PKK, son on yıldan fazla ki dönemde, doğrudan AKP iktidarını hedef aldı. AKP polisi, AKP ordusu, AKP devleti vs. tanımlamalarla, kendi kitlesine, yüz yıldır Kürt halkını sistematik olarak yok etmek isteyen devlet sistemini değil, bir partiyi hedef gösterdi. PKK bunu neden yaptı? Cumhuriyet tarihinde ilk kez AKP döneminde Kürtçe serbest bırakıldı, Kürt özel okullarına izin verildi, Kürtçe tv kanalları devlet tarafından açıldı. Kürtler 2014 yılına kadarki AKP iktidarı döneminde, nispeten nefes alabildi. Çünkü AKP Olağanüstü Hal durumunu kaldırdı. Kuzey Kürdistan’da ticaret nispeten canlandı. Daha önceki iktidarların hiç biri, bu türden değişimlerin yüzde birine bile tahammül edemezdi. Öyleyse PKK, neden örneğin Kemalist partileri, Türk ırkçı partilerini, ya da doğrudan Türk ırkçı devlet yapısını değil de, özellikle Erdoğan ve AKP iktidarını hedefledi?
2012 Şubat ayında, Fetullah Gülen hareketi, PKK-MİT arasında gerçekleşen Oslo görüşmelerini ileri sürerek, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklamak istedi. Birçok yorumcuya göre, o tutuklandıktan sonra sıra Erdoğan’a gelecekti. Ancak Erdoğan hükümeti hemen harekete geçti, soruşturmayı açan savcıyı görevden aldı ve MİT’i korumaya alan bir yasa çıkardı. Öcalan, değişen dengelerde MİT’i ve Erdoğan’ın başkanlık sistemini destekleyeceğini açıkça ilan etti.
\"Başkanlık sisteminin düşünülebileceğini\" söyleyen Öcalan, \"Biz Tayyip (Erdoğan) Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz\" dedi. Dağdaki silahlı kadrolar konusunda da \"tek taraflı çekilme olmayacak. Çekilme parlamento kararı ile olacak, TBMM onaylayacak\" ifadesini kullanan Öcalan, \"çekildiğimiz anda gerillayı daha da büyüteceğiz. Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum\" demişti. (1)
Ancak bütün bu tabloda görünmez kalan kısım, Öcalan ile devletin ırkçı askeri örgütlenmesi Ergenekon ile olan ilişkisiydi. Bu ilişki, İmralı cezaevinden önceki yıllara yayılmıştı; cezaevine getirildiği günlerde de ilk sorgularını bu örgüt yapmıştı. Öcalan bu sorgularda, “devlete akıllı bir er gibi hizmet edeceği”, “Kürtlerin tüm gücünü devletin hizmetine vereceği”, “Ortadoğu ve Kafkaslarda Türkiye’nin istihbarat örgütü yerine, ondan daha iyi ve karşılıksız çalışacağı” sözlerini vermişti.
Öcalan’ın ve PKK’nin bugün neden Kürtlere ve Kürdistan davasına karşı bir strateji izlediğini anlamak için, her şeyden önce şu noktaları her zaman hatırlamak gerekir.
1. PKK, kuruluşundan bu yana, Türk ordusu ve istihbaratıyla ilişkilerini sürdürdü ve eylemlerini buna göre organize etti. Bu ilişkileri Öcalan da gizlememektedir; defalarca şunu söylemiştir: “Bizi başlangıçta MİT finanse etti ve korudu.”
2. PKK, var olduğu her Kürdistan parçasında, egemen rejimlerin istihbarat örgütleriyle de iyi ilişkiler kurdu ve eylemlerini bunlara göre organize etti.
3. PKK, ideolojik anlamda totaliter bir harekettir ve Kürtlerin ulusal duygularını sadece bu yapısını güçlendirmek için kullanmıştır. Gerçekte Kürt ulus yapısını, ulusal duygularını, Kürt ailesini, Kürt dil ve kültürünü zamana yayarak dağıtmak ve o parçadaki Türk, Arap ve Fars kültürlerinin içinde eritmek, en azından bu rejimlerinin hizmetine vermek amacındadır.
4. PKK ve Öcalan’ın en önemli işlevlerinden biri de, Kürt ulusal enerjisini, ulusal kurtuluş doğrultusunda ortaya çıkan gücünü kendi örgütünü güçlendirmek için kullanmak, egemen devletlerin istihbarat planları dahilinde boşa harcamak, mümkünse onların hizmetine vermektir.
