12 Günlük Savaş’tan Yeni Bir Orta Doğu mu Doğuyor?

"12 Gün Savaşı" olarak adlandırılan İran-İsrail çatışması, Orta Doğu'da güç dengelerini derinden etkileyerek yeni bir bölgesel düzenin habercisi olabilir. İsrail, bu savaşla birlikte hem askeri gücünü hem de bölgesel hegemonyasını pekiştirirken; İran’ın nüfuzu ve direniş modeli ciddi şekilde zayıfladı. Türkiye, İran ve Arap dünyası farklı tepkiler verirken, Körfez ülkeleri merkezli "üçüncü bir Arap seçeneği" olarak adlandırılan yeni bir denge oluşmakta. Ancak Filistin meselesinin çözülmemesi, bu yeni düzenin kalıcı istikrar sağlamasını engelliyor. İsrail'in "güç yoluyla barış" stratejisi, direniş yerine karşı bloklaşmaları artırabilir ve uzun vadeli istikrarsızlık riski yaratabilir.
03.07.2025, Per - 09:13
12 Günlük Savaş’tan Yeni Bir Orta Doğu mu Doğuyor?
Haberi Paylaş

Gazeteci Paul Iddon’a göre, ABD Başkanı Donald Trump’ın “12 Günlük Savaş” olarak adlandırdığı “Yükselen Aslan Operasyonu”, Orta Doğu’daki askeri güç dengelerini, 1991 Körfez Savaşı’ndan daha büyük ölçüde değiştirebilir. Aynı görüşü paylaşan emekli Albay Timothy Mallard – stratejik liderlik alanında yüksek lisans sahibi, ABD Ordusu’nda akredite bir stratejist, akademisyen ve yazar – şöyle diyor: “Orta Doğu’daki güç dengesi kesin bir şekilde değişiyor. Bu stratejik gerçek, İsrail ve ABD’nin İran’ın askeri ve nükleer kapasitesine yönelik saldırılarının manşetleri arasında kayboldu.”

Türk gazetesi Daily Sabah, bu çatışmanın halihazırda kırılgan ve parçalı olan bölgesel düzenin çökmesine yol açtığını, Türkiye’nin ulusal güvenliğini, sınır istikrarını ve bölgesel güç dengesini tehdit ettiğini belirtiyor. Ankara, İsrail’in stratejik konumunun sadece caydırıcılığı aşarak, ABD ile olan ittifakını bir güç çarpanı olarak kullanarak bölgesel bir askeri hegemonya kurmayı hedeflediğini düşünüyor. Bu ise Türkiye’nin bölgesel diplomasiden beklentilerini baltalıyor; çünkü savaş artık istisnai bir durum değil, jeopolitik üstünlük elde etmek için tekrar eden bir taktik hâline geldi.

Abu Dabi merkezli ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmiş olan Sky News ise İran-İsrail savaşının, “daha açık ittifaklar ve daha köklü normalleşmelerle tanımlanan yeni bir Orta Doğu”nun doğumunu hızlandırdığını belirtiyor. Ancak bu yeni Orta Doğu’nun “İsrail’in güvenliğini sağlarken, Filistinlilerin meşru haklarını da gözeten adil ve kapsayıcı bir vizyon” temeline dayanmadıkça eksik kalacağını vurguluyor. Zira Filistin meselesi, bölgesel istikrarın anahtarı olarak görülüyor.

Yeni Orta Doğu Gerçekten Geliyor mu?

Ortadoğu meselelerinde uzman araştırmacı Abbas Akil, bölgenin Filistin sorunu çözülmeden istikrara kavuşmasının zor olduğunu düşünüyor. Bu çözüm, iki devletli bir yapı ya da Filistinliler ile İsraillileri eşit haklara sahip tek bir devlette birleştiren, geçmişte göz ardı edilen ancak şu anda bazı çevrelerce savunulan bir model olabilir.

Akil’e göre İran ile İsrail arasındaki açık çatışma, bölgesel güç dengelerinde önemli bir etkide bulundu ve İran öncülüğündeki İslami direniş anlayışının çöküşüne neden olabilir. Bu durum, Mısır ve Suriye öncülüğündeki Arap milliyetçi direnişin çöküşüne benziyor. İran’ın bölgesel nüfuzu zayıflarken, 1991’deki Madrid Barış Konferansı’nı anımsatan bir barış süreci ihtimali gündeme geliyor. Ancak Akil, İsrail’in şu anda böyle bir sürece istekli olmadığını düşünüyor; zira askeri üstünlüğüyle düşmanlarını saf dışı bırakma kapasitesine sahip.

İsrail: Bölgesel Hegemon mu, Yoksa ABD’nin Vekili mi?

