İnsanlık tarihi süregelen haksızlıklar sonucunda acımasız trajedilerle doludur. Kürtler acımasız trajedilerden fazlasıyla nasibini alan bir halktır. 20. Yüzyıl Kürtler için ardı arkası kesilmeyen felaketlerin kapısını araladı. Merhum Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’in deyimi ile “Gövde parçalanınca karanlık bir döneme” adım atmıştık. Zira Dünyanın hâkim güçleri; Kürtler için köleliği uygun görülmüş, bu haksız kararın acımasız sonuçlarını yaşamakta ne yazık ki bizlere kalmıştı. Olup-bitenler öylesine çarpıcı ve bir o kadar da perde arkası bilinmeyenlerle doludur ki “niçin” sorusuna yanıt aramak gereksizleşiyordu. Zorlu coğrafyamızda yaşanan sayısız entrikanın ve bu entrikalara direnen bir halkın bitmeyen trajedisidir. Bu trajediler Enfal- Halepçe ile devam ediyor. Ve her gün yeni bir katliam ayak seslerini duymaya devam ediyoruz.
Öte yandangelişen teknoloji kitlesel katliamlarda yeni imkânlarda yaratıyordu. İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılan atom bombasına ilaveten kimyasal silahlar da yeni felaketlerin yaşanmasında büyük kolaylıklar sağlıyordu. Gelişen teknoloji sömürgeciler ve diktatörler için ucuz öldürme imkânları yaratırken, mazlumlar içinde ‘konforlu ölümün’ yolu açıldı(Halepçe’de Elma kokusuyla ölmek).
Halepçe Jenosidi, Irak Baas rejiminin Kürtlere karşı sistematik olarak yürüttüğü yok etme politikasının sonuçlarından biridir. Enfal Jenosidi Halepçe’ye giden süreç oldukça eskiye dayanır. Enfal ismi dikkatli seçilmiştir. Kürtleri hedef alan harekâtın adı Ku’ran-ı Kerim’deki Enfal süresinden esinlenerek konulmuştur ve ‘savaş ganimeti’ anlamına geliyordu. İslami literatür üzerinden Kürtlerin soykırımını meşru hale getirilmeye çabası. Baas yönetiminin Kürtlere karşı kullandığı tek kural var, vahşete sınır tanımamak.
Somut olarak Enfal Jenosidi 1986 ile 1989 yılları arasında uygulanır; ancak alt yapısı 1978 yılında Kürtlere yönelik uygulamaya konan toplu köy proje ile başlar. Güney Kürdistan’ın kırsal alanlarını tamamen boşaltarak güney ve orta Irak denen bölgelere yerleştirmek, kırsal alanı insansızlaştırmak halkın peşmergelere olan desteğini kesmek, Kürtlerin yaşadığı birçok bölgeyi yasak bölge ilan ederek her türlü hukuksuzluğu meşru hale getirmek. Kara, hava harekâtları, Kürt yerleşim yerlerinin yıkılması, zorunlu toplu göçler, idam mangaları ve kimyasal silahların kullanılmasına devreye sokulması. Vahşetin pik noktası 16 Mart 1988 HALEPÇE! Kimyasal silahların ölüm kustuğu Kürt sivil yerleşim yeri.
Dünya Sağlık Örgütü(WHO) açıklamalarına göre; 16 Mart 1988 yılında Halepçe’de kimyasal silahlarla gerçekleştirilen saldırı sonucunda bugüne değin 43 753 ölüme, 62 200 kişinin sakat kalmasına neden olmuştur.
Dünya, Halepçe’de gerçekleştirilen ve Enfal’ın devamı olan Jenosidi görmezlikten geldi. Duymadı, tepki vermedi ve kınamadı. ABD ve AB sessiz kaldılar. Amerika ve Avrupa basını Halepçe Jenosidine yer vermedi. Halepçe Jenosidinden üç gün sonra Kuveyt’te toplanan İslam İşbirliğiTeşkilatı, Halepçe konusuna değinmedi. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın sonuç bildirisinde; “Bulgaristan’da Türklerin isimlerinin değiştirilmesi” uygulanması kınandı ve son verilmesi çağrısı yapıldı. Kürtlere karşı yapılan vahşette karşı tek bir sözcük yer almadı. Soykırım yaşayan İsrail bile durumu görmezlikten geldi. Basınında Halepçe’de olup-bitenlere yer veren tek ülke İran oldu. İran, Irak’ı a savaş halinde olduğu için bu durumu Irak’ın aleyhine kullanmak istedi ve bugüne değin Enfal-Halepçe’yi soykırım olarak tanımadı.
Halepçe’ye yapılan kimyasal saldırıdan sonra bölgeye ilk giden gazeteciler Ramazan Öztürk ve İranlı gazeteci Kaveh Golestan oldu. Ramazan Öztürk, çektiği Halepçe fotoğraflarını “Sessiz Tanık” ismiyle dünya kamuoyuna servis etti. Türk basınında ilk zamanlar pek haber olmadı. En çarpıcı haber ise Hürriyet Gazetesinin 17 Nisan 1988 tarihindeki nüshasında yayınlandı. Çetin Yetkin ve Şevket Okant imzalı haberde “Katliama Ortak Olduk” ismiyle yayınladı. Haberde Irak’a verilen kimyasal silahların Avrupa devletleri (Almanya, İsviçre, Belçika) tedarik edildiğini Mersin limanı üzerinden İstanbul merkezli iki Türk firması tarafından nakliye işlerinin yapıldığı aktarılıyordu. İstanbul merkezli firmalar ONAK ve PENTA idi. Hürriyet Gazetesindeki habere göre Halepçe Jenosidinden sonra gazetecilerin PENTA Firmasının ortaklarından birisiyle(F.E) yapılan bir söyleşide “Siz bana Irak’tan gelseniz, bu malları isteseniz size bayıla bayıla satarım” diye bilmişti.