Bu noktaları daha iyi anlamak için, Öcalan’ın 1999’da, Ergenekon örgütü üyesi Türk subaylarının yaptığı sorgusunda söylediklerine bakmak faydalıdır:
“PKK Başkanlık Konseyi tektir, bütün örgüt tektir. Tek bir kişiyi bile bunların eline bırakmayacağım. Hepsi Türkiye’nin hizmetine girecek.”
“Devlet de PKK ile savaştı... Ama ben de PKK ile savaştım. Benim de yapacaklarım var. Milyonlar şu anda mecnun gibi bana tapıyorlar. Peygamber gibi. ... Onun için ben Suriye’de benden sonra oynayabilecekleri tek bir adam bırakmadım...”
“Türkiye’ye büyük kazandırıyorum. Bunu planlamanız gerekiyor. Ben fazla bir şey istemiyorum; sınırlı çalışma araçları isteyeceğim. Ve tartışıp planlayacağız. Uygulamak için sınırsız güç var. Bunları direk devlet yapamaz; direk Türkiye’nin yapması zordur. ABD bile dünya gücüdür, taşeron kullanır...”
“Apo iş yapacak. Hizmeti olacak. Milyonlarca insanın gücünü ilaç gibi kullanacağız diyorum tekrar. Türkiye’yi daraltan her şey tam tersine dönüştürülecektir. Bu sadece benim zora soktuğum yönleri düzeltmeyecek, onların öncesini de düzeltecektir. ... Hiç bir şey, rütbe vs. istemiyorum. Sadece çalışma imkanı istiyorum. Eğer en etkili, “bravo Türkiye” şeyini ispatlayamazsam, bütün komşulara Türkiye örnek ülkedir dedirtmezsem, ... En kısa sürede olayı büyük bir ekonomik kazanca dönüştürmezsem, ... Ben sorumluyum...”
“Devlet bana hizmet imkanı verirse, çok açık söylüyorum, inanılmaz gelişmeler ortaya çıkacak. Doğudaki halkın (Kürtleri kastediyor) Cumhuriyetin taze kanı haline getirilmesi sözkonusu...”
“Şu anda milyonlarca insanı bağlayabilirim bu devlete. Mimar gibi bağlayacağım. Kaba saba yaparsam çirkin olur. Değerim o zaman anlaşılacak. ... Hizmet imkanım o kadar büyüleyici ki, şu anda parlamentoya yaptırılamayan işlerin iki-üç katını yapabilirim. Ordu birçok çevreye iş yaptırmak istiyor ve bu güzel bir şey. Hep saygıyla karşılıyorum. Ve Kürt olayında, (ordunun) üç, beş, on ülkeye, tonlarca istihbarat ve parayla yapamadığını, tek başıma, kuruş masraf ettirmeden, daha da fazla kattırarak devlete, ben yürüteceğim. Bir isyanı bu kadar geliştirebilen biri, devletle birlikte olduğunda, onu da ne kadar geliştirebileceğini bilir...”
“Devlete en büyük hizmeti yapmamın olanakları sınırsız. Bu kadar insanı derinden devlet gücü haline getirmek dev bir olaydır. Tekrar söylüyorum, imparatorluk ayarında bir güç yaratılıyor. ... Bunun için söylüyorum, bana biraz imkan yaratın da, bu en büyük çalışmayı yapayım diyorum...” (2)
Öcalan’ın bu sözleri, kayıt altına alınmış ve Öcalan-Erdoğan yakınlaşması döneminde, yine Ergenekon örgütü tarafından basına sızdırılmıştır. İşbirliğinin nasıl sağlandığı, devletin Öcalan’a nasıl imkanlar sunduğu, programlarının nasıl yapıldığı ve nasıl yürütüldüğü açıklanmamıştır.
Öcalan’ın bu tutumundan sonra, Ergenekon yapısının ona ne tür olanaklar sunduğu hala gizlidir. Ancak şu nokta açıktır: 1999’dan hemen sonra gerillaya ve PKK’nin olduğu her yere, Öcalan-Ergenekon işbirliği tarafından çok sayıda kadrolar gönderilmiştir. Bu gizli bir harekattır ve ancak sonuçlarına bakılarak anlaşılabilir. Bu kadrolar hala PKK içinde faaliyet halindedirler. PKK’nin Kürt ve Kürdistan davasına karşı durması, Barzani düşmanlığının örgütlenmesi ve Kürt halkının Barzani düşmanlığı yoluyla amaçlarından koparılması, bu kadrolar tarafından idare edilmektedir. Elbette Kandil’deki yönetim bu durumu bilmektedir; ancak bunu engellemek bir yana, onlar kendileri şu veya bu nedenle, uyum sağlamaktadırlar. Dahası, dağdaki Ergenekon, bilinçli olarak Cemil Bayık tarafından yönetilmektedir. Diğer yöneticilerin ise, bu Kürt düşmanı stratejiye uyum sağlamak dışında bir şey yapmaya ne güçleri, ne de niyetleri vardır.
