2011 Yılında başlayan Suriye iç savaşı sonrası, Suriye’den başlayan kaçış ve göç, bugün beş milyon insanı aşmış, bölgesel ölçekli olmaktan çıkarak, büyük bir insanlık dramına dönüşmüştür. Farklı silahlı grupların, Suriye devleti ile başlayan bu çatışması, kısa sürede ülke geneline hızla yayılmış, bu noktada yoğun silahlı çatışma, çoğu bölgede sivil yaşamı da hedef almıştır.
Yerel düzeyde örgütlenen ve farklı ideolojik argümanlarla beslenen grupların silahlı direnişleri, merkezi Suriye hükümetinin karşı saldırısı ile büyük bir çatışma alanı yaratmıştır. Bu noktada ayrım gözetmeyen yoğun çatışmalı alanlarda, hızla alevlenen savaş, her türlü savaş hukukundan ve ahlaktan yoksun olarak hala devam etmektedir. Bu durumun başlamasından sonra milyonlarca sivil insan, ciddi güvenlik tehdidinin yanında, açlık, sınırlı eğitim ve sağlık problemleri ile baş başa kalmışlardır.
Bu noktada sadece siyasi nedenlerle ya da çıkarları ile ilgili olarak bu durumu değerlendiren Uluslararası kurumlar ve devletler, ülkenin her yanında giderek ağırlaşan insani dram sonrası sınırlı bir çaba içine girmişlerdir. Ayrım gözetmeyen sivillere saldırılar, insan kaçırma olayları, yağmalama, sindirme ve toplu katliamlar, etnik ve dini topluluklara karşı suikastlar ve göç etmeye zorlama, yaygın işkence ve kötü muameleler sonrasında, Suriye’deki bu durumun ciddiyeti anlaşılmış, daha fazla bu olayın etkileri siyasal anlamda önemli analizlere tabii tutulmuştur.
Merkezi Suriye hükümetinin hukukun üstünlüğü, adalet ve uluslararası hukuk noktasında ortaya koyduğu olumsuz tavırların yanında, direnişçi örgütlerin de bölgesel anlamda büyük ölçüde ‘’Meşru Müdafaa ve Kutsal Direnme’’ hakkını oldukça aşan tutumları sonrası, tüm dünyanın gözü Suriye çevrilmiş, bölgede gelişen bu durum ile ilgili artık farklı dinamikler siyasete taşınmıştır.
Yeterince organize olamayan ve merkezi otoritenden kopuk Suriye’de tüm silahlı güçler ve Suriye devleti, sivil ölümleri önlemede ve göç konusunda büyük bir siyasal sorumluluğun altına girmişlerdir. Askeri çatışmaların başlamasından sonra, en temel hedef daha fazla bölgesel otoriteyi kontrol etmek, bu bölgesel noktada hüküm sürmek olduğundan, Suriye’de toprak kontrolü aynı zamanda, her koşulda bir cezasızlık durumu yarattığı gibi, keyfi uygulamalara ve yoğun şekilde yargısız infazlara da zemin hazırlamıştır. Silahlı çatışmalar en çok kamu otoritesini sarsmış olduğu için, kamu hizmetleri artık yerine getirilemez olduğu için, Suriye’de yaşayan insanlar için, yaşam oldukça büyük bir çekilmez hale gelmiştir. Bu noktadan sonra başlayan yoğun katılımlı zorunlu göçten söz etmemiz gerekiyor.
SONUÇLAR
-Suriyeli mülteci ve sığınmacılara zaman kaybedilmeden, BMMYK denetimde Cenevre Sözleşmelerinin sağladığı tüm evrensel haklar eksiksiz tanınmalıdır.
-Mülteci ve sığınmacılarla ilgili her türlü insani faaliyetler, kamuoyu ile paylaşılmalı, bilgiler açık ve şeffaf olmalıdır. Bu konuda olumlu eleştiriler ve somut öneriler mutlaka dikkate alınmalıdır.
-Mültecilerin ve sığınmacıların yaşadığı şehirlerin yerel yönetim birimlerine acilen kaynak aktarılmalı, bu konuda çalışmaların etkinleşmesi için gerekiyorsa yerel yönetimlere yetki devri yapılmalıdır.
-Suriyeli mülteci ve sığınmacılarla ilgili olarak, zaman geçirilmeden insani durum iyileştirilmeli, eğitim, sağlık, barınma ve güvenlik sorunları çözülmelidir.
-Mülteci ve sığınmacılarla ilgili her tür hukuksuzluk ve onur kırıcı uygulamalar yasal olarak soruşturulmalı, suçlular cezalandırılmalıdır. Bu konuda insanlık dışı ve onur kırıcı uygulamaları görmezden gelmek, her şeyden önce ülkenin saygınlığına ve hukukun üstünlüğüne bağlılığına büyük gölge düşürmektedir.
-Mülteci ve sığınmacıların yoğun şekilde yaşadığı kamp, sosyal konutlar ve farklı yaşam mekânları, her türlü denetime açık olmalı, İnsan Hakları örgütlerinin ziyaretlerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır.
-Mülteci ve sığınmacılarla ilgili istismar ve tacizlerin ortaya çıkardığı, sosyal ve psikolojik vakalara yönelik çalışmalar yapılmalı, mağdurlar hemen tedavi altına alınmalı, bu konuda zaman kaybedilmemelidir.
MAZLUMDER DİYARBAKIR ŞUBESİ
SURİYE SAVAŞINDA DİYARBAKIR’A YERLEŞEN SURİYELİ SIĞINMACILARIN DURUMLARI RAPORU
MAZLUMDER
DİYARBAKIR ŞUBESİ
GİRİŞ
Kuzey Afrika ve Ortadoğu\'da 2010 yılının sonlarında başlayan halk ayaklanmaları başta Tunus olmak üzere Libya, Mısır, Yemen, Bahreyn ve son olarak Suriye\'de baskıcı iktidarların tahtını yerinden sarsmıştır. Demokrasi ve Reform talebiyle yapılan barışçıl protesto ve gösteriler sonucunda bazı ülkelerde kısa bir sürede diktatör rejimler düşerken; Bahreyn ve Yemen gibi ülkelerde yaşanan olaylarda ise birçok sivil insan yaşamını yitirmiştir. Mısır\'da diktatör rejim, halk ayaklanmasıyla düşürülmüş ve iktidara seçimle başa gelen Muhammed Mursi gelerek Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Yeni hükümet aradan uzun bir zaman geçmeden bu defa askeri darbeyle düşürülmüştür. Yaşanan halk ayaklanmaları sonucunda bu ülkelerde hala siyasi istikrar tam olarak yerine oturmamıştır. Ve ülke şu günlerde haklarında idam kararı verilen muhaliflerin durumu ile ilgili gündeme gelmiştir.
2011 yılının Mart ayında Suriye\'de başlayan olaylar ülkeyi adeta bir ateş topuna dönüştürmüştür. Ülkedeki olaylar bir iç savaşa dönüşüp çevresindeki ülkeleri de kasıp kavurmaya devam etmiştir. Suriye\'de 2011 yılı Mart ayında siyasi ve toplumsal reform amacıyla başlayan halk ayaklanmaları Esad rejimi tarafından kanlı bir biçimde bastırılmaya çalışılmış, hükümet karşıtı tüm barışçıl gösteri ve protestolara herhangi müsamaha gösterilmemiş ve tüm bu gösteriler kan ve şiddet yoluyla bastırılmıştır. Esad rejiminin gösterilerde sistematik bir şekilde sivil yerleşim alanlarını hava araçları, top mermisi, havan topu gibi yüksek savaş teknolojisi ile bombalamaları ülkeyi ciddi bir iç savaşa sürüklemiştir.
