Duyuyor musun beni Bırayê min, hani biz vardık bir de biz; bizi hatırlıyor musun? Benim güzel yavrum; sen yoksun ya ben de; hâlâ bir bilinmezin içinde...birikmiş “keşke”lerin gölgesinde şairin dediği gibi “...ama belli sonundayız her şeyin/ en sonunda”yım.
İşte o hiç gelemeyen hüznümün barışı da; insanı bitiren, gömen evlat acısını kimseler yaşamasın diyedir. Ne yazık ! yaptıkları ötekileştirmeyle yaratıp sonra düşman, terörist ilan ettikleri örgütlere rahmet okutacak kadar terörizm sevdalısı faşist ideolojili devletleri; milyonların gözü önünde çoluk çocuk demeden insanları katlettirdiğinden; evlat acısı çekilmeden tek bir günün yaşanmadığı Ortadoğu’da; barış... huzur... öylesine uzaktır ki; artık bir ihtimal dahi değildir.
Ardında enkaz altındaki belki çok da mutlu olunmayan günlere dahi koca bir hasret, ölü bedenler bırakan savaş, kaos döngülü denklemde ısrarlı otoriter liderlerin oyuncağı Ortadoğu’da; her gün bir kurşun, bomba, bir roket, intihar saldırısı, bir kazayla bir anda bitecek sallantıdaki hayat... zaten hayat da değildir.
Üstelik çözümsüzlüğünde ısrar edilen o denklemin herkesçe bilinen bilinmeyeni barış, uzlaşma; Ortadoğuda “dur, vurma biraz toparlanalım”la savaş stratejisinin bir aracı haline getirilmişken; gelişmiş ülkelerdeki insanların sakin, mutlu yaşamlarına özlem; “eğer”le kurulan binlerce cümlenin de nedenidir.
İşte öylesi cümlelerden biridir; eğer devletin güvenlik güçlerine ait yasal gaz bombasıyla öldürüldüklerinden katillerine “bebek katili” de denmeyecek 8 aylık Gazze’li Leyla Gandur, 18 aylık Türkiyeli Mehmet Uytun ve 3 yaşındaki Suriyeli Aylan Kurdi Ortadoğu’da değil de, AB, ABD , Japonya’da doğsaydılar hâlâ yaşıyor olacaklardı.
Adını bilmediğimiz Iraklı, Suriyeli Kürtler, Filistinli gerillalar gibi ataları, ebeveynleri, kendileri; devletin makbulü “tek millet; Türk”, “tek mezhep; Sünni” değil de farklı etnik köken, mezhepten olduklarından “Türksün”, “ Türkçe konuş”,...,..., asimileli, insan dışkısı yedirilmiş işkencelere, köylerinin yakılmasına, yargısız infazlara maruz kaldıklarından dağa çıkmak zorunda kalan onca HPG’li Metin Baran (Harun Agir), Kevser Ertürk (Ekin Van)’de eğer bu diyarda doğmasaydılar, yaşıyor olacaklardı.
Onca er Ahmet Taş, Mustafa Yorulmaz da; yıllarca sistematik bir bicinde yapılmış asimilenin, OHAL’in, faili meçhul cinayetlerin uygulayıcısı devletin kadrolu tetikçileri ..., Topal Osman..., ..., Çakıcı, ..., E.Oktay Yıldıran ..., , İbrahim Şahin ...., Yeşil ’lerin cirit attığı Türkiye’de doğduklarından; Türk, Kürt gençlerinin birbirine kırdırıldığı 40 yıldır süren savaşa kurban edileceklerdi.
Bu insanın kaderinin doğduğu ülke olduğu gerçeği karşısında, devletlum Bahçeli’nin “kader mahkumlarına af “la devletin, yurttaşlarının kaderlerini belirleyeceği öldürücü gücü ellerine teslim ettiği organize suç liderlerini işaret etmesi, boşuna değildir.
Bahçeli’ye içsel yolculuk yaptırtan; gasp, uyuşturucu kaçakçılığı, hayali ihracat, banka hortumlamayla elde ettikleri büyük rantı arkasına sakladıkları “devletin bekası” için yapıldı yine yapılır”la aklanmış geçmişteki suç nitelikli hukuksuz faaliyetlerdeki ortaklarını kollama refleksidir.
Çok değil 22 yıl öncesinde darbelere zemin hazırlayacak onca ..., ..., .., Çorum,..., ..., Maraş, ..., ..., katliamlarının, 70’lerin solcu, 90’ların faili meçhul cinayetlerinin zanlılarından biriyken, yumruk attırttığı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyla banka pazarlığı yapacak kadar siyaseti, ekonomiyi şekillendirecek kudretteki mafya liderlerinin “masum, kurban, kahraman” tanımlanmasına göz yumulması da, kapsama alanı geniş o suçlara ortaklığı yüzündendir.
Netekim, insanların Cumhurbaşkanlarına “Reis” dediği bir toplumda; kardeş katlinin, soykırımın, asimilenin bilinçli sebebi yapılmış “devletin bekası” uğruna binlerce insanın kanını akıtan katillerin “Türkiye seninle gurur duyuyor”la karşılandığını görmüş Bahçeli; skandal sayılıp, istifa getireceğinden bir hukuk devletinde yapamayacağı Çakıcı’ya ziyaretinin fotoğraflarını da “amanda duymayan kalmasın”la servis etmekten kaçınmamıştır.