Şu andaki durumda PKK iki gücün arasında kalmıştır. Bunlardan biri İran-Rusya-Suriye hattı, diğeri ise Batılı müttefikler hattıdır. Ancak Türkiye’nin tutumu, resmi olarak içinde bulunduğu ABD öncülüğündeki ittifakla tam bir uyum içinde değildir. Türkiye’nin kendi projeleri vardır ve çok muhtaç olmadıkça, Batı ittifakının hareket çizgisini uygulamayacaktır. Türkiye, bölgedeki etkisini lider devlet düzeyine çıkarmak ve bütün Müslüman dünyası üzerinde açık biçimde etkili olmak istemektedir. Sunni blok, onun hareket alanıdır; çünkü Türkiye’nin büyük çoğunluğu sunnidir. Türkiye, bu durumda Kürt gücünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istemektedir. Ancak PKK ve Öcalan’ın Kürtlerle ilgili programları, sadece Kürt gücünü kullanmak ile sınırlı olduğu için, hem devletin, hem de PKK’nin Kürtlerle problemi ortaya çıkmaktadır. Kuzey Kürtleri şu anda kendi çıkarlarını, hayatlarını, geleceklerini savunacak bir örgütten yoksundur. Var olan PKK’dir, o da sadece Kürtleri harcamakla meşguldür.
Türkiye içinde, devlete egemen olmak isteyen iki ana kesim vardır: Bunlardan biri Kemalist çizgidir, ikincisi AKP-Erdoğan çizgisidir. Bu kesimlerin her ikisinin de Türk devletinin dış ilişkilerinde etkileri vardır. Her ikisi de, dış kuvvetleri kullanarak içerdeki karşıtlarının önünü almak, zayıflatmak istemektedir. Ancak bunlar, özellikle Fetullah Gülen hareketinin tasfiye edilmesinden bu yana, aynı zamanda müttefiktirler. İttifakları, Kürt halk hareketinin tasfiye edilmesi üzerine kurulmuştur. Bunun için kullanacakları en önemli güç de, Öcalan’ın Kürtler üzerindeki etkisidir.
Öcalan, bu ittifakın isteğiyle, 2015 Haziranında, “Kürdistan’da Halk Savaşı” başlatma talimatı göndermiştir. Amacı, Kürt halkının ulusal haklarını kazanma yolundaki çabasını terörize etmek ve Türk devletinin onları ezme, göç ettirme, öncülerini yok etme çabasına meşruiyet kazandırmaktır. Hedeflenen bölgeler, Kürt ulusal varlığının en güçlü olduğu ve en az asimile edilmiş yerlerdir. Kullanılan en önemli araçlar da, herhangi bir amaçtan yoksun, program hakimiyeti olmayan, strateji nedir bilmeyen, sadece Türk devletine karşı tepkilerini en şiddetli biçimde ifade etmek isteyen kesimlerdir. Bu kesimler, düşünme, sorgulama, analiz etme işlerini kendilerinden üst bir makama, Öcalan ve PKK’ye devretmişlerdir. Kendileri düşünmemekte, sadece denileni yapmaktadır. Kendi eylemlerinin sonuçlarının kendilerine veya Kürt ulusuna bir fayda sağlayıp sağlamadığı onlar için önemli değildir. Sadece Türk gücüne karşı savaşıyor olmak onları tatmin etmeye yetmektedir. Hatta sadece savaşmak onlar için yeterlidir. Düşünme, analiz etme, anlama, hedef belirleme, sonuç alma ve benzeri şeyler bu kitle için önemli olmadığından, bu kitleyi kullanmak çok kolaydır. Gerektiğinde, bunlar Kürt ulusuna ve Kürdistan’a karşı da kolaylıkla kullanılabilecektir.
