İnsanlık tarihi, trajedilerin tarihidir. Kürtler trajedilerden fazlasıyla nasibini aldılar. Hülagu’dan Büyük İskender’e sayısız saldırılara maruz kaldılar. Coğrafyanın kaderi midir bilinmez saldırıların ardı arkası kesilmemiştir. 21. Yüzyılı yaşarken yanı başımızda Rusya Devlet Başkanı Putin, “Çevremizdekiler ancak bize biat ederlerse yaşama hakları vardır.” Diskuru ile Ukrayna’ya karşı haksız ve kanlı bir savaşın kapısını araladı. Bölgenin bir başka devleti İran, tamda Halepçe Jenosidinin yıl dönümüne üç gün kala 13 Mart 2022’de Güney Kürdistan’ın kalbine füze saldırısı düzenledi. Adında ‘İslam’ kelimesi geçen İran, tıpkı Rus Lider Putin gibi imparatorluk heveslerinden hiçbir zaman vazgeçmedi, gizlemedi. ABD’nin Irak’a askeri müdahalesinden sonra, ABD, Irak’ı “altın tepside” İran’a sundu. Bağdat’ı ele geçiren İran, Suriye üzerinden Lübnan’a, Körfez üzerinden Yemen’e askeri ve siyasi operasyonlarına hızlandırdı; ancak burnunun dibindeki Kürtlere istediğini yaptıramadı. Kürtler, 25 Eylül 2017’de uluslararası hukuktan kaynaklanan ‘bağımsızlık’ için referandum hakkını kullandıklarında bölge devletleriyle beraber yeniden saldırıya geçti. Zamanlaması çok iyiydi. Referandumdan dolayı dünya Kürtleri yalnız bırakmış, Batı dünyası her defasında tekrarladığı değerlerini unutmuş, Kürtlerin ezilmesine yeşil ışık yakılmıştı. Bütün bunlarla yetinmeyen İran, yayılmacı politikalarına engel gördüğü Güney Kürdistan’ı desteklediği para-militer örgütler üzerinden yıpratmayı denedi. 10 Ekim 2021 Irak’ta yapılan genel seçimlerde İran taraftarları hezimet uğrayıp, Irak’taki saltanatı sallanmaya başlayınca, İran direk saldırmaya karar verdi. Kurdun av için puslu havayı sevmesi gibi bütün dünya Ukrayna’ya kilitlemişken, bu fırsatı kaçırmadı ve saldırıya geçti. Kürtlerin Milli Lideri Sayın Mesud Barzani, Hülagu’ya atıf yaparak saldırganlara çabalarının beyhude olduğunu hatırlatılarak, ilk ağızdan cevabı verilmiş oldu.
20. Yüzyıl Kürtler için felaketlerin habercisiydi. Merhum Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’in deyimi ile “Gövde parçalanınca karanlık bir döneme” merhaba demek zorunda kalmıştık. Zira Dünyanın hâkim güçleri; Kürtler için esareti uygun görülmüşler, haksız ve acımasız kararların sonuçlarına yaşamakta ne yazık ki Kürtlere kalmıştı. Olup-bitenler öylesine çarpıcı ve bir o kadar da perde arkası bilinmeyenlerle doludur ki “niçin” sorusuna yanıt aramak gereksizleşiyordu. Zorlu coğrafyamızda yaşanan sayısız entrikanın ve bu entrikalara direnen bir halkın trajedisinin sonu gelmiyordu. Enfal’le Halepçe’le yaşadığımız trajedilere yenileri ekleniyor ve her yeni güne uyandığımızda yeni katliamların tanıkları oluyorduk.
Gelişen teknolojiler kimilerine konfor yaratırken, mazlum uluslar için daha ucuz katliama maruz kalma imkânları yaratıyordu. İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılan atom bombasına ilaveten kimyasal silahlar da yeni felaketlerin yaşanmasında büyük kolaylıklar sağlıyor, sömürgeciler ve diktatörler pervasızca insanlığa karşı suç işlemeye devam ediyorlardı. Batı dünyasının sağladığı imkânlarla Saddam Hüseyin, kimyasalla Kürtlere ‘konforlu ölümün’ kapısını aralıyordu ( Elma kokusuyla ölüm).
Halepçe Jenosidi, Irak Baas rejiminin Kürtlere karşı sistematik olarak yürüttüğü yok etme politikasının sonuçlarından biridir. Jenosit süreci Enfal’le başlar Halepçe’le devam eder. Enfal ismi özenle seçilmiştir. Kürtleri hedef alan Jenosit harekâtının adı Ku’ran-ı Kerim’deki Enfal süresinden esinlenerek konulmuştur ve ‘savaş ganimeti’ anlamına geliyordu. İslami literatür üzerinden Kürtlere karşı işlenen insanlık suçunu gizleme çabasından başka bir şey değildi. Saldırgan devletlerin Kürtlere karşı kullandığı tek kural var, oda vahşete sınır tanımamaktır.
