Düzkan'ın 'Kurtuluş Meseleleri' başlıklı yazısı şöyle:
Öncelikle şunu söylemeliyim. Bu yazı duvar’da yürüyen bir tartışma üzerine ve orada yayınlanması daha uygun olurdu. Ama bu yazıyı okumasını isteyeceğim birçok insanın duvar’ı -haklı veya haksız sebeplerle- boykot ettiğini gördüm. Böyle bir tepkiyi bir tür kırgınlık, hayal kırıklığı olarak okumak gerektiğini düşünüyorum. Zaten internet yayıncılığı, kâğıda basılan medyada olduğu gibi, okurun yayını satın almasına dayanmıyor.
Her mecranın kendi ilkeleri, tercihleri var ama genel mesleki kurallar çerçevesinde bakarak, ben Özgür Serhatlı’nın yazısını yayınlamakta tereddüt ederdim. Çünkü iki açık ve büyük çarpıtma içeriyor. Bunlardan ilki, Ender Öndeş’in, Kürt hareketine içrek olarak tanımladığı, direğe çekilen bayrağın altında, yoksulluk, sefillik, kadın cinayetlerinin akıp gitmeyeceği fikrini, türkiye devrimcileriyle ittifaka bağlamış gibi göstermesi. Bir editör, bu açık çarpıtmaya itiraz etmeli bence. İkincisi daha da aşikâr. güney afrikalı polislerin siyah olduğuna dair basit bir üslup denemesini, Kürtlerin gördüğünü anlayamayacağını söylediğine yorması.
Ama Ender’in yazısında Nazım Hikmet’e başvurması, Özgür Serhatlı’nınki gibi bir çekiştirme aklıma gelmese de beni de bir miktar irkiltti çünkü onun şiiriyle kurduğu anlatı, Türkiye solunun Kürtleri dışlayan tarihinin bir parçası ve ama alıntıladığı şeyin bununla hiçbir ilgisi yok.
Diğer yandan şunu da hatırlamak ve hatırlatmak zorundayız. Kürt özgürlük hareketi, başından itibaren sadece kürtlerden oluşmadı, içinde büyük emek vermiş, canını, sağlığını, ömrünü ortaya koymuş ve ama kürt olmayan insanlar oldu hep. Yine ve ama kürt hareketi üzerinde, bu hareketle uzaktan yakından ilgisi olmayan, hatta siyasetle ilgisi bulunmayan kürtlerin dahi söz hakkı var çünkü bu hareketin başarısı ya da başarısızlığı doğrudan onların hayatını etkiliyor. ancak kürtlerin de daha birkaç yıl önce, altmışına merdiven dayamışken, “kürt basını”nda çalıştığı için, üstü başı yırtılıp dövülerek gözaltına alınan bir adama saygıyla yaklaşmalarını beklemek hakkımız. Aynı saygının, mesela mamosteyê zer’den de esirgenmemesi için bugünkü görüşlerini benimsememize gerek yok.
Kitaplarım yanımda değil, o yüzden kendi kelimelerimle aktaracağım. Ahmet Hamdi Akkaya –Kuzey’de- Kürt uluslaşmasının siyasal hareket üzerinden şekillendiğini ve türkiye solunun içinden çıktığını söylüyor. Köh, sosyalizmin dünyanın her yerinde ideolojik üstünlüğünün olduğu, sosyalist sistemin, ilerici iktidarlara, ulusal kurtuluş mücadelelerine somut, pratik, maddi destek verdiği koşullarda ortaya çıktı. Ama bu sistem yıkılıp bu üstünlük dağılırken dahi güçlenmeyi başardı, kendisinden önceki ulusal hareketlerden farklı olarak kürt yoksullarını temel aldı, onların taleplerini programına taşıdı. Diğer yandan şunu da mutlaka görmek gerek. Devrimler ve toplumsal mücadeleler tarihinin, ulusal kurtuluş mücadeleleri hanesinde değerlendireceği bir hareketin kendisinden özgürlük hareketi olarak söz etmesinde, yeni bir paradigma aramasında, dünyanın herhangi bir yerinde, konuyla biraz ilgili birine okuttuğunuzda feminizm olarak tanımlanacak görüşlerin jineoloji başlığı altında anılmasında, uluslaşma sürecinin etkileri var.
Köh’ün yeni paradigması da dünyada solun parçası olan fikirlere dayanıyor, soldan destek görüyor. Türkiye solunun önemli bir kesiminin de “kürt meselesi”ni gündemine aldığını, belki almak zorunda kaldığını söylemek yanlış olmaz.
