasfiyesinden sonra ki bir kaç yıl içinde Botan bölgesinde ve Güney Kürdistan da meydana gelen gelişmeler Mahsum Korkmaz’ın o gün belirlediği stratejinin tam zıttı ve tezatı idi .Botan bölgesinde ki aşiretlere karşı sudan bahanelerle saldırıp onları Devletin safına itmeleri Mahsum Korkmaz’ın Botan bölgesindeki aşiretler le güç birliği yaparak orayı askerden arındırma perspektifi yerle bir ediliyor.1988 de Saddam Hüseyin’in kanlı ellerini tutarak onunla tarihin en kirli anlaşmasını yapmaları sonucunda Güney Kürdistan a yerleştirdikleri binlerce silahlı adamla ( sekiz bin den bahsediliyordu o dönemlerde) Mahsum ‘un biz Güney Kürdistan’ı hiçbir zaman cephe gerisi olarak kullanmamalıyız belirlemesi de yerle yeksan ediliyordu. Geçmiş yıllarda APO NUN Botan bölgesinin askerden arındırılması ile ilgili bir yazısında Mahsum’un ismini vermeden birileri kendi aklınca Botan bölgesini askerden arındırmak gibi bir hesabı olduğunu yazarak adeta alay ediyordu.

1988 de Saddam Hüseyin le yaptıkları o ihanet anlaşmasından sonra Apo ve etrafında Ankara Grubu olarak bilinen şürekâsı Güney Kürdistan da ki kazanımları yok etmek için her türlü yol ve yönteme başvurmuşlardır.1991 baharında dört parça Kürdistan ve diasporadaki  tüm Kürdler için Bayram ve sevinç kaynağı olan Raperin, Apo ve şürekâsı için yas ve matem gibi geliyordu. Raperinin ilk haftalarında o dönemde Yeni Ülke adıyla yayınlanan haftalık gazetelerinde okuduğum bir makale MHP ve Kemalistlere söz bırakmayan türde bir makale idi.

O gün bugündür sömürgeci devletler le koşut bir şekilde Güney Kürdistan da Kürdistan tarihinin son iki yüz yılının en önemli kazanımlarını ortadan kaldırmak için her yol ve yönteme başvuruyor. Çok ilginç değil mi? Örtülü bir şekilde oradaki kazanımları ortadan kaldırmak için sinsice politikalar güden sömürgeci devletler le o kazanımları yıkmak için ortak payda da PKK’nin dışında böyle bir pozisyonda Kürd örgütü olduğunu sanmıyorum. Bu gün gelinen noktada Türkiye Cumhuriyeti devleti ile adeta sandviç teorisinde olduğu gibi Güney Kürdistan da ki kazanımlar her iki güç tarafından kıskaca alınmıştır. PKK’nin Güney Kürdistan da ki duruşunun tek bir manası ve amacı vardır, oda Türk Devleti’nin oraya askeri güçle müdahale etmesi ve oradaki kazanımları uluslararası denklemler elverdiğinde yerle bir etmesidir.

PKK KUZEY KÜRDİSTAN’DA POLİTİK MÜCADELE VERMEK ÜZERE KURULMUŞ BİR ÖRGÜTTÜR.45 YILI AŞAN MÜCADELE SÜRECİ İÇİNDE 100 BİN İLE 150 BİN ARASI İNSANIN ÖLÜMÜNÜN ARDINDAN BU GÜN KUZEY KÜRDİSTAN’DA KONTROLÜNDE TEK BİR KÖY BİLE YOKKEN, BÜTÜN GÜCÜNÜ GÜNEYE ÇEKEREK ORADAKİ KAZANIMLARI YOK ETMEK İÇİN UĞRAŞTIĞINI GÖREMEYEN GÖZLERE,BU KİRLİ PLANA KARŞI ÇIKMAYAN KÜRDE VE KÜRDİSTAN LIYA NE DEMEK GEREKTİĞİNİ OKUYUCUNUN İNSAFINA, VİCDANINA VE FERASETİNE BIRAKIYORUM.

BURAYA ÖNEMLİ BİR NOT DÜŞEREK YAZIYI SONLANDIRACAĞIM: BİLİNDİĞİ GİBİ 1946 YILINDA MAHABAD KÜRD CUMHURİYETİ KURULUR.CUMHURİYETİN EN BÜYÜK DESTEKÇİSİ YAKLAŞIK 3000 PEŞMERGE İLE CUMHURİYETİN HİZMETİNDE OLAN MELE MUSTAFA BARZANİDİR.AYNI YIL (1946,,,) PDKI MAHABAD TA MELE MUSTAFA VE ARKADAŞLARI TARAFINDAN KURULUR VE PARTİ FAALİYETLERİNE MAHABAD TA BAŞLARLAR.BİR SÜRE SONRA MAHABAD CUMHURİYETİ’NİN BU FAALİYETLERDEN MEMNUN OLMADIKLARINI HİSSEDERLER.BAKIN; HİSSEDERLER DİYORUM.YANİ HERHANGİ BİR TEPKİDE BULUNMADIKLARI GİBİ SERZENİŞTE DAHİ BULUNMAMIŞLARDIR.BUNUN ÜZERİNE PDKI DOĞU KÜRDİSTAN’DAKİ PARTİ FAALİYETLERİNİ DURDURUR VE GÜNEY KÜRDİSTAN’DA PARTİ FAALİYETLERİNİ SÜRDÜRME KARARI ALIRLAR.BU HASSASİYETİ GENÇ MAHABAD CUMHURİYETİ’NİN TÜRKİYE VE IRAK GİBİ ULUSLARARASI İLİŞKİLERİ O DÖNEMDE GÜÇLÜ OLMALARI VE KENDİLERİNİN ORADAKİ FAALİYETLERİ GENÇ MAHABAD CUMHURİYETİ’NİN ALEYHİNDE KULLANMA FIRSATINI VERMEMEK İÇİN BU HASSASİYETİ GÖSTERİYORLAR.

32 YILDIR GÜNEY KÜRDİSTAN’DAKİ KAZANIMLARI YIKMAK İÇİN SÖMÜRGECİ DEVLETLERLE AYNI NOKTADA DURAN PKK YE ONUN YANDAŞLARINA VE BÜTÜN BUNLARA KARŞI SAĞIR SULTAN KESİLEN KÜRDLERE İTHAF EDİYORUM.

 

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Bu haber toplam: 15466 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:15:36:52