Esad rejimi ve silahlı muhalif gruplar arasında yaşanan savaş ve çatışmalar sonucunda ülkede doğrudan veya dolaylı olarak etkilenen milyonlarca insan, evlerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Bu savaşlardan etkilenen milyonlarca insan ya ülke içerisinde güvenli bölgelere kaçarak canını zor kurtarmış ya da sınırları aşarak komşu ülkelere kaçıp sığınmak zorunda kalmışlardır. Suriye\'de Mart 2011tarihinden bugüne kadar son verilere göre 150.000 \'den fazla insan yaşamını yitirmiş ve ölen sivil insanların yaklaşık 8000 \'i çocuklardan oluşmaktadır. Bununla birlikte iki milyondan fazla insan komşu ülkelere sığınmış, beş milyondan daha fazla insan ise ülke içerisinde yer değiştirerek güvenli yerlere kaçmak zorunda kalmıştır. Savaşın başladığı tarihten itibaren komşu ülkelere kaçıp sığınan insan sayısı her geçen gün artmaktadır. Bununla beraber kendi ülkelerinde savaşın yoğunluğu düştükçe ve güvenli bölgeler sağlandıkça kendi ülkelerine geri dönen insan sayısı da azımsanmayacak kadar fazladır.
Yapılan araştırmalara göre 2011 yılı Mart ayından itibaren savaş sonucunda Türkiye\'ye gelen mülteci sayısı yaklaşık olarak 550.000 kişidir. Kamplarda kalan mülteci sayısı 200.000 civarı iken kamp dışında kalan mülteci sayısı yaklaşık 350.000 kişidir. Kamp dışında kalanların büyük bir çoğunluğu sınıra yakın vilayetlerin şehir, ilçe ve kırsal kesimlerinde kalmaktadır. Bunun dışında fırsat bulan büyük bir mülteci kitlesi de Türkiye\'de batı illerinde yaşama tutunmaya çalışmaktadırlar.
MAZLUMDER Diyarbakır Şubesi olarak Suriye\'den kaçıp Türkiye\'ye özel olarak da Diyarbakır ilimize sığınıp zor şartlar altında yaşayan Suriyeli sığınmacıların durumunu yakından takip edip öğrenmek ve bu konuda yetkili merciler ile toplumda bir duyarlılığın yerleşmesi için bir çalışma yaptık. Çalışma kapsamında yüz kırk beş aile ile yapılan ankette Diyarbakır\'da zor şartlar altında yaşayan sığınmacılara çeşitli sorular sorularak yaşam koşulları, temel insani ihtiyaçları, sağlık problemleri gibi konularda durum tespiti yapılmıştır. Bu anket sonucunda sığınmacıların temel insani ihtiyaçlarının, sağlık problemlerinin, zorlu yaşam koşullarının düzeltilmesi ve bu ihtiyaçlarının kamu kuruluşları, merkezi ve yerel idari birimler ve sivil toplum kuruluşları tarafından karşılanması ve bunlara bilgi sağlamak amacıyla raporlama ihtiyacı duyulmuştur.
A. SURİYE\'DEKİ SIĞINMACILARIN DURUMU
2011 yılının Mart ayında başlayan savaştan dolayı Suriye\'den ayrılmak zorunda kalan sığınmacıların sayısı yaklaşık 2,5 milyon insan olarak tespit edilmiştir. Ülke içerisinde yer değiştirerek güvenli bölgelere sığınmak zorunda kalan insan sayısı ise 5 milyondan fazladır. Bulundukları yerleşim alanlarını terk etmek zorunda kalanlar genel olarak ayrılma sebeplerini güvenlik gerekçesi olarak açıklamaktadırlar. Bunun dışında politik, ekonomik ve sağlık koşullarının olumsuzluğu da bu durumda belirleyici olmuştur. Komşu ülkelere sığınan insanların büyük çoğunluğu Lübnan, Ürdün, Irak ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Türkiye ve Mısır gibi ülkeleri tercih etmişlerdir.
Ocak 2014 yılının son verilerine göre Lübnan\'a 858.641, Ürdün’e 576.354, Türkiye’ye 559.994, Irak\'a 210.612, Mısır’a 131.707 kadar sığınmacı göç etmek zorunda kalmıştır. Bununla birlikte Suriye\'den ayrılmak zorunda kalan mültecilerin çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadırlar. Lübnan dışında komşu ülkelere sığınan mülteciler için kamplar yapılmıştır. Lübnan\'a sığınan mülteciler için kamp olmadığından sığınmacılar ülke içerisindeki şehirlere dağılmış bulunmaktadır. Ürdün\'de mülteciler için yapılan Zaatari Mülteci Kampı adeta ülkenin büyük bir şehrine dönüşmüş kamp dışında kalan insan sayısı da azımsanamayacak bir sayıya ulaşmıştır. Suriyeli sığınmacılar için komşu olarak genel olarak sınır kapılarını açık tutmuşlardır.
B. TÜRKİYE\'DEKİ SIĞINMACILARIN DURUMU
Suriye\'den gelen sığınmacılar için sınıra yakın şehir ve ilçelerde Başbakanlık AFAD tarafından kamplar yapılmıştır. Türkiye\'de sığınmacılar kampların sayısı toplam olarak 20 tanedir. Hatay\'da 5, Gaziantep\'te 4,Şanlıurfa\'da 3, Kilis\'te 2, Kahramanmaraş, Adıyaman, Adana, Osmaniye, Malatya ve Mardin\'de ise 1kamp bulunmaktadır. Suriye sınırına yakın bu kentlerde kurulan kamplarda kalan mültecilerin toplam sayısı verdiği rakamlara göre 200.000 \'in üzerindedir. Türkiye\'de AFAD\'ın 23 Ağustos 2013 tarihli verilerine göre sığınmacıların yüzde otuz altısı sığınmacılar için yapılan kamplarda kalmaktadır. Bu ise yaklaşık 200.000 civarındaki insan sayısına tekabül etmektedir.
Kamp dışında kalanların sayısı yüzde altmış dörttür. Yani yaklaşık 350.000 insan kamp dışında kalıp yaşama tutunmaya çalışmaktadır. Kamp dışında kalan mültecilerin ise yaklaşık yüzde kırk beşinin kaydı AFAD \'da bulunmaktadır. Bunların yüzde ikisinin oturma izni vardır. Hiç kaydı olmayanlar ise yüzde otuz civarındadır. AFAD tarafında kurulan kamplarda kalan mültecilere güvenlik, sağlık, gıda, barınma, eğitim gibi daha birçok alanda hizmet sunulmaktadır. Kamp dışında kalan mülteciler ise bu ihtiyaçlarının tamamını çeşitli sivil toplum kuruluşları ve gönüllü bireylerin desteği ile karşılamaya çalışmaktadırlar. Ayrıca Türkiye Suriyeli sığınmacılar için yaptıkları kampları güvenlik gerekçesiyle ziyaretlere kapalı tutmaktadır. Nitekim MAZLUMDER Genel merkez düzeyinde Türkiye\'de bulunan kampları ziyaret edip yerinde incelemelerde bulunmak için girişimlerde bulunmuş. Ancak bu girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Bu durum kamplara ilişkin şaibeli durumu daha da derinleştirmiştir.
C. SIĞINMACILARIN HUKUKSAL DURUMU
Sığınmacıların Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi, BM Genel Kurulunda 14 Aralık 1950 yılında toplanan konferansla kabul edilmiş, 28 Temmuz 1951 yılında Cenevre\'de imzalanmıştır. Türkiye sözleşmeyi 24 Ağustos 1951 yılında imzalamış, 29 Ağustos 1961 yılında ihtirazi kayıtla onaylamıştır. Buna göre Türkiye\'ye sadece Avrupa ülkelerinden gelen sığınmacılara bu sözleşmenin hükümlerine göre mülteci statüsü tanınacaktır. Avrupa dışında herhangi bir sebeple sığınan mülteciler için ise Türkiye \'geçici koruma\' statüsü sağlamaktadır. Türkiye\'de Bakanlar Kurulu tarafından 14 Eylül 1994 yılında çıkartılan \'\'1994 - İltica ve Sığınma Yönetmeliği\'\' uygulamada sığınmacılarla ilgili en önemli hukuki norm kabul edilir.