Hem eli kanlı bir mafya liderinden medet uman Bahçeli’nin, üniversitesini bitirdiği Manchester’da protesto edileceğinden diyemeyeceği “Madımak’ı, katliam vasıflandırmadım...pencereleri açmadıklarından dolayı insanlar ölmüş” akıl dışılığını teşhirden çekinmeyen Karamollaoğlu’nun, onlarca Fikri Özgen’ni faili meçhullerde yitirten Çiller’in İçişleri Bakanı Akşener’in umut olabildiği bir Türkiye’den kime ne hayır gelir ki.
Zaten ülkenin büyük bahtsızlığı da; “devletin bekası için” onlarca muhalif R. Luxemburg’un katlinin sorunları çözmediğini anladıklarından; her alanda demokrasiyi, şeffaflığı hedeflemiş gelişmiş ülkelerin dündeki karanlığının bugün Türkiye’de yaşanmasından rahatsızlık duymayan; otoriter, dışlayıcı Cumhur ittifakının alternatifi görülen Millet ittifakı liderlerinin de; sultalık sağladığından değiştirmeyi ağızlarına almadıkları siyasi partiler yasası kadar demokratlığa sahip olmalarıdır.
İşin kahredici yanıysa “adalet....adalet..” diye haykıranların; katliam, faili meçhul ve işkencelerde yitirdiklerinin acısıyla hayatları alt üst edilmiş mağdurların; katillerle cinayetlerin izlerini silme odaklı sessizlikleridir.
İnsanı kendinden bile tiksindireceğinden kimsenin itiraf etmeye yanaşmadığı onursuz sessizliğin nedeni de; seçmene yaşanan adaletsizliğin, yolsuzluğun, ..., ..., müsebbibi müesses nizamın yerine evrensel demokrasi, eşitlik, özgürlük ilkelerini temel alan yeni bir sistem sunmaktansa; bir kez daha “aman Tayyip seçimesin” ya da “ karşı seçilmesin de kim seçilirse seçilsin” dürtüsüyle hareket eden, destekledikleri partilerin liderlerinin kurdukları “ittifaklar” zarar görmesin düşüncesidir
Peki ya bir, iki milletvekili için sağa sola göz kırpan siyasi partilerle “nasıl bir demokrasi” konusunda dahi uzlaşmadan alelacele kurulan “yeter ki Tayyip 2. tura kalsın” temalı ittifak çatırdamasın diye Karamollaoğlu’nun söylediklerini “dikkat aramıza çomak sokmak istiyorlar”la görmezden gelen, susan sosyal demokratlara ne demeli?
Bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde de aynı dürtüyle Bahçeli’yle ortak aday çıkaran sosyal demokratlar, bu sessizlikleriyle 16 yıldır eleştirdikleri lidere “biat”a yatkınlıklarını kanıtladıklarının farkında bile değillerdir.
Hal böyleyken, korkulması gereken de; Madımakta katledilen çoğu Alevi 37 aydını “pencere açmadılar”la suçlayarak insan yakmayı normalleştiren Karamollaoğlu’yla ittifakın Türkiye’nin önünü nasıl açacağı muammasından ziyade, vicdanı perdeleyen “Cumhur ittifakın eline koz vermeyelim“li çıkarsal, riyakar mantığın hayatın içinde iyice kök saldığının açığa çıkmasıdır.
Ki kendini özgür, demokrat tanımlayanları “Tayyip kazanırsa kötü olur” endişesine sevk eden, değişmesini istedikleri tavır, düşünce bugün Akşener’in, Karamollaoğlu’nun, Bahçeli’nin söyledikleri, yaptıkları karşısında da susan, biatçı bireyler değil miydi?
Daha...daha savaş, daha...daha insanın öldürülmesini arzuladıklarından genelkurmay başkanın önünde “yaylalar, yaylalar.. baktın afrin hoş değil...” türküsü söyleyen aydınının, sanatçısının sersemlettiği Türkiye’de, karşıtının acısına saygı duyduracak bir barışı; görüşleri farklı ama “zulüm bizdense ben bizden değilim” li ahlakı, merhameti, adaleti baş tacı eden iyi insanlarla kurulacak bir ittifak getirecektir, belki de.
“Seçimi kazanmazsak Belgrad ormanına gömdüklerimizi çıkarırız ...” dahil söylenen, yapılan, olan, olacak hiç bir şeyin niyeyse kimseyi şaşırtmadığı diyarlarda eğer “ben” tünelin ucundaki ışık gibi bir şeyse...ordayım işte. Peki sen...sen benim güzel yavrum... sen de orda mısın? Anımsadın mı; sana okuduğum masallar hep mutlu sonla biterdi, ondandır belki de mutluluğun sonda aranışı, arayışım.
Hani “hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız” demiş ya A.H Tanpınar; S. Demirtaş’ın aday olduğu seçime propaganda yapma hakkını kullanamayacağı hapiste girmesinden utanmayanlara bakıp ta Hevalım! sen öyle bir masal yaz ki, bir Ahmet Kaya şarkısı gibi kalbin sesi dile düşsün; özgürce....