Tahsin Sever: II. Dünya Savaşı'nın Siyasal Koşulları ve Kürtlerin Devletleşme Çabası

31.01.2021, Paz - 15:52
Tahsin Sever: II. Dünya Savaşı'nın Siyasal Koşulları ve Kürtlerin Devletleşme Çabası
Haberi Paylaş

II. Dünya Savaşı, Almanya’nın ekonomik olarak toparlanması Nazilerin iktidara gelmesiyle örtüşünce, yeni bir paylaşım savaşı kaçınılmaz olur. Alman devletinin I.Dünya Savaşı’nın rövanşını alma hedefi, kalıbına sığmayan Amerika’nın okyanus ötesine açılma gayretleri, 1929 ekonomik krizinin yaratığı sonuçlar savaşı tetikleyen etkenler arasında sayılabilir. Esas konumuz II. Dünya Savaşı’nın sebeplerini analiz etmekten öte, II.Dünya Savaşı akabinde(22 Ocak 1946) Mahabad’ın Çarçıra meydanında ilan edilen Kürdistan Cumhuriyeti’nin acımasızca boğazlanmasına giden sürecin konjonktürel koşullarını irdelemektir. Bu noktada bir paragraf açarak, I.Dünya Savaşı sonrasıOrtadoğu’da oluşan siyasal nizamda Kürtlerin payına düşen felakete göz atarak konumuza dönelim.

Batı Avrupa devletlerinin (Britanya, Fransa, Almanya) Kürdistan’a ilgisi birdenbire ortaya çıkmış bir durum değildir. 18. Yüzyılın son dönemi ile 19. Yüzyılın ilk dönemlerinde Batılı birçok misyonerler (konsoloslar, tüccarlar, gazeteciler, gezginler, arkeologlar) gibi çok farklı alanlarda çalışan uzmanlar bölgeyi taramışlar, bir sivil orduyu andıran bu gruplar bölgenin stratejik ve ekonomik kaynaklarının haritasını çıkarırken Kürtlerin etnik ve dini yapısını, Kürt toplumunun zayıf ve direnç noktalarını da not ederek kendi devletlerine rapor etmişlerdir.

Aynı husus daha uzun bir zaman dilimde ve daha da derinlikli olarak Rus devleti için geçerlidir. Rusların Kürdistan’a ilgisi oldukça fazladır. Osmanlı devletinin tarihsel rakibi olan Rusya, Osmanlı’yı Balkanlardan silerken, Kafkasya üzerinden Kürdistan’a kadar ilerleyip, Kürtlerin yeni komşusu olmuştur. Kürtler içindeki misyonerlik çalışmaları Aleksandr Jaba’ya kadar giden, Kürt dili, kültürü ve tarihi konusunda bir dizi uzmana sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu tür çalışmalar içinde yer alanların bazıları idealist insanlar olabilir; ancak tıpkı Batılı misyonerler gibi birçoğunun kendi devletleriyle ilişki içinde bu tür faaliyetler geliştirdikleri bir sır değildir.

1900’lu yılların başlarında Rusların, Britanya ile girdikleri jeopolitik güç mücadelesi, yeni dönemin şekillenmesinin zeminin hazırlamıştır. Savaşın ortasında vukuu bulan 1917 Ekim Devrimi Rusların “Büyük devlet politikası” tercihinde değişikliğe yol açmamış, sadece bir süreliğine kendi kabuğuna çekilmesini sağlamıştır.

Lozan Anlaşması’yla noktalanan I.Dünya Paylaşım Savaşı, Britanya-Fransa ikilisinin planlamasıyla Ortadoğu’da yeni bir siyasi nizam hayata geçirilmiştir. Yeni nizamın çerçevesine bakacak olursak; Osmanlı’nın tasfiyesi, yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin ikame edilmesi, Kürtlerin savaş ganimeti olarak dağıtılması, Ermenilerin kurban edilmesi, uluslar, ulusal azınlıklar, dinsel azınlıklar ve mezhepsel farklılıklardikkate alınmadan (mevcut farklılıklar arasındaki çelişki ve çatışmalar diri tutularak) haksızlıklar zemininde meta zoruyla Irak ve Suriye gibi yapay devletlerin dikte edilmesi olarak özetlenebilir.