Somut olarak Enfal Jenosidi 1986 ile 1989 yılları arasında uygulanır; ancak alt yapısı 1978 yılında uygulamaya konan toplu köy proje ile başlar. Güney Kürdistan’ın kırsal alanlarını tamamen boşaltarak güney ve orta Irak denen bölgelere yerleştirmek, kırsal alanı insansızlaştırmak halkın peşmergelere olan desteğini kesmek, Kürtlerin yaşadığı birçok bölgeyi yasak bölge ilan ederek her türlü hukuksuzluğu meşru hale getirmek. Kara, hava harekâtları, Kürt yerleşim yerlerinin yıkılması, zorunlu toplu göçler, idam mangaları ve kimyasal silahların kullanılmasına devreye sokulması. Vahşetin pik noktası 16 Mart 1988 HALEPÇE!
Dünya Sağlık Örgütü(WHO) açıklamalarına göre; 16 Mart 1988 yılında Halepçe’de kimyasal silahlarla gerçekleştirilen saldırı sonucunda bugüne değin 43 753 ölüme, 62 200 kişinin sakat kalmasına neden olmuştur.
Dünya’nın Tepkisi ve Sonrası Gelişmeler
Dünya, Halepçe’de gerçekleştirilen ve Enfal’ın devamı olan Jenosidi görmezlikten geldi. Duymadı, tepki vermedi ve kınamadı. ABD ve AB sessiz kaldılar. Amerika ve Avrupa basını Halepçe Jenosidine yer vermedi. Halepçe Jenosidinden üç gün sonra Kuveyt’te toplanan İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI Halepçe Jenosidini gündemine almadı, görüşmedi. İİT’in sonuç bildirisinde; “Bulgaristan’da Türklerin isimlerinin değiştirilmesi” uygulanmaları kınandı ve Bulgaristan’a isim değiştirilmesi uygulamasına son verilmesi çağrısı yapıldı. Kürtlere karşı yapılan vahşette karşı tek bir sözcük sonuç bildirisinde yer almadı. Soykırım yaşayan İsrail bile, “ezeli düşmanı” Saddam Hüseyin’nin emriyle yapılan vahşeti görmezlikten geldi. Basınında Halepçe’de olup-bitenlere yer veren tek ülke İran oldu. İran, Irak’ı a savaş halinde olduğu için bu durumu Irak’ın aleyhine kullanmak istedi ve bugüne değin uluslararası kurumlar tarafından Enfal-Halepçe’yi soykırım olarak tanımadı.
Halepçe’ye yapılan kimyasal saldırıdan sonra bölgeye ilk giden gazeteciler Ramazan Öztürk ve İranlı gazeteci Kaveh Golestan oldu. Ramazan Öztürk, çektiği Halepçe fotoğraflarını “Sessiz Tanık” ismiyle dünya kamuoyuna servis etti. Türk basınında ilk zamanlar pek haber olmadı. En çarpıcı haber ise Hürriyet Gazetesinin 17 Nisan 1988 tarihindeki nüshasında yayınlandı. Çetin Yetkin ve Şevket Okant imzalı haberde “Katliama Ortak Olduk” ismiyle yayınladı. Haberde Irak’a verilen kimyasal silahların Avrupa devletleri (Almanya, İsviçre, Belçika) tedarik edildiğini Mersin limanı üzerinden İstanbul merkezli iki Türk firması tarafından nakliye işlerinin yapıldığı aktarılıyordu. İstanbul merkezli firmalar ONAK ve PENTA idi. Hürriyet Gazetesindeki habere göre Halepçe Jenosidinden sonra gazetecilerin PENTA Firmasının ortaklarından birisiyle(F.E) yapılan bir söyleşide “Siz bana Irak’tan gelseniz, bu malları isteseniz size bayıla bayıla satarım” diyecek kadar rahattı.
Dünya, Kürt Jenosidine Neden Sessiz?
ABD ve AB Irak- İran savaşında Irak’ı destekliyorlardı. Halepçe’de kullanılan kimyasal silahlar Avrupa devletleri tarafından tedarik edilmişti. Arap Birliği Teşkilatı ve İslam İşbirliği Teşkilatı Irak’ın başlıca finansörleri arasındaydı. Ha keza Sosyalist dünyanın başını çektiği Sovyetler Birliği Irak’ı silahlandıran güçlerin başında geliyordu. Halepçe Jenosidi, Sovyet yapımı Mig-23 uçakları tarafından gerçekleştirilmişti. Dünya, Kürtlerin korunması konusunda değil, Kürtlerin soykırımdan geçirilmesi konusunda sessiz bir işbirliği içindeydi. Kürt Siyasi hareketlerinin üzerinde titrediği FKÖ Lideri Yaser Arafat, soykırımdan sonra Saddam Hüseyin’i ilk ziyaret eden liderler arasındaydı. Ha keza “Karaoğlan Efsanesi” bize dayatılan ‘Halkçı’ Bülent Ecevit, Saddam Hüseyin yalnız bırakmayan müttefikler arasında ilk sıralarda yeri aldı.
