Türkiye Devleti’nin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, ‘Pençe Hârekatı’ ile ilgili yaptığı açıklamada, \'Son terörist de ortadan kaldırılıncaya kadar bu hârekat sürecek\' diyor.
Onlarca yıldır, Türkiye Devleti’nin yöneticileri bu söylemi dile getirmektedirler.
Peki Türkiye Devleti’ne göre ‘terörist’ kimdir?
Görünürde, eline silah alanları ‘terörist’ olarak nitelendirdiği sanılıbilir.
Ama son yıllarda Kürt siyasetçi, aydın, yazar, sanatçıları hakkında açılan davalara baktığımızda, gerçekliğin hiç de bu şekilde olmadığı kolayca görülecektir.
Uzağa gitmeye gerek yok: Kuzey Kürdistan özgülünde şiddete de her türlü teröre de karşı çıktıklarını parti programlarında da, tüm açıklamalarında da açıkça dile getiren PAK Genel Başkanı, yönetici ve üyeleri, \'PKK-KCK terör örgütü propagandası yapmak, destek vermek\'le suçlanıyor, haklarında davalar açılıyor, hapis cezaları veriliyor.
Binlerce Kürt aydını ve siyasetçisi sosyal medya paylaşımlarında, Kürdistan bayrağına yer verdikleri için; ‘Kürt milleti, Kürdistan vardır, Kürtçe ana dille eğitim hakkı verilmelidir, Kürtlere siyasi statü verilmelidir\' dedikleri için; Halepçe ve Enfal soykırımlarını lanetleyen söylem ve fotoları paylaştıkları için, ‘terör propagandası yapmak, teröre destek vermek’le suçlanmakta, koğuşturmalara tabi tutulmakta, hapis cezalarına çarptırılmaktadırlar.
Şimdi de sıra, Kürt milletinin temel taleplerini, Kürt ve Kürdistan meselesinin çözümünü, şiddeti ve her türlü zora dayalı yöntemi reddederek meşru, demokratik, siyasal yol ve yöntemlerle dile getiren, çözmek isteyen PAK ve adında Kürdistan olan diğer partileri kapatmaya geldi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırlamış olduğu mütalaaya ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle binlerce insana verilen cezaların gerekçelerine bakıldığında, insanın aklına bir tek şey geliyor: Kürtler ne yaparsa yapsın, ‘kendileri olarak’ hareket ettikleri müddetçe, bu devletin ‘terörist’, ‘ırkçı’ vb. nitelemelerinden kurtulamayacaklar.
Evet, Türkiye Devleti için sadece eline silahı alan değil, nerdeyse Kürt kimliğine sahip çıkan herkes \'terörist\'tir.
Halepçe ve Enfal soykırımlarını kınamak bile ‘terör propagandası ve teröre destek’ ile itham edilip bu sebeple ceza veriliyorsa; Halepçe ve Enfal soykırımlarını kınayan dünyadaki farklı milletlerden yüz milyonlarca insanın da aslında nasıl da ‘terörist’ olmakla itham edilebilecekleri vahim gerçekliği ile yüz yüze kalırız.
Peki gerçeklik bu iken, Türkiye Devlet yöneticilerinin \'Son terörist de ortadan kaldırılıncaya kadar bu hârekat sürecek\' demelerini nasıl anlamak lazım? Sakın, sözü edilen \'son terörist\', \'ben Kürdüm\' diyen son Kürt olmasın?
Ayrıca, Türkiye Devleti, devletin onlarca yıldır izlemiş olduğu bu inkar imha ve yasaklama siyasetinin, insanların silaha sarılmasına ne oranda sebep olduğunu hiç düşündü mü acaba?
Türkiye Devleti, bugün siyasal, demokratik, sivil mücadele araç ve yöntemlerini nerdeyse tümden yasaklayarak, cezalandırarak, bizzat kendi eliyle, insanlara sadece dağ yolunu, şiddeti adres gösterdiğini hiç düşündü mü acaba?
Yoksa, Türkiye Devleti, herkesi ‘terörist’ olmakla suçlayarak, tüm sivil, demokratik, siyasal yol ve araçları ortadan kaldırmaya çalışarak, aslında bilinçli bir strateji olarak Kürtleri tek yol olarak şiddete mi mahkum etmek istiyor?
Eğer Türkiye Devleti’nin niyeti buysa, bu oyuna gelmeyeceğimizi burada bir kez daha tekrarlamak istiyorum.
Biz siyasal, demokratik, sivil, meşru mücadele yol, yöntem ve araçlarında ısrarcı olacağız.
Türkiye Devleti, partilerimizi, derneklerimizi, basın-yayın organlarımızı kapatsa da, sokaklarda siyaset yapma özgürlüğümüzü engellese de, halkımıza ulaşmamız önüne setler çekse de, bizler yılmayacağız; kapıdan giremiyorsak, pencereden girmeye çalışacağız. Pencereden giremiyorsak, bacadan girmeye çalışacağız. Bir halkın meşru özgürlük davası, bu meşru niteliğine uygun bir şekilde, meşru araç, yol ve yöntemlerini mutlaka bulur, yaratır; ama hiçbir şekilde bu davadan vaz geçilmeyeceği açıktır.
Son olarak şunu sormak istiyorum: Şiddet, savaş, inkar, imha, hapis cezaları, baskı, yasak ve diktatöryel uygulamalardan vazgeçmeyen Türkiye Devleti yöneticilerinin; şiddete de, her türlü teröre de karşı çıkıp, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü temelinde siyaset yapanları, düşünce üretenleri, görüş bildirenleri, kendi kimliğine sahip çıkan herkesi ‘terörist‘ olmakla itham etmelerini nasıl yorumlamak lazım?