KUZEY
Gerilla ve halkın yekvücut çatışmalara gireceği şehir savaşları konsepti, Öcalan ve MİT ortak yapımı olarak hazırlandı; PKK ise bunu kendi yorumuyla uygulamaya koydu. Öcalan, liderlik durumunda istikrar için hareketli denge stratejisi güderken, MİT, uzun süredir kendi yağında kavrulmaya bırakılan Kuzey Kürdistan’daki olgunlaşmış kadroları toplamayı, yani öldürmeyi veya zındanda çürütmeye almayı, ve aynı zamanda, çözüm süreci denen aşamada giderek radikalleşen ve giderek daha fazla ulusal nitelik kazanmaya başlayan Kuzey Kürt dünyasının demografisine de olabildiğince etkili müdahaleler yapmayı amaçlıyordu. Öte yandan, PKK’nin içine salınmış üçüncü dereceden ajan-devşirmeler ve devlet kadrolarının dışında, PKK’nin yurtsever Kürdistani kadroları da, duruma olabildiğince iyi bir direnişle karşılık vermeye çalışmaktadırlar. MİT, ya da Türk derin devleti, aslında çok uzun vadeli olmayan bir başkaldırı oyunu planlamıştı; alelacele işini bitirecek, radikal kadroları ve yurtseverleri ayıklayıp, bu arada gelişmesini durduramadığı Kürt ulusal onurunu da yeterince yerle bir ettikten sonra, işler çığırından çıkmadan Öcalan’a savaşı durdurtacaktı. En azından, Suriye Kürdistan’ında olduğu gibi, amansız direnişiyle Öcalan’ı da, MİT’i de hayal kırıklığına uğratan PKK gerillalarının yarattığı ve giderek Türkiye dışı devletler arası bir dengeye oturan Rojava tipi bir gelişmeye yol açmayacak kadar, zamanında bitirilmesi gereken çatışmalar, PKK’nin tek taraflı ateşkesine rağmen, hala sürmektedir. Ancak bu durumun derin devletin ısrarıyla mı, yoksa radikal Kürtlerin inadıyla mı bağlantılı olduğu bu satırların yazarı için meçhuldür.
Kuzeyde güçlenen ve ulusal taleplere yönelme eğilimi gösteren, kesimleri bu savaşla yok etmeyi planlayan MİT, aynı şekilde dünyada yükselen savaşçı-kahraman Kürt imajını terorize etmeyi hedeflemektedir. Dünya devletleri Kürtlere desteğini ifade ederken, Peşmerge veya YPG gibi ifadelere başvurmuyor, direkt Kürt Güçleri ifadesini kullanarak,aslında Güney ve Batı Kürdistan arasında ayrım yapmadıklarını ve Kürtlerin birleşmesi gerektiğini dolaylı bir şekilde sürekli dile getirerek, Kürtlere meşrulaşma yolunda alan açmaya çalışıyor. Tam da bu noktada, herşey süt limanken, birden PKK ile devlet arasında çatışma başladı. İki taraf da savaşı kimin başlatığı konusunda birbirini suçladı; ama işin aslı yukarda da belirttiğim gibi, bu savaş planlı ve programlı bir savaş ve MİT ile Apo tarafından planlanmıştı. Bu savaşla iç hedeflerine ulaşmayı planlayan devlet, aynı şekilde, “Kürt güçleri” ifadesini terorize ederek, dünya devletlerinin Kürtlere olan desteğini kesmeyi planlamaktadır. Devleti yönetenlerin sürekli olarak PKK ve PYD arasındaki organik bağlara vurgu yapması bunun en açık delilidir. Devlet bu savaşı aynı şekilde “niye İŞİD’I vurmuyorsun” baskısına karşı kalkan olarak kullanmaktadır. Ancak şu nokta giderek daha fazla açık olmaktadır ki; Kürtlerin çelmesi sonucunda Başkanlık koltuğuna ulaşamayan Erdoğan’ın bu öfkeyle işbirliği ettiği Kemalist askeri devlet çekirdeği, -ki bu çekirdeğin çevresinde en azılı Türk ırkçıları yoğunlaşmaktadır-, savaşın tam ortasında Erdoğan’ı da by-pass ediyor görünmektedir. Erdoğan, kısa süreli olarak planlanan yeni durumun giderek daha tehlikeli mecralara sürüklendiğini görmektedir; bu mecralarda onun siyasal imajı, delikanlı-dobracı’dan yalancı-entrikacıya doğru evrilme eğilimi göstermektedir ve bunu sağlayanlar da, devletler arası planı da olan Kemalist askeri geleneksel devlet ile, onun basını ve siyasileridir. Kürtlere karşı el sıkıştığı Kemalistler, onu bataklığa çekmektedirler.