Peki aksi de doğru mu? Kürt hareketi Türkiye’de solun gündemini oluşturan meseleleri üstlenmeli mi?
Bunu destekleyen örnekler gösterilebilir, geçenlerde bir webinar’da, İsrail’de Arap azınlık haklarını savunmak için kurulmuş olan Adalah adlı örgütünün demokratik mücadelenin önemli unsurlarından biri olduğu, Yahudi İsrail vatandaşlarının haklarını da savunduğunu dinledim. Ama bunları anlatan adalah temsilcisi, hukuk mücadelesiyle siyasal mücadele arasında bir fark olduğunun altını çizdi.
Biz de siyasal alandan söz etmeye çalışıyoruz. Bir ülkenin kuruluşuna dair temel meselelerden birine odaklanmış ve ülkenin sınırları dışında da sorumlulukları olan bir siyasal hareket neden ülkenin diğer “meseleleri”ni de üstlensin?
Bu noktada çok sık karşımıza çıkan Kürt partisi/Türkiye partisi ikiliğine itiraz etmek istiyorum. Bir kürt partisi yani Kürtlerin haklarını, varoluşlarını savunan, sorunlarını dert eden bir parti de Türkiye partisidir çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin politikalarından ve bundan daha az önemli olmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tutumlarından kaynaklanan bir meseleyle uğraşır. daha önemlisi; bir politik parti belli bir hattı savunur ve belli toplumsal sınıfların/kesimlerin temsilcisidir. Ama türkiye partisi diye bir şey olamaz, ezilenlerin partisi olur, daha iyisi ezilenlerin ve sömürülenlerin partisi olur, demokrasi partisi olur… Tüm türkiye’yi temsil eden bir parti fikri sola ait olamaz.
Türkiyeli solcular Kürtlerle aynı parti içinde yer almalı mı sorusu bence epeyce konjonktürel. HADEP’te, Mehmet Metiner’in genel başkan yardımcısı, Altan Tan’ın parti meclisi üyesi olduğu 2000 yılında, o sırada ÖDP’de yer alan ve Kürt hareketine destek vermeyi savunan sol grupların, ÖDP’yi bırakıp HADEP’te çalışmaları doğru olurdu. ama kastettiğim ÖDP’nin “bileşenler hukuku”nun HADEP’e taşınması değil, partinin çizgisini değiştirmesi de değil. Kürt olmayanların kürt mücadelesine omuz vermesi bence bugün de doğru.
Peki, Türkiye soluyla Kürt Özgürlük Hareketi bir parti içinde hemhal olabiliyor mu? Bileşenler hukuku, zaten herhangi bir hemhal olma ihtimalini ortadan kaldıran, partinin içindeki herhangi bir bileşen’e dahil olmayanların iradelerini yansıtma araçlarını ellerinden alan bir düzenleme, burada sorun Kürt hareketiyle değil bu sistemle ilgili, bilen bilir, tıpatıp aynı şeyler ÖDP’de de oluyordu.
Ayrıca bir sol hareketle bir ulusal hareketin çalışma tarzı da birbirinden farklı, ender’in yazısında andığı örneğe başvuracağım; talebeler yani öğrenci hareketi ulusal hareketler için hep çok önemli olmuş ama bir sol hareket için sınıf belirleyici. Hazır bu noktaya gelmişken sorayım. HDP bu anlamda bir sol parti olabiliyor mu? Örneğin grev çadırlarına resmi ziyaretler olsun, yapabiliyor mu? Yine buradan hareketle sorayım, “batı”da HDP’ye kayan oyların müsebbibi, “bileşenler” mi?
Ender haklı olarak, Kürtlerin de Türklerin de birbirini kurtarmak gibi bir niyetinin olmadığını söylemiş, bütünüyle katılıyorum. Ama şunu sormadan edemiyorum; HDP projesiyle güç kazanan kim; Kürt özgürlük hareketi mi, Türkiye sol siyaseti mi, bileşenler mi?
Bu sorunun, Kürt olsun olmasın, HDP seçmeni olan hepimizin hakkı olduğuna ve Mücahit Bilici ya da Özgür Serhatlı’ya teslim edilmeyecek kadar önemli olduğuna inanıyorum.
Biraz uzun ve belki biraz karmaşık bir yazı oldu, sonuna varanlara teşekkürler.