“İkinci Cumhuriyet: Mecburi İstikamet” başlıklı yazı dizisinin özellikle Kürtlerle ilgili bölümü çok tartışıldı. “Kürtler Türkiye’nin batısındaki demokrasi mücadelesinin dışında mı kalıyorlar?” diye kabaca özetleyebileceğim saptamaya çeşitli itirazlar oldu.
Bu itirazları ve tepkileri üç kısma ayırmak mümkün sanırım.
Birinci tür tepkiler, bir tartışmayı açmaktan, genişletmekten, sürdürmekten ziyade “susturup” bitirmeyi amaçlayan epeyce düzeysiz hakaret ve aşağılamalardan oluşan yazılardı.
Benim saptamamın yanlışlığını ya da doğruluğunu verilerle net biçimde ortaya koymak yerine “ağzımın payını vermeyi” hedefleyen ucuz polemiklerdi.
Onlara bir şey söylemeye gerek yok.
Bu tartışmaya bir katkıları olmayacağı, öyle bir niyetlerinin bulunmadığı da belli.
Onların canını yakmanın da kimseye bir faydası olmaz.
İkinci tür tepkiler, iyi niyetli ve hakkaniyetli itirazlardı.
Ruşen Çakır ve Ezgi Başaran’ın yazılarını örnek gösterebilirim. Onlar, “Kürtlerin AKP’den başka müzakere edebileceği bir siyasi güç olmadığını” söyleyerek, bu açıdan Kürt siyasetinin eleştirilemeyeceğini söylüyorlardı.
Bir anlamda Kürt siyasetçilerinin “çaresizliğini” vurguluyorlardı, eğer ben o yazılardan yanlış bir sonuç çıkarmadıysam.
Bu bakış açısı benim söylediklerimle çelişmiyor, sadece bu durumun alternatifsizlikten kaynaklandığını gösteriyor.
Ben, Kürt siyasetçileri öyle ya da böyle davrandıkları için eleştirmedim, öyle ya da böyle davranmaları gerektiğini de söylemedim.
Ben durumun ne olduğunu, bana nasıl gözüktüğünü anlattım. Bir tespit yazısı yazdım.
Kürt siyasetinin haklı nedenleri olabilir ama son tahlilde AKP’nin otoriterleşmesine karşı sürdürülen demokratikleşme mücadelesinde yer alıp almadıklarını sorguladım.
Bugün itibariyle demokratikleşme mücadelesinde yeterince yer almıyorlar izlenimi var. Başka türlü davranabilirler miydi ya da davranmalı mıydılar ya da bu siyaset beklenen sonucu getirir mi, bunlar ayrı tartışma konuları. Bunları da tartışabiliriz ama sanırım önce Kürt siyasetinin bugün nerede durduğunu bir kez daha saptamamız gerekiyor.
“Kürt siyaseti nerede duruyor?” sorusunu net biçimde ve derinleştirerek tartışamamıza imkân sağlayacak iki önemli konuşma KCK’nın yöneticilerinden geldi. Onlar da üçüncü yaklaşımı temsil ediyorlar.
Mustafa Karasu’nun Taraf gazetesinde okuduğum konuşmasındaki bir vurgu bence çok önemliydi. Karasu, Sterk Televizyonu’na verdiği demeçte, “HDP ile Türkiye sınırlarında, Türkiye’nin demokratikleşmesi içinde Kürt sorununu çözmeyi hedefliyoruz. BDP ise Kürdistan’da demokratik özerkliği inşa edecek sivil toplum projesini ortaya çıkaracak” demiş.
Bu açıklamanın doğrudan benim yazdıklarımla bir ilgisi yok herhalde ama tartışmaya yol göstermesi açısından bence değerlendirilmesi gereken bir strateji tarifi.
Özgür Gündem’den Erdal Er’le konuşan Duran Kalkan ise adımı vererek açıklamalar yaptığı için onun benim saptamalarıma cevap verdiğini biliyorum.
“Türkiye’deki faşizm, Kürdistan\'da soykırım varken, Kürdistan\'da soykırım kalkar demokratik hale gelirse acaba Türkiye böyle mi olur? AKP yönetimi böyle mi olur? Bunu bile yorumlayamıyorsa, ben o kafaya ne diyeyim.”
Bu tartışmanın öneminin ve gerekliliğinin hatırına “o kafa” lafına aldırmadan geçelim ama eğer bu tartışma bir gerçeği bulma adına sürecekse, yaşımıza ve tecrübelerimize yakışan bir dil kullanmanın hepimiz adına daha şık olacağını dostça bir dipnot olarak buraya kaydedelim.
Şimdi gelelim Kürt siyasi hareketi ve Türkiye’nin demokratikleşmesi ilişkisine. “Bir yandan AKP ile görüşmeler sürdüren Kürt siyaseti, bir yandan da gittikçe demokrasiden uzaklaşan AKP ile mücadele edebilir mi?” meselesine…
KCK yöneticileri bu yaklaşımlar üstünden gerçekten ciddi bir tartışma yürütmek isterlerse karşımıza çıkacak ilk temel soru şu olur:
Kürt siyaseti için önemli olan Kürdistan’ın özerkliği mi, yoksa Türkiye’nin bütünüyle demokratikleşmesi ve Kürt sorununun bu demokratikleşme içinde çözümlenmesi mi?
Kürt siyasetçileri, “Kürdistan’ın özerkliğidir bizim için önemli olan, gerekirse bunun için diktatörleşmekte olan Erdoğan’la da anlaşır, onun tek adamlığını ve başkanlığını destekleriz” derlerse zaten tartışmaya gerek yok, durum netleşir.
Bu onların siyasi tercihidir.
Kırk yıl süren bir mücadele verdiler, bir yol ayrımına geldiler, bu noktada verecekleri kararı tartışmamız bir sonuç yaratmaz.
Böyle bir açıklama, siyasi tabloyu bize net olarak gösterir.
Kimse de bir söz söylemez, Türkiye’nin genelinde demokrasi mücadelesini sürdürmek isteyenler kimle yan yana, kimle karşı karşıya olduklarını bilir.
Ama benim gördüğüm KCK yöneticileri bu keskinlikte ve netlikte bir söz söylemiyorlar. Tam aksine, “Türkiye’nin demokratikleşmesinde de bir rolleri olduğunu ve olacağını” ısrarla söylüyorlar.
Karasu, “ikili” bir siyaset sürdüreceklerini, HDP ile Türkiye’nin demokratikleşmesini, BDP ile Kürdistan’ın özerkliğini sağlayacaklarını ileri sürüyor.
Kalkan ise “Kürdistan’da soykırım kalkar demokratik hale gelirse Türkiye böyle mi olur” diyerek Kürdistan’daki olumlu gelişmelerin Türkiye’yi de demokratikleştireceğini ima ediyor.
Ben bu iki açıklamayı da “Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi bizim için önemlidir” diye okuyorum.
Bunlar, memnuniyetle karşılayacağımız ama aynı zamanda bize tartışma ve sorgulama hakkı da veren açıklamalar.
O zaman tartışalım.
Bu “ikili” strateji mümkün mü ve Kürt sorununun çözümü Türkiye’yi demokratikleştirmek için yeterli mi?
T24