Kuzeyde Kürtlerin bu süreçten başarıyla çıkmaları, Kürt ulusu adına savaşan kadroların dehasına bağlıdır ve liderleriyle bütünlük halinde çalışan herhangi bir gerilla hareketininkinden on kat daha zorlu bir çalışma inadı gerektirmektedir. Ancak sözkonusu olan, çok fazla umutsuz bir durumdur, olanaksızlıklar çok fazladır. Gerçi aynı tuzakları içeren Kobani süreci, ABD, müttefikler ve peşmergelerin de yardımıyla imkansızı başarabilmişti. Kuzey Kürdistan ise Kobani değildir ve Türk ordusunun topyekün savaş düzeninde yığıldığı bir alandır. Bu yüzden, en azından kısa vadede, Kuzey Kürtlerinin bir kuşağı daha ya öldürülmüş, ya zındana alınmış, birçoğunun da ulusal gururları kırılmış olarak bu çatışmadan çıkacaktır. Binlerce, belki de onbinlerce aile göç edecektir. Rojava ve Güney ile nerdeyse bütünleşmeye doğru giden Kürt pazarı, büyük darbeler yiyecek, taş üstünde taş kalmamacasına dağıtılmış olacaktır. Elbette öfke her zaman derinde kalacak ve bir sonraki kuşağın ellerinde yeniden açığa çıkmayı bekleyecektir. Daha doğrusu bu, yeni çatışma sürecini hazırlayanların planıdır; işler onların istediği gibi giderse, -ama gitmezse, hem Kuzey Kürdistan ve hem de Türkiye sürprizlere hazır olmalıdır.
Şimdiden bazı sürprizlerin ucu görünmektedir: Erdoğan, geçen yaz ortasında beraber bu yollara çıktığı Kemalistlerden sürekli darbeler almaya başlamıştır ve ancak, o kolay teslim olacak biri değildir. Teslim olmayı reddeden Erdoğan, elinde radikal islami kartları, en azından, radikal islami akımların dizginlerini tutmaktadır. Eğer çok zorlanırsa, bu dizginleri salması, korkunç bir iç savaşın bir anda tüm ülkeyi sarmasıyla sonuçlanacaktır. Üstelik bu sadece Türkiye iç savaşı olmayacak, aksine ve daha çok Kürtlerin bir iç savaşı olacaktır. Radikal islamın en kolay devşirilen kadroları Kürdistan’dan çıkmakta ve yine islami örgütler de daha çok bu alanda kök bulmakta olduğu için, en çok akan da Kürt kanı olacaktır. Radikal islamın mezhepçi ve ideolojik vurgularla odağında olacağı bu çok yönlü çatışma durumunun sonrası, devletler arası müdahalelerin konusu durumuna gelecektir.
GÜNEY
Ürdün eski Enformasyon Bakanı Salih Kallab, Şark El Eswed gazetesinde yayınlanan bir makalesinde, İran’ın Kürdistan Bölge Başkanı Barzani’yi devirmek için Güney’deki partiler ve PKK ile görüştüğünü detayları ile açıklamıştı. Onun aktardıklarını göz önüne alırsak, sömürgecilerimizin vekillerinin işlerinin uluslararası boyutunu çok daha rahat göreceğiz. Peki bunu nasıl okumak gerekiyor? İran, Türkiye’ye karşı yürüttüğü alan kapma savaşına PKK üzerinden müdahil olmuştur. Aynı anda o, bu şekilde Erdoğan’dan kurtulmak isteyen Kemalistlerin elini güçlendirmeyi de arzulamaktadır. Güneyde Kürt ulusalcı akımın ana gücüne darbe indirirken, Kuzeyde PKK içinde ve çevresinde yer alan ulusalcı damara dolaylı yollarla alan açarak, Türkiye’yi kurgulamış olduğu savaş oyununda hata yapmaya zorlamakta ve oyundan zararlı çıkarmaya çalışmaktadır. İran, yukarda işaret ettiğimiz kaos ortamını öngörmektedir. PKK içindeki ulusalcı damarın ipleri Kandil’in elinde olduğu için, istediği zaman onları atıl bir noktaya çekeceğinden emindir.