Dünyadaki sessiz destek Saddam Hüseyin’in Orta-Doğu’da kontrol edilemez bir aktör haline getirdi. 1991 yılında Kuveyt’i işgal etmesi batı dünyası için kırmızıçizgilerin aşıldığı bir durum olarak değerlendirildi. Batı himayesindeki petrol emirliğine(Kuveyt) saldırı, Saddam Hüseyin’in kollu kanadının kırılıp dişlerinin çekilmesine gerekçe yapıldı. Birinci Körfez Savaşı başlamış oldu. 1991’de savaşı baştanlar Baas Rejimini ve Saddam Hüseyin’i götürmeyi düşünmediler ve yalnızca terbiye etmekle yetindiler. Kapitalist, sosyalist yada İslam devletleri; Kürtlerin haksızlığa maruz kaldıklarını çok iyi biliyorlardı, lakin devletsel çıkarları Kürtleri görmezlikten gelmesini gerektiriyordu. Kürtler, dikkate alınacak kadar “rantabl” bir güç değillerdi.
Halepçe Jenosidinin Kürt Siyaseti Üzerindeki Etkileri
Enfal-Halepçe Jenosidi ve dünyadaki siyasi aktörlerin takındığı tutum şüphesiz Kürt siyasal hareketini etkiledi. Dünyadaki sosyalistler suskun, demokratlar suskun, İslamcılar suskun, İnsan hakları kurumları bağımlı ve çaresiz! Özellikle Kürt sosyalist hareketi açısından yeni bir muhasebe yapma zorunda bırakmıştır. Sovyetler Birliği ve sosyalist bloğun takındığı tutum, FKÖ’nün Kürt cellâtlarına gösterdiği ilgi, beyinlerde yer edinen “Ezilen halklar ve işçi sınıfı arasında enternasyonal dayanışma” fikrinin pratik hayata çokta karşılığının olmadığını bedeli ağır tecrübelerle önümüze koydu. Dünyadaki konjüktürel gelişmelerin etkisi(sosyalist sistemin dağılması) sosyalist programlı Kürt parti ve hareketlerindeki sorgulama ve muhasebe ihtiyacını artırmış ve giderek Kürt milli cenahına doğru evirilmelerin de oldukça geç kalınmıştı. Zira Koçgiri, 1925, Ağrı-Zilan ve Mahabad örnekleri muhasebe için yeterliydi. Zihinlerde yer edinmiş olan, büyük ve hegemonik devlet olma anlayışının formüllasyonu “gerekirse parça bütüne feda edilir” anlayışının yıkılması uzun zaman alacaktı. “Sosyalizm yüce çıkarları” için feda edilme yine bize nasip olmuştu.
Bir başka kaynama noktası ise İslami hareketler içinde yer alan Kürtlerdi. Yakın zamana kadar İslami cenahta Kürtlerin siyasal talepleri öncelikli değildi. Daha çok Türk-İslam ekseninde durmayı “Ümmette hizmet” olarak yorumlamışlardı. “Filistin davasını” öncelikli mesele olarak programlarına yer alırdı. En ilgici İslamcı cenahın Filistin meselesinde Türk solcularıyla tutumları aynıydı. Diyarbekir’den Kars’a “İsrail’i protesto mitiglerinin” ardı arkası kesilmiyordu. Halepçe’de binlerce Kürt soykırımdan geçirilirken, Kürt kentlerinde binlerce insan sokağa dökülüp durumu protesto etmiyordu.
Oysa İslam tarihi incelendiği zaman, İslam dininin Araplar, Acemler ve Türklerin tarafından devletsel çıkarları için nasıl kullandıklarının yüzlerce örneği mevcuttur. En bariz örneği Şia ve Selefi hareketlerin hangi devletlerin himayesinde olduklarına bakmak yeter. Bütün bu gelişmeler, Kürt İslamcıları arasında yeni bir tartışma ve yeni yapılanmalara yönelme ihtiyacı doğurmuştur.
Halepçe’de yaşanan acılar tarif edilemez. Her büyük acı beraberinde imkânlar yaratır. Sembol olur. Halkın ortak paydasıdır. Yaşanan felaket, çekilen acılar toplumu bir arada tutan, ortak amaç etrafında ileriye yürüyen milli bir bilinç yaratır. Yaşananlardan ders çıkarmayı beceremeyen toplumlar; bir başka ifade ile kendisi için çabalamayan toplumlar, başkalarının aleti olmaktan kurtulamazlar. Saygılarımla.