Sheri Laizer’in “Şehitler Hainler ve Yurtseverler” kitabında, Halepçe Katliamı’ndan kurtulan Sirwe öğretmenin aktardıklarını okuduğunuzda, katliamdan kurtulanların katledilenlerden pek de şanslı olmadıklarını düşünürsünüz. Yaya olarak İran sınırına kaçarak kurtulmaya çalışanların, kesilen nefesleri, nefes alışınızı değiştirecek, yaşananlar gözlerinizi dolduracaktır.
Saatler süren zorlu ve meşakkatli yolculukta yaşananları birkaç sayfaya sığdırmaya çalışanyazarın çaresizliği, okudukça artan çaresizliğinizle katlanır. Birkaç saatlik yaşanmışlık, hayata, insanlığa, aileye ve çaresizliğe dair bir ömürlük dersler verir. Bir kaç sayfalık aktarım, romanlar yazdırır, kitapları dolduracak kadar hissiyatlar yaşatır.
Kimyasal zehirden dolayı nefes almakta zorlanan bir yaşlının önünden geçerken yardım edememek, sokaktaki ihtiyara yardıma koşan sizlerde deprem etkisi yaratır elbet. Yolda ilkinçocukların birer birer düştüğünü anlamanız, ruhunuzu acıtır. Yürüyemeyecek kadar etkilenenlerin, kendilerini bırakmaları için yalvarmaları muhakeme yeteneğinizi felç eder.
Bir annenin çığlığı her zaman acıtır yürekleri. Ancak yürüdükleri zifiri karanlıkta evladının düştüğü kuyunun başında feryad koparan bir anneye bir ayrı bakılır elbet. Bakılır bakılmasına da havada ölüm kusan uçaklar, üstünüze gelen elma kokulu zehir. Zifiri karanlıkta kör bir kuyunun başındaki annenin çığlıklarına ses veremeyen bir evlada kim nasıl baksın? “Ses gelmiyor Dayê” denir ancak sesine ses vermeyen evladı için. Ve birkaç kişi bir şeyler söyler anneye, yatıştırmak için değil; kalkıp devam etsin yola diye. Kalmak ölüm demektir çünkü.
Ölümün olduğu yerde yaşam olmaz mı, mümkün mü bu? Hayat denilen şeyde bir düşenin yanında bir dirilen olur elbet. Ancak binlerin kaçış yolunda bir bebek dünyaya getirmenin ağırlığı nasıldır acaba? Herkesin kaçtığı yolun kenarında birkaç kişinin yardımıyla dünyaya getirilen bebeğin, ilk nefesinde elma kokusunu alması ve bu haliyle annesinin kucağına bırakılması…
Ya tam kurtuldular denilen yerde yaşananlar? İran sınırının olduğu Sirwan nehri üzerindeki köprüden İran tarafına geçmeye çalışan kalabalık içerisinden bir kadının, elindeki bebeğe bakışı ve ardından cinnet içeren feryadı… Kocasını ve 5 çocuğunu kimyasal saldırıda kaybeden kadının, Saddam’ın günahlarına kendi günahını da eklemesi. Çok şey kaybetmek, elinizdeki en değerliyi bile kaybettiriyormuş demek. Böylelikle günaha boğulmuş güne, bir bebeğin annesi tarafından katli de eklenir.
Suya attığı bebeği ardından atlamaya çalışan kadını kurtaran İran askeri, bir kadının hayatını kurtardığı için ne kadar sevinebilmiştir acaba? Çocuk öldü mü anne yaşıyor mu kimse bilmiyor. Belki de akıntıya kapılan bebeği kurtaran birileri olmuştur. Yaşıyorsa 29 yaşında olan bu kişinin, Halepçe denilirken anladığı, anladığımızdan çok daha farklı olur elbet. Çünkü onun ömrü, zulmün yıllanmış halidir, gidenlerin yanında kurtulanların çığlığıdır, feryadıdır.
Yaşıyorsa da, bu er kişi de ölecek elbet, silinecek yeryüzünden. Ancak hiçbir ses, hiçbir çığlık kaybolmaz derler bu alemde. Ta ki her şeyin konuşulduğu, herkesin hesaplaştığı bir günde duyulana dek.
Yazının Linki için lütfen buraya tıklayın...