TC ve İran’ın hedefleri tam da bu noktada kesişiyor: Kürt damarını yok etmek. Ve zatan Güney’de ana ulusal damarı yok etmeye veya en azından darbe indirmeye çalışarak, aynı zamanda yarın kendisine çok daha güçlü bir şekilde yönelecek olan Kürt ulusal darbesini de bu sayede devre dışı bırakmayı hesaplamaktadır. Yani İran, Kuzeyde zayıf olan Kürt-ulusalcı savaşkan kesimle TC’nin oyununu bozmak isterken, Güneyde Kürtlerin ana ulusal gücüne darbe indirerek, yükselen Kürt gücünü ulusal akımın çerçevesinden çıkarmayı hedeflemektedir.
Herşeyin bu kadar fazla felaket dolu olmaması için, çalışmak veya en azından dua etmek iyidir; ancak verili faktörleri gözardı etmek de, felaketlere hazırlıksız yakalanmaya yol açar ki, bu da sadece dehşeti arttırır.
Güney Kürdistan’da Kürtlerin yararına izlenecek tek mantıklı strateji vardır: Devletleşmek. Ancak çok gariptir ki, bu stratejiyi sadece Mesut Barzani savunmaktadır. Kayda değer diğer bütün Kürt partileri, neredeyse “Kürtler devlet olmasın, Kürtler bağımsız olmasın” şiarını stratejileri haline getirmişlerdir ve bunu haklı çıkarmak için de, KDP’nin zayıf noktalarına her yönden saldırmaktadırlar. Mesut Barzani, uluslar arası alanda, Kürtlerin tarihlerinde gördükleri en yetenekli lideri olma payesini, en azından yarının tarihçileri nezdinde, şimdiden yakalamıştır. Kendisini ulusuna adamış, en büyük bencilliği ise ölmeden Kürdistan’ın bağımsız olmasını görmek olan bu liderin de, ne yazık ki çıkmazları vardır. Bu çıkmazlar Kürtlerin sömürge tarihlerinde sadece topraklarının değil, beyinlerinin de dağılmış ve parçalanmış olmasıyla bağlantılıdır. Güneydeki bazı bölgeler, kimi Goran hareketi şahsında açıkça, kimi de yarım ağızla ve utangaçça, Barzani’nin bağımsızlık çabalarına karşı bayrak açmış durumdadır. Üstelik bu çabaları da pek öyle örtülü ve “politik” değildir. Örneğin Goran hareketi, Barzani hareketine karşı isyanında, “siz Kürtlerin güç olmasını başaramazsınız, ama ben başarırım” demiyor. Sadece “başarmanı engelleyeceğiz” demektedir. Beyni parçalanmış ve dağılmış olan Kürdün, “para olsun da, gerisi önemsiz; devlet olmuşuz olmamışız, önemi yok” düşüncesini doğrudan politik alana taşımaktadır. Oysa gerçekten Kürt ulusunun hayrına olacak bir hareketin, şu şiarla ortaya çıkması beklenirdi: “KDP’nin bağımsızlığı başaracak kapasitesi yoktur, oysa biz buna adayız, bunun için şu ve şu programımızı Kürtlere sunuyoruz.” Ne yazık ki talep edilen şey, sadece mevki, makam ve sonuçta paradır, yani kişisel çıkarlardır. Üstelik, bu taleplerin öncülüğünü yapan Goran bu işi o kadar utanç verici bir tavırla yapmaktadır ki, Kürdistan ülkesi ve bağımsızlığının, onun yüzyıllık mücadelesinin bugün erişebileceği devletler arası onurlu statünün hiç sözü bile edilmemektedir.
