Yetkin’in yazısı şöyle:
“Hapis cezası almış olmaları sorun değildir; burası Türkiye. Erdoğan da bir şiir okudu diye hapse mahkûm edilmiş, “Muhtar bile olamaz” diye gazete başlıkları atılmıştı. Siyasi rakibi -dönemin- CHP Genel başkanı Deniz Baykal’ın uygun görmesiyle üzerindeki siyaset yasağı Meclis oylamasıyla kaldırıldı. Erdoğan önce Meclis’e, sonra hükümetin başına geçti, Cumhurbaşkanı seçildi, şimdi de daha önce görülmemiş yetkilerle tek başına ülkeyi yönetiyor. Yasakların koşulları ortadan kalkınca, yasaklar da kalkar.
Demirtaş’ı 4 Kasım 2016 ve Kavala’yı 1 Kasım 2017’den bu yana hapiste tutan şey sadece hukuk değildir, hatta yasalar dahi değildir. Olsaydı, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları uygulanırdı, alt mahkemeler tarafından iktidarın siyasi tercihleri doğrultusunda bozulmazdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Demirtaş ve Kavala’nın hapiste kalmasından memnun görünmektedir. Aslında iki isim de farklı davalardan hapiste tutuluyor görünse de Erdoğan’ın ikisiyle de sorunu aynıdır. Bunun Erdoğan’ın Türkçe açısından da sorunlu olan “Kürt sorunu denilen mesele” ile ilgisini soracak olursanız, hafızaları tazelemek, noktaları başka türlü birleştirmek, biraz geriye gitmek gerekir.
Daha sonra HDP adı altında birleşecek BDP’nin TBMM Grup Başkan Vekili Pervin Buldan, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, yasadışı PKK’nın 1999’da ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkûm edilmiş kurucu lideri Abdullah Öcalan görüşüyorlar. Görüşme Başbakan Tayyip Erdoğan’ın izniyle, MİT Müsteşarı (sonra Başkanı) Hakan Fidan’ın aracılığıyla yapılmaktadır. O zaman AK Parti’nin kullandığı, MHP’nin ihanet olarak reddettiği deyimle, “Çözüm süreci” başlamıştır.
Namık Durukan’ın gazetecilik başarısıyla Milliyet gazetesinde yayınlanan tutanaklara göre, Öcalan “Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz” demiştir. Öcalan’ın talebi bu gizli görüşmeler sonucu PKK ile ortaya çıkacak ve Kürt sorununa çözüm olarak duyurulacak anlaşmanın, TBMM tarafından aynen onaylanmasıdır.
Daha Erdoğan Cumhurbaşkanı dahi seçilmemişken, Başkanlık meselesi Önder’in şu sorusuyla açılmıştır, yine tutanaklara göre:
• “Başkanım, her şeyi konuştuk. Bir de başkanlık meselesi var. Kamuoyu bu konuda çok hassas. Osman Kavala’nın size selamları var. Totaliter bir yapıya dönüşmesinden endişe ediyorlar.”
Öcalan’ın “Tayyip Bey’in Başkanlığını destekleriz” demesi buna cevaptır.
Ancak bu tutanaklar MİT kanalıyla Erdoğan’ın önüne gittiği an, Erdoğan’ın Kavala ile sorununun başladığı andır. Zaten Kavala, Fethullah Gülen’in taraftarlarına “gerekirse mezardan ölülerinizi kaldırıp” evet demeye götürme mesajını verdiği 2010 Anayasa değişikliği referandumunda liberal-sol kesimlerin “Yetmez ama evet” kampanyasına katılmadığı için dikkatini çekmiştir.
Taksim gezi parkında AVM yapımı için ağaçların kesilmesini protesto amacıyla 2013 Mayıs sonunda başlayan olaylar zabıta ve polisin orantısız güç kullanımıyla Haziran başında orantısın biçimde büyür. İlk iki üç gün, sadece hedefe konulan Sırrı Süreyya Önder değil, diğer HDP’liler de mücadelenin önünde görünürken, daha sonra sadece alanda varlık gösterme hattına çekilirler. Ama Kavala protestoları desteklemektedir.
İşte o aşamada Kavala, AK Partililerce “Siyonist Kızıl Milyarder” olarak tanımlanan uluslararası Açık Toplum ağının kurucusu Georg Soros’un adamı olarak hedefe konulmaya başlar. Oysa Erdoğan 2003 Davos toplantılarında, henüz siyaset yasağı kalkmamışken Soros ile görüşmeye özel önem vermiş, çaba harcamış, görüşmüş, Türkiye’deki vesayet düzenine karşı özgürlükler adına mücadelesinden bahsederek desteğini istemiştir. Kavala’nın Şubat 2013’te Öcalan’a Önder aracılığıyla Erdoğan’ın başkanlığı konusuna “totaliterliğe” gideceği için itirazı, Kavala’nın Gezi Protestolarını bir darbe girişimi olarak örgütlenmekle suçlamasının gerçek gerekçesidir.
