Abdullah Öcalan ve PKK’ye devletlerin Kürd siyasetinde biçtikleri rol daha uzun bir süre tartışılmaya devam edecek. Popülizm ve çıkar ilişkileri devlet ile Öcalan-PKK arasındaki organik ilişkinin görülmesi önündeki en büyük engellerden birisi olmaya devam ediyor. Fakat Tayyip Erdoğan’ın Selahattin Demirtaş’a ayar verme uğraşısı sırasında Demirtaş’ın ‘İmralı’ya hesap vereceğini’ söylemesiyle Öcalan-devlet ilişkileri bir kez daha gizlenemez bir boyuta ulaştı. Ya da ben böyle okudum.
**
Adı duyulduktan itibaren hakkında büyük bir kuşku silsilesi oluşan Abdullah Öcalan’ın devletle ilişkisinin boyutu ve içeriği hep tartışıldı. Öcalan ve komuta ettiği PKK 1990’lara dek diğer Kürd çevreleri tarafından ‘ajan-provokatörlük’ çerçevesinde değerlendirildi. Ama sözü edilen ‘ajan-provokatörlüğün’ temelinin atılmasındaki ‘siyasi amaç’ sorgulanmadı. Şimdilerde Öcalan ve PKK’nin Kürdlerin hak arama mücadelesinin meşruiyete ve demokratik yollardan hareket etmesinin önüne geçilmesi için yaratıldığı ve hazır Kürd potansiyeli üstüne ikame edildiği noktasında birleşilse de artık çok geç. Çünkü PKK ve Öcalan, artık geniş Kürd kitlelerini kontrol edebilen bir Kürd kıran hareketi haline geldi. PKK’nin ‘silahla’ Kürdleri hizaya getirmesi görüldükten sonra, devletin Kürdlerden ‘kuvva-yi milliye yaratma’ projesinde başvurduğu temel enstrümanlardan olan ‘Kürdlerin silah aşkı’ PKK dışındaki Kürd siyasi çevrelerinde de geçer akçe olmaya başladı.
‘Silah’ Kürdlerin devlet tarafından kontrol edilmesinde, birbirine karşı kullanılmasında, devlete itaat ettirlmesinde, Kürd jenosidinin hayata geçirilmesinde büyük bir rol oynamaya devam ediyor. Kürdlerin sindirilmesi ve nefes alamaz hale gelmesi, Kürdlere karşı kullanılması ‘PKK’nin silahlandırılması’ ve Kürdlerin başına bir kolluk kuvveti olarak ikame edilmesiyle ile yakından ilgilidir. Jenosit politikalarının hayata geçirilmesi için başvurulan temel retorik ‘Kürdlerin silahlandığı’ propagandasıdır.
Öcalan başından beri devletin yüksek koruması altında yaşıyor. Erdoğan’ın Demirtaş’ı İmralı ile kokutması da bunun başka bir örneğidir.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Selahattin Demirtaş ile ilgili yaptığı değerlendirmede, isim vermeden Öcalan’ın ‘yargılayıcılığı’na vurgu yapması, PKK ve Öcalan karşıtı olan ama Demirtaş hayranlığıyla bu ‘karşıtlıklarını’ dengelemeye çalışan Kürdleri nasıl etkiler?
**
Öcalan’ın devlet ve devletlerle subjektif ilişkisine dair şimdiye dek birçok açıklama yapıldı. Öcalan’ın Suriye’de ve Suriye’den çıktıktan sonra bulunduğu mekanlarda da Ankara’nın korumasında olduğu biliniyor.
Öcalan-PKK ve devlet arasındaki bu ilişkinin Kürdlere maliyeti çok ağır oldu ve olmaya devam ediyor.
Gelinen aşamada Kürdler hem gördükleri, hem duydukları, hem okudukları halde ‘sır’ olmaya devam eden bu organik ilişkiyi kabullenmiş görünüyor. Hatta bu şekliyle Öcalan’a daha büyük bir önem atfediliyor.
Kemalist rejimin Kürdleri ‘kuvay-ı milliye’ yaratmada temel bir güç olarak kullanma, mobilize etme stratejisi, Kürdlerin PKK vasıtasıyla rejimin bir aparatı haline getirilmesi Öcalan ve PKK sayesinde büyük mesafe kat etti.. Kızılelma’cıların dile getirdikleri düşünceler Öcalan ve PKK sayesinde ete kemiğe büründü.
Türk ordusu ‘PKK ile savaş’ adı altında yürüttüğü savaşta, savaş kabiliyetini artırma, araç gereç bakımından yenilenme, Irak ve Suriye’de de operasyon yapma, oralara yerleşme serbestisine sahip olma, siyasi sınırlarını genişletme fırsatına, Kürdlere statü vaad eden her gelişmeyi bertaraf etme imkanına kavuştu.
