Bir önceki yazımızda Çözüm Süreci’ni devlet açısından yorumlamış ve devletin süreçten nemalandığı hususlar üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda ise, sürecin daha çok Kürt toplumuna yansımalarını ve PKK yapılanmasının umut bağlanan bir projeyi örgütsel çıkarlarına nasıl kurban ettiğini irdeleyeceğiz.
Öncelikle Cumhuriyetin başından itibaren asimilasyon politikası izleyen devletin bu politikasını gevşetme kararının, Kürtlerle ilgili boyutuna kamuoyunun pek değinmediğini belirtmek gerek. Kürtler, her ne kadar Türkiye’deki Arnavut, Laz, Gürcü ve Araplar gibi topluluklara nazaran tamamen asimile olmasalar da büyük bir etnik kimlik kayması yaşadılar. Geçmişte evin en küçük okuyanı dışında Türkçe bilen bulunmazken, bugünkü ailelerde nine ve dedeler dışında Kürtçe bilenin olmadığı bir noktaya evrildiler. Bu değişime Kürt hakları üzerinden en sert söylemlere sahip PKK ekseni de dahildir. Kandil’in bile dilinin Türkçe olduğu gerçeği var önümüzde. Yine birçok HDP’linin adını Kürtçe koyduğu çocuklarının, Kürtçe konuşamadıkları da biliniyor. Kürt toplumunda her ne kadar bir muhalefet damarı olsa da gelinen nokta, etnik kimliğin vazgeçilmezi olan dilin kaybolmaya yüz tuttuğunu göstermesi açısından manidardır.
Çözüm Süreci’nin Kürt Milliyetçiliğini arttırdığı tezi
Bu gerçekten hareketle devlet bürokrasisinin Çözüm Süreci’ne razı olmasının bir nedeni de Kürtlerin yaşadıkları etnik kimlik dejenerasyonunda, verilecek kimi kültürel haklarla geri çevrilemeyecek bir düzeye vardıkları kanısıdır. Bugünün Kürt toplumunda her ne kadar sert söylemleri dillendiren hatırı sayılır bir kesim bulunsa da, kitlesel olarak bir etnik kimlik bunalımı yaşadıkları ve özgün bir siyasal yapı oluşturamayacakları müşahede edilmişti. PKK etkisindeki dar kesimlerin sert görünen dilini bir yana bırakırsak –ki onların da ne kadar sistem dışında oldukları tartışılır- Kürtlerin tepkilerinin daha çok sistem içinde kaldığını ifade etmek gerekiyor. Ancak dillerini bile kaybetmeye yüz tutan Kürtlerde, duygusal kırılmanın bu sayıda taraftar bulmasının en büyük nedeninin, PKK ile yaşanan çatışmalar ve bu çatışmalardan kaynaklanan mağduriyet algısı olduğunun altını çizmek gerekiyor. Çözüm Süreci ile bu mağduriyetlerin giderilmesi ve ayrıştırıcı dilin sistem içi bir muhalefet söylemine kaydırılması hedeflenmişti. Süreç boyunca bunun belirli bir oranda etkili olduğunu söylemek mümkün. 2015 Haziran seçimlerinde başta Diyarbakır İstasyon Meydanı’ndaki olmak üzere birçok HDP mitinginde Türk bayrakları sallandığını hatırlamak yeterli sanırım. Yine aynı yıl, HDP Genel Merkezi, sosyal medyadan attığı “Cumhuriyet Bayramı” paylaşımında, parti bayrağı ile Türk(iye) bayrağını beraber paylaşmış ve “Diktatorya değil, Cumhuriyet…” yazmıştı. Ayrılıkçı bir zeminden, bayrak gibi ortak değerlere odaklanarak muhalefetin sistem içi bir şekle bürünmesi devletin öteden beri istediği bir noktaydı.
Ancak çöküşü ardından Çözüm Süreci’nin Kürt milliyetçiliğini artırdığı fikri, kimi zamanlar dillendirilmektedir. Bu söylemler, Çözüm Süreci’ni günah keçisi ilan etmek ve hükümeti bir daha böyle bir projeye tevessül ettirmemek için kullanılan bir argüman elbette. Evet, Kürtler arasında kimi söylem ve pratiklerde milliyetçi yaklaşımların arttığı gözlemleniyor. Ancak Türkiye siyasetindeki Türk milliyetçiliğine yakın dil ve Kürtlere yönelik sorumsuz yaklaşımların etkisini göz önüne aldığımızda, en masum aktörün Çözüm Süreci olduğu bilinmelidir. Kürt milliyetçiliğine en büyük etkiyi, Kürt meselesinin çözülememesinde ve siyasetteki Türk milliyetçi söylemlerde aramak gerekmektedir. Çözüm Süreci, milliyetçiliği değil aksine Kürtlerde ortak bir gelecek tasavvurunu güçlendiren bir sonuç yaratmıştır. Çünkü hem birlikte yaşama iradesinin gösterilmesi hem de siyasetteki olumlu dilin Kürtleri büyük oranda etkilediği biliniyor. Yine de Kürtlük tasavvurunun arttığı kanısı, Türk kamuoyunun Kürt sözcüğünü süreç gereği daha fazla duyması ve örgütün topluma artan etkisinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. İç Anadolu ve Karadeniz gibi bölgelerde süreç üzerinden yapılan konuşmalarda, yabancı oldukları Kürt sözcüğünü sıklıkla duymaları bu kanaati güçlendirmiş olabilir. Kürt toplumunda ise artan örgüt etkisinin kendi gündem ve söylemini toplumun hassasiyetiymiş gibi göstermesi dikkate alınmalıdır. Düne kadar örgütün ideolojik eğitimini almış kesimler, mahalle komisyonları ile şehirlerde, köy komisyonlarıyla kırsalda arttırdıkları etkinlikleri, toplumun fikriyatıymış gibi yansıtıyorlardı. Nitekim sonrasında hedefledikleri çatışma ortamında yeteri desteği görmemeleri ve etkinliklerinin kırılması ile birlikte Kürt toplumundaki söylem ve davranış değişikliği de bu tezi doğrular niteliktedir.
