Eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı ve HDP Eski Urfa Milletvekili Osman Baydemir, HDP sözcüsü olduğu 2017 yılında Meclis’teki bütçe görüşmelerinde bir konuşma yapar. Konuşmasında “Kürdistan’dan gelen bir temsilci olarak benim isteğim bu çatı, Türk’ün ve Kürt’ün ortak çatısı olmalıdır” ifadelerini kullanır.
“Kürdistan” sözüyle tüyleri diken diken olan bazı hassas bünyeler, zayıf noktasından yakalandıklarını düşünerek “Kürdistan neresi?” diye Baydemir’e çullanmaya yeltenirler. Baydemir, gayet sakin, elini kalbine koyarak “Aha şurası Sayın Başkan, aha şurası, Kürdistan şurası” cevabını verir.
Oturumu yöneten Meclis Başkanvekili, bunun üzerine, Meclis İçtüzüğü’nün, Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’da düzenlenen idari yapısına aykırı tanımlamalar yaptığı gerekçesiyle, Baydemir’e Meclis’ten geçici çıkarma cezası verilmesini teklif eder. Meclis, oy çokluğuyla, Baydemir’e iki birleşimden çıkarılma cezası verir.
Baydemir, Genel Kurul kararlarına itiraz yolu kapalı olduğu için “yasama faaliyeti sırasında sarfettiği sözler nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinden” bahisle Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurur. AYM de, “disiplin cezasının Anayasa’nın yargısal denetimini mümkün kıldığı parlamento kararlarından olmadığını” belirterek “yetkisizlik” kararı verir.
İç hukuk yollarını tüketen Baydemir, dosyasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşır. Dosyayı inceleyen AİHM, neticede, Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10’uncu maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verir. AİHM, ayrıca Türkiye’nin Baydemir’e, 9.750 eurosu manevi tazminat olmak üzere toplam 16.957 euro ödemesine de hükmeder.
Kürdistan Hazımsızlığı
Elbette, mesele salt Baydemir’in cezalandırılması değil; mağdurun adı dün Beşikçi’ydi, bugün Baydemir oldu, yarın piyango bir başkasına çıkar. Mesele çok daha derinlerde ve en az iki boyuta sahip. Boyutlardan ilki, memlekette ifade özgürlüğünün düşürüldüğü sefalet halidir. Baydemir Davası, bir milletvekilin bile ifade özgürlük alanının ne derece kısıtlanmış olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
“Bir milletvekilinin bile” dedimse, boşuna değil; bir sebebi var. AİHM, ifade özgürlüğünü kullanan kişi ile ifade türlerini dikkate alarak, bazı ifadelere daha fazla özgürlük alanı tanır. Mesela kamusal bir işlevi yerine getirdiklerinden, siyasi aktörler ve gazetecilerin ifade özgürlük alanları daha geniş yorumlanır. Aynı amaca matuf olarak, siyasi ve sosyal tartışmalara katkı sağlayan ifadelere de daha fazla koruma sağlanır.
Baydemir, bir milletvekilidir; konuşması da demokratik bir toplum açısından özel bir önem taşıyan siyasi ve sosyal bir mevzuya dairdir. Eğer bir milletvekili bu ifadeyi Meclis’te bile kullanmayacaksa, nerede kullanabilecektir? Eğer bu mesele Meclis’te bile konuşulmayacaksa, nerede konuşulacaktır? İfadenin bu kadar kıskaca alındığı bir yerde; gerçek nasıl aranacak, demokrasi kültürü nasıl güçlendirilecek, toleranslı bir toplum nasıl yaratılacaktır? Muktedirin anahtarını cebinde taşıdığı hakikati herkese dayattığı bir zeminde, bireysel özerklik nasıl sağlanacaktır?
Neresinden tutsanız elinizde kalır, öyle bir olay!
İfade özgürlüğünün halen böyle yerlerde sürünmesi, hazin; lakin hadisenin bir de Kürdistan hazımsızlığını dışa vuran ikinci bir boyutu var ki, bu daha da mühim. Memlekette “Kürdistan” lafını duyunca siniri oynayan, tansiyonu yükselen, bir rahatsızlık hisseden, mutlaka bir tepki göstermek ihtiyacı hisseden çok sayıda insan bulunuyor. Bilhassa siyasiler ve okumuş-yazmışlar arasında!
Sanki hiç Kürdistan diye bir yer var olmamış. Sanki Kürdistan adı ilk defa duyulmuş, sanki Kürdistan bir gerçeklik değilmiş! Kürdistan’ı reddetmeler, Kürdistan’a değmemek için binbir taklalar atmalar, Kürdistan dememek için yeni coğrafi birimler uydurmalar vs.
“Yetmiş Konak Yer Kürdistan Sayılır”
Oysa Halep ordaysa arşın burada, arşivler de ortada! Kürdistan’ın bir tarihi var. Kadim dönemler bir yana; “Kürtlerin Ülkesi” manasında Kürdistan’ı 12’nci yüzyılda Selçuklu Hükümdarı Sultan Sencer kullanır. Sencer, Batı İran’da Hemedan yakınlarında bir idari bölge kurar ve bu vilayete Kürdistan adını verir.