**
Öcalan’ın devlet tarafından nasıl korunduğuna bir örnek olsun diye 25 yıl önce yayınlanmış bir yazı dizisinden bahsedeceğim.
Apo-MİT ilişkileri ile ilgili olarak Tempo dergisinde (1996) önemli bir haber çıkmıştı.
Levent Cinemre'nin yazdığı "Susurluk Romanı"nda verilen bilgiler, askerlerin "büyük sır"ın ortaya çıkmaması için gösterdikleri dikkati ortaya seriyor.
Cinemre Hürriyet’te de yayınlanan dizisinde şu bilgileri veriyor:
"Örneğin PKK lideri Öcalan ile görüşme yapmak ve kendisine geçmişinde MİT ile ilişkili bir görevi bulunup bulunmadığını sormak için Kurd-Ha aracılığıyla bir randevu girişiminde bulunduk. Bir süre sonra bu görüşmenin olacağı yönünde bize sinyaller ulaşmaya başladı. Hazırlıklarımız yaparken birgün üst düzey bir subayın telefonda bu röportaj ile ilgili olarak dile getirdiği ve her sözcüğünün sonuna eklemekten kaçınmadığı 'öldürülürsünüz2 sözcüğüyle yoğunlaştırılmış konuşmayı bildirdiler. Hemen bu subaydan randevu talep ettim randevuya gittiğimde, daha görüşmemizin birinci dakikasında eline aldığı not defterinden bir sayfa çevirerek' yazdır bakalım, o randevu işini kimlerle hallettiniz, adları neler' dedi. Birden şoke oldum. Toparlanıp, 'ben bir gazeteciyim, muhbir değilim. Ben size isim filan yazdırmam' dedim. 'o halde görüşme bitti, haydi güle güle' dedi.
PKK’nin şimdiye dek çeşitli adlar adı altında faaliyette bulunan dizinformasyon ajansları oldu. 1990’larda bu ajansın adı ‘Kurd-Ha’ idi. Bingöl’de silahsız 33 askerin öldürülmesini bu ‘ajans’ vasıtasıyla PKK servis etmişti.
Kurd-Ha gitti, yerini şimdilerde ANF dolduruyor. ANF’nin editörünün MİT’e çalışan, maaş alan, İngiltere de dahil bir çok yerde faaliyet gösteren biri olduğu Türkiye’de mahkeme dosyalarına girdi.
Uzatmayıp yine Cinemre’nin Öcalan ile görüşmek istemesinden sonra karşılaştıklarına devam edelim.
Cinemre şöyle devam ediyor:
‘Israr ettim. Elindeki not defterini ve kalemini bırakmadan, gözlerini gözlerimden ayırmadan sözlerini şöyle sürdürdü: 'Oraya gidemezsiniz. Giderseniz geri dönemezsiniz. Dönerseniz o röportajı yayınlayamazsınız. Yayınlarsanız dava açılır, mahkeme mahkeme süründürürüz. Hatta o röportajı yaparsanız öldürülürsünüz, oradan sizi kurtaramayız. Sizi orada öldürecekler.' (18 Aralik 1996, Hurriyet)
**
Başbakan olduğu dönem ise Demirel kendisine, "İsrail'in Entebbe baskını gibi bir baskının Apo'ya karşı düzenlenip düzenlenemeyeceğini" soran gazetecilere şu yanıtı veriyordu: "Efendim biz hukuk devletiyiz. Hukuk devleti sınırdışı operasyon yapamaz."
PKK ve Öcalan gerekçesiyle Kürdlerin yaşadığı coğrafyaya yapılan ‘sınırdışı operasyonlar’, kalıcılaştı.
O sırada Dışişleri Bakanlığı yapan Hikmet Çetin ise yaptığı açıklamalarda "adamlarımız her gün Apo ile kahve içiyor" diyordu. Apo ile her gün kahve içen devlet görevlileri ne yapıyordu? Bu ilişkilerin ‘kahve içmeden öte’ bir anlamı ve gayesi olduğu apaçık ortada. Ama Öcalan ve PKK konusundaki yanılsamada bir değişiklik yok.
Ancak bilinen bir şey var ki, iç kamuoyuna dönük propaganda da Apo'nun kellesi üzerine atılan nutuklara rağmen, Öcalan konusunda ‘hukuk devleti’nden ahkam kesen devlet Efrin’den Şingal’e kadar bütün Kürd coğrafyasında hiçbir hukuk tanımayan militarizmin dişlerini gösteriyor.