Bu yönetmelik sınırlara yığılan sığınmacılar için alınacak tedbirler, sığınmacıların devlet tarafından himaye edilmesi, sığınmacıların barınıp kalabilecekleri kampların kurulması, sağlık muayenelerin yapılması ve sığınmacıların tekrar geri iade edilmesi ile ilgili düzenlemeler yapmaktadır. Her ne kadar birçok konuda önemli düzenlemeler bu mevzuatta bulunsa da bilahare tek başına bu yönetmeliğin sığınmacıların sıkıntılarına çare olması düşünülemez. Suriye\'de yaşanan savaştan dolayı Türkiye\'ye sığınan insanlar için öncelikle \'misafir \' tabiri
kullanılmış, daha sonra Başbakanlık tarafından Nisan 2012 yılında yayımlanan genelge ile Cenevre Sözleşmesine uygun olarak sığınmacıların \'\'geçici koruma\'\' altında oldukları belirtilmiştir. Ama bu genelgenin içeriği kamuoyu ile paylaşılmamıştır.
Sığınmacılara ilişkin yönetmeliğe göre sınırdan yasal yollarla giriş yapan sığınmacılar ikamet izni için bulundukları yerin mülki amirliğine başvurmaktadır. Aynı şekilde yasal olmayan yollarla sınırdan giriş yapan sığınmacıların da gecikmeden bulundukları yerin mülki amirliğine başvurmak zorundadırlar. Özellikle bu konuda Suriye\'de yaşanan savaştan dolayı sınırdan yasal veya yasal olmayan yollardan giriş yapan sığınmacılar için gerekli kolaylıklar gösterilmeye çalışılmaktadır. AFAD’ın 23 Ağustos 2013 verilerine göre sınırdan giriş yapıp kampta kalan sığınmacıların yarısından fazlası, kamp dışında kalan sığınmacıların dörtte biri Türkiye\'ye resmi bir sınır noktasından pasaportsuz geçiş yapmıştır.
D.DİYARBAKIR\'DAKİ SIĞINMACILARIN DURUMU
Diyarbakır\'da sığınmacılar için barınma amacıyla bir kamp kurulmamıştır. Diyarbakır\'ın
Suriye sınırına yakın bir il olması hasebiyle kamp dışında yaşamak isteyen sığınmacıların, tercih ettikleri bir kenttir. Diyarbakır\'da kendileri ile anket ve mülakat yapıp durumlarını tespitte bulunduğumuz Suriyeli sığınmacı aile sayısı 144 tanedir. Tespit ettiğimiz hane sayısı ise yaklaşık 100 tanedir. Bir evde çoğu zaman birden fazla ailenin yaşadığı gözlenmiştir. Sığınmacılar şehrin çeşitli semt ve mahallelerine dağılmakla birlikte daha çok Merkez Bağlar ilçesinde yoğun yaşamaktadırlar. Buna göre sığınmacıların kaldıkları yerler ağırlıklı olarak Muradiye Mahallesi, Kaynartepe mahallesi, Fatih mahallesi, Şehitlik mahallesi, Sur içi, Dabanoğlu mahallesi, Ali Emiri, Nükhet Coşkun caddesi gibi yerleşim yerleridir.
Meseleye ilişkin bir girişimde bulunmak amacı ile MAZLUMDER Diyarbakır Şubesi olarak şubat ayında Sur Kaymakamı Aydın Ergün ile bir görüşme yapılmıştır. Kaymakamın makamında yapılan görüşmeye Şube Başkanı Abdurrahim Ay, şube yöneticileri Yahya ÖĞER ve Halil İbrahim Köprübaşı katılım göstermişlerdir. Sur ilçesi ekonomik durumu kötü olanların ikamet ettiği bir ilçe olması ve çok sayıda terk edilmiş eski yapı olması nedeniyle Diyarbakır’da yaşayan Suriyelilerin birçoğunun ikamet ettiği bir ilçedir. Bu nedenle de ilimizdeki mülki amirlerin Suriyeli sığınmacılara bakışı ve onlarla ilgili resmi politikanın anlaşılması bakımından Sur Kaymakamı ile görüşme tercih edilmiştir.
Kaymakam ile yapılan görüşmede Diyarbakır’da Suriyeli sığınmacılarla ilgili olarak derneğimiz tarafından yapılan çalışmalar anlatılarak, yapılan çalışmalara kaymakamlık tarafından herhangi bir katkı sağlanıp sağlanamayacağı veya kaymakamlık tarafından bu hususta yapılan çalışmalara derneğimizin herhangi bir katkı sağlayıp sağlayamayacağı hususu değerlendirilmiştir. Aynı zamanda Sur Kaymakamlığı’nda kayıtlı Suriyeli sayısı ve ikamet adresleri ve bilgileri talep edilmiştir. Kaymakam özellikle Suriyeli sığınmacılarla ilgili olarak her hususun kontrol altında olduğunu, sağlık sorunlarının müracaatları durumunda ücretsiz muayene ve ilaçla giderildiğini, günlük gıda yardımı yapıldığını, Suriyelilerin sorunları çözme hususunda herhangi bir yardıma ihtiyaçlarının olmadığını, mülki idarenin de bu hususta herhangi bir çözüm ortağına ihtiyacının olmadığını ifade etmiştir. Kaymakamın resmi devlet görüşünü ifade ettiği şu beyanlar özellikle dikkat çekici ve meseleye bakışın ne düzeyde olduğunu gösterir niteliktedir;
“-Suriyelilerle ilgili olarak ne sizin ne de hiçbir STK’nın onların uzun süreli ihtiyacını giderme, burada devamlı olarak kalmalarını teşvik edici çalışmalar içerisinde olmaması gerekir. Diyarbakır, ekonomi ve nüfus açısından henüz kendisine yeten bir il değildir. Suriyelilerin durumlarını iyileştirmeye matuf her çalışma onların buralarda daha fazla kalmasına ve beraberinde yeni sorunların ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Biz kaymakamlık olarak haftada bir veya iki kez Diyarbakır’da yaşadığını tespit ettiğimiz Suriyelileri Ceylanpınar’daki kamplara gönderiyoruz. Bunu da kendilerine yaptığımız bildirimlerle araçların hareket edeceği gün, saat ve yeri bildirerek yapıyoruz. Ancak genelde birçoğunu hareket gününde yerinde bulamıyoruz. Bu meseledeki temel yaklaşımımız Diyarbakır’da Suriyelilerin uzun süre kalmaması yönünde. Şehre yakın yerlerde çadır kurarak ikamet ettiğini tespit ettiğimiz Suriyeliler için de temel hareket tarzımız budur. Diyarbakır Vali yardımcılarından biri özellikle bu hususla ilgileniyor. Tüm ilçelerin kaymakamlıkları da vali yardımcısı ile az önce aktardığım ilkeler doğrultusunda çalışma yürütüyor.”
Kaymakama Diyarbakır’da tespit ettiğimiz Suriyelilerle yaptığımız mülakatları, anketleri ve anket sonuçlarına göre görünen genel tabloyu aktardık. Kendisine kamplarla ilgili şikâyetler ve kampların koşulları sorulduğunda kamplara bizzat gitmediğini ancak kampların koşullarının çok iyi olduğunu bildiğini, kamplarda yaşamak istemeyen veya kamplardan ayrılan Suriyelilerin kamp koşulları değil farklı sebeplerle kamplarda kalmak istemediklerini ifade etmiştir.
a. Diyarbakır’a Giriş
Anket çalışmamızda Sığınmacıların en son ne zaman sınırdan giriş yaptıkları ve Diyarbakır\'a ne zaman yerleştiklerine dair sorular sorduk. Bu sorularımıza cevaben, iki aile 2012 Ağustos ve Kasım aylarında diğerlerinin tamamı ise 2013 yılının farklı aylarında geldiklerini söylemişlerdir. Pasaportlarının olup olmadığına ilişkin sorumuz karşılığında ise 20 aile dışında ailelerin tümünün sınırdan pasaportsuz giriş yaptıkları bilgisine ulaştık. Bir kısım sığınmacılar bu soruya cevap vermezken sadece ailelerin yüzde on beşi pasaportunun olduğunu bildirmiştir. Görüşme yaptığımız ailelerden sadece iki tanesi kampta bir süre kaldıklarını ancak daha sonra kamp koşullarının iyi olmaması nedeniyle ayrıldıklarını ifade etmişlerdir. Urfa Akçakale kampında kalan aile 10 gün kadar kalıp kamp koşulları iyi olmadığı için ayrıldığını ifade etmiştir. Kobani kampında üç hafta kalan aile ise kampın çok fazla kalabalık olduğu gerekçesi ile kamptan ayrıldığını ifade etmiştir. Kampa hiç gitmeyen aileler ise kampta daha önceden kalanlardan edindikleri olumsuz bilgi akışından dolayı kampta kalmayı tercih etmediklerini belirtmişlerdir. Bu aileler genel olarak kamp şartlarının daha zor olduğunu, kampların soğuk olduğunu, iş yapma ve ya para kazanma imkânlarının olmadığı gerekçeleriyle ile kalmadıklarını belirtmişlerdir. Diyarbakır\'a gelen sığınmacılara Suriye\'nin neresinde ikamet ettikleri sorulduğunda çoğunlukla Halep vilayetinden geldiklerini söylemişlerdir. Bunun dışında Suriye\'nin Şam ve Rakka kentleri ile Batı Kürdistan (Rojava) bölgesinin Qamışlo gibi kentlerinden gelen ailelerde mevcuttur.