Ortadoğu’da oluşan yeni güç dengesine bağlı olarak Britanya ve Rusya(Bunun yerini Sovyetler Birliği alacak) stratejik hedeflerine uyumlu jeopolitik tercihlerinde değişiklere gidecekler, yeni tercihler ışığında yeni ilişki ağları geliştireceklerdir. Hem Britanya hem de Rusya için rakip olan Osmanlı yerine, kendi yanlarına almak istedikleri Türkiye olacaktır. Biri kapitalist dünyanın diğeri sosyalist dünyanın lideri olan Britanya ve Sovyetler Birliği için Türkiye artık “vazgeçilmez” dir. İki önemli gücün tercihlerindeki birliktelik Kürtlerin kaderini derinden etkileyecek, hayal edilmeyecek acıların yaşanmasına sebep olacak, aynı zamanda haksızlıklar üzerinde inşa edilmiş Ortadoğu’daki politik düzenin, sorunları ortadan kaldırmadığı gibi, savaş öncesi koşulları daha da ağırlaştırarak bugünkü kanlı bilançonun ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Rusya’dan Sosyalist Sovyetler Birliği’ne Ortadoğu Politikası

Rusya, bölge üzerinde emperyalist emelleri olan, coğrafi olarak Balkanlar ve Kafkasya’dan bölgeye sınırdaş olmanın avantajına sahip; ancak açık denizlere(Akdeniz-Hint Okyanusu) ulaşmada dezavantajlı duruma sahipti. Açık(sıcak) denizlere ulaşma Rusya açısından stratejik bir hedeftir ve bu durum Ekim Devrimi sonrası değişmemiştir. (Günümüzde Rusya’nın neden Suriye ve Libya’da bütün askeri gücünü seferber ederek; artık Akdeniz’de kalıcı olarak yer aldığınısıcak denizlere inme hedefleri dikkate alınarak anlaşılabilir.) Bu hususun daha iyi anlaşılabilmesi için Ekim Devrimi sonrası 19 Ocak 1923 ile 3 Şubat 1923 tarihinde Ankara’daki Sovyetler Birliği Büyükelçiliğinden Moskova’ya gönderilen iki ayrı raporda değerlendirmelere göz atmakta fayda var:

“…İngiltere’nin kendisine önemli siyasal ve ekonomik çıkarlar sağlayabilen ve de Rusya’nın açık denizlere çıkmasını engelleyen önemli stratejik mıntıkaları ele geçirmek Yakındoğu’ya egemen olmaya çalıştığı sırada, Rusya’nın aynı bölgelerde egemenlik kurmaya ve açık denizlere çıkış yolları (ki bunların tamamı Boğazlar ’da, İskenderun, Yumurtalık ve Basra Körfezi) bulmaya çalışmalıydı. Ne yaparsa yapsın her taraftan yollar Türkiye’den geçmekteydi; sadece Basra Körfezi’ne İran üzerinden çıkıla bilinirdi. Ve Rusya açık denizlere çıkış amacıyla bu yollardan ikisini zorlamalıydı.”

Sovyet Devlet arşivinde yer alan belgelerde, açık denizlere inmenin iki yolu olduğunu, bunların Türkiye ve İran olduğu vurgulanıyor. Raporların ileriki kısımlarında yapılan değerlendirmelerde ise mevcut şartlarda Türkiye üzerinde inmenin uygun olmadığı, İran üzerinde yoğunlaşması gerektiği açıkça ifade ediliyor. Raporlardaki ifade ile “küllerinden yeniden doğan Türkiye’nin” İngiltere’nin hedefinde olduğu, buna “Geçen yüzyılın sonlarından itibaren de buna Türkiye’de tek başına egemenlik kurmak isteyen Almanya’nın direnişi eklendi.” Denilerek Rusya’nın egemenlik alanın genişletmesi için İran düşünmesi gerektiği ve özellikle İran Azerbaycan’ın kontrol edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Ruslara göre, Kürdistan Azerbaycan içinde bir bölge olarak düşünülebilir. Bu husus Sovyet raporlarında şöyle ifade edilmektedir:

“Rusya, artık İran Azerbaycan’ına kalıcı olarak yerleşmeye hazırlanıyordu ve bu durum onu Türkiye’ye kıyasla daha avantajlı konuma getirecekti.” Söz konusu raporlardan anlaşıla üzere iki dünya savaşı arasında İngiltere ile Sovyetler Birliği arasındaki egemenlik mücadelesi İran özelinde yoğunlaşacaktır. Bunun başlıca sebepleri arasında Sovyetlerin Basra’ya inme istekleri İngiltere’nin ise Ortadoğu’da kurduğu nizamın sürdürebilmesi için Yeni Delhi-Bağdat-Kahire üçgenindeki bölgelerin denetim altında tutulması, petrol yataklarının güvenceye alınması için elzemdir. Bu bağlamda İran, petrol kaynakları dahil İngiltere’nin denetimi altındadır ve Sovyetler Birliği’ne bırakılmayacak kadar önemlidir. Bu nedenle İran II. Dünya Savaşı ve sonrasında ABD tarafından desteklenen İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında hesaplaşma alanına dönecektir.

Kürdistan Cumhuriyeti’ne Giden Süreç

Doğu Kürdistan’daki ulusal hareketin ivme kazanması 1941 yılında Rıza Şah’ın iktidardan düşmesiyle başlar. Başlangıçta aydınların ve orta sınıf kentlilerin öncülük ettiği bir harekettir. 15 öncü kadro ile başlayan ve 1943 yılında 100 aydın ve kanaat önderinin bir araya gelişi ivme kazanan hareket, KOMELA JİYANEWEYA KÜRDİSTAN(1944)çatısı altında örgütlenir. Özellikle başta Mahabad olmak üzere farklı toplumsal kesimlerin harekete etkin katılımı, İran Azerbaycan’a yerleşen Sovyetler Birliği’nin dikkatini çeker.Bu noktada altı çizilmesi gereken Mahabad merkezli Kürt ulusal hareketinin, dışarıdan yönlendirme ile oluşmadığı ve Kürtlerin kendi inisiyatifleri ve iradelerinin sonucunda vücut bulduğudur. İran devletinin ilişkileri dikkate alındığında destek alabilecekleri tek adres Sovyetler Birliği’dir. İran yönetimi İngiltere ve ABD tarafından desteklenmektedir. İran Türkiye ilişkileri tarihinin en iyi dönemini yaşamaktadır. Zira Ağrı Ayaklanmasının bastırılmasında Türkiye İran’la sıkı bir iş birliği yapmış, ayaklanmanın bastırılabilmesi için Türkiye İran arasında sınır değişliğine gidilmiştir.

Kadı Muhammed’in Kürt ulusal hareketine aktif dahil olması 1944 yıllarıdır. Kürt ileri gelenleri 1945 Eylül ayında Cafer Bakırof tarafından Bakü davet edilirler. Kadı Muhammed başkanlığındaki heyet davete icabet eder. Yapılan görüşmelerde Bakırof, Kürtlere Azerbaycan içerisinde otonomi teklifidir. Kürtler yapılan öneriyi kabul etmezler. Kürtlerin diretmesi sonucu, Kürdistan’ın bağımsız olması ve sürecin Kürdistan Demokrat Partisi adı altında örgütlendirilerek sürdürülmesi kararlaştırılır. Heyet Kürdistan’a döner ve yapılan hazırlıklar tamamlandıktan sonra 22 Ocak 1946 Kürdistan Cumhuriyeti ilan edilir.

