Kürd milletinin bu haklı ve kutlu davasında, en başta, canlarını feda eden tüm şehitlerin aziz hatırasını ve bu uğurda meşru ve ahlaki her türlü mücadele yöntemleriyle ulusal görevini yerine getiren Kürd milletinin her bir ferdinin emeğini kendime baş tacı ederek onları saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.
Bu mücadeledeki bir hatayı, isabetli olmayan bir yol yöntem veya fikriyatı eleştirirken bu merhaleye kadar sergilenmiş olan emeğe de en ufak bir saygısızlığı çağrıştıracak bir söz söylemeye utanırım. Çünkü, Kürd milletinin ve Kurdıstan'ın başına gelenin, dayatılan şart ve koşulların ve Kurdıstan davasında gösterilen özverinin, verilen emek ve ödenen bedelin emsalini ben bilmiyorum ve tahmin de edemiyorum.
O emeklere vefasızlık edip ahkam kesmek, yada farkında olmadan ukalalık etmek gibi bir duruma düşmek, bir körlük ve çok büyük bir nankörlüktür. Fakat niyet dürüst olduktan sonra Kürd mücadelesindeki bir yol ve yöntemi sorgulamak veya varsa bir yanlışlığını dile getirmek ise her vicdan sahibi Kürd'ün en baştaki görevidir. Çünkü yapılan bir yanlış karşısında susmak veya bağnazlığa sapmak en temiz ve en haklı davaları bile asli hüviyetinden uzaklaştırıp, o davanın kirlenmesine ve zararlı bir hale gelmesine ve de amacına ulaşamamasına sebep olabiliyor.
Bu girizgahtan sonra konumuza dönersek...
Bilindiği üzere HDP nezdindeki Kürd siyasal hareketi bu kadar dinamizmine örgütlülüğüne ve bu kadar konsolide olabilmesine rağmen 14 Mayıs 2023 Millet Meclisi seçimlerinde beklenen başarıya ulaşmak bir yana bir önceki seçim sonuçlarının bile gerisinde kaldı maalesef. Bu sonuç üzerinden ben de kişisel görüş ve düşüncelerimi Kürd milletinin bir ferdi olarak söyleme gereği duydum.
Örneğin HDP fikriyatında deniliyorki, "Türkiye demokratikleşmedikçe Kürt sorunu çözülemez, Kürt sorunu çözülmedikçe de Türkiye demokratikleşemez."
Yani bu önermeler şu örneğe benziyor:
Oğuz adil bir insan olmadıkça Agit hakkını alamaz, Agit hakkını almadıkça da Oğuz adil bir insan olamaz.
Bu doğru mu? Farzedelim ki Oğuz hiç bir zaman adil bir insan olamadı ve olmayada ne eğilimi ne de niyeti var. Bu durumda Agit hiç bir zaman hakkını alamayacak mı? Ya da Agit hakkını almadıkça Oğuz adil bir insan olamayacak mı?
Yani bu iki insanın kaderi birbirine mi bağlı. Yani Allah'ın takdiratı genelde böylemi olur? Allah'ın kanunu böyle midir, böyle mi işler.
Hayır, bu doğru bir varsayım değil. Bu isabetli bir hüküm de değil.
Çünkü, örneğin Irak demokratikleştikçe mi Kürd sorunu çözüldü. Ya da Kürd sorunu çözüldükçe mi Irak demokratikleşti. Tamam, Kürdlerin Irak devletindeki durumu mükemmel değil ama en azından sorunun ne olduğu ve ne istendiği net olarak görünür oldu ve herkese de ilan edilmiş olundu. Bundan sonrası ise o görünürlülüğü bilinirliliği daha ileriye taşımak ve bunu sağlamlaştırmak.
Kürdlerin derdini ve talebini izah etmek için çok büyük felsefik açılımlar ve sosyal-siyasal analizler yapmaya gerek yok. Bir Türk, bir Arap, bir Fars ne istiyorsa Kürd'ün istediği de bunun bir gram bile ne azı ne de fazlasıdır.
Kürd milleti, bir kaç asırdır millet olmaktan kaynaklı en tabii ve en kutsi haklarından mahrum olunmaktadır. Ve bu haklarını talep ettikçe de hep hapis, işkence, ölüm, tehcir, tedip ve tenkil yöntemleriyle çok şiddetli mezalimlere uğramaktadır.
Şimdi bu durumda Kürt milleti bu çok ağır zulümden kurtulmak için yönetimi altında olduğu toplulukların medenileşmesini mi bekleyecek. Ya da bu bedevi toplulukların medenileşmesi için hep canlar mı feda edecek.
El insaf, el insaf...
Örneğin, bir hırsız evime girecek çalacak, çırpacak, öldürecek, yakıp-yıkacak ve ben de o hırsızın bu fiili yapmaması için zamanımı emeğimi o hırsızın ıslahına harcayacağım öyle mi? O zalimle ya elimle ya dilimle ya da en azından kalbimden ona buğzetmek yerine inadına onun ıslahına mı çalışacağım. Vay be, bakar mısınız şu enayiliğe. Şimdide mazlumu ikinci defa zalime mahkum et, hemde inadına inadına. Zalim zulmünü terk edinceye kadar mazlumun kaderini onun insafına ve keyfine endeksle. Zalimin her türlü namertliğine namussuzluğuna, nazına katlanacağım ta ki vicdana gelip bana bir kaç kırıntı verinceye değin...
Yani birinin rahat edebilmesi için diğerinin insafa gelmesi gerek. Birinin insafa gelebilmesi için de diğerinin rahat etmesi gerek.
Yemin ediyorum ne dini ne siyasi yorumda ve zeminde, ne de geçmişte ve gelecekte Kürdlerin dışında bunun denemesini yapmış veya bu şekilde kaderi bir prangaya mahkum edilmiş başka bir millet yoktur. Varsa da ben bilmiyorum. Bilen varsa bunu paylaşsın da bizde bu enayiliğimiz içinde biraz teselli bulalım.
Yok, yok kardeşim. Zalimlere diyeceğimiz ve kendimizede hedef seçeceğimiz husus şudur, "Ya Kurdıstan ya neman." Çünkü zaten statüsüz bir Kürd milleti ve bir Kurdıstan ülkesi yok olmaya mahkumdur. Madem onursuzca davranmakta da asimile yoluyla bir yokluk vardır, o zaman en iyisi ya onurluca bir varlık göstermek yada onurluca yok olmak. Böylesi bir irade amaç ve mücadele diğer türlü bir teslimiyetten ve onursuzluğu benimsemekten daha iyi daha faydalı ve daha isabetlidir.
Bir safhaya kadar iyilikle güzellikle zalim uyarılır fakat bu aşama sınırsız ve süresiz değildir. Bunun içindir ki iyilik ve güzellikle derdimizi anlatma ve zalimi uyarma safhası çoktandır geçti artık. Zalimin bu konuda en ufak bir hak talebine bile tahammülü olmadığını yüzyıllardır görüyoruz. Bundan sonrası ise meşru ve ahlaki her türlü yol yöntemle ulusal haklarımızı en net şekilde dile getirip onu sahiplenmektir.
Ama gelde bunu bilmeyene ve dinlemeyene anlat. Anlatamazsın. Çünkü seni dinlemez. Dinler gibi yapar fakat dikkate bile almaz. Çünkü onun beyni kilitlenmiştir. Ve taassup da işte böyle bir şeydir. Konu başlığında dile getirdiğimiz gibi, "Ne guhdar u nezan, derdê bê derman."
Yani bilmez ve söz dinlemez kişi, dermansız derttir.
Nizamettin ELÇİ