ABD ve AB Irak- İran savaşında Irak’ı destekliyorlardı. Halepçe’de kullanılan kimyasal silahlar Avrupa devletleri tarafından tedarik edilmişti. Arap Birliği Teşkilatı ve İslam İşbirliği Teşkilatı Irak’ın başlıca finansörleri arasındaydı. Ha keza Sosyalist dünyanın başını çektiği Sovyetler Birliği Irak’ı silahlandıran güçlerin başında geliyordu. Halepçe Jenosidi, Sovyet yapımı Mig-23 uçakları tarafından gerçekleştirilmişti. Dünya, Kürtlerin korunması konusunda değil, Kürtlerin soykırımdan geçirilmesi konusunda sessiz bir işbirliği içindeydi. Kürt Siyasi hareketlerinin üzerinde titrediği FKÖ Lideri Yaser Arafat, soykırımdan sonra Saddam Hüseyin’i ilk ziyaret eden liderler arasındaydı. Ha keza “Karaoğlan Efsanesi” bize dayatılan ‘Halkçı’ Bülent Ecevit, Saddam Hüseyin yalnız bırakmayan müttefikler arasında ilk sıralarda yeri aldı.
Dünyadaki sessiz destek Saddam Hüseyin’in Orta-Doğu’da kontrol edilemez bir aktör haline getirdi. 1991 yılında Kuveyt’i işgal etmesi batı dünyası için kırmızıçizgilerin aşıldığı bir durum olarak değerlendirildi. Batı himayesindeki petrol emirliğine(Kuveyt) saldırı, Saddam Hüseyin’in kollu kanadının kırılıp dişlerinin çekilmesine gerekçe yapıldı. Birinci Körfez Savaşı başlamış oldu. 1991’de savaşı baştanlar Baas Rejimini ve Saddam Hüseyin’i götürmeyi düşünmediler ve yalnızca terbiye etmekle yetindiler. Kapitalist, sosyalist yada İslam devletleri; Kürtlerin haksızlığa maruz kaldıklarını çok iyi biliyorlardı, lakin devletsel çıkarları Kürtleri görmezlikten gelmesini gerektiriyordu. Kürtler, dikkate alınacak kadar “rantıbıl” değillerdi. Ne zamana kadar? Kürtler haklı ve meşru zeminde milli bir güç yaratana kadar!
Enfal-Halepçe Jenosidi ve dünyadaki siyasi aktörlerin takındığı tutum şüphesiz Kürt siyasal hareketini etkiledi. Dünyadaki sosyalistler suskun, demokratlar suskun, İslamcılar suskun, İnsan hakları kurumları bağımlı ve çaresiz! Özellikle Kürt sosyalist hareketi açısından yeni bir muhasebe yapma zorunda bırakmıştır. Sovyetler Birliği ve sosyalist bloğun takındığı tutum, FKÖ’nün Kürt cellâtlarına gösterdiği ilgi beyinlerde yer edinen “Ezilen halklar ve işçi sınıfı arasında enternasyonal dayanışma” fikrinin pratik hayata çokta karşılığının olmadığını bedeli ağır tecrübelerle önümüze koyuyordu. Dünyadaki konjüktürel gelişmelerin etkisi(sosyalist sistemin dağılması) sosyalist programlı Kürt parti ve hareketlerindeki sorgulama ve muhasebe ihtiyacını artırmış ve giderek Kürt milli cenahına doğru evirilmelerini sağlamıştır. Kürt sosyalist partilerindeki sorgulama bu kadar geç ve zamansız olmamalıydı. Zira Sosyalist Enternasyonalin tutumu pek aynı paralelde olmuştu. 1925, Ağrı-Zilan ve Mahabad örnekleri muhasebe için yeterliydi. Zihinlerde yer edinmiş olan “gerekirse parça bütüne feda edilir” anlayışının yıkılması uzun zaman alacaktı. Biz niye parçayız, bütün kimdir ve neye hizmet ediyor soruları iyi analiz edilip yerli yerine oturtulamadı.
Bir başka kaynama noktası ise İslami hareketler içinde yer alan Kürtlerdi. Yakın zamana kadar İslami cenahta Kürtlerin siyasal talepleri öncelikli değildi. Daha çok Türk-İslam ekseninde durmayı “Ümmette hizmet” olarak yorumlamışlardı. Oysa İslam tarihi incelendiği zaman, İslam dininin Araplar, Acemler ve Türklerin tarafından devletsel çıkarları için nasıl kullandıklarının yüzlerce örneği mevcuttur. En bariz örneği Şia ve Selefi hareketlerin hangi devletlerin himayesinde olduklarına bakmak yeter. Bütün bu gelişmeler, Kürt İslamcıları arasında yeni bir tartışma ve yeni yapılanmalara yönelme ihtiyacı doğurmuştur.
Halepçe’de yaşanan acılar tarif edilemez. Her büyük acı beraberinde imkanlar yaratır. Sembol olur. Halkın ortak paydasıdır. Yaşanan felaket, çekilen acılar toplumu bir arada tutan, ortak amaç etrafında ileriye yürüyen milli bir bilinç yaratır. Yaşananlardan ders çıkarmayı beceremeyen toplumlar; bir başka ifade ile kendisi için çabalamayan toplumlar, başkalarının aleti olmaktan kurtulamazlar.