Genç Cumhuriyetin sadece İran’da yaşayan Kürtlerin değil, dört parçada yaşayan Kürtlerin aktif desteği ve iradesini temsil ediği çok önemli bir husustur. Özellikle Mela Mustafa Barzani’nin liderliğinde binlerce peşmergenin katılımı ve Mela Mustafa Barzani’nin Kürdistan Cumhuriyet’inin Genel Kurmay Başkanlığı üstlenmiş olması ayrıca üzerinde durulması gereken önemli bir tarihsel tavırdır.

İngiltere ve ABD’nin Kürdistan Cumhuriyeti’ne Karşı Tutumları

1941 yılında Kürdistan bölgesinde ulusal hareketle başlayınca, İngiltere’nin Tahran Büyükelçiliğinden Londra’ya gönderilen mesajda nasıl bir tutum takınması gerektiği sorulur. 8 Aralık 1941 tarihide Tahran’dan İngiltere Dışişleri bakanlığına ve aynı tarihte Tahran’dan Kahire’ye gönderilen mesajlarda; ‘Genel siyasetimiz bizi merkezi hükümeti desteklemeye zorunlu kılarken, Kürtlerin mümkün olduğunca adil muamele görmelerini sağlamak için bu hükümet üzerindeki nüfuzumuzu kullanmayız’ denmekte ve Kürtlerin içine girdikleri söz konusu çabalara karşı nasıl bir tutum takınılması gerektiği hususunun kendilerine bildirilmesi merkezi hükümetten talep edilmektedir.

İngiltere merkezi hükümetinden 25 Aralık 1941 tarihinde verilen cevapta takınılması gereken tutum belirtilmiştir.

“Dışişleri Bakanlığı’ndan Tahran’a

ÖNEMLİ

1. Şu ana kadarki politikamız İranlılarla Kürtler arasına girmeye kalkışmamak, fakat kendi işlerini kendilerinin halletmesine bırakmak olmuştur. Ana sebepler şunlar olmuştur. Bizim müdahalemiz Kürtler arasında yanlış umutları teşvik eder ve taleplerini daha kuvvetli olarak bastırmalarına yol açardı. İran’ın pahasına sözlerle Kürtlerin teveccühlerini kazanmaya çabalıyoruz şeklinde İran hükümetinin şüphelerini çekerdi. Türk hükümetiyle ilişkilerimiz üzerinde kötü etkisi olurdu. Bu, belki de Sovyet yetkililerini de benzeri bir müdahale politikasını ya Kürdistan’da ya da Azerbaycan’da veya iki bölgede de uygulamaya sürüklerdi. Bunun da ötesinde bizim himayemiz altında varılacak bir anlaşma bunun devamlılığı için bizi bir sorumluluğa sokardı.”

İngiltere’nin Ortadoğu’da var olan statünün korunmasını sağlamak, İran ve Türk hükümetleriyle olan ilişkilerini devam ettirmek, bu hususta Sovyetler Birliği’ni baskı altında tutmak ve Kürtlere cesaret verecek bir tutumdan kaçınmak olarak özetlenebilir. Bu noktada Kürtlerin aleyhine olan güç dengesini daha da kötüleştiren Amerika’nın takındığı tutum olmuştur. ABD, I. Dünya Savaşı döneminde daha çok kendi içiyle meşgul bir devletti. Okyanus ötesinde duran, ekonomik gelişmesiyle meşgul, “Wilson Prensipleriyle” sömürgeci politikalara takoz koyan, ‘özgürlükçü’ bir tutumu vardı. II. Dünya Savaşı sürecine gelindiğinde artık kalıbına sığmayan, dünyanın her tarafında başat aktörlüğe oynayan, oyun kurucudur. ABD, Ortadoğu’da kendi payını almak şartıyla İngiltere’nin yürüttüğü politikaya destek vermiştir. ABD’nin önemli strateji uzmanlarından Z. Brzezinski, II. Dünya Savaşı sürecinin ABD politikasını anlatırken şunları söylemektedir:

“^Başkan Roosevelt, İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin, Avrupa’nın özgürleşmesine olan bağlılığını açıkça dile getirirken bunun; İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika veya Portekiz gibi sömürge imparatorluklarının yeniden güçlenmesi anlamına gelmediğini de gizlemiyordu.