Goran’ın bu tavrını net olarak görmek için aslında çok uzağa gitmemize gerek yok. Vali olur olmaz TV’lerin karşısına geçen Goran yöneticisi Heval Ebubekir, açık açık şunu söylüyordu: “ Eğer Süleymaniye’de elektirik 24 saate çıkarılmazsa, halka bırakmadan biz Süleymaniye’yi Erbil’den ayırır ve bağımsız bir bölge yaprız.” Peki Goran herketi içinde en üst otorite ne diyor, bir de ona bakalım: Goran Hareketi Lideri ve kurucusu olan Newşirwan Mustafa, kendi TV kanalında, “Süleymaniye’nin Erbil’den ayrılmasına nasıl bakıyorsunuz?” sorusuna şu cevabı veriyordu: “Irak anayasına göre her vilayetin kendi bağımsızlığını ilan etme hakkı varıdr. Ve elbette ki Süleymaniye de Kürdistan Bölgesinden ayrılma hakkına sahiptir.” Bu iki örnekle çok açık ve net görüyoruz ki, şu anda Kürdistan Bölgesinde hayata geçirilen plan, önceden hazırlanmış ve üzerinde çalışılmış ve özellikle basın kuruluşları aracılığı ile kamuoyu oluşturulmuş durumdadır. Eski Peşmerge Bakanı ve YNK politbüro üyesi Şeyh Cafer, YNK Meclis üyesi ve Şii mezhebinden olan Adil Muradi’nin Bağdat’ta Maliki ile görüşerek, Kürdistan hükümetine karşı ayaklanma ortamının oluşması için Kürdistan Bölgesi bütçesinin kesilmesini talep ettiğini açıklamıştı. Maliki bu açıklamayı yalanladı, ama asıl suçlanan kişi, yani Adıl Muradi, yalanlamadı. Zaten Maliki’nin bu açıklamayı yalanlaması kadar doğal bir tepki olamaz ve kabul etmesi beklenemezdi. YNK yönetimi bu açıklama karşısında nasıl bir tutum takındı diye merak edenler için açıklayalım: YNK, “sorunları basın aracılığı ile tartışmayın” açıklaması yaptı ve Adil Muradi’yi partiden atmak yerine, Şeyh Cafer’i disiplin kuruluna sevk ederek, aslında Muradi’nin kendi başına Maliki’ye “bütçeyi kes” demediğini ve bunun YNK yönetimi bilgisi dahilinde olduğunu göstermiş oldu. Bugüne kadarki bütün ömrünü KDP’ye karşı muhalefete ayıran Şeyh Cafer, bir anda Barzanici kesildi ve “Barzani benim başkanımdır, onun verdiği her emri yerine getireceğim” diyor ve ekliyordu: “Bu vatanı seven ve korumak isteyen herkes Barzani’nin emirlerini yerine getirmelidir.” O böyle diyerek aslında Kürd ulusal damarına karşı kurulan tezgaha dikkatleri çekmek istiyordu. Bütçe kesintisi isteyen Muradi, şimdi de Bağdat’a “Erbil’e askeri müdahelede bulun” çağırısı yapmaktadır.Ne hikmettir ki YNK’de hiç kimse bu çağrıya karşı ses çıkarmıyor ve susmaya devam ediyor. Parayı bahane edenler halka açıkça söylemese de, herkes bilmelidir ki Kürdistan Hükümetinin bütçesinin % 48’i Süleymaniye’ye gönderiliyor.
KDP’nin, İran’ın uzun süredir yapmış olduğu hamlelerine verdiği karşılıklardan en önemlisi, KDP-İ peşmerglerinin Kandil’e gitmesi olmuştu. İşte burda, PKK’nin gelen peşmergeyle çatışmaya varan sert tepkisini, herkes, alan hakimiyeti ve PKK’nin “kendi alanıma farklı bir güç sokmam” yaklaşımına dayandırdı. Ancak işin özü bu değildi. İran, KDP’nin bu hamlesine PKK üzerinden cevap verdi.Dikkat edilirse, hemen akabinde İran bölgeye büyük bir askeri yığınak yaptı.PJAK’ın uzun süredir İran sınrında olduğunu herkes biliyor.
Başka bir gariplik daha: Kürtler İŞİD ile mücadele ederken İrak ordusunun Kerkük’te bıraktığı çok miktardaki cephanesine el koydu ve bu peşmerge içinde sevinç yarattı. Bu silahlara ne mi oldu? YNK bu silahları Süleymaniye’ye getirerek Bağdat’ın gönderdiği askeri kargo uçkalarına bindirdi ve Bağdat’a gönderdi. Peşmerge canını ortaya koyarak el koyduğu ağır silahlardan mahrum kaldı.