Demirtaş’ın kaderinin Kavala ile kesiştiği konu budur.
Demirtaş 17 Mart 2015 günü HDP eş başkanı sıfatıyla TBMM Grup Konuşmasında Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışını yapmasaydı, tarih nasıl akardı? 7 Haziran seçimlerinde AK Parti yine Meclis çoğunluğunu kaybeder, HDP yine Meclis’e girer, MHP’nin muhtemelen yine önüne geçerdi. Ama hem başkanlık hem Kürt meselesini aynı hamlede çözme niyetindeki Erdoğan, o zaman muhalifi Bahçeli istedi diye 1 Kasım’da yine seçime gider miydi? Nitekim 7 Haziran’ın hemen ardından CHP lideri Baykal ona el uzatmış, iş birliği önermişti. Bir ara yol bulunabilirdi.
Ama tarihe böyle bakılmıyor. Netice olarak Demirtaş, Öcalan’ın iki yıl önce “Tayyip Bey’in Başkanlığını destekleriz” teminatına rağmen “yaptırmayacağız” demişti.
Aradan çok şey geçmişti gerçi. Suriye’de iç savaş kızışmış, 2013 başında IŞİD diye bir örgüt çıkmıştı örneğin. 2014’te Erdoğan’ın IŞİD ile mücadeleye PKK’yı da katma şartı üzerine bir hata da ABD Başkanı Obama yapıp IŞİD’e karşı mücadelede PKK’nın Suriye kolu PYD ve onun silahlı kolu YPG’yi seçti. 6-8 Ekim’de Kobani meselesiyle patlayan olaylarda kan döküldü; olaylar Öcalan’ın (MİT ve Önder kanalıyla) Kandil’e ulaştırılan mektubuyla son buldu. Ama PKK artık arkasında ABD desteğini bulduğu için, hükümetle 2013’te anlaştığı yol haritasını yeniden müzakere etmek istiyordu; bu hesapta yoktu. Aslında 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de Hükümet ve HDP yetkilileri bir araya gelip kendi bildirilerini okuduğunda pamuk ipliğiyle tutulur noktaya gelmişti. İki hafta kadar sonra Demirtaş’ın -21 Mart Nevruz’da Öcalan’dan beklenen silah bırakma açıklamasından dört gün önce- 17 Mart’ta Erdoğan’ın başkanlık sistemi hedefine karşı yaptığı açıklama bütün denklemi değiştirdi. Öcalan silah bırakma çağrısı yapmadı. 7 Haziran seçimlerine bu atmosferde gelinmişti.
Erdoğan, kafasında 2013’te Kavala’nın Öcalan’a selam gönderirken Erdoğan’la başkanlık pazarlığı yapmamasını istemesiyle, Demirtaş’ın “Başkan yaptırmayacağız” çıkışını birleştirdi.
Erdoğan bu denklemin ortak paydasını 2013 Gazi Protestoları olarak gördü. Bunu da arkasında ABD’nin bulunduğu uluslararası sermayenin kendisini devirme çabası olarak gördü. ABD himayesinde yaşayan Fethullah Gülen örgütünün 17-25 Aralık 2013’ten itibaren kendisine bayrak açıp 15 Temmuz 2016’da darbeye kalkışmasını da aynı çerçevede saydı. Bütün bu çabanın bir ucunda, bir zamanlar işbirliği yaptığı Gülen, diğer uçlarında da Kavala ve Demirtaş bulunuyordu.
Ergenekon davalarında Fethullahçılar nasıl İlker Başbuğ, Kemal Gürüz, Yalçın Küçük gibi birbiriyle alakasız isimleri aynı örgütün üyesi oldukları iddiasıyla hapsedip yargıladılarsa, Erdoğan ve AK Parti algısında Fethullah Gülen, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala aynı parantezde yer alıyor.
Bu algıyla bir zamanlar şiir okudu diye hapsedilip saçma bir kararla siyasetten yasaklanan siyasetten yasaklanmış olan, iktidarda olduğu halde AK Parti kapatma davasıyla mücadele etmiş olan Erdoğan, şimdi HDP’nin kapatılması ve yöneticilerinin siyasetten yasaklanmasını isteyen müttefiki Bahçeli’nin arkasında duruyor. Ama bir yandan Kürt seçmenin oylarına da talip olduğu için ortaya “Kürt sorunu denilen mesele” gibi anlaşılmaz tanımlar çıkıyor.
Bu tablo değişmedikçe de Demirtaş ve Kavala, hapiste kalmaya devam edebilir, tablo değişirse de ileride pek ala Meclis’e girebilirler.”