b. Yasal Durumları
Görüşülen sığınmacılardan 20 aile dışında tamamı ülkeye yasal olmayan yolardan (kaçak) giriş yapmışlardır. Pasaport sahibi sığınmacılarla yapılan görüşmelerde sınır dışı edilme korkusundan dolayı ikamet izni almaya başvurmayanlar olduğu tespit edilmiştir. Kaçak giriş yapan sığınmacıların ise yetkililer tarafından yakalanma korkusuyla sık sık adres değiştirdikleri gözlenmiştir. Görüşülen 144 ailenin hiçbir üyesinde çalışma izni bulunmamaktadır.
c. Yaşam koşulları
Diyarbakır\'da yaşayan ve MAZLUMDER Diyarbakır şubesi olarak görüşme yaptığımız 144 sığınmacı ailenin toplam nüfusu yaklaşık 770 kişidir. Bu sayının yaklaşık 450’si çocuklardan oluşmaktadır. Yani sığınmacıların yaklaşık yüzde atmışı çocuk yaştaki insanlardan oluşmaktadır. Ailelerin bir kısmı çocuklarının güvenliğinden endişe ettikleri için sokağa çıkmalarına müsaade etmezken, bir kısmının çocuklarına dilencilik yaptırdığı gözlenmiştir. Kürtçe bilenlerin Diyarbakır’da daha rahat iş bulduğu ve toplumla iletişim kurabildiği gerçeği göz önüne alındığında Kürtçe konuşan ailelerin yaşamlarını Arapça konuşan ailelerden daha rahat sürdürebildiğini açıkça belirtebiliriz. Bu durum Diyarbakır’ı sığınmacıların gözünde ‘daha yaşanılabilir’ bir yer konumuna taşımaktadır. Görüşülen ailelerin bir kısmı evin erkeğinin çalışmak için İstanbul’a gittiğini, orada para kazanıp Diyarbakır’da bıraktığı ailesini yanına alacağını söyleyerek burada kalıcı olmadıklarını belirtmişlerdir. Ailelerin içinde Suriye’de maddi durumları iyi olup, burada içinde bulundukları koşulların kötü olduğunu belirten ve Suriye’deyken de yoksul olduğunu belirten ailelerde vardır.
d. Yaşadıkları Yerler Ve Barınma Koşulları
Diyarbakır’ın yoksul semtlerine yerleşen sığınmacıların yaşadığı yerlerin yaşam koşulları zaten zor olmakla beraber birde o mekâna sığınmacı olarak gelmek zor olan durumu daha da zorlaştırmış ve yaşam koşullarını oldukça ağırlaştırmıştır. Görüşme yapılan ailelerden 5’i harabelerde kalmakta olup diğerlerinin büyük bir bölümü iki odalı evlerde, iki aile kalacak şekilde yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu aileler genellikle birbirleriyle kan bağı olan ailelerden oluşmakla beraber, Suriye’de komşu olan ailelerin de bir ev kiralayıp odaları paylaştıkları örneklerde mevcuttur. Bu evlerin en büyük sıkıntısı ise tuvalet-banyo sorunu olarak dile getirilmiştir. Bağlar semtinde yaşayan sığınmacıların büyük bir kısmı hastalıklara davetiye çıkaran, daha çok ‘harabe’ olarak nitelendirilebilecek yerlerde yaşamaktadırlar. Sınırdan geçip Diyarbakır’a gelen ailelerin ilk önce bu semte yerleştikleri, ailesini yanına alıp, düzenli iş bulabilen ailelerin ise Suriçi olarak adlandırılan bir diğer yoksul bölgeye taşındığı ise ailelerden alınan bilgiler arasındadır. Ailelerin barınma konusunda en büyük sorunu ise fahiş fiyatlara yükseltilen ev kiralarıdır. Aileler Çevreden gıda ve giyecek yardımları alırken en büyük zorluğu kiralarını karşılamakta yaşamaktadırlar. Sur ilçesindeki kiralar bölge standartlarında iken, Bağlar ilçesinde kira fiyatları normalin üzerinde seyretmektedir. Ayrıca Şehitlik bölgesinde de sığınmacılar bulunmaktadır ki buradaki ailelerin diğer bölgelere istinaden daha iyi şartlarda yaşadığı gözlenmektedir.
e. Sağlık Hizmetlerine Erişim
Sağlık hizmetlerinin (ameliyat, sürekli ilaç kullananlar, şeker hastası ve hamile olanlar) karşılanması sığınmacıların en önemli sorunlarından birini oluşturmaktadır. Hastaneye giden sığınmacıların büyük bir kısmı, devlet hastanelerinde sisteme girilebilecek bir kimlik numarasının istenmesi ve özel hastanelerde ücret talep edilmesi nedeniyle tedavi olamadan geri döndüklerini belirtmişlerdir. Tedavi olanlar ise pahalı olduğu için ilaç temin edememişlerdir. Örneğin, Sur ilçesindeki sığınmacılardan biri, çocuklarının hastalandığını, onu Devlet Hastanesinin aciline götürdüğünü, doktorun çocukları tedavi ettiğini ancak ilaç almak üzere gittiği eczane kendisinden para talep ettiği için çocuklarına gereken ilacı temin edemediğini anlatmıştır. Bağlar ilçesinde ise bir baba, kızının solunum problemi yaşadığını, İstanbul’da ameliyat olması gerektiğini ancak ameliyat masrafının üç bin TL’yi bulması nedeniyle gidemediğini belirtmiştir. Hamile olan kadınlar bölgedeki sağlık ocaklarına giderek muayene olabiliyor, normal doğum yapanlar herhangi bir sıkıntı yaşamıyor, ancak kendilerine ve bebeklerine lazım olan ilacı fiyatları nedeniyle temin edemiyorlardır.
f. Temel Sorunlar
Hemen hemen her ailenin beş ya da altı çocuğu vardır. Çocuk sayısının fazlalığı onlara bakımı zorlaştırdığından aileler açısından en büyük problemlerden biri olarak değerlendiriliyor. Bununla beraber bazı yetişkin erkekler dil sorunu nedeniyle Suriye’de yaptıkları işi yapamadıklarından sadece fiziksel güç gerektiren işleri yapabiliyor ve bunun neticesinde iş bulma olanakları daha da azalıyordur. Dilenciliğin sığınmacılar arasında çokça tercih edilmesi de dil bilmeme sorununun doğurduğu bir durumdur. Eşini ve çocuklarını evde bırakmak istemeyen bazı erkekler ise, onlarla birlikte dilencilik yapmak zorunda kaldıklarını ifade etmişlerdir. Görüşülen sığınmacıların büyük bir kısmı ise en büyük sıkıntılarının kira olduğunu belirtmişlerdir. Ek olarak şunları söylemektedirler:
“Üstümüzdeki kıyafet bize yeter, Allah razı olsun komşular bizi yemeksiz bırakmıyorlar fakat kiramızı ödeyemezsek çoluk çocuk ortada kalırız.”
“Dilencilik yapmaktan utanıyoruz, fakat iş bulamıyoruz. Küçük çocuklarımız var, onlara gıda sağlamalıyız, ayrıca kiramız var şu anda en önemlisi bunları karşılamak.”