Goran, KDP binalarını ateşe vermeye başlayınca, herkes Güney’de ne oluyor sorusunu sormaya başladı, ama aslında bu bir süreçti ve karşılıklı hamlelerle yürüyordu. İşte sizin bugün şahit olduklarınız ve şahit olduklarımız aslında patlama noktasıdır. Kürdistan Hükümeti tam 2 yıldır bütçe kesitisine uğruyor. Ekonomik krizin üstüne kilometrelerce alanda bir savaş eklenince, bu kriz daha çok derinleşti.Ve daha çok halka yansımaya başladı. Tabii gözden kaçırılmaması geren bir nokta daha var. Dünya piyasasında geçen yıllarda 100 dolara alıcı bulma noktasına gelen ham petrolün varili bir ara 39 dolara kadar düştü. İşte tam da bu noktada yani petrol fiyatları dibe vurmuşken kendi yağında kavrulmak için yeni arayışlara giren Kürdistan Hükümeti sürekli engellerle karşılaşıyordu. Hem içerde, hem dışarda engellerle karşılaşan Hükümetin ekonomik sorunları derinleşiyordu. Ve senaryo devreye sokuldu. Başkanlık krizi patlak verdi.
Bu krize İran, açıkça Başkanlık yasasının görüşüldüğü parlamento oturumuna Büyükelçi seviyesinde katılarak ve kapıda Parlamento başkanı ve vekiller tarafından karşılanarak resmi olarak müdahil oldu. KDP’nin Parlamento Başkanına direkt müdahalesi orta yerde dururken, ABD, BM ve Avrupa devletlerinin KDP’den yana tavır koyması açıkça gösteriyor ki, uluslararası güçler İran ve dostlarının bölgede oynamak istediği oyunu bozmak için müdahale etme gereği görmüşlerdir. Aksi durumda bu güçler bu tarz bir müdahaleyi anında “darbe” olarak niteler ve Goran’a destek sunacaklardı.
Kürtlerin hayrına düşünen herkes kabul edecektir ki, bugünkü duruşu ve çabasıyla Mesut Barzani, bağımsızlıkçı tutumu ve özellikle diplomatik sahadaki çabasıyla, Şêx Abdülselam’dan Seyit Rıza’ya, Nehri’den Qazi Muhammed’e, Mele Mustafa’dan bugüne kadar gelen Kürt mücadelesinin en önemli eylemcisidir. Üstelik Güneyde sürmekte olan bir ulusal kurtuluş savaşının başkomutanıdır. Ve KDP’nin bütün zayıflıklarına, bir türlü esnemeyen kapanmışlığına rağmen, tarihsel rolünü en azından bir peşmerge komutanı olarak hakkıyla sürdürmektedir. Fakat Kürtlerin dağılmış, parçalanmış beyni, “bugün bana para gerektiği için, sen Kürt ulusal kurtuluş savaşının komutanlığını bırakacaksın” demektedir. Durum, Kürtler için utanç vericidir. Burada KDP’nin hem bir parti olarak, hem de bağımsızlık stratejisinin gereği olan birleştirici-bütünleştirici rolünün gereğini yerine getirmesi gereken bir sistem olarak, büyük eksikleri vardır. KDP’nin yaygın yapısı, liderin stratejisinin gereklerini yerine getirmek için çalışmamaktadır. Tembellik ve kibir, birçok KDP kadrolarının hastalığıdır. Halk örgütlenmesine yönelecek kadroları ortada yoktur. Bağımsızlık için halka bilinç ve birlik gereklidir; bunu genç kadrolarla Süleymaniye ve Kerkük’e taşırma enerjisini gösterememiştir. KDP, yolsuzlukları önleme ve ulusal birliği, ulusal savaş doğrultusunda gerçekleştirme görevini hakkıyla yapmamıştır. Bağımsızlık gibi bir stratejiye sahip bir liderin kadrolarının, gece gündüz demeden bütün hayatlarını halkı bu doğrultuda bilinçlendirmeye adama gibi bir sorumlulukları vardır. Sadece parti bürosu açmakla bir belde kazanılmış olmaz; hatta orada bir halk örgütlenmesi ve beyinlerin bağımsızlaşması konusunda bir çalışma yürütülmüyorsa, o büroların olmaması, olmasından iyidir. Dolayısıyla, Kürt siyasal dünyasında güç olan partilerin çoğu, sömürgeci devletlerin vekalet savaşını kendi halklarına karşı örtülü biçimde yürütür ve “bağımsızlık karşıtı”, “ulusal devlet karşıtı” olmayı strateji haline getirmişlerken, KDP’nin, liderliğince uluslar arası alanda mahirane savunulan bağımsızlık stratejisinin halklaştırılması, örgütlendirilmesi, aşiret kalıplarının kırılması vb. bir dizi görev konusunda, tarihsel görevlerini yerine getirmemesi de, tuz biber ekmektedir.