Mevcut durumda Öcalan ve Kandil arasında farklılık olduğu, bunların birbirinden kopacağı gibi düşünceler yanlıştır. Öcalan’ın Türk devletine, Kandil’in ise İran devletine uygun hareket ettiği doğrudur. Ancak bu, her zaman böyle olmuştur. Irak’taki PKK Irak rejimiyle, İran’daki PKK İran rejimiyle, Suriye’deki PKK Suriye rejimiyle birlikte ve onların çıkarlarına göre hareket etmiştir. Çünkü PKK’nin Kürt ulusunun çıkarlarını korumak, haklarını savunmak gibi bir amacı yoktur; tam tersine, bunları savunur gibi görünerek Kürt ulusunu dağıtmak ve haklarına ulaşmasını engellemek amacındadır. Dolayısıyla, Öcalan’ın Türkiye’de ve Cemil Bayık’ın Kandil’de yaptıkları, birbirleriyle çelişkili değildir. Zaten ne Öcalan Kandil’in İran çizgisindeki stratejisini eleştirmekte, ne de Kandil Öcalan’ı eleştirmektedir. Aksine, Öcalan hem Kandil’in Suriye rejimi ve İran-Bağdat hattındaki eylemlerine destek olmakta, hem de Türkiye hattında ayrı bir hareket çizgisi izlemekte ve Kandil de ona Türkiye içinde destek olmaktadır. Çünkü her iki hatta da, amaçlanan şey Kürt ve Kürdistan davasını baltalamak, zayıflatmak, güçten düşürmek, mümkünse yok etmektir. Bu konuda Öcalan ile Kandil’in bir çelişki ve çatışmaları yoktur.
Kısacası, şu anda Türkiye devletinin Öcalan vasıtasıyla PKK’ye verdiği iki ana görev vardır:
1. Kuzey Kürdistan’daki Kürt uyanışını içerden amaçsızlaştırmak, terörize etmek, Kürt toplum yapısını dağıtmak ve Kürdü, Kürt olmaktan nefret eder hale getirmek.
2. Güney Kürdistan’da Barzani hareketini tasfiye etmek, mümkünse bağımsız Kürt devletini engellemek, bu mümkün değilse oluşacak Bağımsız Kürdistan’ı Türkiye’nin uydusu, sömürgesi haline getirmek...
Birinci amacını PKK ne yazık ki çok büyük bir kolaylıkla gerçekleştirme yolundadır. Kürtler Kuzeyde giriştikleri anlamsız savaşla kendi toplumlarının dağılmasına yol açmaktadırlar. Türk devletinin ezici gücü karşısına Kürtleri savunmasız sürerek, ezdirerek, aşağılatarak, Kürtlerin ulusal gururu kırılmaktadır. Büyük bir nüfus Kuzey Kürdistan’ın şehirlerinden göç etmektedir. PKK bunları yaparken, Türk devleti de görünürde Barzani hareketi ile iyi ilişkiler geliştirdiğini ilan ederek, Kuzeyli Kürtlerin Barzani hareketinden nefret etmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Ne yazık ki Kuzeyde Türk devleti-PKK gizli işbirliğinin kıskacına giren Kürt toplumu çaresiz durumdadır.
İkinci amacında PKK, Barzani hareketini tasfiye etmek için her yolu deneyecektir. Bu yollardan biri de, onunla birlikte hareket etme isteğidir. PKK, Güney Kürdistan toplumuna girmek, örgütlenmek, etkili olmak için, KDP ile işbirliğini ve anlaşmayı bile deneyecektir. PKK ve Barzani hareketi anlaşsa bile, PKK onu tasfiye etme amacını değiştirmeyecektir. Dolayısıyla, PKK’nin ulusal kongre veya konferans ve benzeri teklifleri, gerçekte KDP-PKK savaşından daha tehlikelidir ve daha yıkıcı sonuçlara yol açacaktır. Öcalan’ın ille Barzani ile görüştürülmek istenmesinin amacı budur. Dolayısıyla, PKK’ye verilecek en küçük taviz, Kürtlerin bağımsızlaşması yolunda kendisinden büyük olumsuz gelişmelere yol açacaktır. “Gerilla ve Peşmerge bağımsız bir Kürdistan’ı daha iyi korur” gibi akıllıca görünen teklifler, aslında Güney Kürdistan’a gerçek bir truva atını sokma çabalarıdır. Unutulmamalıdır ki, PKK asla Türkiye’nin ve diğer parçalarda diğer rejimlerin taşeronu olmaktan vazgeçmeyecektir. Çünkü PKK’nin varlık nedeni budur.
Dipnotlar:
(1) http://t24.com.tr/haber/iste-imralidaki-gorusmenin-tutanaklari,224711
(2) https://www.youtube.com/watch?v=Mkh4mhk6Fys&noredirect=1