Şehitlik’te oturan sığınmacıların bir kısmı Valilikten sadece bir defa yardım aldıklarını belirtmiş ve Valilik yardımlarının düzenli ve yeterli yapılmadığını iddia etmişlerdir. Ayrıca Kaymakamlıklara başvuran sığınmacılar kendilerine olumlu ya da olumsuz anlamda hiçbir geri dönüş olmadığını söylemişlerdir.
Görüşme yapılan ailelerden sadece 6 tanesi çocuklarının ilköğretim ve lise düzeyinde yarım kalan eğitimlerinin tamamlanmasına dair ihtiyaç talebinde bulunmuşlardır. Bunun yanı sıra temel ihtiyaç olarak görülen sağlık ve barınma ihtiyaçları giderildikten sonra eğitim ihtiyaçlarına da cevap verilmesi gerektiğini dile getirmişlerdir.
E.TESPİTLER VE ÖNERİLER
2011 Yılında başlayan Suriye iç savaşı sonrası, Suriye’den başlayan kaçış ve göç, bugün beş milyon insanı aşmış, bölgesel ölçekli olmaktan çıkarak, büyük bir insanlık dramına dönüşmüştür. Farklı silahlı grupların, Suriye devleti ile başlayan bu çatışması, kısa sürede ülke geneline hızla yayılmış, bu noktada yoğun silahlı çatışma, çoğu bölgede sivil yaşamı da hedef almıştır. Yerel düzeyde örgütlenen ve farklı ideolojik argümanlarla beslenen grupların silahlı direnişleri, merkezi Suriye hükümetinin karşı saldırısı ile büyük bir çatışma alanı yaratmıştır. Bu noktada ayrım gözetmeyen yoğun çatışmalı alanlarda, hızla alevlenen savaş, her türlü savaş hukukundan ve ahlaktan yoksun olarak hala devam etmektedir. Bu durumun başlamasından sonra milyonlarca sivil insan, ciddi güvenlik tehdidinin yanında, açlık, sınırlı eğitim ve sağlık problemleri ile baş başa kalmışlardır.
Bu noktada sadece siyasi nedenlerle ya da çıkarları ile ilgili olarak bu durumu değerlendiren Uluslararası kurumlar ve devletler, ülkenin her yanında giderek ağırlaşan insani dram sonrası sınırlı bir çaba içine girmişlerdir. Ayrım gözetmeyen sivillere saldırılar, insan kaçırma olayları, yağmalama, sindirme ve toplu katliamlar, etnik ve dini topluluklara karşı suikastlar ve göç etmeye zorlama, yaygın işkence ve kötü muameleler sonrasın da, Suriye’deki bu durumun ciddiyeti anlaşılmış, daha fazla bu olayın etkileri siyasal anlamda önemli analizlere tabii tutulmuştur. Merkezi Suriye hükümetinin hukukun üstünlüğü, adalet ve uluslararası hukuk noktasında ortaya koyduğu olumsuz tavırların yanında, direnişçi örgütlerin de bölgesel anlamda büyük ölçüde ‘’Meşru Müdafaa ve Kutsal Direnme’’ hakkını oldukça aşan tutumları sonrası, tüm dünyanın gözü Suriye çevrilmiş, bölgede gelişen bu durum ile ilgili artık farklı dinamikler siyasete taşınmıştır.
Yeterince organize olamayan ve merkezi otoritenden kopuk Suriye’de tüm silahlı güçler ve Suriye devleti, sivil ölümleri önlemede ve göç konusunda büyük bir siyasal sorumluluğun altına girmişlerdir. Askeri çatışmaların başlamasından sonra, en temel hedef daha fazla bölgesel otoriteyi kontrol etmek, bu bölgesel noktada hüküm sürmek olduğundan, Suriye’de toprak kontrolü aynı zamanda, her koşulda bir cezasızlık durumu yarattığı gibi, keyfi uygulamalara ve yoğun şekilde yargısız infazlara da zemin hazırlamıştır. Silahlı çatışmalar en çok kamu otoritesini sarsmış olduğu için, kamu hizmetleri artık yerine getirilemez olduğu için, Suriye’de yaşayan insanlar için, yaşam oldukça büyük bir çekilmez hale gelmiştir. Bu noktadan sonra başlayan yoğun katılımlı zorunlu göçten söz etmemiz gerekiyor.
a) Hükümete öneriler
Sığınmacıların siyasal ve hukuki konumunu belirleyen ve bugün dünyanın birçok ülkesinin, zorunlu göç hareketinde tabii olduğu yasal uluslararası belge olan, sığınmacıların hukuki durumuna dair Cenevre Sözleşmesine koyduğu çekinceleri kaldırmalı, sadece Avrupa ülkelerinden gelen insanlara tanıdığı sözleşme haklarını ve mültecilik statüsünü, göç etmek zorunda kalan herkese tanımalıdır. Bu noktada Suriyeli göçmenlerin ya da başka Ortadoğulu, Asyalı, Afrikalı bir göçmenin bu haklardan yoksun bırakılması, Türkiye için oldukça büyük ayıptır. Bu durum BM’in genel kuruluş amacındaki ilkelere aykırı olup, insan onurunun eşitliği, hukuk kurallarının evrenselliği ve ahlaki yaklaşımın temel prensiplerine de aykırıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti her fırsatta, çok etnik yapılı, çok kültürlü bir imparatorluk mirasına sahip olduğunu ifade etmektedir. Bu anlamda ayrımsız bir mülteci politikası kabul edilerek, mültecilerin hukuki durumuna dair Cenevre Sözleşmesinin üzerindeki çekinceler kaldırılmalı, insan yaşamının en zor dilimi olan mültecilik noktasında, evrensel normlara sıkı sıkıya uyulmalıdır. Bu konuda BM’lerin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının sıklıkla dile getirdikleri tüm noktalarda hızla yeni bir mülteci politikası belirlenmeli, bu noktada uygulama ve denetimler her zaman İnsan Hakları Kuruluşlara açık olmalıdır. Mülteci ve sığınmacılara yönelik eşitlikçi olmayan ve hukuki anlamda sıkıntılı yasalar değişmeli, bu konuya sadece güvenlik ya da ulusal çıkar noktasında bakılmamalı, insani yaklaşımlar geliştirilmelidir.
Mültecilere ve sığınmacılara BM belgelerinin tanıdığı haklar, sosyal hizmet hakları dahil hemen verilmeli, bu noktada çalışmaların sadece devlet eliyle yürütülmesine son verilmeli, mültecilerin ya da sığınmacıların yaşadığı bölgelerde, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler sürece dahil edilmeli, her türden faaliyetler kamuoyuna paylaşılmalı, dönemsel çalışmalar bağımsız komisyonlarca değerlendirilmelidir.
Mülteci sorunun siyasal bir noktadan başladığı dikkate alınarak, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Suriye ile ilgili siyasal tutumları, diplomasiye uygun tarafsız, adil ve barışçıl olmalıdır. Bu konuda coğrafi bir komşuluk, şüphesiz büyük ölçüde yaşanan savaştan etkilenmeyi kaçınılmaz kılmaktadır. Bu noktada Türkiye her şeyden önce sadece sınırlı sayıda insanın bilgisine sahip olduğu bir Suriye politikası ile bölgesinde ve dünyada büyük kuşkular yaratmaktadır. Suriye ile ilgili devlet politikası şeffaf, gerçekçi ve aynı zamanda her türden siyasal görüşe eşit mesafede olmalıdır.
Suriye’deki iç savaş her şeyden önce birçok açıdan yoğun eleştiri alabilen, çoğu zaman hukuk adına büyük haksızlıkların yapıldığı, grupların çıkarları etrafında gelişen ve bölgesel dinamiklerle beslenen bir noktadadır. Bu savaşın şu ana kadar hala büyük ölçüde bitmemiş olmasının da en büyük nedeni, savaşan tarafların kendi ağırlıkları dışında dünya çapında sağladıkları büyük katkıdandır. Bu noktada çok büyük ölçüde bilinmezi olan bir iç savaş olayı ile karşı karşıyayız.