Sürecin Kürtlere en etkili yansıması ekonomiydi
Politik kesimlerdeki değişimler bir yana Kürtlerin büyük çoğunluğuna Çözüm Süreci’nin en büyük yansıması ekonomi alanında olmuştu. Ekonominin kötü durumda olduğu bölge, çatışmaların bir süre kesilmesi ve barış umudunun doğmasıyla büyük bir ekonomik sıçrama yaşamıştır. Bu ekonomik rahatlık, toplumun hemen hemen her kesimine yansımıştı. İhracattan, turizme kadar birçok alanda yaşanan gözle görülür düzeydeki iyileşme, cüzdanlara kadar etki edecek bir düzey yakalamıştı. Eğer sürecin Kürtlere en temel etkisini belirtmek gerekirse bunun rahatlıkla ekonomi alanında olduğu söylenebilir.
Sürecin PKK üzerindeki etkisi ise, örgütün 1992’den itibaren siyasallaşma hedefine en yakın dönemi yaşamış olmasıdır. Dünyada ve Türkiye’de süreç üzerinden yakaladığı legalleşme eğilimi, en katı kesimlerin bile “terör örgütü” ifadelerini kullanmaktan çekinmelerine neden olmuştu. 2007 yılında PKK şiddetini konu alan “Kurtlar Vadisi Terör” dizisi, sürecin ruhuna uymadığı gerekçesiyle yayından kaldırılmıştı. Bu gelişme bile örgütün süreçten aldığı legalleşmeyi göstermeye yeterdi.
Yine güvenlik bürokrasisinin süreci bozmamak adına operasyonlardan çekinmesi, örgüte büyük bir alan açmıştır. Ancak örgüt, sürecin verdiği bu imkanları, Kürtler için kullanmak yerine en kestirme şekilde kendi hegemonik etkisini artırmak amaçlı kullanmıştır. Devletin yaklaşımına benzer şekilde süreci kendi lehine kullanan PKK, topluma büyük bir oranda nüfuz etmiş ve özellikle şehirlerdeki legal kurumlar üzerinden gençlere ulaşmaya çalışmıştır. Çözüm Süreci’nin Ayla Akat, Altan Tan ve Ahmet Türk’ten oluşan ilk BDP heyetinin İmralı’ya giderek Öcalan ile görüşmesi şeklinde somutlaşmasından, sadece 51 gün sonra YDG-H isimli yapısını kurarak gençler üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. YDG-H’ın hem gençlerin dağ kadrolarına katılımına aracı kılınması hem de şehirlerdeki örgütlülüğü ile ciddi bir etkinlik oluşturduğu hatırlanmalıdır. Ki 2015 yılındaki şehir çatışmalarında da bu yapının etkisi büyüktü. Sürecin verdiği rahatlıkla katılımların yoğun yapıldığı bu süreç, örgütün devlet tekelindeki kimi alanlara da el atarak topluma nüfus etmesiyle sonuçlandı. Örgüte katılım düzeyi, 2014’tün 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda 15 yaşındaki Sinan Börçüm gibi çocukları dağlara sürükleyecek bir seviyede seyrediyordu.
Bu anlamıyla bu dönem, örgüte tarihinde hiç vermediği bir rahatlık sunmuştu. Ancak Kandil bu imkanı, silahı bırakmaya vesile kılma yerine bir silah olarak kullandı. Örgütün yaptıkları ve Kürtlerdeki yansımalarını bir önceki yazıda işlediğimiz için tekrar etmeyelim. Ancak siyasallaşma anlamında büyük bir imkan kazanan örgüt, bu imkanı belki geçmişten bu yana süren “Devrimci Halk savaşı” hayaline belki de Suriye’de YPG kazanımlarını korumak için birileriyle yürütülen pazarlıklara kurban etti.
Sonuçta en büyük zararı yine Kürtler görmüş oldu. O Kürtler ki, barış umudunun doğduğu anda birlikte yaşama iradelerini en üst perdeden göstermişlerdi. Yine o Kürtler ki, Ortadoğu’da rejimlerin değiştiği bir süreçte, şehirlerde başlayan çatışmalarla belki de Türkiye’de rejim değişikliğine gidecek bir süreci ret etmişlerdi. Kürtler, tarihsel olarak izlenen politikalara rağmen en zayıf dönemlerinde bile haklarından vazgeçmedikleri gibi fırsatların ayaklarına geldiği süreçlerde de ayrılıkçı yollara girmediler. Buna karşın ülkeyi yönetenlerin de, Kürtleri daha fazla uzaklaştıracak dil ve davranışlar yerine geçmiş hataları gözden geçirerek bu birliktelik iradesi üzerine bir gelecek inşa edecek siyasi basiret ve cesareti göstermeleri gerekiyor.