Albay Mallard, İsrail’in İran’a yönelik hassas ve yıkıcı saldırılarıyla bölgesel bir hegemonya iddiasında bulunduğunu ve ilk defa ABD’den bile güçlü bir aktör hâline geldiğini öne sürüyor. Ona göre İsrail artık askeri, diplomatik, medya ve ekonomik araçlarını kullanarak stratejik hedeflerine ulaşabilecek kapasitede.

Birleşik Arap Emirlikleri merkezli İran Araştırmaları Başkanı Dr. Muhammed Zaghoul da benzer şekilde, 7 Ekim 2023 sonrası İran’ın zayıflamasıyla birlikte İsrail’in hava sahasında özgürce hareket edebildiğini ve giderek bölgesel bir güç hâline geldiğini belirtiyor. Ancak bu hegemonya, bölgesel iş birlikleri (özellikle Türkiye-Arap hattı) tarafından sorgulanabilir ve bu durumun da İsrail’in istikrarını tehdit edebileceğini vurguluyor.

Zaghoul’a göre, İsrail’in halklar nezdinde bir işgal gücü olarak görülmesi, dini ve kültürel farklar nedeniyle yumuşak güçten yoksun kalması, onu sadece askeri güçle hâkimiyet kurmaya zorlayacak. Bu da uzun vadeli bir istikrarsızlık öngörüsünü beraberinde getiriyor.

ABD'nin Tek Gerçek Müttefiki İsrail mi?

Uluslararası ilişkiler uzmanı Ahmed Dahshan’a göre, İran ile İsrail arasındaki savaşın ardından Orta Doğu’daki güç dengeleri hâlâ tam olarak oturmuş değil. İsrail’in üstünlüğü 7 Ekim 2023’te Hamas’ın “Aksa Tufanı” operasyonuyla sorgulandı. Hamas, İsrail’in teknolojik ve güvenlik sistemlerini delerek, uzun süreli kuşatmaya rağmen ciddi bir başarı elde etti.

ABD’nin İran’a yönelik saldırılarda İsrail’i aktif olarak desteklemesi ve daha önce Suudi Arabistan ve BAE’ye yapılan saldırılarda benzer bir tutum sergilememesi, Dahshan’a göre, Washington’un tek gerçek müttefikinin İsrail olduğunu gösteriyor. Bu ittifak, 1967 savaşına kadar dayanıyor ama bugün daha açık ve sert bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu da bölgede ABD’nin güvenlik ve askeri anlamda İsrail’i tek yetkili aktör olarak kabul ettiği anlamına geliyor.

“Arap Üçüncü Seçeneği” ve Yeni Dönem

Washington merkezli Orta Doğu uzmanı Abdullah el-Hayek ise ABD’nin sadece İsrail’e değil, “ılımlı Arap ekseni”ne (Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, BAE, Katar) da yatırım yaptığını belirtiyor. Trump’ın Körfez ziyaretinde İsrail’e uğramaması ve trilyon dolarlık anlaşmalar imzalaması buna örnek. El-Hayek’e göre bu eksen, krizleri yönetecek kapasitesini ispat etti ve artık bölgesel istikrarın anahtarı hâline geldi.

Barış, Güç Yoluyla mı Gelecek?

JURIST News’e göre, İran’ın bölgesel saldırı kapasitesi zayıflarken, savunmaya yönelmesi; Türkiye’nin ise Suriye, Irak, Kafkaslar ve Doğu Akdeniz’de etkisini artırması, yeni bir bölgesel güvenlik sistemine meydan okuma potansiyeli taşıyor. Bu nedenle İsrail, Ankara’nın bu yeni sistemde lider rolünü üstlenmesini engellemek için kalıcı ittifaklar oluşturmaya çalışıyor.

Hayek’in bahsettiği “Arap Üçüncü Seçeneği”, yani İran, Türkiye ve İsrail’e bağımlı olmayan bağımsız bir Arap gücü, önümüzdeki dönemde daha belirgin hâle gelebilir. Ancak bu modelin başarılı olabilmesi için kriz yönetiminin ötesine geçip ortak bir bölgesel proje ortaya koyması gerekiyor.

Eğer bu proje başarısız olursa ya da bu ülkeler iç sorunlarla baş edemezse, ani bir bölgesel savaş, Irak ya da Lübnan’da yeniden ortaya çıkabilecek kaos ya da İran’ın Rusya ve Çin destekli nükleer tırmanışı, bu yapıyı tehdit edebilir. Ancak şimdilik tarihsel moment, ne İran’a ne de yalnızlaşan İsrail’e, aksine istikrarlı Arap dünyasına işaret ediyor.



 

Bu haber toplam: 6120 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:13:07:38