Bu anlamda Türkiye, her türden savaş suçlarının kolaylıkla işlendiği bu savaş alanından uzak durmalı, savaşan gruplara insani yardım dışında herhangi bir yardımı yapmamalıdır. Silah ya da başkaca destekler bölgeyi patlamaya hazır bir barut fıçısına çevirecektir. Bu durumda Türkiye’nin devlet politikası bölgesel barışa öncülük etmeli, bu barış çabalarını sergilerken tarafsız bir dile dönüşmeli, diplomatik hamleler rasyonel bir akılla beslenmelidir. Savaş ve çatışmalar sürdükçe Suriye’de çözümün, diplomasi boyutunda ısrar edilmeli, bölgesel anlamda yeni çatışmalara zemin hazırlayacak bir operasyona karşı çıkılmalıdır.
Mülteci sorunları ve sığınmacıların yaşadıkları sorunlarla ilgili, sadece merkezi hükümetin sorumluluğu ve çabası her türden bir yetmezlik durumunu yaratmakta, bundan kaynaklı çok büyük bir dramatik tablo yaşanmaktadır. Bu insani durumun sadece devlet yönetme refleksi ile çözülmesinde ısrar etmek ve yetki paylaşımı yapmamak, göç eden insanlar aleyhine bir durum yaratmaktadır. Bu konuda, yetki paylaşımı hemen yasal bir duruma getirilmeli, yerli ve yabancı gönüllü kuruluşların desteği etkinleştirilmelidir. Sivil Toplum Kuruluşlarının enerji dolu kadroları ve gönüllü bağışçıları, insani amaçlar noktasında özgürce mültecilere yönelik çalışma yapabilmelidirler.
Mülteci kampları ve sığınma merkezleri; her türden şiddet ve siyasi kaygılardan uzak, korkusuzca yaşanabilir, sağlık koşulları gelişmiş, inanç ve dini yaşama olanaklı, sosyal ve kültürel açıdan yeterli mekânlara dönüştürülmelidir. Bu konuda sadece temel gıda ve giyim ihtiyaçlarını karşılamak, bununla sınırlı düşünmek; mülteciler, göçmenler ve sığınmacılar için insani olmayan bir dünya düşünmektir.
Mülteciler için en önemli vazgeçilmezlerden biri de, eğitim hakkıdır. Aile birliği, anadil ve kültürel mirasları korunarak her mültecinin eğitim hakkının olması, evrensel bir insan hakkı olduğu kadar, uluslararası belgelerin mültecilere sağladığı bir haktır. Bu konuda tüm mülteci kamplarındaki fiziki mekânlar uygun hale getirilmeli, yeterli eğitim için eğitimci atanmalı ve kaynak sağlanmalıdır.
Mültecilerin yaşadığı şehirlerdeki üniversitelerin ilgili birimleri, mülteci sorunları ve çözümleri noktasında akademik çalışmaya özendirilmeli, bu çalışmaların sonuçları uzmanlarca değerlendirilmelidir. Mültecilerle ilgili sıkça vurgulanan başta işkence, kötü muamele, dışlanma, sınır dışı edilme, psikolojik sorunlar, yabancılaşma, ayrımcılık, cinsel taciz, yetersiz beslenme ve barınma gibi sorunlar bilimsel ölçülerle araştırılmalı, bu sonuçlar ilgili yönetim birimlerine iletilmelidir. Bu sorunların tespiti ve çözümü noktasında her türlü önyargıdan uzak bir tutum izlenmeli, mülteciler için en sağlıklı modelleri ve yaşam mekânlarını oluşturma hedefi öncelikli olmalıdır.
Türkiye, ülkeye göç eden Suriye’li göçmenlerle ilgili uluslararası mültecilik statüsü tanımadığı için, büyük ölçüde ekonomik olarak bir büyük mali yükü ülke olarak tek başına karşılamak zorunda kaldığı gibi, aynı zamanda mültecilerinde bu anlamda mağdur olmasına neden olmuştur. Maddi anlamda mülteciler, BM den herhangi bir parasal ödenti ve yardım alamamaktadırlar. Bu durum daha fazla Suriyeli mültecinin günlük yaşam içinde, insan onuruna yakışmayan dilencilik ve hırsızlık gibi tutumları tercih etmek zorunda kalmasını doğurmaktadır. Aynı zamanda sığınmacı kadınlara fuhuş sektörünün kapısını aralamaktadır. Bunun yanında önemli bir ölçüde kaçak Suriyeli nüfus, çeşitli iş kolunda her tür sosyal ve mali haklardan yoksun olarak çalışmaktadır. Bu konuda ortaya çıkacak olan her türden suç, hukuksuzluk ve olumsuzluklar her şeyden önce devleti ağır bir sorumluluk altına sokacaktır.
Mültecilerle ilgili çalışmaların tek noktadan yapıldığı iddia edilse de esasında Suriyeli mültecilerle ilgili büyük bir organizasyon eksikliği mevcuttur. Bu konuda bilgi paylaşımı, yerleşim, yaşam planlamaları, barınma, sağlık, eğitim ve sosyal çalışmalar şu ana kadar maalesef büyük ölçüde eksiklerle devam etmiştir. Bu noktada genel mülteci politikalarının yetersizliği açıkça ortadadır. Devlet yeterince güven veremediği mültecileri, kentsel yaşamların varoşlarında tek başına yeni bir mücadeleye zorlamıştır. Kentsel yaşam mülteciler için yeni bir güvenlik korkusu ve adaletsizlik kadar her türden yeni bir tür psikolojik göçtür. Algıları ve yaşamı kendi istekleri ile değiştiremeyen mülteciler, şimdi bir tür var olma savaşı vermektedir.
Birçok büyükşehirde oturma izni almak ve ikamet etmek için, ev satın alan ya da ev kiralayan, işyeri açan, çeşitli işlerde çalışan Suriyeli mülteciler büyük ölçüde engellemelerle karşılaşmaktadırlar. Bu noktada daha çok AFAD üzerinden gelişen tekçi yönetim oldukça yetersizdir. Bu konuda daha fazla yetki ve sorumluluk paylaşımı yapılmalıdır. Mutlaka güncellenen ve izlenen bir mülteci programı olmalı, bu program bu mülteci çalışmaları yapan tüm kurumlara açık olmalıdır.
Mülteci ve sığınmacılara yönelik aşırı güç kullanımı, polis şiddeti ve toplumsal tepkiler gibi ortaya çıkan başkaca hukuksuzluklarda barolarla işbirliği yapılmalı, mültecilerin yaşadığı bu durum konusunda iyileştirmeler zaman geçirilmeden hemen yapılmalıdır. İş ve çalışma yaşamında, günlük yaşamda ve mülteci olarak kamp yaşamında Suriyeli mültecilere hukuki koruma sağlanmalıdır. Mülteciler geri gönderilme korkusu ile çoğu zaman mağduru oldukları pek çok haksızlığı dile getirmekten kaçınmaktadırlar.
Mültecilerin yaşadıkları travmalar neticesinde en çok ihtiyaç duydukları desteklerden biride moral ve motivasyonlarını arttıracak psikolojik desteklerdir. Bu bağlamda mülteci kamplarında ve kaçak olan Suriyeli mültecilere yönelik etkin ve verimli çalışan Psikolojik Danışmanlık Merkezleri açılmalı, uzmanlar hemen çalışmalara başlamalıdırlar. Mesleklerinde saygın olan ve gönüllü olarak bu merkezlerde çalışan uzmanlarca ortaya çıkarılan sorunların çözümü noktasında öneriler titizlikle uygulanmalı, bu tür bir çalışmaya yerel yönetimlerde ortak edilmelidir.
b) Yerel Yönetimlere Öneriler
Suriyeli mültecilerle ilgili yapılan çalışmalarda üzerinde durulmayan bir konu olduğu için yerel yönetimler büyük önem ve dikkat kazanmaktadır. Yerel yönetimler, belirlenmiş kent sınırları içinde yaşayan herkes için hizmet üretimi amacı ile kurulmuş yapısal kurumlardır. Bu anlamda yerel yönetimler tanımından anlaşılan şey, muhtarlıklar, belediyeler, büyükşehir belediyeleri ve kaymakamlık ve valiliklerdir. Bu tanımlama da, yerel yöneticilerin bir kısmı’ ’seçilmiş’’ bir kısmı ise ‘’atanmış’’lardır. Bu nokta çoğu zaman bir yetki karmaşasına neden olmaktadır.