Ancak, Roosevelt’in sömürgeciliğe karşı son derece ilkeli muhalefeti, dünyanın en önemli petrol kaynağı olan Orta Doğu ülkelerinde kazançlı bir konum elde etmek için kararlı bir açgözlü ABD politikasına mâni olamadı. Başkan Roosevelt’in 1943 yılında İngiltere’nin ABD büyükelçisi Lord Halifax’e Orta Doğu haritasını işaret ederek ustaca ortaya koyduğu gibi: ‘ İran petrolü sizindir. Irak ve Kuveyt petrollerini paylaşıyoruz. Suudi Arabistan petrolüyse bizimdir.’ İşte böylece Amerika’nın Orta Doğu bölgesinde sancılı siyasi varlığı başlamış oldu.”

Brzezinski’nde vurguladığı gibi ABD’nin Ortadoğu’ya girişi haksızlıklar üzerine inşa edilmiş nizamın ortağı olmaktan ibarettir. Tarihsel perspektiften bakıldığı zaman, Ortadoğu’da sorunlar yumağının(Ki en önemlisi Kürdistan sorunudur) nedeni I. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan siyasi ve idari nizamın kendisidir. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Türkiye, İran, Irak ve Suriye hitaben söylediği; “Kürt sorununa çözüm bulunmasa, Ortadoğu yangın yerine dönebilir” söylemi bu gerçeğin itirafıdır.

Bu durum II. Dünya Savaşı sonuncunda değişmemiştir. Zira savaşı mağlupları da galipleri de aynıdır. İran özelinde Kürtlerin kendi toplumsal dinamikleri genç Kürdistan Cumhuriyeti’ni yaşatmaya yeterli değildi. Bu sürecin sürdürülebilmesi ve Cumhuriyet’in yaşatılabilmesi için küresel bir gücün desteğine ihtiyaç vardı. Kürtlerin efsanevi lideri Mela Mustafa Barzani’nin dediği gibi; (Aslında İran ordusu Kürtleri yenmedi, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri Sovyetler Birliği’ni yendi.”

Sonuç olarak son derece zorlu bir coğrafyada, kartların her gün yeniden karıldığı, ‘niyetlerin’ bütün çıplaklığı ile ortaya döküldüğü, bir o kadar da bilinmeyenleriyle hızlı, nefes nefese çarpıcı gelişmelerin peş peşe yaşandığı bir sürecin devamını yaşıyoruz. Şartlar kısmen değişse de 1946’da kurulan Kürdistan Cumhuriyeti’nin ve 25 Eylül 2017 ‘de Federal Kürdistan Devleti’nin demokratik ve meşru haklarını kullanarak yaptığı referandum sonucuna karşı yaşanan bir dizi entrikanın, kışkırtmanın ve ihanetlerin Kürt özgürlük mücadelesinin hızını yavaşlatsa da amacına ulaşmada neticesini değişmeyeceğine olan inancımızla…

----------------------

1 Mehmet Perinçek, Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları, Kaynak Yayınları, Birinci Basım Kasım 2011,

İstanbul, s:208

2 A.g.e s:207

3 A.g.e s:208

---------------------

4 Ahmet Mesud, İngiliz Belgelerinde Kürdistan, Doz Yayınları, Mayıs 1992- İstanbul, s:253

---------------------

5 A.g.e s:257

6 Zbigniew Brzezinski, Stratejik Vizyon Amerika ve Küresel Güç Buhranı, Timaş Yayınları, Mayıs 2012 İstanbul, s: 21-22

TAHSİN SEVER
Bu haber toplam: 7561 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:15:21:25