Sonraki yıllarda bu ad hep kullanılır. Osmanlı İmparatorluğu’nda her daim Kürdistan diye bir bölge var olur ve Osmanlılar zamanında bu isim coğrafi bir bölgeyi tanımlar. Kanuni, 1525 ve 1533 tarihli iki fermanında, başka diyarların yanında Kürdistan’ın da hâkimi olmasıyla övünür. I. Ahmed, 1604 tarihli fermanında, “Umum Kürdistan” tabirine başvurur. Hakeza hemen her Osmanlı vakanüvisin kitabında, İslam coğrafyacılarının haritalarında ve yolu buralara düşen her Batılı seyyahın seyahatnamelerinde Kürdistan anlatısı bulunur.
Kürdistan’ın sınırları noktasında bir birlik yoktur; genellikle Kürtlerin yoğun olduğu ve birbirine yakın yaşadığı yerler Kürdistan olarak isimlendirilir. Mesela Evliya Çelebi’ye göre “Bir ucu kuzeyden Erzurum, Van, Hakkâri, Cizre, Amidiye, Musul, Şehrizor, Harir, Erdelan Bağdat, Derne, Dertek ve Basra’ya kadar yetmiş konak yer Kürdistan sayılır.” Şemseddin Sami, Kamus-i Türki’de Kürdistan’ı “Memalik-i Osmanîye’de Hudud-u İranîye’nin iki cihetinden ve Cezîre’nin şark-ı şimal taraflarından ibaret bir yer” olarak tarif eder.¹
“Kürdistan’ın Yeniden Zaptı”
Osmanlı’da 1847’de Kürdistan eyaletinin kurulması, Kürdistan bahsinde tarihi dönüm noktalarından biri olarak görülür. Zira bu tarihte, Kürtler ile Osmanlılar arasındaki ilişkinin modeli değişir. Yavuz Sultan Selim döneminden beri Osmanlıların denetimini tanıyan ve kendi bölgelerinde kısmi bir özerklik içinde yaşayan Kürtler; Osmanlı’nın 19’uncu yüzyıldaki merkezileşmeye politikasına muhalefet ederler. 1826-1847 arasında yaşanan onlarca Kürt isyanı arasında en ses getireni Bedirhan Bey’in isyanı olur.
Babıali, bu isyanı bastırdıktan sonra Kürdistan Eyaleti’ni kurar. 14 Aralık 1847 tarihli Takvim-i Vekayî’deki resmi bildiride, bu olay “Kürdistan’ın yeniden zaptı” olarak değerlendirilir:
“Takvim-i Vekayî’nin bundan önceki sayılarında da yazılmış olduğu gibi bir süredir zorba ellerde kalmış olan Kürdistan ülkesinin -Allah’a şükürler olsun ki- Padişah’ın benzersiz gayreti ve ezici gücünün eseri olarak bu kez yeni baştan ele geçirilmesi başarıyla tamamlanmıştır. Bu başarı yüce Padişahın, Osmanlı İmparatorluğu tebaa ve berâyâsının haklarıyla ilgili adalet niyetinin, hayırlı fikirlerinin ve yüce amaçlarının her zaman Allah tarafından feyz ve yardıma mazhar olacağının delili ve ispatıdır.
Doğrusu zamanın geldiği düşünüldüğünden adı geçen ülkenin idaresi, içişleri ve düzeninin devamlılığıyla, güveninin tesisi ve halkın isteklerinin yerine getirilmesi yani oraların hususi ve bağımsız bir idare makamına konularak, zeki, bilgili ve olgun bir zata ihalesiyle Diyarbekir eyaleti, Van, Muş ve Hakkâri sancakları ile Cizre, Bohtan ve Mardin kazaları birleştirilip hepsinin bir eyalet sayılması ve bu eyalete Kürdistan eyaleti isminin verilmesi gösterdiği lüzumdan dolayı yerinde ve münasip görülmüştür.”²
Velhasıl, Osmanlı’nın Kürdistan’ın ismiyle bir derdi olmaz, Kürdistan’a Kürdistan der. O nedenle sabah akşam Osmanlı’ya güzelleme yapanların, Kürdistan ismi karşısında cin çarpmışa dönmeleri bir garip! Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde de Kürdistan ismi sakıncalı görülmez. Nitekim Mustafa Kemal resmi beyanlarında da, şahsi mektuplarında da Kürdistan’ı kullanmaktan imtina etmez. Kürdistan’ın vebalı muamelesine tabi tutulması, 1924 sonrasında başlar.
Tarihi, coğrafi ve siyasi bir gerçeklik; faşizan bir gayretle ortadan kaldırılamaz. Kürdistan da öyle bir gerçeklik; ne göz kapatmakla karartılabilir ne de ceza vermekle insanların hafızlarından kazınabilir.
Çare, çok da uzak olmayan geçmişte olduğu gibi, Kürdistan ile barışık yaşamakta!
__
¹Cemal Ülke, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kürdistan Eyaleti ve Kürdistan Eyaletinin Kuruluşu, (b.y. Kimlik, Kültür ve Değişim Sürecinde Osmanlı’dan Günümüze Kürtler Uluslararası Sempozyumu), Bingöl Üniversitesi Yayınları, 2013, s. 152-172.
²Sezen Bilir-Alişan Akpınar, Kürdistan Eyaletinin Kuruluşu, Kürt Tarihi Dergisi, Sayı 3, 2012, s. 18-23
Not: Yazı değiştilmeden https://www.perspektif.online/ den alınmıştır.