Yerel yönetimler, mültecilere yönelik bağımsız bir yönetim birimi mutlaka kurmalıdır. Ve bu birim kamu ya da özel diğer mülteci çalışması yapan kurumlarla her türlü işbirliği içinde çalışmalı, bir çalışma ağı içinde bilgi paylaşımı yapılmalıdır. Mültecilerin sorunları ve yaşam koşulları, yerel düzeyde mutlaka bir özel program ve yaklaşımla önemsenmelidir. Bu konuda yasal olarak sınırlı kaynak aktarımı yapıldığından daha çok yurttaş desteği ve gönüllü bağışı için yerel yönetimler öncülük etmeli ancak her kesimin demokratik katılımını sağlamalıdır.
Yerel yönetimler mülteci merkezlerinin ve sığınmacılara yönelik mekânların fiziksel yetersizlikleri giderecek çalışmaları yapmalı, bunun yanında o kentte yaşayan mültecilere ise barınma anlamında yardım sağlamalı, belediye sosyal tesisleri tahsis edilmeli, ihtiyaç duyan mültecilere kira yardımı yapılmalıdır. Bununla birlikte yerel yönetimlerin yerel hizmetlerinden olan ulaşım ve sağlıktan, mülteciler de faydalanmalı, bu konuda özel bir kart ile bu hizmetler her aşamada ücretsiz olmalı ve mutlaka kolayca erişebilir olmalıdır. Kentsel rekabet içinde hızla artan fiyatlardan mültecilerin etkilenmemesi için, yerel yönetimler merkezler açmalı, doğrudan hizmeti kendileri sunmalıdırlar.
Mültecilere karşı olumsuz, önyargılı toplumsal bakışı değiştirmede oldukça önemli bir konumda olan tüm yerel yönetim birimleri, kamuoyuna bilgilendirme çalışması yapmalı, her noktada mültecilere karşı oluşmuş olan önyargılara ve olumsuzluklara karşı eğitim çalışmasını desteklemelidirler. Etnik, dini, kültürel ve sosyal olarak farklı algılarla dışlanan mültecilerle dayanışmada da yine en büyük görev yerel yönetimlere düşmektedir.
Mültecilere yönelik yardım kampanyalarına öncülük etmek konusunda en çok istekli kurumların başında yerel yönetimler gelmelidir. Her türden göçlere ve mültecilik hareketlerine karşı hazır, yardım konusunda uzmanlaşmış bir yerel yönetim birimi profesyonel olarak bekletilmelidir. Bu kurum, yardımları organize etmek kadar, bu yardımları ihtiyaç duyulan mültecilere ulaştırmalıdır. Yardım toplama, yardım malzemelerini tasnif etme, bunları dağıtma ve sürekli ihtiyaçları belirleme noktasında her türlü çalışma mutlaka yerel yönetimlere devredilmeli, sivil toplum kuruluşlarının desteği bu kurumların çatısı altında birleşmelidir. Aynı şekilde kentte yaşayan mültecilerden yaşlılara, çocuklara, kadınlara, engellilere, gençlere ve çocuklara yönelik kategorik çalışmalara mutlaka profesyonelce yaklaşılmalıdır. Mülteciler aynı kentte yaşayan yurttaşlar gibi, ayrımsız ve engelsiz bir kamu hizmetini alabilmelidir.
Mülteci yaşamı içinde özel bir önemi olan, kültürel şok, yabancılaşma, dışlanma ve manevi bunalımlara yönelik en önemli çalışmaları yerel dinamiklerle birlikte, yerel yönetimler yapmalıdır. Desteğe muhtaç her mülteci bireyine, destek amaçlı sosyal ve kültürel etkinlikler yapılmalı, kentsel yaşam içinde kaynaştırma programı uygulanmalıdır. Bu noktada sorunlar uzman ekiplerce belirlenmeli, mültecilere yaşamsal destek programları aracılığı ile sürekli uyum kabiliyeti kazandırılmalıdır.
Yerel Yönetimlerce okullarda eğitim gören mülteci çocuklarına giyim, kırtasiye ve eğitim desteği sürekli bir programla devam ettirilmelidir. Ulaşımı güç olan öğrencilere, servis desteği sağlanmalıdır. Bunun yanında gönüllü bağışçı sayısı artırılarak, oluşturulmuş bir havuz ile mülteci çocuklarına burs desteği verilmelidir. Bunun yanında yetişkin mülteciler için, meslek edindirme kursları açılmalı, mültecileri yaşama hazırlama konusunda yerel doku ile kaynaştırıcı bir nitelikte çalışmalar yapılmalıdır.
İnançsal gruplara ve farklı kültürlere uygun, kent yaşamı içinde herkesin kolaylıkla yaşayabildiği tüm mekânlar, mültecilere açık olmalıdır. Mekânlarla birlikte mültecilerin kişilik bütünlükleri çoğu zaman büyük saldırılara uğramaktadır. Bu anlamda mültecilerin yaşadığı her yerde halk arasında sözü kabul gören kanaat önderleri, mültecilere yönelik toplumsal yaşamda var olan olumsuzluklara eğilmeliler, bu konuda uzlaşı, hoşgörü, ahlak ve demokrasi vurgusu baskın olan bir çalışmaya paydaş yapılmalıdırlar.
Valilikler ve kaymakamlıklar, kurumsal varlıkları içinde sosyal ve yardımlaşma fonları aracılığı ile vatandaşlara yaptıkları ayni ve nakdi yardımları sınırlı sayıda olsa yapmaktadırlar. Oysa bu noktada şu an yapılan yardım çalışmaları ve mali destekler oldukça yetersiz olduğu kadar, sistemsiz ve amaca hizmet eder bir nitelikte değildir.
Diyarbakır’da sığınmacı olarak bulunan mültecilerin kayıtlarının bile düzenli olmaması, kamu otoritelerinin bu olaya bakışını açıklamaktadır. Giderek artan ve ne zaman sona ereceği belli olmayan bir savaşın kurbanları olan mülteciler, birçok şehirde olduğu gibi Diyarbakır’da da şehrin varoşlarında ya da harabe olarak adlandırılan mekânlarında yaşamaktadırlar. Her konuda bilgileri olan ve yerel yönetim olgusunun ilk basamağı ve anahtarı olan mahalle muhtarlıkları da, mülteciler konusunda kişisel olarak bir duyarlılık içinde olsalar da, sistemli bir bilgi ve envanterden söz etmek mümkün değildir. Bu konuda her yönetim birimin kendi sınırları içindeki nüfus hareketlerini izlemesi ve bunu bilgi işlem olarak arşivlemesi, koordinasyonlu çalışması bir yasal zorunluluktur. Bu noktada arşiv eksikliği hızla birçok olumsuzluğu besleyebilecektir. Bölgemizde çocuk felci ve bazı bulaşıcı hastalıkların son dönemde hızla tekrar ortaya çıkması karşısında, koruma amaçlı aşılama yapılmak istenmiş, ama birçok noktada mültecilere ulaşmayı engelleyen bir durum yaşanmıştır. Tüm kurumlar bu noktada işin sorumluluğunu başkalarının üstüne atmışlardır.
c) Sivil Toplum Kuruluşlarına Öneriler
Dünyanın her yerinde çok büyük ve beklenmedik gelişmeler ve sosyal hareketler karşısında, en çok sivil toplum kuruluşlarının hazır oldukları bilinen bir gerçektir. Çünkü büyük ölçüde çalışmalar gönüllük gibi oldukça değerli bir noktadan başlar ve olumsuzluklar çoğu zaman insanların fedakârlığı ile aşılarak uzun süreli verimli çalışmalar yürütülmektedir. Bir şehirde faaliyet gösteren tüm kamu dışı sivil yapılanmalar, her türden çalışma içinde yer almak, var olan sorunların çözümüne katkıyı somutlaştırmak istemektedirler. Ancak bilhassa mültecilere ilişkin Sivil Toplum Kuruluşlarının sayılarının ve kapasitelerinin yetersizliği karşımıza ciddi bir sorun olarak çıkmaktadır. Bu nedenle sınırlı alanlarda yoğunlaşan sivil toplum kuruluşları mültecilik gibi son derece insani bir çabaya duyarsız kalabilmektedirler. Mültecilerin her sorunun çözümünü devletten bekleyen anlayış, sivil toplumculuk ruhuna aykırıdır. Sivil Toplum Kuruluşları arasında, bu konuda yapısal ve kurumsal çalışma alanları genişletilmeli, sığınmacılarla ilgili birimler mutlaka kurulmalıdır. Acil durumlarda Sivil Toplum Kuruluşlarının yardım toplama ve acil ihtiyaçları giderme çabası anlaşılır bir çaba olsa da, çoğu zaman abartı ve yetersizlik yaratan bu çaba, mültecilerle ilgili çalışmaların istenen düzeyde gitmesini engellemekte ve bu çalışmaların doğasını bozmaktadır.
Mültecilerin içinde bulunduğu durumdan dolayı, İnsan Hakları alanında çalışan Sivil Toplum Kuruluşlarının herhangi bir sosyal çalışma içinde bizzat üye ve gönüllüleri ile ayni ve nakdi yardım toplaması, BM belgelerinde yer alan devletler hukukunun ilgili durumlarda bizzat sorumlu kıldığı devletin hantallaşmasına ve sorumsuzca bir davranış kazanmasına neden olmaktadır. Bu konuda yardım olgusunu bizzat, İnsan Hakları Alanında çalışan örgütlerin fiili olarak yapması, otoritelerden kaynaklı sorunlara bir örtü örtmek olduğu gibi, mülteciler arasında adil ve eşit bir muameleyi engellemektir. Bu noktada merkezi hükümetler her dönem yaptıkları mültecilik çalışmalarını BM ilgili birimlerine göndermekte, bütün bu çabalara haksız bir şekilde sahip çıkmaktadırlar.
İnsan hakları alanında çalışma yapan ve en temel görevleri her türden ortaya çıkan hak ihlallerini takip etmek olan kurumsal yapılar, olaylar ne kadar dramatik olursa olsun, kesinlikle yardımları toplamak ve bunlara organizasyon sağlamak çabasından uzak durmalılardır. Bu yönlü oluşacak bir imaj ya da algı, İnsan Hakları örgütlerinin esas çalışmalarını yeni mağduriyetler yaratacak şekilde engelleyecektir. Bu noktada duygusal kitle olan mülteciler, bir tür yeni ümitsizlikle olumsuz tepkiye yönlendirilebilir. Bazı ülkelerde bu türden yardım çalışmaları sonrası mülteciler üzerindeki yoğun baskıların bizzat bu STK’lar eliyle yapıldığı Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin raporlarına kadar girmiştir. Bu türden karmaşık bir durumu yaşamamak için, oldukça dikkatli bir çalışma yapılmalıdır. İnsan hakları örgütleri mülteci çalışması yaparken, öncelikle devletin mülteciler konusunda evrensel tüm belgelerdeki hakların, uygulamasına öncülük etmeli, bu yasalara şerh koyan devletin, duyarlılık ve sorumluluk alması konusunda lobicilik yapmalı, tüm kamuoyunun ilgi ve etkisini canlı tutmaya yönelik bir strateji izlemelidir. Toplumda bu noktada mülteci yaşamının zorluklarını ortaya koyan tavır değişikliği için kampanyalara öncülük etmelidirler.
Mültecilerin sığınmacı olarak yaşadıkları her türlü insan hakları ihlallerini mutlaka raporlama ve bunların takibi ve sonuçlandırılması görevi büyük ölçüde insan hakları örgütlerinin en temel görevidir. Bu konuyu sistemli bir izleme ile takip edip, olumsuz etkiyi ortadan kaldırmak için demokratik zeminde büyük ölçüde her türden engellemeye karşı çalışmayı yapmak, her şey önce insan hakları örgütlerinin var olma nedenidir.
Suriyeli mültecilerle ilgili hukuki süreçleri barolarla birlikte takip etmek, yasal mevzuatın ve uluslararası belgelerin uygulamasını izlemek, insan hakları örgütlerinin toplumsal saygınlığı ve kurumsallaşması ile ilgili önemli bir gerçekliktir. Milli güvenlik ya da başkaca nedenlerle çoğu zaman devletler mültecilerle ilgili işlemleri saklamaktadırlar. Bu noktada her türden olayı izlemek ve bu durumu kamuoyuna açıklamak, insan hakları örgütlerinin en temel görevidir. Mültecilerle ilgili şu ana kadar kamuoyu ile paylaşılmış ve kamuoyu duyarlılığı yaratabilmiş çalışma sayısı çok azdır. Bilhassa raporlama eksiklikleri göze çarpar niteliktedir.
Mültecilerle ilgili her tür yasal gelişmeler, işkence ve kötü muameleler, orantısız güç kullanımı, mültecilik hakları, ölüm cezası olan ülkeye iadeler, düşünce ve inanç özgürlüğünün ihlali, keyfi gözaltı ya da şüpheli ölümler, zorla sınır dışı edilme, cinsel tacizler, zorla çalıştırılma, barışçıl gösterilere müdahale, insan ticareti, olumsuz yaşam koşulları gibi ihlal alanlarının tümü, her şeyden önce İnsan Hakları Örgütlerinin mücadele alanına girmektedir. Bu bağlamda mültecilerle ilgili, kamu kurumlarının çalışmalarında olumsuz tutumlar ve yönetim uygulamaları, öncelikli bir noktadan olmasa bile doğurduğu sonuçları ile birlikte, kesinlikle insan hakları örgütlerinin çalışma hedefleri arasındadır.
Her türden mültecilikle ilgili sorunlarda, yerel ve ulusal yönetim birimleri arasında STK’lar önemli bir köprü görevi görmektedirler. Bilhassa İnsan Hakları örgütleri mülteci veri tabanı oluşturmalı, elde ettiği bilgileri mültecilerin hukuki haklarını ve güvenliğini de önemseyerek, gerektiğinde BMMYK olmak üzere tüm Uluslararası Kurumsal yapılarla paylaşmalıdırlar. Bu türden bir çaba mülteciler konusunda daha fazla duyarlık yaratacaktır.
SONUÇLAR
-Suriyeli mülteci ve sığınmacılara zaman kaybedilmeden, BMMYK denetimde Cenevre Sözleşmelerinin sağladığı tüm evrensel haklar eksiksiz tanınmalıdır.
-Mülteci ve sığınmacılarla ilgili her türlü insani faaliyetler, kamuoyu ile paylaşılmalı, bilgiler açık ve şeffaf olmalıdır. Bu konuda olumlu eleştiriler ve somut öneriler mutlaka dikkate alınmalıdır.
-Mültecilerin ve sığınmacıların yaşadığı şehirlerin yerel yönetim birimlerine acilen kaynak aktarılmalı, bu konuda çalışmaların etkinleşmesi için gerekiyorsa yerel yönetimlere yetki devri yapılmalıdır.
-Suriyeli mülteci ve sığınmacılarla ilgili olarak, zaman geçirilmeden insani durum iyileştirilmeli, eğitim, sağlık, barınma ve güvenlik sorunları çözülmelidir.
-Mülteci ve sığınmacılarla ilgili her tür hukuksuzluk ve onur kırıcı uygulamalar yasal olarak soruşturulmalı, suçlular cezalandırılmalıdır. Bu konuda insanlık dışı ve onur kırıcı uygulamaları görmezden gelmek, her şeyden önce ülkenin saygınlığına ve hukukun üstünlüğüne bağlılığına büyük gölge düşürmektedir.
-Mülteci ve sığınmacıların yoğun şekilde yaşadığı kamp, sosyal konutlar ve farklı yaşam mekânları, her türlü denetime açık olmalı, İnsan Hakları örgütlerinin ziyaretlerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır.
-Mülteci ve sığınmacılarla ilgili istismar ve tacizlerin ortaya çıkardığı, sosyal ve psikolojik vakalara yönelik çalışmalar yapılmalı, mağdurlar hemen tedavi altına alınmalı, bu konuda zaman kaybedilmemelidir.
Mehmedi AKTOPRAK (Sosyal Psikolog)
Hediye SALTAN (Aktivist)
Hasan YALÇIN (Aktivist)
Ahmet AKSOY (Aktivist)
Seher AKÇINAR (Sosyolog)